Manchester University Press’deki herkes Zygmunt Bauman’ın ölümünü işittiğinde derin üzüntü duydu. Bauman’ın kafadar müritleri olan, onun çalışmalarını okuyup derslerine katılmış kimseler tarafından ve Bauman’ı elimize ilk aldığımızda yaşadığımız aydınlanmayı başkaları da yaşasın diye kitapçıları ve satıcıları ikna etmek için epey zaman harcayan diğer basımcı arkadaşlarımız tarafından hakiki bir özgünlüğe sahip olan biri şeklinde benimseniyordu Bauman.
Ve elbette yalnız değildik… Seri editörlerimiz ve yazarlarımız da aynı şekilde hissediyordu. Bu kısacık çalışmada Bauman’a dair anılara yer verdik; PhD danışmanı Bauman, şekil değiştiren Bauman, akışkan modern yazar Bauman ve ahlakî sosyolog Bauman. Sadece Bauman’ın kendisindeki büyüleyici görüşler değil, onun bizim kafamızdaki yeri, Bauman imgesine dair büyüleyici görüşler var. Ayrıca, yazıları ve onunla bireysel tartışma şansına erişmiş kimselerden aldığımız görüşler biçiminde bizlere sunduğu hediyelere de bir teşekkür babında ele alınmış bir çalışma elinizdeki derleme.
Şayet Bauman’ı okuduysanız, burada sunulan görüşlerden hoşlanacağınızı düşünüyoruz. Bauman konusunda yeni olanlar için de bir okuyun deriz. Ardından gidin ve Bauman tarafından yazılmış bir şeyler okuyun. Okuyun ki tüm bu söylenenlerin ne hakkında olduğunu kendiniz görebilin.
Zygmunt Bauman’ı Anmak / David Owen, University of Southampton
1989 yılında, doktora danışmanım Irving Velody, Nietzsche, Weber ve Foucault üzerine yazdığım tezimin savunma jürisi için dışarıdan akademisyen olarak Zygmunt Bauman’ı önermişti. 1987’de entelektüeller üzerine yazdığı Yasa Koyucular ve Yorumcular çalışmasını okumuştum önceden. O zamanlarda da Modernite ve Holokaust’u okuyordum. Savunma günü geldiğinde, Bauman ile Robin Williams’ın küçük denebilecek ofisine kadar beraber gittik. Ofis, Bauman piposunu içtikçe hızla dumanaltı oldu ve bu duman sinirlerimi, heyecanımı yatıştırdı. Biz dumanaltında Bauman ile birbirimize görünmez olana dek, oldukça hızlı olan Polonya aksanıyla yöneltilen sorular, cevaplar, tekrarlamamı istediği noktalar ile sürüp gitti savunma. Yaklaşık bir buçuk saat sonra temiz havaya kavuşabildik. Doktorayı vermiştim ve Bauman sonraki aşamalar için bana yapmam gerekenleri söylemişti, ayrıca yayıncıya tezimi basmaları için şiddetli tavsiye içeren bir mektup yazacağını da belirtmişti ve bunu yaptı da. Bu tamamiyle karakteristik olan bir cömertlik örneğiydi. Hatta ben tezimi kitap haline getirmek için tekrar yazarken ve bir iş bulmaya çalışırken bile, Bauman güçlü ve bazen de sabırsız bir destekçi olmaya devam etti. Sonraki yirmi küsur yıl içinde sık sık karşılaşmamıza rağmen, Zygmunt’a dair anılarım pipo dumanıyla kaplı bulaşıcı, hatta afacan bir entelektüel tutkudur.
Ave atque vale1, Zygmunt Bauman / Tony Blackshaw, Sheffield Hallam University
Aniden gitti. Sessiz sedasız, son bir kez tüylerimizi diken diken etti. Zygmunt’un ölümünü işittiğimde, iki ani tepki verdim. İlki derin bir üzüntü hissiydi. İkincisi bencil bir şikayetlenmeydi. Bir an sadece şunu düşündüm; “Her zaman için tek işe yarar gördüğüm sürekli devamı gelen kitaplar olmaksızın ne yapacağım?”. İlki Zygmunt’u sevenlere dair bir empatiye, ikincisi ise makul bir şoka evrildi. Bu harika sosyolog okumaya ömrümüzün yetmeyeceği kadar çok kitabıyla, beni, bizi adeta hiç terketmemiş gibiydi.
Robert Musil şöyle der; “Hakikati isteyen kişi bir biliminsanı olur; öznelliğine alan açmak isteyen kişi bir yazar olur; peki ikisinin arasında bir şey isteyen kimse ne yapmalıdır?”. Evet o kişi Zygmunt Bauman olur işte. Tipik bir “meziyetsiz kişi”dir, Musil’in bahsettiği hiçbir hüneri olmayan cinsten bir kimse. 1980’lerin sonunda Zygmunt bir biçim değiştiren oldu. Modernite üzerine yazdığı muhteşem seriler ile kendisini kültürel Marksist bir sosyologtan Zygmunt Bauman’a dönüştürdü.
Zygmunt kendi dönüşümünde, sosyolojiyi de dönüşüme uğrattı esasen. Sosyoloji zaman zaman tik taklaması duran eski bir saat gibidir ve tekrar çalışabilmesi için sarsılması gerekir. Saatin mevcudiyeti “tik-tak” sesinde vücut bulur ve eğer açılıp parçaları temizlenmezse, yağlanmazsa saatin nabzı durur. Biliminsanları, saat tamircilerinden farklı olarak, çalıştıkları alana dair eskiyen parçaları çalışmaları için gereksiz bulurlar ve yenileriyle değiştirirler. Eski parçaları değiştirme mevzu bahis olduğunda, duygusal davranmaya güç yetiremezler; eğer nesnel olan saatin “nabzı”nı tekrar attırmaksa, yapılacak en iyi şey artık çalışmayan parçaları değiştirmektir. 1989’da Zygmunt Bauman, Tony Giddens’ın sosyolojisine dair derleme bir kitaba bir bölüm yazdı. Bir meydan okuma ile bitirdi metnini. Sosyolojinin, kökleri 19. yüzyıla uzanan bir tarih hatası olduğunu öne sürmesinin ardından, “bir otorite ile konuşma hakkı iddia etmek için, sosyoloji toplum teorisini güncellemek zorunda kalacaktır” dedi. Bunu takip eden yıllarda, akışkan moderniteye dair görüşleriyle sosyolojiyi eski nabzına kavuşturmakla kalmadı, aynı zamanda 19. yüzyıl akademik disiplinini 21. yüzyıl formuna dönüştürme sihrini yaptı.
Zygmunt iyi bir yaşam sürdü ve 91 yaşında da iyi bir sonla bu yaşamı nihayetlendirdi. Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri kitabını okurken iki önemli ve birbiriyle ilişkili mevzuyu farkettim: biri, görmesi en zor olan şey sıklıkla tam olarak gözümüzün önünde olandır; diğeri, sosyolojik düşünmek, farklı bir şekilde görmeyi öğrenmek hakkındaki her şeyin de ötesindedir. O gün anladım ki, Zygmunt kendi çağının önde gelen düşünürlerinden hesaplanamayacak kadar uzaktaydı ve aynı zamanda sosyolojinin katı kurallarına meydan okumuş ve bunları ebediyyen değiştirmiş bir devrimciydi. Sosyoloji artık 4 şeyin birleşimiydi. İlki, sosyolojik hermenötik (bu hermenötik sosyoloji ile karıştırılmamalıdır); ikincisi, küresel dünyamızda marjinalleştirilmiş ve aşağılanmalarının sebebini açıklayamayanlar adına sağlıklı bir söz alma imkanı; üçüncüsü, yaşamımızı nasıl sürdürmemiz gerektiğine dair hepimize bir rehber; dördüncüsü, siyasi bir manifesto.
Zekasına hayranlık duyduk ve başarılarına saygı gösterdik, fakat içimizi asıl kıpır kıpır eden şey insanlığı ve nezaketi oldu. Tüm yönleri hesaba katıldığında, Zygmunt en iyi öğretmendi ya da en iyi doktora danışmanıydı diyemeyiz. O sadece sevdiği şeyi – okumak ve yazmak- yapan bir adamdı. Duyguları hisseder ve yardıma ihtiyacı olanlara yetişirdi. 1970’lerde Zygmunt’un bir öğrencisi olan bir kadından dinlediğim hikaye onun yardımseverliğine sadece bir örnek. Kadın çalışmasının ilk yılında hamile olduğunu öğrenmesi üzerine, çalışması ve içinde bulunduğu durum arasında sıkışmıştı. Zygmunt öğrencisinin ikilemini öğrendiğinde onu kanatları altına aldı ve oldukça iyi bir derece ile çalışmasını bitirmesi için ona rehberlik etti. Zygmunt karanlıktaki, belirsiz dünyadaki bir fenerdi, ve korkarım onun gibisi bir daha gelmeyecek. Fakat efsununa kapılma şansına erişmiş bizler için, zihinlerimizde daima ışıldayacak. Sosyolojinin ne olduğunu yeniden yazan bu göze çarpan “meziyetsiz kimse” şimdi daha iyi bir yere gitti.
Hoşcakal Zygmunt.
Bauman ve Akışkan Modern Yayıncılık Çağı / Caroline Wintersgill, Sorumlu Editör MUP
Bauman ile birebir hiç tanışmadım, fakat sosyoloji ve siyaset alanında çalışan bir editör olarak, kariyerim boyunca onun etkisinin gölgesi altında neşrettiğimi hissettim. Çalışmaları, benim sosyoloji okumalarımı canlandırdı, üzerinde çalıştığım kitapları şekillendirdi. Bunlar postmodernite, tüketim, küreselleşme, güvencesizlik üzerine ve hatta yayıncılık endüstrisine bakışım üzerineydi. Bahsettiğim yayıncılık sektörü, veritabanı girdisi ve stratejik uzlaşmaların, yazar ve meslektaşların entelektüel alışverişlerini gölgede bırakması sebebiyle, 2000’li yılların başından beri açık ve net bir biçimde akışkan modern bir evreye geçti. Modernite ve Holokaust 1989’da, tam da Routledge‘da çalışmaya başladığım sırada basıldı. Orta Avrupa devrimlerinin yaşandığı seneydi: Bu keskin zekalı Polonya göçmeninin çalışması, sevinçten havalara uçuran annus mirabilis (mükemmel yıl) anlatılarına iç karartıcı bir alternatif oldu. Bundan sonra ve yayımcılık kariyerim boyunca, Bauman yılda en az bir kitap çıkardı: Intimations of Postmodernity (1992) Routledge’ın kültürel çalışmalar programını canlandıran metinlerden biriydi; Sosyolojik Düşünmek, UCL basımevi için sosyoloji alanında görevlendirildiğimde ve Birkbeck’te yüksek lisans eğitimimi sürdürürken benim kılavuzum oldu. Bauman “akışkan” serisi için Polity Press ile uzun süreli bir ilişki içine girince, Polity’nin beni işe alması için çabaladım, fakat başarısız oldum.
Bauman’ın kitap editörü hiç olmasam da, yıllardır yayımladığım pek çok kitaba cömert bir şekilde makaleleriyle dahil oldu. Örneğin, Ralph Fevre’in 2000’de yayımlanan The Demoralization of Western Culture için yazdığı ferasetli bir önsöz, ya da, yakın geçmişte, 2016’da MUP (Metropolitan University of Prag) için Tony Blackshaw’ın The New Bauman Reader çalışmasında yer alan orijinal makalesi gibi. Entelektüel bağlamda daima cömert, vazifeşinas ve izanlı idi. Bauman’ın çalışmalarına olan şahsi ilgimin kısmi sonucu olarak, kendisiyle yakın ilişkisi olan en iyi yazarların bazıları ile çalışma şansına sahip oldum: Ashgate Yayınevi için Michael Hviid Jacobsen & Poul Poder ve Mark Davis’in yorumları üzerine çalıştım; Tony Blackshaw ile güncel MUP Bauman okuması üzerine çalıştım. 2017 yazında, MUP, Ali Rattansi imzalı Bauman and Contemporary Sociology isimli yeni bir kitap yayımlayacak. Rattansi’nin çalışması, geniş bir yelpazeye sahip olsa da, özellikle Bauman’ın çalışmasının akışkan modernite evresine ilişkin bir eleştiri niteliğinde. Umarım, sosyologlara ikna edici (ve bir parça da tartışma yaratıcı) bir okuma sunmasının yanında Bauman’ın yeni nesil öğrencilere tanıtılmasında faydalı olur. Fakat, Bauman’ın bu tartışmalara yanıt veremeyecek olmasına ya da ona her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacağımız çağdaş açmazlarımıza –Brexit, mülteciler, yeni Popülizm-, bir adım önden giden basiretli yorumlar geliştirmek için aramızda olmayışına çok üzülüyorum.
Zygmunt Bauman Üzerine Bir Takım Düşünceler, 1925-2017 / Ali Rattansi, University of London
2017 yılının 9 Ocak tarihinde, dünyaca bilinen sosyolog Zygmunt Bauman’ın vefat etmesi ile, biricik ve oldukça etkili bir ses, sessizliğe gömülerek ciddi üzüntü yarattı. Sosyoloji alanındaki müstesna yaklaşımı ve dünya üzerindeki zayıflara ve zulme uğrayanlara yorulmak bilmeyen desteği ile geniş kitlelerin hayranlığını kazanmıştı. Görüşü ve yaklaşımı şahsına münhasır idi, fakat elbette sosyolojik düşünme biçimi, entelektüel teşekkülü ve biyografik koşullarından beslendi. Nazi kuşatmasından, Rusya’ya kaçmak zorunda kalan yoksul bir yahudi ailesinin mensubu olarak Polonya, Poznan’da dünyaya gözlerini açtı. Polonya ordusunda savaştı ve Kahramanlık Nişanı ile ödüllendirildi.
Savaştan sonra, orduda istihbarat subayı olarak hizmet vemeye devam etti, fakat bir yandan da Warsaw Academy of Political and Social Science’ta sosyoloji eğitimi aldı. 1953 yılında antisemitizm nedeniyle ordudan çıkarıldı. Warsaw Üniversitesi’nde sosyoloji alanında ders vermeye başladı, fakat 1968’de yine buradan da uzaklaştırıldı. Sebebi, antisemitist temizlik idi ve bunun yanında, daha geniş demokratikleşme için kampanya yürüten öğrencilere destek vermesi idi. O zamanlarda Bauman yalnızca 30’lu yaşlarının başındaydı, fakat çoktan Nazi rejimini, savaşı, Stalinizmi ve adanmış bir Marxist olarak desteklediği komünist devletin antisemitizmini deneyimledi. Bauman genç ailesi ile birlikte İsrail’e akademik çalışma için göç etti, fakat 1971’de oradan da ayrılarak Leeds Üniversitesi’nde sosyoloji kürsüsünde çalışmaya başladı. Ölümüne dek Leeds’te kaldı.
Bauman’ın Marksizmi, Stalin rejimi altında yayılan katı, doktrinci resmi biçimden son derece farklıydı. Bauman, Doğu Avrupa’yı etkisi altına alan yeni hümanist, tashihçi, daha demokratik akımın bir parçasıydı ve kendisi de göçmen olan Leszek Kolakowski gibi önde gelen Polonyalı entelektüel camiasının mensubuydu. Bauman, özellikle, Marksizmin bilimsel ve ekonomik determinizm biçimine karşı çıkan Warsaw, Hochfeld ve Ossowski’deki sosyoloji muallimlerinden etkilendi. Bunun yerine, Bauman, hocaları ve pek çok meslektaşı, tarihin yasaları fikrinin yerini alan praxis düşüncesinin olduğu hermenötik ile kaynaştırılan hümanist yaklaşımlı bir sosyoloji benimsedi. İtalyan Marksist Antonio Gramsci, Bauman’ın entelektüel çevresinde diğerlerinden farklı bir değere sahipti. Bundan dolayı, seçkin sınıfın egemenliğini pekiştirmede popüler kültürün önemine dair yapılan vurgu, Bauman’ın analizlerinde daimi bir unsur oldu. Batı modernitesindeki Weberyan temalı “araçsal aklın” gücünün dikkate değer bir rol oynadığı Frankfurt Ekolü’nün Eleştirel Teorisi ve onun alışılmışın dışındaki Marksizm biçimi, Bauman’ın düşünce yapısında daha da kalıcı bir etki bırakacaktı.
Şayet 1989’da tartışmalara yol açan Modernite ve Holokaust kitabı basılmasaydı, Bauman, görece silik bir değer olarak kalabilirdi. Kendisinin de kabul ettiği üzere, Holokousta dair ilgisi eşi Janina’nın Warsaw gettosundaki dokunaklı anılarının yer aldığı Winter in the Morning (1986) etkisi ile kıvılcımlandı. Bauman’ın göze çarpan iddiası Almanya’nın biricik tarihi değildi. Sıradan, endüstriyel modernite ve onun Soykırım’dan başlıca sorumlu olan bürokratik devleti idi. Yine de bunun tamamen özgün bir iddia olduğu söylenemezdi, çünkü Hannah Arendt ve Alman tarihçi Raul Hilberg benzer ifadeleri daha önceden ele almışlardı. Fakat Bauman’ın yazılarının gücü ve argümanının cüretkarlığı hemencecik bir hareketlilik yarattı. Post-Marksist, postmodernist bir bakışaçısından yazan Bauman için “Modernite”, antisemitizmden ziyade Soykırım konusunda başlıca muktedir etmendi. Kitabı, Amalfi Avrupa Sosyoloji ödülü aldı ve özellikle Almanya’da geniş çevrelerce okundu, tartışıldı.
Holokaust kitabı Bauman’da mevcut olan fevkalade yaratıcı enerjiyi ortaya çıkardı ve hayret verici bir tempo ile kitaplar ve makaleler yayımlamaya başladı. Ve hızla genişleyen külliyatında bazı başlıca, ziyadesiyle etkileyici kitapları var. Özellikle dikkate şayan olan şey, Bauman’ın, sosyolojik analizin, ahlaki bir payanda olmaksızın kısır kalacağı düşüncesi idi. Bu sebeple, hepsi de 1990’larda basılan Postmodern Etik, Parçalanmış Hayat, Intimations of Postmodernity ve Siyaset Arayışı gibi kitaplarının gittikçe genişleyen bir genç sosyolog kitlesini, özellikle de Leeds’ten öğrencisi olanları, etkilemesi şaşırtıcı değildir.
Akışkan Modernite kitabında, “postmodernite” terimi yerine “akışkan modernite”yi tercih ederek, postmodern duruma bağlılığından resmi olarak feragat etmesine rağmen, modern “kötülükler”e getirdiği parıldayan eleştirileri süreklilik arzetti, ona saygınlık ve gittikçe büyüyen okuyucu kitlesi kazandırdı. Kötülüklerin başlıcası asla son bulmayan tüketim döngüsü, israf ve kredi tabanlı tüketicilikti. “Yeni yoksul” ya da “defolu tüketiciler” diye adlandırdığı şeyin özellikle savunucusuydu. Bunlar küçük bir grup olan seçkin, aç gözlü, ünlü kimselerin elinde ve siyasi tartışmaların “bilgi-eğlence”ye2 yozlaşması durumunda yoğunlaşan zenginlik kültürü tarafından dışlanan ve aşağılanan, akışkan modernitenin “parya”ları olarak norm haline gelmişlerdi.
Yeni, hızla büyüyen küreselleşmede, Bauman yine kaybedenlere ve büyüyen mülksüzlere yoğunlaştı. Sadece yeni dünya düzensizliğinin önemine işaret etmedi, aynı zamanda en düşük vergiler ve işçi maaşlarını araştırmak için dünyayı dolaşma kabiliyetleri ile “sınırötesi seçkinler” olarak adlandırdığı grup ve çokuluslu şirketlerin ulusdevletleri yersiz hale getirdiğinden ve ulusal devletleri güçsüz bıraktığından da söz etti. Buna ek olarak, varlıklı Batı şehirlerindeki sıradan vatandaşlara, özellikle de yeni “prekarya”ya musallat olan gittikçe büyüyen bireyselleşme, güvensizlik ve endişenin de altını çizdi. Trump ve yeni popülizm hakkındaki son yazılarında, aşırı bireyselcilik çağının yeni ekonomik güvensizliklerini ve endişelerini önemli etmenler olarak gördüğünü belirtti.
Çıkarımları kusursuz değildi. Yakında çıkacak olan kitabımda Avrupa merkezci yaklaşımının, sosyal cinsiyet meselesini ihmal edişinin ve Avrupa’daki siyahi, Asyalı ve Arap göçmenlerin karşılaştığı ırkçılığa karşı şaşkınlık uyandıran dikkatsizliğinin altını çizdim. Tutumu gayet bir erkek, beyaz, Avrupalı bakışı idi. Fakat yine de, mülksüzler, kovulmuşlar, utanmışlar ve güçsüzlere ısrarla odaklanması ve bir “bilimsel tarafsızlık”tan ziyade her zaman ahlaki amacı olan bir sosyoloji çağrısında bulunması, daha da belirsiz bir endişe dönemiyle karşı karşıya kaldığımızdan, yeniden yankılanan bir etki uyandıracaktır.
Şöhret hülyasının aşağısında, başka bir hülya; gri çehresiz ve yavan metalar yığınında artık erimeme ve münhal kalma hülyası; muteber, göze çarpan ve gıpta ile bakılan bir metaya, hakkında konuşulan bir metaya, meta yığınından farklılaşan bir metaya, gözden kaçırmanın, alaya almanın, gözden çıkarmanın imkansız olduğu bir metaya dönüşme hülyası. Tüketici toplumunda, arzulanan bir metaya dönüşmek, rüyaların ve peri masallarının kaynağıdır. — Zygmunt Bauman
Remembering Bauman
Manchester University Press
Çevirmen Müleyke Barutçu ve Merve Sevinç
Sosyal Bilimler Platformu Çevirmeni
ceviri@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Bu metin, Sosyal Bilimler Platformu Çeviri Ekibi tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.
Yorum Yazın