Medya, zengin ülkelerde “yalnızlık salgını” görüldüğünü kabul etmiş gibi görünüyor. Binlerce gazetede tam olarak bu ifadeyi içeren yazılar var.
Bunun dayanağı nedir? ‘Salgın’ kelimesi, durumun gittikçe kötüleştiğini ve yalnızlığın hızla yükseldiğini öne sürüyor. Ama veriler gerçekten toplumların gittikçe yalnızlaştığını gösteriyor mu?
İddianın popülerliğine rağmen salgın denebilecek seviyede bir artış şöyle dursun şaşılası bir şekilde, yalnızlığın arttığına dair deneysel bir bulgu bile yok.
Dünyada daha çok insanın tek başına yaşadığı doğru. Ancak yalnızlık ve bir başınalık aynı şey değil. Tek başına zaman geçirmeleri, insanların yalnız hissettiğine veya daha zayıf bir sosyal desteğe sahip olduğuna dair, doğru bir tahmin unsuru değildir.
Daha sonra açıklayacağımız üzere, ABD’de yaşayan günümüz gençleri onlarca yıl önceki gençlere kıyasla yalnız hissettiklerini daha fazla bildirmiyor; aynı şekilde, günümüz yaşlıları da geçmiştekilere kıyasla daha fazla yalnızlık bildiriminde bulunmuyor. Diğer zengin ülkelerde -Finlandiya, Almanya, İngiltere ve İsveç- yaşayan yaşlıları da kapsayan anketler de aynı sonuca işaret ediyor – bu ülkelerde de jenerasyondan jenerasyona yalnızlığın artması söz konusu değil.
Sosyal bağlantılar –aile ve arkadaşla iletişime geçmek de dahil- sağlığımız ve duygusal sağlığımız için olduğu gibi maddi refahımız için de önemlidir. Yalnızlık cidden önemli bir problemdir ancak bu problemi gerçeklere dayalı bir şekilde konuşmak da çok önemlidir. Bir yalnızlık salgınına tanık olduğumuzu iddia eden başlıklar yanlış ve yararsızdır.
Gençler Yaşlılardan Daha mı Yalnız?
Yalnızlığın arttığını ve gençlerin yaşlılardan daha yalnız olduğunu savunmak için kullanılan bir istatistik var. Bu istatistik ortaya iki soru çıkarıyor: Birincisi, gençlerin daha yalnız olduğu doğru mudur ve ikincisi, bu yalnızlığın arttığını gösterir mi?
Birinci soruyla başlayalım. İngiltere’de Ulusal İstatistikler Bürosu, insanlara ne sıklıkla kendilerini yalnız hissettiklerini sordukları Toplumsal Yaşam Anketi’ni yapıyor. Sütunlu grafikte, yaş gruplarına göre yalnızlık öz bildiriminin analizini sunuyoruz.
Grafik 1: Ankette İngiltere’de yaşayan insanlara şu soru soruldu: “Ne sıklıkla yalnız hissediyorsunuz?”
Bu veriye göre, yalnız hissettiğini en fazla belirtenler, %10 oranında “sık sık veya her zaman” yalnız hisseden 16-24 yaş grubudur. Bunun aksine, yalnız hissettiğini en az belirten 65 yaş ve üstündekilerde bu oran %3’tür.
Pek çok insan yalnızlığı yaşlılıkla ilişkilendirme eğilimindedir, bu yüzden bu dağılım şaşırtıcı görünebilir. Ama başka birkaç zengin ülkede yapılan anketler de aynı sonuca ulaştı. Yeni Zelanda, Japonya ve ABD’de de genç yetişkinler yaşça büyük olanlara kıyasla yalnız hissettiklerine dair daha fazla bildirimde bulundu.
Yani evet, zengin ülkelerde gençlerin yalnız hissettiklerini daha fazla bildirdikleri sonucuna ulaştık. Peki ya ikinci soru? Bu yalnızlığın arttığı anlamına geliyor mu?
Cevabımız hayır. Kesitsel karşılaştırmalar zaman içerisindeki değişiklikler hakkında bilgilendirici değildir, çünkü yalnızlık yaşam döngüsü boyunca sabit değildir. Yalnızlığın zaman içerisindeki değişimleri hakkında anlamlı bir şeyler söyleyebilmek için, bireylerdeki zaman içerisindeki değişimleri (insanlar yaşlandıkça yalnızlaşır mı?) ve jenerasyonlardaki zaman içerisindeki değişimleri (aynı yaştaki insanlar bugün geçmiştekilere kıyasla daha yalnızlar mı?) ayırt etmemiz gerekir.
Daha derine inelim ve bu soruları ayrı ayrı keşfedelim.
Yaşlandıkça Yalnızlaşır mıyız?
Yaşam döngümüz boyunca yalnızlığın nasıl değiştiğini anlamak için, yaşlılıklarına dek aynı bireyleri takip ederek zamanla elde edilen yalnızlık verilerine ihtiyacımız var. Psychology and Aging [Psikoloji ve Yaşlanma] dergisinde yayımlanan bir çalışmada, Louise Hawkley ve yardımcı yazarları ABD’deki 50 yaşından büyük yetişkinlerin verilerini içeren bu şekilde yapılmış bir anketi inceliyorlar.
50 yaşından sonra –ki çalışmalarına dahil edilen katılımcılar en az 50 yaşındalar- 75 yaş dolaylarına dek yalnızlığın düşme eğiliminde olduğunu, bu yaştan sonra ise yeniden yükselmeye başladığını keşfettiler.
Yazarlar makalelerinde 75 yaşından sonra yalnızlığın artışını, sağlığın kötüye gitmesi ve eşin veya partnerin kaybı ile izah edilebileceğini açıkladılar. Bu faktörlerle uyumlu bir şekilde yalnızlığın sürekli bir şekilde yaşlılığın en son dönemlerine kadar düştüğünü keşfettiler.
Bu, oyunda iki gücün olduğunu gösterir. Bir yandan, yaş ve yalnızlık arasında doğrudan bir bağlantı olduğu görünüyor. Yalnızlığımız, yaşımız ilerledikçe sosyal beklentilerimizin uyum sağlamasıyla birlikte azalıyor ve pozitif duygular sağlayan kişilerle ilişki kurmak konusunda daha seçici oluyoruz. Diğer yandan, aksi yöne iten dolaylı bir bağlantı olduğu da görünüyor. Yalnızlığımız, yaşımız ilerledikçe sağlığımızın kötüleşmesi, akrabalarımızı ve arkadaşlarımızı kaybetmemiz gibi sebeplerle artıyor.
Orta yaşlarımızda doğrudan etki daha baskın gelir ancak ileri yaşlılık dönemlerimize geldiğimizde, ters yöne iten dolaylı etki baskın gelmeye başlar.
Yaş ve yalnızlık arasındaki bu karmaşık ilişki, yaşlıları ve gençleri belirli bir zamanda karşılaştırmanın neden yanlış yönlendirdiğini gösterir. Kesitsel karşılaştırmalar yalnızca zaman içerisinde yalnızlığın gelişimini hakkında bilgi veremez çünkü yalnızlık yaşam döngüsü boyunca sabit değildir.
Zaman İçindeki Yalnızlık Eğilimleri: İnsanlar Günümüzde, Geçmişte Olduklarından Daha mı Yalnız?
“Yalnızlık salgını” rivayetine göre, eğer aynı yaştaki iki bireyi karşılaştırırsak –biri günümüzde ve biri bir jenerasyon öncesinde olmak üzere- günümüzden seçilen bireyin yalnız hissetmeye daha eğilimli olduğu keşfedeceğimiz ima edilir. Bu yeni jenerasyonları yalnız hissetmeye eğilimli hâle getiren bazı –bir başına yaşamanın yükselişi gibi- toplumsal değişikliklerin olduğu fikrine dayandırılır.
Louise Hawkley ve yardımcı yazarları çalışmalarında, ABD’deki bu “kuşak eğilimleri” için bir kanıt aradılar ancak bulamadılar. Farklı jenerasyonlarda doğmuş olan insanların yalnızlık öz bildirimleri arasında çok küçük bir farklılık vardı. 1920-1947 yılları arasında doğanlar ile 1948-1965 yılları arasında doğanlar yaşamları boyunca aynı yalnızlık değişimini deneyimlediler. Yalnızlığın jenerasyondan jenerasyona yükselmesi gibi bir durum söz konusu değil.
Tom Chievers tarafından yazılan bir makale bu çalışmadaki sonucu çok iyi açıklıyor: “[Hawkley ve yardımcı yazarları] “yeni” yaşlıların (1948-1965 yılları arasında doğmuş olan baby boomers[1]) “eski” yaşlılara (1920-1947 yılları arasında doğanlar) kıyasla kendilerini yalnız hissetme oranlarının daha fazla olmadığını keşfetti. Ve yaşlıların son on yılda (2005-2016) yalnız olduklarını düşünme oranlarında bir artış olmadı. Sıradan yaşlı bir insanın, on yıl öncekilerin hissettiğinden daha yalnız hissetmediği görülüyor.
Diğer ülkelerdeki verilerle hazırlanarak aynı sonuca ulaşan başka çalışmalar da var. İsveç’te 85,90 ve 95 yaşlarındaki yetişkinlerle yapılan tekrarlı kesitsel anketler on yıllık süreçte yalnızlıkta bir artış olmadığını gösteriyor.
Bu çalışmalar yaşlılar arasında kuşak etkisine dair bir kanıt bulamadı. Gençler için herhangi bir kanıt var mı?
İçeriğine uygun bir şekilde “Ben Jenerasyonu’nu Yeniden Ele Almak: 1976-2006 Yılları Arasındaki Kuşak Etkileri Üzerine Bir Çalışma”, olarak adlandırılmış olan makalede psikologlar Kali Trzesniewski ve Brent Donnellan, ABD’de birbirini takip eden yıllarda liseden mezun olan grupların daha da yalnızlaşıp yalnızlaşmadığını keşfetmek için tekrarlı bir şekilde yapılan kuşak araştırmalarını kullandılar. Kuşak eğilimlerine dair hiçbir kanıt bulamadılar. Yeni jenerasyonun lise son sınıf öğrencileri önceki jenerasyona kıyasla daha yalnız değildi.
Psikolog Matthew Clark, Natalie Loxton ve Stephanie Tobin aynı araştırmayı kullanarak bu analizi tekrarladılar ama öncekinden farklı olarak yalnızca lise son sınıf öğrencilerine değil, tüm yaş gruplarına odaklandılar. Aşağıdaki tablo onların elde ettikleri sonucu gösteriyor. Hiçbir yaş grubunda artan yalnızlığa dair bir işaret bulamadılar. Hatta, ABD’deki lise öğrencilerinin yalnızlık durumunda çok ufak olsa da istatiksel olarak kayda değer bir düşüş keşfettiler.
[Not: Bu grafikteki dikey eksen orijinal makaledeki sunumu takiben kesilmiştir. Kesilmiş eksen, eğilimi vurgulamak için yararlıdır ancak buradaki asıl nokta seviyeler arasındaki değişimin aşırı küçük olması ve dolayısıyla eğim istatiksel olarak sıfırdan farklı bile olsa eğilimin mutlak terimlerde etkin bir şekilde düz olmasıdır.]Grafik 2: Grafik ortalama yalnızlık seviyelerini göstermektedir, bireylerin “Sık sık yalnız hissediyorum” benzeri yalnızlık bildirimlerine karşılık olarak 1’den (katılmıyorum) 5’e (katılıyorum) kadar puanlandırılmış cevapları baz alınarak hesaplanmıştır.
Yalnızlık İlgiyi Hak Ediyor Ancak Yalnızlık Salgınına Tanık Olduğumuzu İddia Eden Başlıklar Doğru Değildir ve Aslında Yararsızdır
The Economist, 2018 yılında “Yalnızlık ciddi bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı bir makale yayımladı. Makalenin önemli bir paragrafında şöyle yazıyor: “Yalnızlıkla ilgili tarihsel veriler yetersizdir. İzolasyon artıyor gibi görünüyor, bu yüzden yalnızlık da artıyor olabilir.”
Bulduğumuz veriler bu mantığın aslında yanlış olduğu gösteriyor.
Zengin ülkelerdeki araştırmalar yalnızlıkta zaman içinde bir artış olduğunu göstermiyor. ABD’de günümüz gençleri yıllar öncesinden daha fazla yalnızlık bildiriminde bulunmuyorlar ve benzer şekilde, günümüz yaşlıları geçmişteki yaşıtlarından daha yalnız olduklarını bildirmiyorlar.
Bu elbette bu konulara dikkat etmemeliyiz anlamına gelmiyor.
Yalnızlıktan mustarip insanlara destek sağlamak tıpkı geniş çaplı toplumsal değişimlerden -örneğin tek başına yaşamanın artışı- kaynaklanan politika zorluklarına dikkat etmek gibi önemlidir. Bununla birlikte hatalı ve fazlaca basite indirgenmiş rivayetler bu karmaşık zorlukları gerçekten anlamak için yararsızdır.
“Yalnızlık salgını” yaşadığımızı iddia eden başlıklar salgını var ancak yalnızlıkta salgın seviyesinde bir artış şöyle dursun, yalnızlığın arttığına dair deneye dayalı bir kanıt bile yok.
Dipnot
[1] II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki “nüfus patlaması” yıllarında doğan bebeklere “Baby Boomers” deniyor.
This article was originally published at Our World in Data.
Source: Ortiz-Ospina, Esteban. (2019, December 11). Is There a Loneliness Epidemic?
Tuğçe Pulurluoğlu tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.
Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.