Tekinsiz, hepimizin tanıdık olduğu bir kelime ama belki biraz yanlış anlıyoruz. Bunu bir şey veya bir kimse bir şeye veya bir diğerine benzerse söyleriz; benzeşim ‘tekinsiz’ dir; özellikle de bu, bir başkasının taklidini yapan bir kimseyse. Birçok yönden bu doğrudur ancak normal olarak bu örnekte olumlu bir şekilde kullanılır. “Bu tekinsiz!” diyebiliriz şaşkınlıkla. Ancak, bir şey gerçekten tekinsiz olduğunda, ortada daha tedirgin edici şeyler vardır.
Tekinsiz kavramı yüzyıllar boyunca incelenmiştir ancak Ernst Jentsch’in, On the Psychology of the Uncanny [1906] ve Sigmund Freud’un Das Unheimliche [The Uncanny] [1919] makaleleriyle popüler olmuştur. Bu, tanıdık ancak sadece aynı olma alanı dışında bir şey fikridir. “Tekinsiz” kelimesinin etimolojisi Anglo-Saxon bir sözcük olan ve “anlamak ya da bilgi” anlamına gelen “ken” kelimesinden (İskoç lehçesinde hâlâ kullanılmaktadır) gelir; bu nedenle “uncanny” “anlayış dışında”dır. Aslında tam olarak anlamadığımız bir şeydir.
Hepimiz karşımızdaki bir şey ya da bir kimsede yanlış bir şeyler sezdiğimizde yaşadığımız tekinsizlik hissini biliriz. İnsanlar bu duyguyu sosyal olarak kabul edilebilir tutum gösteren ancak içgüdüsel olarak numara yaptığını bildikleri psikopatların yanında hissettiklerini belirttiler.
Bu ayrım tedirgin edicidir. Bu durum, tekinsizlik duygumuzun bizlere daha iyi partnerler seçmek de dahil, “tam olarak doğru olmayan” şeylerce açığa çıkarılan tehlikelerden kaçınmamıza yardımcı olmak için evrimleştiği fikriyle uyumludur. Bu durumun ayrıca bir kadavra -insan görünümlü ancak cansız bir şey- görmekten rahatsız oluşumuzla da bağlantılı olduğu belirlenmiştir: Rahatsız edici bir temkinlilik. Tekinsiz olanın bu iticiliği, dünyaya dair farkındalığımızın bir parçasıdır ve bizi biz yapan şey olan bilincimizin bir parçasıdır. Filozof Hegel’in dilini kullanırsak, tekinsiz, ‘kendi’miz olanla, ‘öteki’ olan; anladığımız ve anlamadığımız arasındaki çizgilerin çökmesi ya da bulanıklaşması durumudur.
Bütün olası evrimsel uygunluğuna rağmen, tekinsiz bugün bile bazı hayli zorlu sorulara yol açar. Bu konu insan davranışının derinden rahatsız edici ve utanç verici bir yanını gündeme getirir: “Tekinsiz” kategorisine girenlerden genellikle nasıl kaçındığımızı. Bu nedenle zihinsel veya fiziksel engelli insanlar genellikle dışlanır, himaye edilir veya kendilerine kaba bir şaşkınlıkla bakılır. Örneğin; otistikler, muhtemelen yanlış zamanda kullandıkları etkileşim kalıplarını öğrenirler: Bu “tam doğru değil” olarak görülüyor ve bazı insanları rahatsız ediyor. Bunu spektrum bozukluğuna sahip olan ve harika bir şekilde karşılaştığı herkesi kucaklayan yeğenimde görüyorum. Tekinsizlik hissi, bir dereceye kadar ırkçılığı açıklayabilir: Bir diğer kişiyi görürüz ancak konuşmasında farklı bir ritim vardır ya da yüz hatlarında aşina olmadığımız oranlar ve başka özellikler ve onlara karşı ani ancak rahatsız edici şekilde tanıdık bir mesafe hissederiz; ve bu genellikle güvensizliğe ya da antipatiye dönüşür.
Tekinsizlik Kültürü
Modern zamanlardaki fenomenle ilgili en ünlü tanım Tekinsiz Vadi olarak bildiğimiz şeydir. Terim, aslen 1970’lerde robotbilim profesörü Masahiro Mori tarafından teknik olarak “dışlama” -insanlar, bir robot ne kadar tanınabilir ya da sahici gibi görünürse onu o kadar itici bulurlar- olarak bilinen tuhaf hissi açıklamak için çizilen bir grafikten ortaya çıkmıştır. Yani bir robotu veya canlandırılan bir karakteri hâlen insan olmayan olarak tanınabilirken, ya da tanınamazken kabul edeceğiz, fakat onlar gerçekliğe yaklaştıkça bizlerin kabulü, makineye karşı hoşgörümüz inanılmaz şekilde azalıyor. Bir grafikte, kabul edilebilirliğe karşı insan benzerliğinin bu çizimi, esrarengizliğin bu bölgesinde bir vadiye benziyor.
Tekinsizlik kavramı, kurguda; hem edebiyatta hem de filmde en sık ve en etkili olarak da özellikle de “tuhaf” veya “korkunç” olarak adlandırdığımız korku türünde, çok fazla kullanılır. Maske takan tüm o katilleri ya da saçlarla gizlenen yüzleri düşünün, biraz tuhaf davranan çocukları, arkaya doğru eğilen kadınları ya da gergin hareket edenleri, rahatsız bakışları ve daha fazlasını. Bütün bunlar tekinsiz örnekleridir -insanlığa benzeyen veya hatta insan tarafından harekete geçirilmiş ancak açıkça tam olarak normal olmayan bir şey.
Bu özellikle Japon korku filmlerinde görülür. Tekinsizliğin Japon kültüründe çok yaygın olması ve kullanımının orada bir gelenek olması ilginçtir. Bazı dini ritüel danslarda ve tiyatrolarda maske kullanmaları, geyşa makyajının olduğu gibi, Batı gözünde belirgin bir şekilde gariptir. İlginçtir ki, Japon korku filmleri Batılı seyirciler için yeniden çevrildiğinde, genellikle daha zayıf, daha az korkutucu bir etkisi olmuştur; bunun nedeni yeniden çevrimin genellikle orijinalin üzerinde durduğu tekinsizlik hissiyatını yitirmesidir… Japon film yapımcıları daha gelişmiş bir tekinsiz anlayışına sahip olmaları sayesinde, sanatları vasıtasıyla çok daha derin bir bağlantı seviyesine erişebiliyorlar: Tarafsızlık ve bayağılık kullanımları, gerçek dünyaya olan bağlılığımızı ve yakınlığımızı daha da anlaşılabilir kılıyor. İnsanların tekinsiz bir şeye tepki verdiğini görmek istiyorsanız, neredeyse insan özelliklerine sahip bir maske takın ve onlarla günlük bir ortamda etkileşime geçin. Ortaya çıkacak içsel tepkilere şaşıracaksınız, özellikle de Japon Kagura maskesi takıyorsanız, ki bu da kendi başına yeteri kadar tekinsizdir.
İnanıyor musunuz?
Tekinsize başka iyi ve yakın tarihli bir örnek de, muhtemelen terimin gerçek psikolojik anlamıyla kasten aynı çizgiye getirilen bir bilinçlilik durumuna odaklanan HBO’nun mükemmel dizisi Westworld’de görüldü.Westworld aslında müteveffa Michael Crichton tarafından 1973’de yazılan ve sonra yönetilen bir film ve kitaptır. Bu, intihara meyilli hale gelen robotlarla dolu bir eğlence parkıyla ilgiliydi. Filmde, Yul Brynner, yüzü nihayetinde düşen ve rahatsız edici şekilde içindeki mekanizmaların açığa çıktığı katil bir android olarak başroldeydi. —Jasia Reichardt ve Mori’nin “Tekinsiz Vadi” yazısının aynı on yıldan olması kesinlikle tesadüf değildir.) Yeni televizyon dizisi öldürücü androidlerle ilgili bu senaryoyu başlangıç noktası olarak alıyor ancak onu daha büyük bir soruya daha derinden bakmak için kullanıyor: İnsan olmak ne demektir? Bu oldukça soyut, felsefi bir sorudur ancak insanları android sözde “ev sahipleri” ile kıyaslayarak ve karşılaştırarak daha gerçek ve erişilebilir kılınmıştır. İnsanlığı neyin meydana getirdiği [konusu] insan ve ev sahiplerini nasıl ayırt ettiğimizle değerlendirilir. Ve bu tefekkür vasıtasıyla aynı zamanda tekinsizin daha kapsamlı bir araştırması da harekete geçirildi.
Westworld’deki performanslar mükemmel, bilhassa da robotları oynayan aktörler. Bu, insanlardan farklı olmaları konusundaki huzursuz farkındalığımızı doğuran “bir tahtası eksik” oyunculuğun incelikleridir yine de bu farkındalık altüst edildiğinde çok daha şok edicidir özellikle de kimin ne olduğu konusunda emin değilken. İzleyici olarak bana en korkunç gelen ve en rahatsız eden sahneler, dizinin kanlı ya da şiddetli bölümler olduğu değildi fakat “ev sahiplerinin” arızalandığı, seyirdikleri, dik dik baktıkları, aniden tüm hareketleri dondurdukları ya da hiç yüz ifadesi olmadan çığlık attıkları anlardı. Dizi boyunca sayısız bir ürperti listesi saymak mümkün.
Korku halinde, bizi en çok huzursuz eden şey, sunulan ihtimalin kendi dünyamızda var olabileceği fikridir. Bu, asla yapay zekanın ve robot-bilimin gelişimiyle ile daha alakalı görünmüyor. Bu nedenle Westworld, bizleri aynı zamanda hem kendimiz olan hem kendimiz olmayan ikilikle tanıştırırken, gerçek veya hatta insan olarak kabul ettiğimiz şey hakkında düşünmek için zaman verirken son derece cin fikirlidir. Westworld’deki “ev sahipleri”ni kuran ve tamir eden görevliler, eğlence parkının sahibi (Anthony Hopkins) tarafından üstlerini çarşaflarla örttükleri -muhtemelen iffetlerini korumak için- için azarlanır ancak bu yepyeni utanç, çıplak görünüş bize ait olduğundan, robotlar için midir yoksa bizler için mi?
Westworld sıklıkla Romeo ve Juliet‘den bir alıntı kullanır: “Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar.” İlginç şekilde, aynı konuşmada Rahip Laurence, bu tekinsiz fikrini zarifçe özetler: “En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, aynı tat isteği, iştahı köreltir.“
Tekinsiz Yansımalar
Tekinsiz, bir anahat, gerçeklik ve dünyayı algılama şeklimiz için bir şablon kullanır ve yine de bu şekle tamamen uymaz ve bu nedenle bizler için garip ve rahatsız edicidir. Dışlama bizim buna yanıtımızdır. Ulusal tarih bizlere anlamadığımız şeyden korkmayı öğretti ama kendimizi daha iyi anlamak için, aykırı değerleri daha fazla kabul etmeli ve incelemeliyiz. Örneğin, psikologlar normal insan aklını incelemenin ve anlamanın en iyi yolunun anormal psikolojiyi incelemek olduğunu size söyleyecektir.
Televizyon dizisindeki robotlar, bilinçliliğe doğru bir yolculuğa çıkıyorlar fakat insanlar bile bilinçliliğin ne olduğunu henüz anlamamışlar. Bilinçliliği anlama arayışının bir kısmı da David Chalmers’ın “zor problem” olarak adlandırdığı şeydir; öznel deneyimin nasıl olabileceğidir. Fakat kendimizi anlamamızın ilk adımı, anlamadığımız şeye -tekinsize- karşı içimizde var olan yerleşik korkuyla ve reddetmeyle yüzleşmek olurdu. Bu karşılaştığımız en zor problem olabilir.
Şu ana kadar ne olduğumuzu gerçekten bilmiyoruz fakat kesinlikle ne olmadığımızı biliyoruz.
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Yayın Koordinatörü – Sinema Editörü
Kaynak: Leo Cookman / Philosophy Now
Westworld
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.