Twin Peaks‘in [İkiz Tepeler / 1990-1991] 25 yıllık bir aradan sonra televizyon ekranlarına dönmesi, televizyon için büyük ve medyanın kendisi üzerinde de etki yaratma potansiyeline sahip önemli bir olay. Bu birçok açıdan beklenen geri dönüş –neredeyse orijinal dizide Ajan Cooper’a kendisini 25 yıl içinde yeniden göreceğini söyleyen Laura Palmer’ın öngördüğü şekilde ortaya çıktı ve 2015’de Salford Üniversitesi’nde bu dönüşe akademik bir cevap olarak gerçekleştirilen ve bu dosyadaki makalelerin yayımlandığı bir konferansa ilham verdi. Başlangıçta ABC kanalında yayınlanan Twin Peaks, önemli bir olay olarak deneyimlendi; bunun nedeni sadece o dönem ABD şartlarında dizinin anlatı dünyasının geliştirilmesinden sorumlu olan David Lynch gibi bir sanat yönetmeninin bugün kast edildiği anlamda “dizi yapımcısı” olarak anılmasının fevkaladeliği değildi. Elbette, Twin Peaks yalnızca Lynch’in sinemasal çalışmalarının televizyona taşınması anlamına gelmiyordu ve aslında Mark Frost ile olan işbirliğinin bir sonucuydu. Ne var ki, Lindsay Hallam’ın bu dosyada belirttiği gibi, Twin Peaks kesinlikle Lynch’in stilistik imzasını taşıyordu ve Lynch sadece sınırlı sayıda bölümü yönetmesine ve dizi mevcut endüstri uygulamalarına uygun olarak birkaç yazar ve yönetmenin işbirliğini gerektirmesine rağmen, eleştirmenler ve seyirciler tarafından “Lynchvari” olarak nitelendirildi.
Fakat Twin Peaks, sadece televizyon yazarlığını ilgilendiren bir olay değildi. Dedektif, suç gizem, melodram ve komedi gibi birkaç televizyon türünün kesiştiği bir kavşak olarak dizi, televizyon alanında bir nevi meteor, programları izleyerek veya aynı zamanda Laura Palmer’ın Gizli Günlüğü gibi birkaç destekleyici metni tüketerek katılınması elzem abartılmış bir telejenik ve kültürel deneyim olarak ön plana çıktı.
Bu, kendi içinde bir yenilikti; daha önceki programlar seyircileri, “J.R’ı kim vurdu?” Dallas [1978-1991] gibi arkası yarın muammaları üzerinden katılıma teşvik ettiler. Bu durum, Twin Peaks’de de hem “Laura Palmer’ı kim öldürdü?” ve hem de “Ajan Cooper’ı kim vurdu?” gibi dizinin her sezonunda yeniden başlayan sorularla tekrarlandı. Bununla birlikte, Twin Peaks, bu tavrı, bir dönem seyirci beklentilerini manipule ederek ve boşa çıkararak veya muhtemelen ikinci sezonda dizinin popülaritesi azaldığında, önce merak uyandırarak sonra bu beklentileri boşa çıkararak, birkaç muammayı katmanlandırarak ve bunların çözümlerini geciktirerek daha da ileri götürdü. Justus Nieland‘ın açıkladığı gibi, Twin Peaks “bir çapraz pazar sansasyonu, […] bir sekülerlik sonrası multimedya efsanesi”ydi. Bununla birlikte, bu yaklaşım aynı zamanda bir TV dizisinin etrafında var olan en aktif fan kültürlerinden birinin oluşmasına neden oldu; bu, birçok açıdan internet fandominin modern çağını öngörüyordu. Aslına bakılırsa, Henry Jenkins’in David Lavery’nin Full of Secrets düzenlenmiş koleksiyonu hakkındaki makalesinde tartıştığı üzere, bu gelişmekte olan teknolojiyi kullanan ilk fan kültürlerinden biriydi. Andreas Halskov gibi modern yazarların da savunduğu gibi, eğer Twin Peaks televizyonu değiştirdiyse o zaman bu durum, yaratıcı pazarlama stratejilerinin ve bunun sonucunda ortaya çıkan hayran kültürünün olduğu kadar, dizinin sinematik estetiği ve teknikleri çağdaş televizyon yapımcılığına ithal etmesi bakımından da gerçekleşmiştir.
Twin Peaks’in dönüşünün estetik önemini kavrayabilmek için bunu Jason Mittell’in “Complex TV” olarak adlandırdığı şeyin ortaya çıkışında erken bir adım olarak konumlandırmak gereklidir. Twin Peaksr, bugün televizyonun üçüncü altın çağı olarak adlandırılan dönemde “Nitelikli Televizyon”u tanımlayan karmaşık uzun süreli anlatımın ilk örneği değildi; fakat kesinlikle Mittell’in karmaşık TV’yi oluşturduğunu belirttiği görünüşlerin birkaçının öncüsüydü: “1990’ların başlarındaki Twin Peaks atılımına kadar izleyiciler ya da taklitçiler bu uzun vadeli anlatı tarzının erken girişimlerini pek tutmadılar. Etkisi dizinin kendisinden daha uzun süren bu kült hit, yaratıcı anlatı stratejilerini benimseyen bir program dalgası yarattı”. Twin Peaks, yenilikçi ağ programları ile birlikte, ağ programcılığının kısıtlamalarını aşmak zorundaydı; bu nedenle düşen reytingler nedeniyle iki sezonun ötesine geçemedi.
Bununla birlikte, çağdaş televizyon alanında, bu nevi baskılar nispeten katı değildir. Ve sadece en başarılı iki orijinal diziden bahsetmek gerekirse, Sopranos [HBO / 1999-2007] ve Mad Men [AMC / 2007-2015] gibi kablolu televizyon dizilerinin başarılarının ardından, sadece kablolu ağların değil fakat aynı zamanda Amazon ve Netflix gibi içerik dağıtım ağlarının, reklamcılık ve reyting baskılarına karşı daha az yada fazla özerklik derecesine sahip özgün program yapımcıları haline geldiği belirgin endüstriyel bir çevre oluştu. Bu, Twin Peaks’in üçüncü sezonunun 2017’de bir Showtime1 dizisi olarak gösterildiği, anlatısal karmaşanın, muğlaklığın ve anti kahramanların sıradan olmasa da yaygın hale geldiği bir televizyon ortamıydı. Lynch’in katılımı ile ilgili bazı geçici şüpheler olduysa da kendisi, Mark Frost’un yazacağı 18 bölümden oluşan geniş bir sezonun yönetmeni olarak onaylandı. Üçüncü sezon önceki sezonlardan farklı olarak daha fazla “auteur” imzası taşıyacak, fakat bu nevi prosedürlerin neredeyse normatif hale geldiği bir bağlamda.
Twin Peaks’in yaşlanan orijinal oyuncularının çoğunu dahil ederek katılabildiği bu yeni çevrede, demode veya yenilikçi görünüp görünmeyeceği hala bilinmiyor (ne olacağını zaman gösterecek) ve bu durum, yapımı çevreleyen yüksek gizlilik seviyeleri göz önüne alındığında şu sıralar spekülasyon konusu olabilecek tek şey. Bu dosya, bütün bunların yerine, dizinin eski bölümlerini; yapımın dönüşüm geçirmiş televizyon ortamında tekrar doğuşunun ışığında yeniden inceleyecektir. Her ne kadar bu beş makale dikkat çekici biçimde farklılarsa da, telejenik estetik konusunda -en belirgin örneği yakın zamanlı “Televizyon Estetiği ve Stili 6” —televizyon alanındaki çağdaş çalışmalarda da görünür olan ortak bir ilgiyi paylaşıyorlar.
Gerçekte, hem orijinal televizyon yapımında hem de televizyona ilişkin çalışmalardaki çağdaş estetik eğilim —bu tutum 10 yıl gibi kısa bir süre önce alışılmamış bir yaklaşım olsa da- açıkça fark edilebilirdir. Bununla beraber, her şeyden önce diziyi öne çıkaran şey de 1980 ve 1990’ların televizyonunda bu nevi estetik eğilimlerin son derece nadir olmasıydı ve bu durum aynı zamanda son derece ilginç eleştirel tepkilere yol açtı. Bu, hem Martha Nochimson ve Michel Chion gibi Twin Peaks’e genellikle eleştirel yaklaşan diğer taraftan yapımı David Lynch’in sinematik kariyerinde çığır açıcı bir dönem olarak inceleyen yazarlar tarafından yapılan çalışmalarda, hem de Full Of Secrets gibi doğrudan gösteriye ilişkin çalışmalarda da görülebilir.2
Bugünün bakış açısıyla diziyi farklı bir ışıkta görmek mümkündür; yanlış konumlandırılmış sinemadan çok televizyon estetiği üzerinden; Lynch’in sinemasıyla ilişkili olarak Nochimson ve Jonathan Rosenbaum gibi eleştirmenlerce tespit edilen eksikliklerden ziyade, Twin Peaks artık, hem görsel mizan hem de ses tasarımı açısından sinematik tekniklerden ödünç almış ve Lynch’in sinematik bir auteur olarak imzasını ne kadar yansıttığı tartışılır olsa da, televizyon estetiğinin ve karmaşık televizyonun incelikli ve erken bir örneği olarak görülebilir. Anlatı karmaşıklığı, görsel-işitsel tarz ve izleyici katılımı açısından, bu yenilikçi bir televizyon tarzıydı ve yine de 1990’lı yılların ABD televizyon ağlarının parametrelerini ve estetik başarılarını daha da belirgin hale getiren kısıtlamaları içinde geliştirildi. Bu dosyadaki makalelerin Twin Peaks’in televizyon estetiğinin ihmal edilen yada gözden kaçırılmış yönlerine çeşitli yaklaşımlar üzerinden değinmeye çalıştığı şey de tam da bu estetik başarılardır.
İlk makale, Geoff Bil tarafından kaleme alınan “Tensions in the World of Moon”, dizinin önemli ve genellikle ihmal edilen bir alanı üzerine yoğunlaşıyor. Bu makale, dizi biçemsel yenilikleri için neredeyse evrensel bağlamda övülürken, özellikle Amerikan Frontier’ı mitinin”İyi ve Kötü Kızılderililer” ile tamamlanan sunumu yine de bazı muhafazakâr gündemleri desteklemek olarak okunabileceğine işaret ediyor. Bil, Twin Peaks’deki bu temsilleri sadece yerinden edilmiş Kızılderili BOB ve iyi bir Kızılderili olarak Hawk karakteri vasıtasıyla sıfırlamakla kalmıyor; aynı zamanda dizideki Amerikan yerlisi temsillerinin yanlışlığını da sıfırlıyor; aslında, kendisinin de belirttiği gibi, dizinin kozmolojisinde çok daha şüpheli teosofik kökenler var; ve yapım, hikayenin kurgusal ve real olarak geçtiği toprakların sahipleri olan Snoqualmie insanlarının modern deneyimleri veya inançlarıyla yakın ilişki kurmak adına çok az girişimde bulundu. Bil’in analizleri onu dizinin yeni bölümlerinin bölgesel ve kültürel olarak yerlerinden edilmiş Amerikan Yerlilerinin basmakalıp parodileri tarafından sunulan anlatısal konforlar olmadan yapıp yapamayacağı konusunda oldukça kötümser olmaya itiyor; buna rağmen yapımın Twin Peaks hayranlarının destek verdiği bazı grupların gelişimine karşı yapılanan yakın dönem yerel örgütlenmelere bir cevap olabileceğini umuyor.
Sonraki iki makale, sırasıyla sonik medya teknolojilerine ve seride dansa odaklanan daha az temsili bir yaklaşımı benimsiyor ve bu fenomenlerin nasıl oluyor da Twin Peaks‘in anlatı dünyasını hem yıktığını hem de işlevselliği konusunda ne denli elzem olduğunu inceliyorlar. Michael Goddard’ın makalesinde, başrolü telefonlar, mikrofonlar, ses kaydetme cihazları ve fonograflara veren bir arkeolojik medya yaklaşımı benimsendi. Bu donanımlar, arka plan dekorlarının ötesinde, dizi içinde dünyalar arasında hafifletici geçişler olarak vurgulanmış ve elbette (kendilerine) dağılım üzerinden yarı gizemli özellikler bahşedilmiştir. Örneğin çok sayıda çalışmayan mikrofon, hayaletvari fonograflar öncelikle Laura ve kuzeni Maddy’nin cinayetlerine eşlik ederken, başka bir boyuttan devleri oluşturan açıklamaların girizgahlarıdır. Birlikte ele alındığında, bu sonik teknolojilerin yaygınlaşması bunun tekinsiz kayıtların dünyası, bu nevi cihazların insan karakterler kadar işlevi olduğu bir medya ağına işaret eder.
Buna karşın, Alanna Thain’in makalesi “One Way Out Between Two Worlds” Twin Peaks’in dans figürlerini takip ediyor; bu figürlerin Lynch’in çalışması boyunca tekrarlanma sıklığını belirliyor. Thain’e göre, dans, neden ve sonuç bağlantılarını ve anlatısal gelişimi hareketli bedenlerin direkt duyumsamaları lehine sekteye –terimi kullanmak gerekirse altüst ediyor-uğratıyor. Önceki makaledeki sonik teknolojilerle birlikte, Twin Peaks’deki dans feveranları (patlamaları) genel olarak medya metinlerinin ve özellikle Twin Peaks evreninin istikrarsızlığına işaret ediyor ve yazarın “heterokronisite” olarak adlandırdığı bir zaman kaydırma şekli olarak işliyor. Thain’e göre bu, Hollywood sinemasındaki müzikal eserlerin konu dışı problematiklerinin ötesine geçiyor; yazarın Serge Daney ve Gilles Deleuze’den sonra bir “algı pedagojisi” olarak adlandırdığı ve bu işlevi gören dans patlamaları dizinin anlatı dünyasının inşası için temel teşkil ediyor.
Agnes Malkinson, Twin Peaks’e diğer makalelerden farklı ancak eşit derecede merkezsizleşmiş bir bakış açısıyla, diziden hemen sonra Japonya’da çekilen Georgia Coffee reklamlarını ele aldığı aynı tavırla yaklaşıyor. Bu reklamlar, sadece destekleyici materyallerden çok daha fazlası olarak Malkinson için transmedya hikaye anlatısına dair net bir örnek oluşturuyorlar. Ve Twin Peaks dünyasının bir parçası olarak dizinin hayranları tarafından benimsenen yollarla destekleniyorlar. Malkinson, bu reklamların son metninin gramerini yakından inceleyerek gramerin Twin Peaks’in anlatı dünyasını reklam işlevi gören bir mikro anlatıya dönüştürmede kayda değer bir rolü olduğunu gösteriyor ve bu değişiklikte Angelo Badalamenti’nin etkisini vurguluyor.
Nihayetinde, Lindsay Hallam’ın makalesi David Lynch’in (yapımdaki) rolünün daha tanıdık alanına veya dizideki televizyon auteur’ü rolünün algılanma şekline hem bu algının yaygınlığına ve hem de bunun imeceli bir medium olarak televizyonda tartışmalı doğasına —ve özellikle serinin merkezinde bulunan Lynch ve Frost işbirliği açısından-vurgu yaparak geri döner. Hallam, bu dominant algıları, dizinin anahtar bölümlerinden birini analiz ederek test ediyor: İkinci sezon, bölüm bir, yönetmenliğini David Lynch’in yaptığı altı bölümden biri. Bu bölüm, muhtemelen, final dışında bütün dizideki en tuhaf bölümdür ve özellikle detaylı şekilde analiz edilen yavaş ve neredeyse avant-garde açılış sahnelerinin David Lynch’in yazarlık dehasını güçlü biçimde taşıdığı görülüyor. Aynı zamanda, Hallam bu bölümü dizinin gerileyen ve nihayetinde iptaline yol açan reyting oranlarının sorumlusu olabileceği teorisi yönünden de konumlandırıyor. Yine de, dizinin hayran kitlesinin ve eleştirmenlerin bağlılığını sürdürmelerini sağlayan tam da anlatısal beklentilerden uzaklaşıyor olmasıydı; sonuçta çağdaş kompleks televizyon dramasında son derece etkili-Hallam’ın makalesinin sonuç bölümünde altını çizdiği bir miras- olduğunu kanıtladı.
Bu makaleyle, Twin Peaks ile çağdaş, dönüştürülmüş televizyon ortamı arasındaki ilişkiye dair sorulara geri dönüyoruz. Bu soruları hem televizyon yapımcıları hem de akademisyenler tarafından kabul edilen kalıcı etkisi, mirası ve 25 yıldan daha uzun bir süre sonra geri dönüşü açısından sormamız gerekiyor. Bu geri dönüşün nasıl biteceği konusunda sadece kafa yorma imkanımız olsa da, üçüncü sezon yapımcılarının daha önceki sezonların önayak olduğu estetik dönüşten faydalanacağından emin olabiliriz. Ajan Cooper’ın açılış sezonu pilot bölümünde söylediği gibi “ne ekerseniz onu biçersiniz” ve bu nevi bir özdeyiş dizinin ziyadesiyle beklenen dönüşü için kesinlikle yerinde görünüyor.
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
sosyalbilimler.org Sinema Editörü
sinema@sosyalbilimler.org
Künye: Kirsty Fairclough, Michael N. Goddard, and Anthony N. Smith, “I’ll See You in 25 Years”: The Return of Twin Peaks and Television Aesthetics“, senses of cinema, Temmuz 2016, Sayı 79.
Kaynakça
- Jennifer Lynch, The Secret Diary of Laura Palmer (New York: Simon and Schuster, 1990).
- Justus Wieland, David Lynch (Urbana: University of Illinois Press, 2012), p. 83
- Henry Jenkins, “‘Do You Enjoy Making the Rest of Us Feel Stupid’?: alt.tv.twinpeaks, the Trickster Author, and Viewer Mastery”, in David Lavery (ed.), Full of Secrets: Critical Approaches to Twin Peaks, (Detroit: Wayne State University Press, 1993), pp. 51-69
- See Andreas Halskov, TV Peaks: Twin Peaks and Modern Television Drama, (Copenhagen: University Press of Southern Denmark).
- Jason Mittell, “Narrative Complexity in Contemporary American Television”, The Velvet Light Trap 58 (2006), p. 33.
- Jason Jacobs and Stephen Peacock (eds.), Television Aesthetics and Style, (London: Bloomsbury, 2013). See also Jeremy Butler, Television Style, (New York: Routledge, 2011); Jeremy Butler, “Mad Men: Visual Style”, in Jason Mittell and Ethan Thompson (eds.), How to Watch Television (New York: New York University Press, 2013), 38-46; and Anthony N. Smith, “Putting the Premium into Basic: Slow-Burn Narrative and the Loss-Leader Function of AMC’s Original Drama Series”, Television and New Media 14:2, pp. 150-166.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.