Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Totalitarizm İdeolojisine Bir Örnek: “İradenin Zaferi” Filmi - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

Totalitarizm İdeolojisine Bir Örnek: “İradenin Zaferi” Filmi

20. yüzyılda ortaya çıkmış ideolojilerden olan Faşizm’in, Almanya’daki tezahürü “Nazizim” kavramı olarak karşımıza çıkmıştır. Nazizm’in en büyük özelliği bir ırka dayanması ve ırkı yücelterek “otorite meşrutiyeti” kazanmasıdır. Faşizmin, kendisini bir “kitle” üzerinde var kılarak hayat bulabilmiştir. Bu kitleyi inşa edebilmesi, ırkın ruhunu gösterebilmesi içinde öncelikle onun bir kutsallığının olduğuna inanması (ari ırkı), ikinci olarak tehdit altında olduğunu bilmesi (anti semitizim), üçüncü olarak da kitle iletişim araçlarına(radyo, sinema ve tv) “ propagandaya” ihtiyaç duymasıdır. Kitlenin tüm kılcal damarlarına girerek, onun tehdit altında olduğunu, onun eğer bir bütün olmazsa yok olacağını telkin ederek ve bir güç altında kendi kişiliğinden vazgeçerek, kitlenin kişiliğine bürünmesi gerektiğine inandırır. Propaganda yoluyla, onun bedenini kendi ideolojisine göre inşa eder. Nazizim, bedeni kendi ideolojisine göre yeniden inşa eder. Onun nasıl bir bedene sahip olması, nasıl düşünmesi, neye inanması, neye inanmaması gerektiğini her şekliyle totaliter bir şekilde belirtir. Faşist rejimler, Mussollinin dediği gibi aynı zaman da totaliterdir. Totalitarizim de bütün hayatın her dokusuna hükmetmeyi, biçimlendirmeyi ve bağlı bulunduğu ideolojiye göre yeniden ihtilalci bir şekilde değiştirmeyi öngörür. Yasa ideolojinin kendisidir.İdeolojiyi temsil eden ise ideolojinin kendisinde tecessüm ettiği liderdir. Tek kişi, Tek Lider, Tek Parti anlayışı totalitarizmin özüdür. Tüm Alman halkının tek bir düşüncenin içinde hayata bakması ve onun dışındaki her şeyin suç olarak değerlendirilmesi, totalitarizmin kendi hukuksal yasallığını ortaya koymasına imkân vererek, yasanın ideolojisi içindeki her şeyi emir ve kanun, yasanın dışındaki her şeyi ise suç olarak tanımlar. Almanya’nın, Nazizmin ve Totaliterizmin etkisinde olduğu dönemlerde Hitler, faşist; ırkçı ideolojisini ve totaliter devlet yönetimini devlet tekelinde olan kitle iletişim araçlarıyla büyük oranda sağlamıştır. İdeolojisini propaganda yoluyla, kitlelere inandırmak ve onları yönlendirmek amacıyla Propaganda bakanı Gobbels’e belgesel filmler çektirmiştir. Bu çektirdiği belgesel filmlerle, beden üzerinden ulus inşa etmek, korku üzerinden bir totalitarizm devleti kurmak istemiştir. Hitler propagandaya çok önem vermiş ve onun önemini kavrayarak tüm Almanya’yı propagandasıyla kuşatmıştır.

Hitler ırkçı politikalarını uygularken, bir taraftan da propaganda yoluyla Alman ırkını yüceltmekte, diğer ırkları ise aşağılamaktadır. Bu ise halkın gözünde soykırımı haklılaştırmaktadır. Görüntünün gerçekliğini, Hitler çarptırarak kendi ideolojisi üzerinden inşa etmiştir. Bu makalede Hitler’in, 1934 yılında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin Nürnberg şehrinde düzenleyeceği 6. Kongre’nin belgelenmesi için bizzat Adolf Hitler ve Joseph Gobbels’in isteği ile Leni Riefenstahl’ın çektiği belgesel film olan “İradenin Zaferi” filmini, Totalitarizm’in ve Nazizm’in filmde nasıl temsil edildiğini, nasıl bu ideolojilerin propagandasının ve temsilinin yapıldığını inceleyeceğiz.

Nazizim

Nazizm, faşizmin siyasal ve kurumsal olarak Almanya’da uygulanmasına verilen addır, faşizmin Almanya’da uygulanış biçimidir. Alman Milliyetçi Toplumcu İşçi Partisi -National Sozialistische Deutsche Arbeiterpartei’nin ve Hitler’in öncülüğünde 1919 yılından sonra bir siyasal ve öğreti hareketi olarak ortaya çıkmıştır. (Yılmaz:2007)

Faşizim ve Nazizim totaliter bir yönetim anlayışını yansıtarak, yönettikleri kitleden ise mutlak olarak itaati bekleyerek itaatin dışındaki her şeyi hor görür. Irkçılık, Nazizmin en önemli özelliğidir, ırk birliği içerisinde bireyin kendisi erir. Irkçılığın beden üzerinden denetlendiği Nazizim de kişisel kararları kitle alamaz.

Faşizm ve Nazizm kendilerini birer “eylem” programı olarak görür. Bu totaliter hareketler, bölünme ve yenilme buhranları içindeki halka yeniden doğuşu vaat ederler. Hem Faşizm hem de Nazizm birer kriz rejimidir. İçteki düşmanları öldüren, dıştaki düşmanları ezen hareketlerdir. Ayrıca, bunlar, demokrasiyi hor görür; tartışmayı, gecikme ve karar alma güçsüzlüğü olarak algılar; aklı, entelektüelin sahtekarlığı olarak yorumlar; akıl yerine iradeyi, tartışma yerine kararı ve demokrasi yerine ise lideri (Duce ya da Führer gb.) yüceltir. Bu hareketlerin hedefi mutlak itaattir (Lipson, 2005: 210). Almanya’da Nazilerin temaları eşit derecede entelektüel içerikten yoksundur. Rasyonel bir düşünce olmayan ırkçılık, Nazizmin merkezinde yer alır. Hitler’in, arî ırkın üstünlüğü, hayatın bir çatışma olduğu, insanın vahşi olduğu, şiddetli anti-Semitizm, lidere tam itaat gibi fikirleri, bir çeşit ilkel/kaba Sosyal Darwinizm ortaya çıkarır (aktaran: Gülmez Steward: Curtis, 1969: 64-65)

Nazizm düşüncesinin şekillenmesinde Oswald Spengler ve Alfred Rosenberg’in ırkçı kuramları önemli bir yere sahiptir. Spengler 1914’te tamamladığı Batının Çöküşü adlı yapıtında, yaşamı bir savaş olarak görmekte, savaşın ve fethetmenin içgüdülerine uyan ırkların üstün ve fazla yaşayan ırklar olduğunu belirtmektedir. Ona göre sağlıklı bir ırkın belirtisi, ailelerin çok çocuk yapmalarıdır. Genişleyen bir nüfus, ulusal görkemin temelidir. Uygarlığın tıp vb. önlemleri, doğal ayıklanmayı engelleyerek ırkın gücünü zayıflatmaktadır. Ayrıca kültür ırksal deneyimin yavaş yavaş gelişmesinin birikimidir. Tarih Almanları 1500 yıldan bu yana bilinçli bir biçimde büyük savaşlarda kullanmıştır (Şenel, 1984: 101).

Alfred Rosenberg ise Yirminci Yüzyılın Mitosu adlı yapıtında ırkçı düşüncesini şu şekilde açıklamaktadır: “Ruh, içerden görülen ırktır. Irk da ruhun dış görünüşüdür. Bir ırkın ruhunu uyandırmak ve onu canlandırmak; onu en yüksek değer olarak tanımak ve devlette, sanatta, dinde öteki değerlerin bu üstün değerin altındaki organik durumlarını saptamak demektir” (Friedrich, 1964: 98). Bu düşünce Hitler’in saf ırk fikrinde somutlaşmaktadır. Irkın saflığı, ruhun da kuvvetli olmasının temelini oluşturmaktadır. Irk birliği aynı zamanda milletin ruh birliğinin de ifadesidir. Bu düşünce sonucunda ırk birliğine uymayan, her şey temizlenmeli ve ırk kendi hayat alanını kurmak ile görevlendirilir. Nazi soykırımının özü de ırkın temizliğinde yatmaktadır.

Hitler Mein Kampf’ı 1924 yılında tutuklu bulunduğu Landsberg am Lech Kalesi’nde yazmıştır. Bu kitap Nasyonal Sosyalizm/Nazizm anlayışının temellerini ve özelliklerini açıklamaktadır. Aynı zamanda da ırkçı teorinin nasıl hayata geçirileceğini ortaya koymaktadır. Hitler’e göre doğanın yaşama iradesinin büründüğü bütün biçimler temel ve ihlal edilemez bir yasaya tabidirler. Hiçbir hayvan kendi ırkından olmayan bir hayvanla çiftleşemez. Doğa üstün bir ırkın aşağı bir ırkla karışmasına bu nedenle direnmektedir. Irk karışımı “Tanrının, yaratanın iradesine karşı” işlenen bir günahtır. Melez halklar yenilmeye ve uluslar haritasından silinmeye mahkumdurlar; bu bir adaletsizlik değil, adaletin kendisidir. Yeryüzünün ilk günahı kana ve ırka karşı işlenen günahtır ve buna teslim olmak insanlığın yok olmasına yol açmaktadır (aktaran: Yılmaz: 2007: Fontette, 1991: 82).

Hitler, kavganın konusunu Alman ırkının yaşaması ve gelişmesini sağlamak olarak belirtmektedir. “Görevimiz, milletimizin çocuklarını beslemek, kanın temizliğini korumaktır” (Hitler, 1997: 219).

Hitler, Nazizmi kitlelerin bedenleri üzerinden oluşturmuştur. Onların evlenmesi, evlenmemesi. Kiminle evleneceği, kiminle evlenilmeyeceği. Kimlerin evleneceği kimlerin evlenmeyeceğine onlar adına Nazi yönetimi karar verir. Hitlerin beden üzerindeki tüm tasarrufu Nazizmin özü olan Ari ırkına dayanmaktadır.

Hitler’e göre yeniden ele alınması ve düzenlenmesi zorunlu olan ilk kurum evliliktir. Evliliklerle kan saflığı korunmalıdır. Evlilik, ırkın çoğalmasına hizmet etmelidir. Evlenmenin tek anlamı ve amacı da budur. Hitler bu noktada erken evliliği savunmaktadır. Çünkü erken evlilik, genç aileye, kusursuz ve sağlam neslin yetişmesine olanak sağlamaktadır. Bununla birlikte Yahudilerle Alman yurttaşları arasında evlilik ve evlilik dışı ilişkiler yasaklanmaktadır. Almanya’da bulunan Irk ve Nüfus Yüksek Ofisi, gerçek ve saf Aryen ırkının yaratılması ve güçlendirilmesi amacıyla çalışmaktadır. Titizlikle seçilen damızlıkların istihdam edilmesini ve işgal edilen ülkelerde Germen ırkına özgü olduğu kesin olan hatlara sahip çocuklara el konulmasını planlamaktadır. “Saf ırk” kuramı ise, genetik kalitenin ve bu yüksek kalitede sağlanacak bir türdeşliğin, bazı ırkları ötekilerin doğal efendisi yapacak nitelikler kazandıracağı görüşüne dayanmaktadır (Şenel, 1984: 135). Saf ırkın yaratılabilmesi için öncelikle karşıt ırklar, Yahudiler, yok edilmelidir. Ayrıca hastaların ya da özürlülerin ırkın ıslahı için hazırlanan planlar çerçevesinde kısırlaştırılması söz konusudur. Bu amaçla da bedenin kutsanması ve sportif faaliyetler geliştirilmektedir. Karakterin soyluluk kazanması gibi, fiziki güzellik de insanın kendi zaaflarını alt ederek ulaştığı bir hedeftir (aktaran: Yılmaz: 2007: Fontette, 1991: 85). Örneğin 14 Temmuz 1933 tarihinde, irsi hastalıklara tutulmuş kişilerin üremelerini yasaklayan ve insan soyunun ıslahını ve ırkların arıtılmasını zorunlu kılan yasayla birlikte belli kategorilerden hastalar kısırlaştırılmaktadır (aktaran: Yılmaz: Fontette, 1991: 90).

Nazizm, kaçınılmaz olarak, yüceltici bir yan taşımakta ve türü, öncelikli figürü estetik olan bir idealleştirmeye tabi tutmaktadır. Bu idealleştirme, hem zihin hem de beden olarak ideal insanı gösteren bir insan tipinin tanımlanması ve değerlendirmesiyle tamamlanmak zorundadır. Bu ideal hem bozulmamış ilk insanlarla hem de geleceğin insanıyla, üst insanla ilişkilidir (Balibar, 2000: 78). Nazizm idealini Antik Yunan’da bulmaktadır. Nazi estetiği de temel olarak Yunan sanatından etkilenmektedir. Yunan sanatında güzel, karmaşıklıkta değil, basitliktedir. Bu aynı zamanda, bütün eşyayı basitleştirmek, düzenlemek ve birleştirmek için çalışan XIII. Yüzyılın da belli başlı niteliklerinden biridir (aktaran: Yılmaz: 20007: Deonna, 1974: 135)

Kuramsal ırkçılığın ırk ya da kültür -ya da ikisi birlikte- olarak adlandırdığı şey, ulusun sürekli bir kaynağı ve sadece yurttaşlara ait olan niteliklerin yoğunlaşmış şeklidir. Böylece ulus kendi kimliğinin saf halini çocuklarının ırkında görebilecektir. Bu nedenle de ulus ırkın etrafında toplanmak zorundadır. Her türlü alçalmadan korunması gereken ata mirası, ırkla ruhsal olduğu kadar, bedensel ya da tensel bir şekilde özdeşleşmek zorundadır. Görüldüğü gibi ulusun kendisi olabilmesi için ırksal ya da kültürel olarak saf olmak durumundadır. Bu nedenle de sahte, dış, melez, kozmopolit unsurları saf dışı etmektedir. Bu açıdan baktığımızda ırkçılığın yurttaşların ortak özünü sınırlamaya çalışmaktadır. Irksal-ulusal saflık bulunamadığından dolayı da, bu saflığı ulusal bir üst-insan idealine uygun olarak imal etmeye girişmektedir (Balibar, 2000: 82-83). Nazizmin soy arıtımının anlamı da burada yatmaktadır.

Hitler, Almanlar’ın üstünü olduğu tezini “kan” üzerinden kurar. Almanlar üstündür çünkü kanları saftır, bozulmamıştır. Kanı bozuk olanların, toplum içerisinde yok edilmesi yani temizlenmesi gerekmektedir.

Ari ırk varsayımı Nasyonal-Sosyalizmin ırkçılık ve üstün ırk ilkesine dönüştürülmektedir. Nazizm, beden ve fikir bakımından sağlıklı ve güzel gençlik yetiştirmeye büyük önem vermektedir. Spor ve beden eğitimi bu amacı gerçekleştirmek amacıyla programlanmakta ve uygulanmaktadır. Beden, ruh ve zihin dengesi ahenk ve güzellik sağlamaktadır. Bu ise Klasik Yunan güzellik anlayışının bir ifadesidir (aktaran: Yılmaz:2007 Kınay, 1993: 311). Sporcu, iyi vücut yapılı, disiplinli erkekler ve sağlıklı, güzel kadınlar yaratılmaktadır. Nazizmin saf ırkı ve ideal beden, güzellik tasarımı böylece şekillenmektedir. Görüldüğü gibi Nazizm’de güzellik, üstün, sağlıklı, güzel bir ırk idealine dayanmaktadır.

Nazizm, kaçınılmaz olarak, yüceltici bir yan taşımakta ve türü, öncelikli figürü estetik olan bir idealleştirmeye tabi tutmaktadır. Bu idealleştirme, hem zihin hem de beden olarak ideal insanı gösteren bir insan tipinin tanımlanması ve değerlendirmesiyle tamamlanmak zorundadır. Bu ideal hem bozulmamış ilk insanlarla hem de geleceğin insanıyla, üst insanla ilişkilidir (Balibar, 2000: 78).

Nazizmin ırkçı ideolojisini, diğer ırkçılıktan ayırt eden özelliğini Balibar şöyle anlatır: “ Nazizm ile sömürgeci ırkçılığın ya da ABD’deki ayrımcılığın karşılaştırılması, dışlayıcı, bir imha ya da tasfiye ırkçılığı ile kapsayıcı bir baskı ya da sömürü ırkçılığı ayrımını büyük ölçüde dayatmaktadır. Bunlardan Nazizm, toplumsal gövdeyi aşağı ırkların temsil ettiği tehlike ya da pislikten arıtmayı amaçlarken diğeri tersine, toplumu hiyerarşize etmeye, bölümlemeye niyetlidir. Fakat aynı zamanda öyle görünüyor ki, en uç olaylarda bile bu iki biçimden hiçbiri saf bir durumda var olmuyor. Böylelikle Nazizim imha ile toplama kamplarına sürgünü “nihai çözüm” ile köleliği birleştirmiş; sömürgeci emperyalizmi de hem zorunlu çalışmayı, kast rejimlerinin kurulmasını ve etnik ayrımcılığı, hem de soykırımları yada sistematik katliamları uygulamıştır” ( Balibar: 2000: 53) Balibar, ırkçılığın tarihin her anında potansiyel olarak var olduğunu ve aslında ırkçılığın olmadığı bir yerin olmadığını belirtir. Irkçılığın kendi tekil tarihi vardır. İşte bu ne nedenle Nazi antisemitiziminin ve sömürgeci ırkçılığın, hatta köleliliğin sembolleri ne şu ya da bu “ıkçı patlamanın” katışıksız ve tehlikelilik derecesinin ölçülebileceği modeller olarak ne de tarihte ırkçılığın yerini sınırlayan olaylar ya da dönemler olarak hatırlanmalıdır. Bunlar her zaman, etkin, kısmen bilinçli kısmen bilinçsiz ve güncel koşullardan doğan hareket ve tutumları yapılandırmaya katkıda bulunan oluşumlar olarak değerlendirilmelidir. (Balibar: 2000: 54) Balibar, ırkçılığı bireysel değil toplumsal görür.

Hannah Arendt’e göre ise Nazizm gerçekten kitleler adına konuşmaz. Bunun yerine, kitleleri, Nazizm’in tahribatını gerçekleştirmek için manipüle eder. Kitleleri ve entellektüelleri manipüle ettikten sonra Hitler, onların, kendi üzerlerinde bu yıkımı istediğini iddia ederek, kitleleri bir kez daha abandone eder. Bu ihanet, bilhassa entelektüeller örneğinde bariz bir şekilde ortadadır. Nazizmin, Heidegger gibi ilgi çeken figürleri olabilir, ama Nazizm ve Stalinizm en nihayetinde son derece anti-entelektüel hareketlerdir. Arendt’e göre, totaliter hareketler iktidarı her ele geçirmelerinde, ‘totaliter rejimler henüz en büyük hedeflerini gerçekleştirmemiş iken, bu sempatizan grubu başlarından atar”. Aynı şey, Almanya için olduğu gibi, Stalin’in tasfiyelerinde entelektüellerin toplum dışına itildiği Rusya için de geçerlidir (aktaran: Steward: Gülmez : 2012: Swift, 2009: 123-124).

Nazizmin benimsediği amaç, Avrupa’nın ırk haritasını baştan yapmak, aşşağı kabul edilen bazı milletleri elemek, üstün kabul edilen bir milletin parlak başarısını sağlamaktı. O anlarda Sovyet yurttaşlarını ezebilenden daha da beklenmedik ve özellikle amacı başka olan bir terör ortaklığı kasıp kavuruyor. Sovyet terörünün güttüğü amaç, bir ideale tam uygun bir toplum yaratmaktır. Hitler olayında ise, amaç kesinlikle imhadır. (Aron: 1975:45)

Faşizimin modern zamanlara özgü bir olgu olmasını kitle desteği almasına ve bu kitlenin bilinçli bir şekilde buna destek vererek onu görünür kılmasını Besim Dellaloğlu şöyle anlatır:

“Her türlü otoritaryenizm, her türlü totaliteryenizm, her türlü hiyerarşik iktidar yapıları, bunların hepsi faşizmi çağrıştırabilir ama bunlar bizatihi faşizm değildir. Faşizm, modern zamanlarda ortaya çıkmış popüler bir ideolojidir. Dolayısıyla faşizmin minimumları nelerdir diye baktığımızda, faşizmin söz konusu olması için kitle toplumu olması, iyi kötü bir birey, vatandaş kavramının olması, ortalama bir demokrasi olması gerekir. Yani Roma köleci toplumu için faşizm kavramını kullanmak mümkün değil. Faşizmi ilginç kılan, otoriter bir rejimin demokratik bir toplumda vücut bulabilmesidir. Özellikle iktidara gelmesi açısından zora, güce, despotizme dayanmaktan çok popüler, demokratik, siyasal araçlara dayanmış olmasıdır. Daha spesifik konuşursak, Almanya’da Nazizmin, İtalya’da faşizmin iktidara gelmesi tamamen demokrasinin iç mekanizmaları sayesinde olmuştur.” (Dellaloğlu, Besim, Haksöz Haber)

Nazizm, ırk temelli totaliter bir yönetimdir. Kendilerinden olmayan herkesin yok edilmesini ön gördüğü için Arenth’in de dediği gibi Totaliterdir. Ve totalitarizmin de özünde terör vardır.

Totalitarizm ve Hitler

Totalitarizm kavramı, Oxford sözlükte şöyle geçer: Yetkilerin merkezîleştirildiği, devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlük vari yönetim şeklidir. Sözcük sıfat hâlinde totaliter olarak kullanılır. Totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının tüm alanları devlet kontrolüne bırakılır. Totalitarizm kavramı ilk etapta 1920’lerin baslarında, İtalyan Faşizmini eleştiren düşünürler tarafından kullanılır. Totaliter nitelemesine maruz kalan Benito Mussolini ve Giovanni Gentile, kavrama olumlu anlamlar yükleyerek, kendi görüşlerini anlatmak üzere totalitarizmden bahsederler ve faşist rejimi totaliter olarak nitelerler. Carl Friedrich ile Zbigniew Brzezinski totaliter rejimlerin 7 ortak özelliğini şöyle vurgular:

  1. Ütopyacı gelecek vaadi ve binyılcı egemenlik iddiasıyla gelişmiş bir ideoloji
  2. Tek kişi, tek lider, tek parti
  3. Terör sistemi, fiziksel veya psişik
  4. Medya tekeli
  5. Silah tekeli
  6. Bürokratik koordinasyonla, ekonominin merkezi yönetimi
  7. Totaliter rejime destek veren propagandalar (https://tr.wikipedia.org/wiki/Totalitarizm)

Totalitarizmin en ayırıcı yanı, toplumun her kademesine her anına hükmetmesidir, bunun içinde içinde terör ve propaganda barındırır. Terör ile yaptırım meşrutiyeti kazanır, propaganda ile ise kendini her alanda görünür kılar.

Totalitarizmi anlatmak için; Raymond Aron, beş unsuru temel alır. Bu unsurları şöyle açıklar:

1: Totaliter olay, politika faaliyeti tekelini bir partiye tanıyan bir rejimde kendini gösterir. 2: Tekelci bir partiye bir ideoloji ruh ve güç verir. Partinin mutlak bir iktidar tanıdığı bu ideoloji dolayısıyla Devletin resmi gerçeği kesilir. 3: Bu resmi gerçeği yaymak için, Devlet de kendine kuvvet vasıtaları tekeli ve inandırma vasıtaları olarak iki tekel tanır. Haberleşme vasıtalarını, radyo, televizyon ve basını Devlet ve onu temsil edenler yönetirler. 4: Ekonomik ve mesleki işlerin çoğu Devletin buyruğu altındadır ve herhangi bir biçimde bizzat Devletin parçası olurlar. Devlet ile ideolojisi birbirinden ayrılmaz oldukları için, ekonomik ve mesleki işlerin çoğu resmi gerçeğin rengini taşır. 5: Artık her şey Devletin işi, her iş ideolojiye bağlı olduğundan, ekonomik veya mesleki bir işte yapılan bir hata, aynı zamanda ideolojik bir hata olur. Bundan, kişilerce yapılması ihtimali olan bütün hataların polikleştirilmesi, ideolojik bir şekle sokulması ve sonuç olarak hem polisiye hem ideolojik olan bir terör doğar. Kendinden anlaşılır ki, totalitarizmin tanımlanmasında, ya partinin tekeli, ya ekonomik hayatın devletleştirilmesi, ya da ideolojik terör esas olarak görülebilir. Bütün bu unsurlar birleştiği ve gerekleri tamamıyla yerine getirildiği takdirde, totaliter olan tam olur. İdeolojik terör, partinin ideolojinin inandırma vasıtalarının ve özel işlerin devletleştirilmesinin tekeli ile anlaşılır. (Aron: 1976:282)

Totalitarizm’de her şeyi devlet belirler. Her şeyin tek kıstası, doğruluğun yanlışlığın devlet olmuştur. Devletin ideolojisi kendisine kitler arar. Bu kitleyi ise propaganda araçlarıyla oluşturur. Propaganda araçlarıyla, artık kanunun hükmün, yasanın gidemeyeceği ve inşa edilmeyecek özne kalmaz. Totalitarizim de devlet özne inşa eder ve bu öznenin ruhsal yapısına dahi kendi ideolojisine göre biçim verir.

Totalitarizm, en anti-demokratik yönetim şekillerinden birini ifade eder. Otokrasi, aristokrasi, despotizm, tiranlık, özgürlük, adalet ve hatta demokrasi gibi politik düşünce terminolojisinde yer alan birçok kavram ya Antik Yunan Polis’inden ya da Roma İmparatorluğu’ndan günümüze gelmiştir. Bu kavramlardan farklı olarak totalitarizm, önceki zamanlarda örneği olmayan, ilk kez modern zamanlarda ortaya çıkan bir fenomendir (Arendt, 2004)

Modern toplumların kitle toplumları olması, bazı düşünürler tarafından yabancılaştırılmış/ayrıştırılmış bireyleri kendi toplumuna kaynak yapmaya çalışan totaliter hareketlerin anahtarı olarak yorumlanır. Bu düşünürlerden biri olan Arendt, totalitarizmin, modern toplumdaki yabancılaşmış ve tedirgin/anksiyete bireylerin atomizasyonundan kaynaklandığını savunur. (Steward:2012)

Arendt’e göre totalitarizm, hem hayatın her alanında hem de bu alanların her birinde, tek tek her bireyin kalıcı tahakkümü ile tecrübe edilir ve asıl korkunç olan, totalitarizmin, insanları, kendi boyunduruğunun/zulmünün ajanları haline getirmenin metotlarını bulmuş olmasıdır. Bu zulmü ise propaganda ve kitle iletişim araçlarıyla yaparak totalitarizm kitleyi tek bir bütüne dönüştürür. (Steward:2012)

Raymon Aron ise Totaliterizim konusunda sorularla ilerler ve şu sorunun cevabını arar, Tek parti veya topyekün planlama rejimi totaliterizme ne dereceye kadar mahkumdur?

Cevabı yine kendi vererek şöyle devam eder: XX. Yüzyıldaki bazı otoriter rejimler tek parti rejimleri değildir. Öyle tek parti rejimleri vardır ki totaliter kesilmezler, resmi ideoloji geliştirmezler, ideolojileriyle tüm faaliyetleri biçimlendirmek istemezler. Tek parti rejimleri vardır ki, onlarda Devlet toplumu etkisiz hale getirmez, ideoloji de Sovyet rejiminde görülen o çılgınca boyuta erişmez. Gerçek olan bir şey varsa, o da sinai toplumlarda, tek partili her rejimde totaliter bir gelişme tehlikesinin bulunduğudur. Sınai toplumlar, şehir toplumlarıdır. Hükümetler yönetilenlere baş vurma, otoritesini doğrulama zorundadır. Geleneksel meşruluğa sahip çıkmazlar. Tartışmayı reddetmeleri halinde, iktidarda bulunma nedenleri olmaz. Ne için ve ne adına emir kumanda ettiklerini açıklamaları gerekir. Tek partili bir rejimde ise, her yönetici tartışmayı bir noktada durdurma ve kolaylıkla diyebilirim ki tartışmayı ilginç kestiği nokta da durdurma zorunluluğu duyar. Birçok sorunun tartışılmasına izin verilir de: neden tek parti dışında başka bir partide toplanmak hakkı yok? Sorunun tartışılmasına izin verilmez. Bundan ister istemez, tek parti başkanlarında tekellerini doğrulamak hevesi doğar. Bunun için, her hangi bir ideoloji yeterlidir. Yalnız her an işlenen, empoze edilen, giderek yayılan bir ideoloji gerekir. Böyle olmakla beraber, tek parti rejimi olan Faşist İtalya, ne ideolojik bir yayılma, ne de büyük Sovyet temizlemesiyle ya da Hitler rejiminin son yıllarındaki aşırı tutumlarla kıyaslanabilecek totaliter bir olay gördü. Totalitarizmin söz konusu olduğu Almanya ve Rusya’da temel olay, asıl neden, bana ihtilalcı rejimin kendisi gibi görünüyor. Rejimler derece derece artan bir idmanla değil, başlangıçtaki bir niyetle, mevcut düzeni bir ideolojiye göre temelinden değiştirme arzusuyla totaliter olmuşlardır. (Aron: 1975:276) Aron’un da belirttiği gibi totalitarizim her yeri kuşatır. Her anı kendi ideolojisiyle inşa eder. Bunun içinde en büyük aracı ideolojisini yayacak araçlara sahip olmasıdır.

Tarih açısından, Hitler rejimi başlangıçta komünist istekten başka bir istekle doğuyor. Almanya’nın manevi birliğini baştan kurmak, bunun da ötesinde Alman halkının önünde açılmış bulunan toprakları genişletmek, o halde savaş ve fetihler yapmak isteğinden doğuyor. Bunda orijinal hiçbir şey yok. Bu, XX. Yy’da Sezar’ların ihtiras ve tatlı kuruntularının yeniden ele alınmasıdır. İktidara gelindikten sonra, Alman hayatının “hitlerleştirilmesi” derece derece artıyor. Büyük terör ancak savaşın son yıllarında kendini gösteriyor. İnsanın içinden terör olaylarını bizzat savaş açıklar demek gelebilir. Ne var ki olaylar bu açıklamayı hiç desteklemez. Hitler rejiminin bize örneğini sunduğu terör olayı, savaş ortasında, 1941- 1944 arasında, altı milyon Yahudi’nin imha edilmesi olayıdır. Bu imha, bir iki kişinin öğüdüyle bir tek insan tarafından kararlaştırıldı. Bu terör olayı çağdaş tarihte, aşağı yukarı büyün tarihte eşi olmayan bir olaydır. Başka çağlarda büyük ölçüde öldürmeler olmamış değildir, ama çağdaş tarihte, hiçbir devlet başkanı serinkanlılıkla benzerlerinden altı milyonun sinai imhasına karar vermemiştir. Kinini doyurmak, neden ve sonuç ne olursa olsun, tiksindiği kimselerin yaşama imkanı bulamamaları için, savaş sürerken kendisine yararlı olabilecek kaynakları gözden çıkarmıştır. (Aron: 1975:387)

Totalitarizm, kitlenin içerisindeki bireyin bireyselliğini imha ederek, onun bireysel düşünmesini kendi tekeline alır. Her şeyin tek kaynağı ve kişiliği totalitarizmin görünürü olan liderdir. Kişiler, liderine benzeme ve onun gibi olmak için kendi kişiliklerinden vazgeçerler. Bu halde kitle, sistemin çarkları içerisinde efendisine yürüyen bir dişliden başka bir şey değildir.

Totalitarizme giden yolda, öncelikle hak-hukuk anlayışının, sonra ahlak anlayışının aşındığı ve son olarak her biri benzersiz olan bireylerin bireyselliklerinin yok edildiği söylenebilir. Arendt’e göre, kamplarda “her şeyin mümkün olduğu” şeklindeki totaliter prensibin uygulandığı süreçler, insanı, eylem ve tercihten yoksun, “insan-altı” (sub-human) bir yaratığa dönüştürür. İnsanı haklarından ve ahlaki değerlerinden mahrum bırakmak bireyselliği yok eden sadece ilk aşamalardır, nihayetinde yeterince manipüle edildikten sonra, insan yüzlü kuklalar, itaatkâr bir şekilde ölüme doğru düzenli adımlarla yürütülebilir. Totalitarizmde, kampların özel önemi, insanları bireyselliklerinden ve spontane eyleme yeteneklerinden mahrum bırakması ve böylelikle onları insanlıktan çıkarmasıdır. Bir başka ifadeyle insanı hayvandan ayıran özellikler sırasıyla “bireysellik, eylem ve düşünme” yok edilmiş olur (aktaran: Steward: 2012: Canovan, 1995: 24-25).

Diğer taraftan totaliter hareketler, ideolojilerinin mamul ürünü olarak yeni tip insan üretme çabasındadır. Dolayısıyla onların bu hedeflerini gerçekleştirmek üzere dikkatleri, insanın ne olduğu ve doğasının ne olduğu ve bunlardan daha önemli olarak bu doğanın nasıl değiştirilebileceğine odaklanır. Fakat insan doğasının yerine totaliter hareketler, insanlık durumunun kendisini alaşağı eder.

Arendt’in totalitarizm anlayışındaki kilit öğe kitledir. Arendt, totaliter hareketlerin her zaman için kitle desteğine dayandığını ısrarla vurgular. Kitle, hiçbir yerleşik sınıfa veya diğer toplumsal çıkar gruplarına dahil olmayan bireylerden oluşur (Tsao, 2002: 594). Hareketin fanatik üyeleri kendilerini hareketle ve toplu konformizmle tanımlar (Arendt, 2004: 410).

Totaliter hareketler, kitlelerin bir sebepten ötürü sonradan politik organizasyon arzusu duyduğu her yerde ortaya çıkabilir. Kitleleri ortak faydanın bilinci bir arada tutmaz veya belirli bir sınıf oluşturmazlar, hatta seçimlere nadiren katılıp bir politik partiye asla katılmayacak kadar politikaya kayıtsızdırlar. Almanya’da Nazi hareketinin ve Avrupa’da komünist hareketlerin yükselişinde, diğer partilerin fazla aptal veya fazla ilgisiz (apathetic) oldukları için vazgeçtikleri insanları kendilerine katmış olmaları etkilidir. Netice daha önce politik arenada hiç görünmemiş olan insanların çoğunlukta olmasıdır. Bu durum, politik propagandada tamamen yeni metotlar kullanılmasına ve politik muhaliflerin argümanlarına duyarsız kalmaya izin verir. Kendilerini bir bütün olarak parti sisteminin dışında gören bu hareketler, böylelikle daha önce hiçbir parti sistemi tarafından bozulmamış bir üyelik bulmuş olur (Arendt, 2004: 414-415).

Totalitarizmin, sürüleşmiş kitlelere dayanması onu modern kılan en büyük özelliği. Kitlelerin desteğiyle totalitarizim vuku buluyor. Hitler’in bu kadar iyi bir şekilde kitlelerin desteğini alması da kitlelere uyguladığı propaganda yönteminin sonucudur.

Koruyucu sınıf duvarlarının yıkılması, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Almanya ve Avusturya’da enflasyon ve işsizliğin de etkisiyle kitlelerde yer alan kişi sayısında büyük artışlar olmasıyla neticelenir. Bu durum, Fransa’dan İtalya’ya ve sonrasında bütün Avrupa’ya yayılır. Kendini düşünmeme, bireysel idealizmin değil, kitle fenomenin bir parçası haline gelir. Kitle insanının temel özelliği vahşiliği veya geç kavraması değil, izolasyon ve normal sosyal ilişkilere sahip olmamasıdır. Bununla birlikte en yetenekli kitle önderleri, kitlelerden ziyade “moblardan” sürüleşmiş insan grubu kitlesinden gelir. Arendt’e göre, totaliter hareketler, kaynağını kitlede bulur. Bunu Nazizm ve Bolşevizmin, farklı şartlar altında ortaya çıktıkları ülkelerin mukayesesinde görmek mümkündür. Stalin, Lenin’in devrimci diktatörlüğünü, totaliter bir yönetime çevirmek için öncelikle Nazi tecrübesinde tarihi şartların ortaya çıkarmış olduğu atomize toplumu suni olarak yaratır (Arendt, 2004: 419-423).

Mob ve elitler totalitarizm fenomeninin kendisi tarafından cezp edilebilir ama kitleleri kazanmak için propagandaya ihtiyaç vardır. Düşünce özgürlüğüne sahip anayasal bir yönetimin altında, iktidar için mücadele eden totaliter hareketler, terörü belli bir noktaya kadar kullanabilir. Totaliter yönetimlerin görüldüğü ülkelerde, terör ve propagandanın ortaya çıkışında kısmi bir paralellikten bahsedilebilir. Totalitarizm, mutlak kontrolü ele geçirdiği yerlerde, propagandayı endokrinasyon ile ikame eder ve şiddet kullanır. Arendt, Nazilerin bir kaç yıllık iktidarlarının ve sistematik koordinasyonun ardından artık şu iddialarını manidar bulur: “Almanya’da birey olan tek insan uyuyan insandır” (Arendt, 2004: 448-450).

Totalitarizmin iki özü, terör ve propaganda olarak nitelenebilir. Terör, kısa vade, propaganda ise uzun vade de totalitarizmi sistemin egemenliğine sürükler. Birey sürekli maruz kaldığı korku ve ideoloji propagandasıyla artık neyin hakikat neyin doğru olduğunu, inşa olduğu yapı tarafından öğrenecek ve her şey onun doğrultusunda normalleşecektir. Totalitarizim kendini normalleştirerek insanların içine alır. Normali belirleyen ise kendi ideolojisidir. Dilin yapısını da kavramların yapısını da kendi sistemine göre yeniden inşa eder ve değiştirir.

Totalitarizm sadece düşünceyi dumura uğratmaz, dili de tahrip eder. Naziler, operasyonlarında öldürmek yerine “nihai çözüm”, “tahliye” ve “özel muamele” gibi ifadelere yönelir. Dilin önemi bununla sınırlı kalmaz. Arendt, Eichmann’ı totaliter kuralların ürünü olarak değerlendirir ve ondan şu alıntıyı yapar “Officialese benim tek dilimdir”. Diğer taraftan sloganlar ve kodlanmış kelimeler ne Nazizmin ne de Eichmann’ın yaptıklarının üzerini örter. Kanunlara uyan bir yurttaş olan Eichmann, Arendt’in daha sonra muhakeme gücü olarak isimlendirdiği, nihayetinde ötekilerle iletişime girip bir uzlaşmaya varmayı gerektiren şeyden tamamen yoksundur. (aktaran: Steward 2012: Isaac, 1992: 54).

Dünya üstündeki bütün nüfusun toplu tahakkümü için mücadele ve totaliter olmayan her realitenin tasfiye edilmesi, totaliter rejimlerin kendisine içkindir; totaliter rejimler, eğer nihai amaç olarak global tahakkümün peşine düşmezlerse, o ana kadar elde etmiş oldukları iktidarı kaybetmeleri muhtemeldir. Bu yüzden iktidara hakim olmak öncelikle resmi merkezlerin kurulmasını gerektirir. Bu merkezlerde sağlanan laboratuar ortamında bireyselliği hiçe sayan ve insanları nihai/aşırı amaçlar için örgütleyen deneyler yapılır. İktidara gelen totalitarizm, uzun vadeli dünya tahakkümü ve hareketin şubelerini yönetmek için devlete ait sevk ve idare mekanizmasını kullanır, ulusal deneylerin muhafızı ve ifa edeni olarak gizli polisi kurumlaştırır ve nihai olarak toplu tahakküm deneylerinin gerçekleştirildiği “özel laboratuarlar” olarak toplama kamplarını inşa eder (Arendt, 2004: 510-511).

Totaliter sistemdeki otorite ve hiyerarşi yokluğunu, “yüce iktidar” ve yönetilenler arasında kendi otorite ve hiyerarşisine sahip ara katmanların olmaması gösterir. Direkt/dolaysız bağlılık gerçek, toplumsal önemi olan katmanlı hiyerarşi ise göstermeliktir. Lider, iktidarın ve otoritenin gerçek tekeline sahiptir. Totaliter rejimlerde en güçlü pozisyona sahip olduğu düşünülen polise karşı da liderin konumu aynıdır. Totaliter hareketler kliklere de yer vermez (Arendt, 2004: 525-527).

Yönetim teknikleri açısından totaliter düzenler, basit ve etkili görünür. Sadece iktidar tekeli sağlamakla kalmazlar, ayrıca bütün emirler yerine getirilir; aktarma organlarının çeşitliliği ve şaşırtıcı/kafa karıştıran hiyerarşi, diktatörün, tali kalan/ikinci derecedeki herkesten tam bağımsızlığını sağlar ve politikalarda (policy) totaliter rejimlerle özdeşleşen hızlı ve sürpriz değişimlerin yapılmasına imkan verir. Ülkenin politik yapısı, şekilsizliği sayesinde şoklara dayanıklıdır (Arendt, 2004: 530).

Arendt’e göre totaliter rejimlerin sınırsız iktidar talebi doğaları gereğidir. Böyle bir iktidar, tek bir istisna dahi olmaksızın, eğer bütün insanların hayatları, bütün açılardan tahakküm altına alınırsa sağlanabilir. Belirtilmelidir ki Arendt’in totalitarizm anlayışında terör bir yöntem değil, bizatihi totalitarizmin özüdür. Totalitarizm, yasaları lağvederek insanın özgürlüklerini elinden almak ile sınırlı kalmaz, yaşayan politik bir realite olarak bizatihi özgürlüğü yok eder, çünkü yasalarla çevrilmiş olan insanlar arasındaki alan, aynı zamanda özgürlüğün de yaşam alanıdır. Total terör, adeta insanları cendere altına alarak, onlar arasındaki alanı yok eder. Arendt’e göre totaliter yönetimler, yer/alan olmadan var olmayan ve aynı zamanda bütün özgürlüklerin tek temel önşartı/gereği olan hareket/devinim kapasitesini (the capacity of motion) yok eder. (Arendt 2004: 588)

Propaganda hakikaten de psikolojik savaşın bir parçasıdır ama terör bundan daha fazla bir şeydir. Totaliter rejimler, terörü kendi psikolojik amaçlarını ele geçirdikten sonra dahi kullanmaya devam ederler. Terörün korkunçluğu tamamen boyun eğdirilmiş insanlara egemen olmasındadır. Toplama kamplarında olduğu gibi, terörün tam anlamıyla iktidarda olduğu yerlerde, propaganda tamamen ortadan kalkar; Nazi Almanyasında da yasaklanır. Propaganda, totalitarizmin dış dünya ile başa çıkabilmekteki belki de tek enstrümanıdır. Propagandadan farklı olarak terör ise totaliter yönetimin özüdür (Arendt, 2004: 453).

Arendt’e göre totalitarizmin diğer baskıcı yönetimlerden (despotizm, tiranlık ve diktatörlük) farklıdır ve bu farklılık sadece toplu tahakküm araçlarının etkililiği ile açıklanamaz. Totalitarizm bir ülkede iktidara gelince tamamen yeni politik kurumlar tesis eder ve o ülkenin tüm toplumsal, yasal ve politik geleneğini yok eder. Kendi ideolojisinin içeriğinden bağımsız olarak, totaliter yönetim sınıfları kitlelere dönüştürür; parti sistemini, tek parti diktatörlüğü ile alaşağı ederek iktidarın merkezini ordudan polise kaydırır ve açık bir şekilde dünya tahakkümünü esas alan bir dış politika anlayışı benimser. Arendt mevcut totaliter sistemlerin (Nazi ve Bolşevik) tek parti diktatörlüklerinden geliştiğini; bunlar gerçek anlamıyla totaliter olduğunda geleneksel yasal, ahlaki/moral veya faydacı sağduyu kategorilerinin, onların yargılanmasına veya öngörülmesine imkan bırakmadığını ve diğerlerinden çok farklı olan bir değerler sistemi ile işlediğini belirtir. Arendt’e göre ( Aktaran: Steward: 2012: Isaac, 1992: 57) totalitarizmin özü her türlü yasallığın reddidir. İdeolojilerin içinde, yasa, “insan eylem ve hareketlerinin gerçekleşebildiği bir kalıcılık sağlama anlamının dışına çıkarak, bizatihi hareketin kendisi anlamına gelir“ (aktaran: Steward:2012: Isaac, 1992: 57-58).

Totalitarizm, Arendt’e göre tiranlığın modern şekli değildir. Yasalı yönetim ve meşru iktidarın bir tarafa, yasasız yönetim ve keyfi iktidarın diğer tarafa ait olduğu düşünülürse, totalitarizm, tamamen farklı bir yönetimdir. Arendt’e göre totalitarizm bütün pozitif hukuk kurallarına meydan okur (Ne Naziler ne Bolşevikler anayasalarını kaldırır fakat uygulamazlar da). Ama totalitarizm, bir kanunun rehberliği olmadan hareket etmez veya keyfi de değildir, çünkü bütün kanunların kendilerinden türediği düşünülen doğanın kanununu ya da tarihin kanununu takip ettiğini iddia eder. Paradoksal bir şekilde totaliter yönetimler, yasasız olmaktan uzak bir şekilde, bütün pozitif yasaların kendisinden türetildiği ve nihai meşruiyete sahip olan otoritenin kaynağına gider; keyfi olmaktan uzak bir şekilde, bu insanüstü güçlere, diğer yönetimlerden çok daha fazla itaatkardırlar; iktidarı tek adamın menfaatine kullanmaktan uzak bir şekilde, doğanın veya tarihin yasasını icra etmek için, bütün insanların yaşamsal menfaatlerini feda ederler. Totaliter meşruiyet, mevcut pozitif hukuk kurallarının kanuniliklerinin asla ulaşamayacağı bir şeyi, yeryüzünde adaletin yönetimini bulduğunu iddia eder. (Arendt: 2004)

Arendt’e göre şimdiye kadar “her şey mümkündür” şeklindeki totaliter inanç, her şeyin yok edilebilir olduğunu ispatlamıştır. Totaliter rejimler, insanların ne cezalandırabileceği, ne affedilebileceği suçlar olduğunu keşfetmiştir. İmkansız olanın mümkün hale getirilmesi aynı zamanda cezalandırılamaz ve affedilemez mutlak bir kötülüktür. Arendt’in affedilmez olarak nitelediği mutlak kötülük ne “kişisel menfaat, hırs/ihtiras, aç gözlülük, iktidar tutkusu, korkaklık” gibi kötülük sebepleri ile anlaşılabilir ne de açıklanabilir. Ölüm fabrikalarının kurbanlarının, cellatlarının gözünde artık “insan” olmaması gibi, bu yeni suçlular da günahkar insanların dayanışmasının ötesindedir. Arendt, totalitarizm tecrübesini radikal kötülük olarak niteler. Radikal kötülüğün ne olduğunu, felsefi geleneğe veya Hıristiyanlığın teolojisine bakarak anlamak mümkün olmadığı gibi, Radical Böse kavramını türeten Kant’ta da bulmak mümkün değildir. Bilinen bütün standartları alt üst eden bu fenomen, her şeye rağmen ortaya çıkar. Onunla ilgili tek bir şey söylenebilir: Radikal kötülük, bütün insanların eşit bir şekilde fazlalığa dönüştüğü bir sistem ile ilgili olarak ortaya çıkar. Bu sistemi idare eden kişiler, herkes kadar, kendi fazlalıklarına da inanır ve totaliter katiller kendilerinin hayatta veya ölü olduğunu umursamadıkları için çok daha tehlikelidir. Totaliter propagandanın gerçek amacı ikna değil, örgütlenmedir; şiddet araçları olmadan iktidarın yığılmasıdır/toplanmasıdır.

Nazizm rejimi politik faaliyeti kendi tekelinde tutan tek partiyi kabul eder. Bu tekelci partiye bir ihtilalci ideoloji güç veya hayat verir. İhtilalcı kelimesinde sadece var olan toplumun kökten değiştirilme istediğini anlıyorum. Bu tekelci partinin Almanya’da tapılan bir başkanı oldu. Bu rejimde ideoloji ve terör birleşmiştir. Bu düzenden rejimler, muhaliflere karşı bir fikir adına terörden az çok geniş ölçüde yararlanırlar. Hepsi ideoloji düşmanını adi hukuk suçlusundan daha suçlu görürler. Totaliter bir rejimde, baştakilerce alınan bir karar otomatikmen kanunlaşır. İşin son haddinde, bir kişinin herhangi bir isteği kanun olur. Bununla ilgili parlak bir örnek, 30 Haziran 1934’te te Hitler tarafından bir komplonun veya sözde bir komponun bastırılmasıdır. Hitler fesatçıları veya sözde fesatçıları öldürttü. Olaydan sonra bir kanun çıkarıldı, buna göre, kısa yoldan bu öldürmeler kanuna uygun oluyordu. Böylesine öldürmeler, geriye dönük bir meşruluğa bağlandı. Böylece tutumdaki keyfilikle kanun komedisi bir getirilmiş oldu. (Aron: 1975) Modern toplumlara geldik mi, egemenlik artık hukuki bir masaldan başka bir şey olmaz. Egemenlik halktadır formülü, batı rejimlerince, faşist rejimlerce ve komünüst rejimce fark gözetilmeden kabul edilebilir. Halk egemenliği üzerine kurulu olduğunu herhangi bir biçimde idda etmeyen çağdaş bir rejim hemen hemen yoktur. Değişen, bu meşru iktidarın halktan reel kişilere geçmesine ilişkin hukuki veya politik usüllerdir. Faşist rejimlerin ideolojisine göre, halkın gerçek iradesi bir adamın, Führer’in veya bir Partinin aracılığıyla ifadesini bulur. (Aron: 1975:123)

Totaliter hareketlerin en yukarıdaki katmanı, lider etrafındaki hususi çemberdir. Onlara göre, ideolojik klişeler, sadece kitleleri organize eden aletlerdir ve onların, kitleleri şartlara göre değiştiriyor olmaya dair bir pişmanlıkları yoktur. Lidere bir insan olarak değil, bir işlev olarak ihtiyaç vardır. Diğer taraftan totaliter liderler, istedikleri gibi davranmakta özgürdür, hususi çemberde yer alanların yaşamlarına isterlerse son verebilirler (Arendt, 2004: 505).

Almanya’da 1933 yılında kurulan toplama kamplarının Avrupa’nın işgal altındaki tüm bölgelerine yayılması, 1941 sonbaharından itibaren, toplu öldürme kamplarının kurulması ve Yahudiler’in bu kamplarda “nihai çözüm” çerçevesinde katledilmesi gibi insanlığın yaşadığı acı deneyimler, radyonun, gazetenin, duyuru afişlerinin, sinemanın anlatım olanakları ve iktidarın maddi kaynakları kullanılarak yapılan bu “uygar siyasi propaganda” ile başlayan sürecin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yapılan, katliamlar ölümler, işkencenler çekilen tüm acılar Hannah Arent’in Kötülüğün sıradanlığında bahsettiği gibi sadece bürokratik bir emir gibi sıradanlaşmıştır. Totalitarizim insanın doğasını değiştirmiştir. Her yerini kendi ideolojisiyle kuşatmış, onun bireysel karar vermesini mümkün kılmamıştır. Eichmann’ın Kudüs’te yargılandığı sırada söylediği “ben sadece, yasalara uygun olarak görevimi yerine getirdim” cümlesi yasanın bireyin kendisini yok saydığını ve yasanın kendisinin doğru kabul edildiği için yapılan şeyin de normalleştiğini doğru kabul edildiğini belirtir. Kitlelerin bir ideoloji etrafında yönlendirilmesi ve bu yönlendirmenin Hitler gibi Yasa koyucu tarafından olması, Hitler ve devleti birleştirmiştir. Hitler’in ağzından çıkan her şeyin yasa olması ve bir emir olması yapılan her şeyin yapısının ve meşrutiyet kaynağının Hitler’in istedikleri ve istemedikleri şeklinde kavranmasına imkan tanımıştır. Hitler’in emriyle milyonlarca Yahudi’yi öldürmek, sadece verilen emirin yerine getirilmesi anlamından başka bir şeye tekabül etmeyecektir.

İradenin zaferi filminde geçen bir sahnede geçtiği gibi : “HİTLER ALMANYADIR, ALMANYA HİTLER” “ Artık kötülük sıradanlaşmış, bürokratik bir çarkın dişlisinden başka bir şeyin anlamı olmamaktadır. Hannah Arent, bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Alman halkının kendi geçmişiyle ilişkisini (konuyla ilgilenen uzmanlar on beş yılı aşkın bir süredir bu işin içinden çıkamıyordu) çok az şey bu kadar açıkça ortaya koyuyordu: Öyle ya da böyle, aldırış etmiyorlardı, katillerin ülke içinde elini kolunu sallaya sallaya dolaşmasını önemsemiyorlardı, çünkü bunların hiçbiri kendi özgür iradesiyle cinayet işleyecek gibi değildi. Ne var ki dünya kamuoyu -daha doğrusu Almanya dışındaki bütün ülkeler, Almanların tek kelimeyle das Ausiand dediği şey- Almanların cezalandırılması konusunda diretse, Alman halkı bu isteği seve seve (en azından bir dereceye kadar) yerine getirirdi. (Arenth: 2012) Arenth’in dediği gibi, aslında hiçbir Alman yurttaşı kendi iradesiyle, bilinçli bir şekilde bir Yahudiyi ya da Çingeneyi katletmek, öldürmek istememişti, onlar Faşizmin oluşturduğu propagandayla birlikte, Hitler’i yasanın ve doğruluğun ve yanlışlığın merkezi kabul ettikleri için Hitler’in söylediği emri yapmak, Alman olabilmenin tek şartı gibi olmuştu. Arenth yine devam ederek şunları söyler: :”Eichmann’ın yaklaşımı ise daha farklıydı. Her şeyden önce, cinayet suçlaması asılsızdı: “Yahudilerin öldürülmesiyle hiçbir ilgim yok. Hayatım boyunca ne bir Yahudi’yi ne de Yahudi olmayan birini öldürdüm – hayatım boyunca kimseyi Öldürmedim. Bir Yahudi’yi veya Yahudi olmayan birini öldürme emri vermedim, kesinlikle böyle bir şey yapmadım.” Veya daha sonra açıklamasını biraz daha daraltarak söylediği gibi, “Bir kere bile yapmak zorunda kalmadım” -buna karşılık böyle bir emir alsa, zorunda kalsa, şüphesiz kendi babasını bile öldürecekti. Bu nedenle sadece -Kudüs’teyken “İnsanlık tarihinin en büyük suçlarından biri” ilan ettiği- Yahudi katliamında “yardım ve yataklıkla” suçlanabileceğim tekrar tekrar söyledi. (Arenth: 2012: 182) Babasını dahi, Hitler’in propagandasıyla öldürebilecek bir vatandaşlık tasavvuru olan totaliterizim, aslında kitleleri nasıl da yönlendirdiğini bu cümleden de anlayabiliriz. Hitler, bir toplum, bir vatandaş, bir devlet inşa etmek istiyordu, bu vatandaş kesinlikle kendi oluşturduğu ideallere sorgusuz sualsiz uyacak ve gerekirse “babasını dahi katledecekti. Yasa, Carl Chimitt’in de Siyasal İlahiyat, kitabında belirttiği gibi OHAL’e, yani istisnaya karar verenin tekelinde olan bir şeydir. Yasa koyucu istediği an yasadan vazgeçebilen ve yeni bir yasa koyabilendir. Yasa, yasa koyucunun isteklerine göre şekillenen bir güç temerküzüdür. Hitler’in Almanyasın’da da yasa Hitlerin kendisiydi, onun ağzından çıkan her şey yasanın kendisiydi. Almanlar, Yahudileri katlederken kötü bir şey değil, yasanın gereğini yapıyorlardı.

Olağanüstü halden bahsedebilmek için prensip olarak sınırsız yetkinin söz konusu olması, yani mevcut düzenin bütünüyle askıya alınması gereklidir. Böyle bir durumda hukuk geri adım atarken devletin baki kalacağı aşikardır. Olağanüstü hal, anarşi ve kaostan farklı bir şey olduğu için hukuk düzeni değilse de, hukuki anlamda bir düzen hala mevcuttur. Burada, devletin varlığı, hukuki normun geçerliliği karşısında tartışmasız üstünlüğünü kanıtlar. Karar, kendini tümü normatif bağlardan kurtarır ve gerçek anlamda mutlak hale getirir. Olağanüstü halde, devlet, hukuku kendini koruma hakkına dayanarak askıya alır. Hukuki düzen kavramının iki unsuru burada karşı karşıya gelir ve kavramsal bağımsızlıklarını ispatlar. Kararın bağımsız unsuru normal durumda nasıl bir minimuma indirgenebiliyorsa, normda olağanüstü halde yok edilir. Buna rağmen olağanüstü hal, hukuki idrakın erişim alanında kalır çünkü her iki unsur –norm gibi karar da- hukuk çerçevesinde varlığını sürdürür. (Schmiit: 2010)

Yine Hannah Arenth’e söz vererek devam edelim. “Öyleyse, cinayetin suç ortağı olmakla itham edilse, bu suçu kabul mu edecekti? Belki de, ama şüphesiz suça önemli sınırlamalar getirecekti. Geçmişte yaptıkları, ancak bugün içinde bulunduğumuz koşullar acısından değerlendirildiğinde suç sayılabilirdi ve her zaman yasalara saygılı bir vatandaş olmuştu; zira Üçüncü Reich’ta, Hitler’in şüphesiz elinden gelen en iyi şekilde yerine getirdiği emirleri “kanun sayılırdı”. (Savunma Eichmann’m tezini desteklemek için, Üçüncü Reich döneminde en tanınmış anayasa hukuku uzmanlarından biri ve günümüzde de Bavyeral Milli Eğitim ve Kültür Bakanı olan Theodor Maunz’un ifadesinden alıntı yapabilirdi.

Maunz, 1943’te yayımlanan “Polis Teşkilatının Yapısı ve Polis Yasası” başlıklı makalesinde şunları yazmıştı: “Führer’in komutası…mevcut yasal düzenin mutlak merkezidir.”) Bugün kalkıp Eichman’ın zamanında başka türlü de hareket edebileceğini söyleyenler, o dönemde işlerin nasıl yürüdüğünü ya bilmiyorlar ya da unutmuşlar.” (Arenth: 2012: 234)

Kitlelerin içerisinde kalan birey, kitlenin içerisinde birer atomize olarak kendi başına kitlenin ruhu olur, kitlenin içerisinde tüm kitleyi temsil ettiğini sanar. Kitlenin kendisinin içerisindeki gücü kendi bireyselliğine vurarak, var olur. Kitle, bireyde, birey kitle de gözükür. Birey kendini, kitlenin gücünde içselleştirir. Kitle, bireyin kendisi olur artık. Birey, artık bu kitleyi kontrol eden yapının sadece emirlerini yerine getirmek için yaşamaya başlar, yapılan şeyin iyi ya da kötü olması, kitleyi kontrol edenin tasallutu altındaki bir üst merciye kaymıştır. Kötülüğün sıradan bir vaka olarak görünmesini de Alman vatandaşların Yahudilere yaptıkları muamelede onları bir Yahudi olarak değil de verilen bir emirin yerine getirilmesi olarak görülmesinde görünür olmuştur. Arenth bu durumu da şöyle anlatmaktadır: “Hepsi “işinin kölesiydi”, onlar için her şey “paragraflarla ve emirlerle belirlenirdi, başka hiçbir şeyle ilgilenmezlerdi”; kısacası, savunmaya göre, tıpkı Eichmann gibi onlarda kesinlikle çarkın “küçük dişlilerinden” başka bir şey değillerdi. Bütün bunlar Führer’in emirlerine sorgusuz sualsiz itaat etmek anlamına geliyorsa, hiçbiri bu çarkın küçük dişlilerinden başka bir şey değildi.” ( Arenth: 2012: 243)

Totalitarizmin en büyük özelliği sorgusuz sualsiz itaattir. Bu itaatte büyük bir ideale, ütopyayadır. Almanya’da bu ütopya, Nazi ırkına, Nazi devletine ve Nazilerin başı Hitler’e olarak kendini göstermiştir.

Nazizim / Faşizm / Totalitarizm Propagandası ve “İradenin Zaferi” Filmi

Propaganda, tarih boyunca çeşitli şekillerde tanımlanmış bir kavramdır. Latince “propagare” kelimesinden gelen propaganda kavramı, “yayılacak şeyler” anlamına gelmektedir. Propaganda; “bireyler ve gruplar aracılığıyla diğer grupların kanılarını, görüşlerini ve davranışlarını, iletişim araçlarını kullanarak, propagandacının istekleri doğrultusunda etkileme, değiştirme ya da kontrol altında tutmaya yönelik bilinçli bir davranıştır. (Özsoy, 1998: 5)

Faşizim / Nazizim ideolojisi de kendisini halk yolunda meşru kılabilmek için çeşitli propaganda tekniklerine başvurmuştur. Kitle iletişim araçları, demokrasi ve kapitalizm tüm halka ulaşabilecek, tüm halkı bir ideoloji içerisinde inşa edecek özellikleri sunacak özelliktedir. Hitler’in sesinin gidemeyeceği hiçbir yer yoktur artık. Modern araçların hepsiyle halka ulaşıp, onları kendi istekleriyle oluşturmak, neye inanıp neye inanmayacağını, varlığının amacının ne olacağı, ne zaman uyuyup ne zaman kalkacağı, kimi sevip kimi sevmeyeceğinin kitle iletişim araçları yoluyla rıza üretilerek belirlenmesi faşizmin en büyük özelliğidir. Faşizm de bir kitle, belli bir inanç doğrultusunda şartlanır ve o inancın uğruna her şey feda edilebilir. Faşizmin kılcal damarlara kadar girmesinin en büyük sebebi, kitle iletişim araçlarıyla uygulanan propaganda yöntemidir.

Propaganda etkinliğinin sanatsal yöntemlere başvurarak “rıza üretimi”nde kullanılabilmesi için öncelikle kitle iletişim araçlarının varlığına gereksinim duyulmaktadır. Kitle iletişim araçları ise ekonomik, siyasal ve kültürel “seçkin”lerin ideolojik bakış açılarını yansıtan iletileri yayarak “kültürel hegemonyanın” varlığına katkıda bulunmaktadır. Chomsky ve Herman; Rıza Üretimi’nde tüm haberlerde baskınlıkları hissedilen “elit konsensüs”ün olayları nasıl belli bir ideolojik bakış açısıyla sunduğunu ortaya koymaktadır. (Aktaran: Altun: 2010: İnceoğlu, 2007). Radyo, televizyon, gazete, sinema gibi iletişim araçlarının toplumun erk sahipleri tarafından yönlendirilebilir olması, “rıza üretimi” kavramının izleyici kitleleri üzerindeki negatif etkisine atfen “sorunlu” ve “sakat” yönünün kaynağı olarak gösterilebilir. “Rıza Üretimi” kavramı daha I. Dünya Savaşı sırasında dile getirilmiştir. Hitler Almanyası’ndan çok daha önce Birinci Dünya Savaşı sırasında oldukça etkin çalışan Creel komisyonu’nun üyesi Walter Lippmann propaganda çalışmalarından çıkardığı derslerden hareketle demokraside “rıza üretimi” denen yeni bir sanat olduğunu söylemekteydi. (aktaran. Yılmaz: Hakan: 2007: Chomsky, 1997). Ona göre rıza üretimi yoluyla, biçimsel olarak katılım hakkına sahip olan insanların seçim ve tutumları, her zaman onlara söylendiği gibi davranmalarını sağlayacak şekilde yapılandırılabilmekteydi.

Bireylerin dünyaya, çevrelerine ve özellikle kendilerine ilişkin fikirlerini manipüle etmek için reklam filmleri, diziler, haberler, müzik videoları, sinema filmleri, gazete ilanları, dergiler, internet vb. ortamlarda tek tipleşmiş moda ikonları, referans politikacılar, akademisyenler, ekonomistler boy gösterir. Bu araçlarda hedef kitleyi etkilemek için çoğu zaman sanatsal yöntemlere başvurulur. Bazen bir grafik tasarımında çok ünlü bir resim esin kaynağı olur, sanatçının eseri sanatçının onu yapış amacı dışında, “sattırma” eyleminin aracı olur. Bazen de sanatsal değeri takdir gören bol ödüllü bir sinema filminin başrol oyuncusu, seçim kampanyasında iktidardaki siyasi parti adına çalışarak seçmenleri ardından sürükleyebilir. Olaylara “seyirci” olması gereken halkın “seyrettiği”, “dinlediği” ve “okuduğu” mesajların yönetici seçkinler için taşıdığı büyük önem, amaca ulaşmak için her yolun mubah görüldüğü propaganda etkinliğine iletişim süreci içinde hak ettiği tarihsel değerini vermeyi gerektirir. (Altun: 2010) Chomsky’nin pek çok insanı etkileyen propaganda etkinliklerinin başarısının bir kişiyi özellikle etkilediğini ve bunun gelecek için büyük önem taşıyacağını söylerken kastettiği kişi Hitler’den başkası değildir. Hitler “Mein Kampf”da Almanya’nın savaşı, propaganda savaşını başaramadığı için kaybettiğini yazmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerin yaptığı propagandanın gücünden çok etkilenmiş, 1918 senesinde deniz kuvvetleri ile cephede çıkan isyanların ana sebebinin de bu olduğuna inanmıştır. Britanya ve Amerikan propagandasıyla baş edemeyen Almanlar İkinci Dünya Savaşı’nda bunu başarırlar Propagandanın görevi, örgüt içi taraftar toplamaktadır. İkinci görevi yeni doktrini anlatmak ve benimsetmektir” diyen Hitler, propagandacının amacının kitlelerin dikkatini belirli olaylar, gereksinimler üzerine çekmek olduğunu vurgulamıştır. (aktaran: Altun: 2010: Hitler, 1972). Hitler daha sonraları “Propaganda iktidarı elde tutmamızı sağladı, dünyayı fethetme olanağını da bize yine propaganda verecek” yorumunu yapmaya fırsat bulacaktır. (aktaran: Altun: 2010; Domenach, 1995: 15). Aslında Hitler’in savaşı kazanabilmek için propagandaya verdiği bunca değer boşa değildir. Çünkü artık savaşlar, I. ve II. Dünya Savaşı’ndan önceki dönemlerde yapılan bölgesel, ulusal çaptaki savaşlara benzememektedir. Bu iki savaşın geniş çaptaki çatışma sahalarına, geleneksel biçimlerle toplanan asker sayısı yeterli gelmeyince, devreye estetize kalıplara sokulmuş propaganda yöntemlerinin girmesi kaçınılmaz olmuştur. Hitler döneminde yapılan “Entartete Kunst” (Yozlaşmış Sanat) sergisi de, resim, heykel gibi sanat eserlerinin sergilenme yöntemlerinin bile nasıl bir propaganda etkinliğinin parçası ve amacın eserlerin sanatseverlerle buluşması yerine, sanatçıları etnik kökenlerinden dolayı izleyenlerin gözünde küçük düşürmenin ilk örneği olabileceğini göstermiştir. Clark’ın (aktaran. Altun: 2010: Clark 2004: 88) belirttiğine göre 1937’de Münih’te açılan bu sergi daha sonra on üç alman ve Avusturya şehrini dolaşmış ve toplam üç milyon kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Bu nedenle şimdiye kadar en fazla kişinin ziyaret ettiği sergi olarak tanımlanmaktadır. Bu rakamlar bile örgütlü propagandanın sanatın tek başına ulaşamayacağı etkiyi göstermesi açısından önem taşımaktadır. Bu faaliyetlere bir de radyo, sinema, gazete, dergi, internet ve özellikle de televizyon gibi kitlelere hitap eden araçların katkısı düşünüldüğünde, propagandanın gücünün ulaşacağı kapsamın boyutları tartışmasız katlanarak büyüyecektir. (Altun:2010)

Dünyayı propaganda ile fethetme planlarının ünlü sahibi Hitler, 1914’te savaşın ilk karışık günlerinde bir Bavyera alayına katılmış, kısa sürede düşük rütbeli bir asker için aşılmadık bir şekilde iki kez onur nişanına layık görülmüştü. (aktaran: Altun: 2010: Roberts, 2003: 350). Askerlikteki kişisel başarısından sonra Almanya’nın yenilgisini kabullenmesi zorlaşmış, bundan sonraki yaşamında, Almanya için verilen 1918’deki Versailles hükmünü bozmak için uğraşmaya başlamıştır. Roberts onun ordu tarafından siyasi ajan olarak eğitildiği bir dönemin ardından, en büyük yeteneğini keşfettiğini vurgular: Kitleleri büyüleme yönündeki şaşırtıcı yeteneği. “Hitler siyasete milliyetçi tahrikçi olarak girdi ve hipnotize edici etkileyicilikte bir hitabetle Versailles’ı lanetledi. Siyasi araç olarak Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne girdi.” (aktaran: Altun: 2010: Roberts, 2003: 350). 1929 ekonomik bunalımının ardından 1932 yılı rakamlarına göre 6 milyon işsizin bulunduğu Almanya’da parlamentoya karşı memnuniyetsizlik belirmişti. Nazi ırkçı ideolojisi, “1919’dan itibaren doğudan gelecek bir Bolşevik-Yahudi tehdidi” söylemiyle aynı noktada buluştu. (aktaran: Altun: 2010: Roberts, 2003: 361). İşte bu noktada propaganda uygulamalarına ve dolayısıyla kitle iletişim araçlarına büyük gereksinim doğmaktaydı. 1933 yılının Ocak ayında, Komünistlerin genel grevle tüm ekonomiyi işlemez duruma getirerek bir “devrimci durum” yaratacakları konusundaki endişeler o derece derinleşmişti ki, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg Hitler’i, Katolik Merkez Parti’yle istikrarlı bir koalisyon kuracağı umuduyla başbakan atadı. Koalisyon kurmayan Hitler, ülkeyi yeniden bir genel seçime götürdü. (Aktaran: Yılmaz: 2007: Hitler: 2008). 5 Mart 1933’te demokratikliği tartışma götürür yöntemlerle, radyoyu da tekeline alarak seçimleri kazandı. Hitler ülkedeki bütün aksaklıkların nedeni olarak Yahudiler ve çingeneler gibi bazı azınlıkları gösteriyor, Alman ırkının üstünlüğünden bahsediyordu. Naziler Yahudiler’e zulmetmeye başladıklarında liberal Avrupa büyük bir şaşkınlıkla, en gelişmiş toplumlarından birinde ortaçağ Avrupası’nın planlı katliamlarına tanık oldu. Eylül 1939’a gelindiğinde, 1933’teki 525,000 kişilik Alman Yahudi nüfusunun dörtte birden fazlası Almanya dışına göçmüştü. (aktaran: Altun: 2010: Friedlander, 1997: 388). Hitler ve dönemin propagandadan sorumlu bakanı Goebbels’in planlı propaganda çalışmaları Hitler rüzgarına kapılan Alman halkının gözlerini adeta kör etmiş, yapılan katliamların gerçekliğine ya hiç ihtimal vermemelerine ya da tamamen göz ardı etmelerine sebep olmuştu. (Altun: 2010)

1929 ekonomik buhranı sonucu 1932 rakamlarına göre 6 Milyon Alman’ın işsizliğinin sorumlusu olarak, Yahudiler ve Çingeneler gösterilirken, yine 1918’deki Versailles anlaşmasında Almanların ekonomik olarak çöküntüye girmesi ve Hitlerin Avrupalıların, Almanya’ya haksız yaptığını belirtmesi; kendi ırklarının kutsallığından bahsederek artık bir Tek Almanya’nın ve bir tek İmparatorluğun, Almanya’yı kurtaracağı inancına götürmüştür. Nazi ırkçı ideolojisi 1919’dan itibaren doğudan gelecek bir Bolşevik Yahudi tehdidi söylemiyle aynı noktada buluşmuştur.

1933 yılında hükümeti kurma göreviyle iktidara gelen Adolf Hitler ve onun partisi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin, artık kitlelere kendisini kabul ettirmesi ve kendi düşüncelerinin somutlaşması gerekecektir. Yeni bir politik ve felsefî duruşu arkasına alan bu yapılanma göreve gelir gelmez Almanya’daki hemen her şeyi yeni bir işleve sokmuş, kendi meşruiyetini de özellikle propaganda çalışmaları ile sağlamaya çalışmıştır. Hitler, bunun içinde dönemin ünlü oyuncusu ve yönetmeni Riefenstahl’dan bir sanat filmi çekmesini; hatta Rusların “Potemkin Zırhlısı” gibi bir film çekmesini Propaganda bakanı Joseph Gobbels aracılığıyla kendisine ulaştırdığını ifade etmektedir. 1993 yılında Ray Müller tarafından yazılıp yönetilen Die Macht der Bilder: Leni Riefenstahl adlı belgeselde ünlü film yönetmeni Leni Riefenstahl’ın hayatı ve bilhassa Naziler ile olan ilişkileri, İrâdenin Zaferi adlı film üzerinden ele alındı. Bu belgesel de Riefensthal şunları söylemektedir:

“Riefenstahl, filmi bizzat Hitler ve propaganda bakanı Joseph Gobbels’in istediğini ve filmin çekimi ile ilgili her şeyi bizzat onların ayarlamış olduğunu belirtiyor. Kendisinin tek yaptığının ise yönetmek ve kurgu olduğunu söyleyerek Nazi sempatizanlığı yaptığı suçlamalarını reddediyor. Geçmişe dönüp baktığında bu filmi hazırlamaktan rahatsızlık duyup duymadığı kendisine sorulan Riefenstahl, filmden sadece kendisini mutsuz ettiği, kötü anılmasına neden olduğu için rahatsızlık değil ama mutsuzluk duyduğunu yoksa filmde aslâ Nazi sempatizanlığı yapmadığını, sadece sanatsal bir film çektiğini dile getiriyor. Burada önemli bir etik tartışması olarak sanat ve politikanın işlevi mühim bir yer kaplıyor. Riefenstahl’a göre bir sanatçı salt sanatına odaklanırsa politika ile uğraşamaz ve sanat ile politika tamamıyla farklı şeylerdir. Bu açıdan ona göre kendi yaptığı film Hitler’in de bizzat “sanatsal” bir film istemesi sonucu ortaya çıkmış, aslâ propaganda olarak kameraya alınmamıştır. Bunu kabullendirmek için Riefenstahl’ın verdiği örnekler ise SSCB’de çekilen filmler. Örneğin Pudovkin ve Eisenstein’ın da benzer filmler çektiğini ama yalnız kendisinin suçlandığını dile getiren Riefenstahl, kendisine Müller’in sorduğu sanatçının politik olmasının gerekip gerekmediği sorusuna da bu yolla karşı çıkıyor. Ancak Riefenstahl’ın verdiği cevap burada ilginç; zirâ Elisabeth Noelle-Neumann’ın “Suskunluk Sarmalı”nı doğrularcasına cevap veriyor: Yüzde doksan Hitler’in arkasındaydı, ona karşı çıkan çok az kişi vardı. Ben de mi karşı çıkmalıydım?” (aktaran. Aslan, Evrim: 2015)

İrâdenin Zaferi, 1934 yılında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin Nürnberg şehrinde düzenleyeceği 6. Kongre’nin belgelenmesi için bizzat Adolf Hitler ve Joseph Gobbels’in isteği ile Leni Riefenstahl’ın çektiği belgesel filmdir. Henüz 1933 yılında göreve gelmiş olan Adolf Hitler hükümeti, göreve geldikten hemen sonra bir tek parti yapılanmasını hazırlamak için girişimlere başlamış, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Alman yenilgisi ve bunu takiben ortaya çıkan yüksek enflasyon, işsizlik ve yüksek savaş tazminatı ödemelerinin yarattığı psikolojik yıkımı ortadan kaldırmak, artık Almanya’nın ayakları üzerine kalktığını hem Almanya hem de tüm dünyaya göstermek amacıyla kongreyi bir gövde gösterisine, büyük bir törene çevirmeye karar vermişti. Tıpkı Lenin’in de dikkat çektiği üzere sinema bunun için eşsiz bir araçtı. Nasıl ki okuma-yazma oranı son derece düşük olan yeni kurulmuş SSCB’de partinin ideolojik duruşunu halka yaymanın, bu duruşun kabul edilmesini sağlamanın en mantıklı yolu sinema olarak belirlenmiş ve bu amaçla Pudovkin, Eisenstein gibi ünlü yönetmenler eliyle pek çok film çekilmişse, Hitler hükümeti de aynı mantığı okuma- yazma oranı düşüklüğünden değil ama esas olarak, kurulan yeni rejimin bir tek lider etrafında kenetlenebilmesi, partinin ideolojik duruşunun kolayca benimsenebilmesi için kameraya büyük önem vermişlerdir. Tam da bu nedenden ötürü, İrâdenin Zaferi salt bir kongre belgelenmesi değil aynı zamanda sanatsal yönleri de bulunan, çağına göre son derece ileri teknik olanaklarla çekilmiş bir propaganda filmi olarak ortaya çıkmıştır. (Evrim: 2015)

Hitlerin Propaganda bakanı Gobbels: “Çoşkumuzun parlak alevi, uygar siyasi propagandanın yaratıcı sanatına ışık ve sıcaklık verir” diyerek propagandayı yaratıcı sanatla bağdaştırırken “sanat” sözcüğünün pratikteki anlamı kitleleri ikna etme yöntemlerine denk düşmekte, günümüzde “rıza üretimi” kavramı, “yaratıcı sanat” tanımlamasıyla oldukça örtüşmektedir. Goebbels’in “uygar siyasi propaganda” deyimini, onun şu cümleleri daha iyi açıklar: “Güce dayalı kuvvete sahip olmak güzel olabilir. Ama halkın kalbini kazanmak ve muhafaza etmek daha iyidir”. Hitler ve dönemin propagandadan sorumlu bakanı Goebbels’in planlı propaganda çalışmaları Hitler rüzgarına kapılan Alman halkının gözlerini adeta kör etmiş, yapılan katliamların gerçekliğine ya hiç ihtimal vermemelerine ya da tamamen göz ardı etmelerine sebep olmuştu. Nazi döneminde, yapılan propagandayla kitleler verilen emirlerin sadece uygulayıcısı konumunda kalmışlardır. Sinema da verilen emirlerin doğruluğunu anlatmaya bir araç olarak kullanılmıştır. Nazi sinemasının asıl belirleyici niteliği, gösteri öğesinin geniş yığınları egemen ideolojiye karşı edilgen-pasif- duruma getirmedeki başarısıdır” (Dorsay, 1998: 40). Bu sinema, insanın, kitlelerin tutsaklığını, kör bağlılığını, gerçeklerden uzaklığını sağlamada bir araçtır. Genel olarak Nazi propaganda filmlerinde; Almanya her şeyin üzerindedir. Alman milliyetçiliği öne çıkarılmakta ve milliyetçi, ırkçı ve faşist söylemler kullanılmaktadır. Üstün Alman ırkı savunulmakta ve diğer ırklar aşağılanmaktadır. Filmlerde Führer’e kesin bir itaat vardır. Bunların yanında propaganda filmlerinde, Nazi disiplini altında her şey kusursuz, eksiksiz hazırlanmakta, her şey en ince ayrıntısına kadar hesaplanarak yapılmaktadır. İtaat ve inanmak, Nazi filmlerinde işlenen konuların özetidir. İzleyici, itaat ederek, sorgusuz sualsiz inanacaktır. İradenin zaferi filminde bir anlatıcı kullanılmamakta fakat Hitler’in filmin içine dağıtılmış beş ayrı konuşması yer almaktadır. Hitler’in halka hitaben yaptığı bu konuşmaların etkisi ve gücü oldukça fazladır. Bu konuşmalardan ilki işçilere hitaben yapılan konuşmadır. Hitler’in konuşmasında heyecan unsuru arttıkça genel plandan yakın plana aşama aşama geçilmektedir. Gençliğe hitap eden ikinci konuşmasının arasına genç insanların yakın plan yüz çekimleri girmektedir. Kamera ise Hitler’in etrafında yarımay çizerek hareket etmektedir (Ulutak, 2003: 31-33). Diğer konuşmalarda da Hitler alt açıdan ve oldukça yüksek kürsüden halka hitap eder. O yukarıda bir yerde tekdir, halk ise aşağıda ve kalabalıktır. Filmdeki görüntüler, sesler ve kurgu kelimelerden çok daha etkilidir Bu filmle birlikte halk ilk defa Hitler’in yakın plan çekimlerini görmektedir. Riefenstahl, Hitler’in her bir konuşmasını daha etkili kılabilmek için neler yapabileceğini önceden düşündüğünü ve sorunu her bir konuşmayı farklı açılardan çekerek çözdüğünü ifade etmektedir. Riefenstahl, “Hitler’in sahneleri arasında neleri keseceğinizi bilirisiniz. Burnunu sildiği ya da öksürdüğü anları filme almazsınız. Onun yerine çok daha etkili olabilecek, çok daha ilginç sahneleri alırsınız. Bunun politika ile hiçbir ilgisi yoktur” (Ulutak, 2003: 33) demektedir. Filmde kullanılan alt açı çekimlerle Hitler’in, olduğundan daha cüsseli ve yüce görünmesi sağlanmaktadır. Hitler, hem kürsüdedir, hem de alt açı çekimle halkın gözünde daha da yüce bir imaj kazanmaktadır. Belgeselde çekim/ters çekim gibi kurgu tekniklerini kullanan Riefenstahl, Hitler’in etrafında bir kişilik kültü inşa etmektedir. “Kurgulama kalıpları, Führer’i bir arzu nesnesine, etrafındaki kalabalığın taparcasına baktığı birine dönüştürür.” Karşılıklı bakış ve selam alışverişi, bir itaat bağı, benlik kimliğinin ulus ve partiyle özdeşleştiği bir bağ yaratmaktadır (Musser, 2003: 377). Hitler; Filmi çekmek için gerekli teknik aygıtlar bol miktarda sağlanmış ve zamanın en gelişkinleri içinden seçilmiştir. Aylardır hazırlıkları yapılan Nazi parti toplantısını filme çekmesi için Riefenstahl’in emrine 36 kameraman verilir. Nazi birliklerinin ve Parti’nin Nürnberg’de yaptığı tören ve kutlamaları başarıyla sergileyen filmin kadrosu çok büyüktür. Onlarca kamera, ses alma aygıtı, kamyonun kullanıldığı filmde bayrak taşıyan on binlerce grup yanında, Hitler ve Parti’nin önde gelenleri, üyeleri, on binlerce işçi, çiftçi ile yüz binlerce Alman vatandaşı yer almaktadır. NSDAP’nin kitlelere nasıl hakim olduğu gösterilmekte, Hitler’in sarf ettiği neredeyse her sözcük alkışlanmaktadır. Film 1935 Venedik Uluslararası Film Festivali’nde altın madalya, 1937 Paris Film Festivali’nde büyük ödül kazanmıştır. (Aktaran Odabaş: 2009). Birkaç gün süren NSDAP kongresini görüntüleyen Riefenstahl, askerlerin ülkenin farklı bölgelerinden yola çıkarak bir araya gelişini anlatmaktadır. Bu genç erkekler askeri kamplarda birlikte yemek yemekte, birlikte yıkanmakta, birlikte uyumaktadır. Gece yapılan konuşmalar, yemin törenleri ve ateş başında söylenen şarkılar gibi etkinliklerin yoğunluğu, bireysel düşünce ve hayal gücü kapasitesini en aza indirmek için fiziksel koşulların titizlikle tasarlandığına işaret etmektedir. Özel hayat yoksunluğu, tanıdık çevreden uzak olma ve uykusuzluk durumlarının duygusal savunmasızlı yaratmak için kullanıldığını belirtilir. “Tüm bu uygulamalar ritmik olarak saatlerce devam eden talimler, çalan davullar ve yinelenen tekerlemelerin görsel ve işitsel etkisiyle güçlendirilmiştir.” (Clark 2004: 71). Bireyin düşünmeye fırsatının kalmadığı bu tür ortamların yaratılması propagandanın amacına ulaşabilmesi için uygun zemini hazırlamaktadır.

Film, Totaliter bir yönetim olan Nazizm’in kendisini inşa etmek için kullandığı propagandayı içerir. Filmde Hitler’in beş konuşmasında nasıl bir totalitar rejimin olması gerektiği, kitlenin neye inanması neye inanmaması, nasıl bir vücudunun olması gerektiği her biri çok ince detaylarla anlatılmıştır. Film belgesel sinema kategorisinde değerlendirilir; ama Hitler ve Gobbels bu belgesele göre şehri, meydanları ve konuşmalarını kurgulamışlardır. Her şey totoliterizmin kendisini sinemada nasıl propaganda yoluyla temsil ettiğini gösterir.

İrade’nin Zaferi Filmi Totalitarizm ve Nazizm Göstergeleri Üzerinden Analiziİradenin Zaferi filmi; Film kocaman bir kartal heykeli ile giriş yapar. Kartal Alman ırkının yüceliğini simgeler. “ Reich Parti Günü 1934 Belgesi..” Führer’in emriyle gerçekleşmiştir. “ Yazısı girdikten sonra; sırayla 5 Eylül 1934 günü; 1. Dünya savaşının bitiminden 20 yıl; Almanya’nın ıstırap çekmesinin üstünden 16 yıl; Almanya’nın yeniden doğuşunun başlamasından 19 ay sonra yazısı yazar.

Adolf Hitler kendinse sadık yandaşlarını teftiş için yeniden Nürnberg’e uçtu diye başlar film. Uçak içinde kamera çekimlere devam eder, gökyüzü gösterilir bulutlar ile kamera uçağın ucundadır. Eski Şehir Nürmberg gösterilir. Uçak şehri gezer, baştanbaşa. Şehre önce gölgesi düşer. Şehir, uçağı bekler, Halk onu karşılar, uçak sanki bir Mesih’i temsil eder. Halk sıraya girmiştir, alkışlar biçiminde. Her birinde eller sembolik bir şekilde avuçlar kaldırılır. Hitler bir Mesih, bir Tanrı gibi yaratılmaya çalışılır. Onun varlığında tecessüm eder her şey, o kitlelerin Lacan’cı Psikoanaliz’e göre büyük ötekisidir, herkes onun onay vermesi ile var olur ve onun kutsamasıyla devlet kurulur. Kamera Hitler’i yüceltmek için alt açıdan, Nazi ordusunun görkemini yansıtmak için üst açıdan çekim yapar. Kurgu özenli ve ritmiktir. Susan Sontag’a , İrade’nin Zaferi’nde anlatıcı bir ses olmasa da, film Nuremberg mitingini Alman tarihindeki kurtarıcı zirve noktası olarak haber veren yazılı bir metinle başlamaktadır. Bu yazı filmin taraflılığına işaret etmektedir. Film, gerçekliğin kökten dönüştürülmesini ve bunun başarılmasını göstermektedir. İradenin Zaferi filminde tarih, tiyatro haline getirilmektedir.

Cheshire, filmin girişinde kullanılan bu dramatik öğelerin Hitler’i Tanrısallaştırdığını ifade etmektedir. “Hitler’in uçarken ki görüntüsü ile Tanrı’nın yeryüzüne insanlarıyla buluşmak üzere inişi arasında paralellikler kurulabilir. Seyrettiğimiz figür bir adam figüründen çok, yeryüzüne iniş yapmakta olan Tanrısal bir mittir” (Ulutak, 2003: 33). Burada Riefenstahl, metaforik olarak Hitler ile Tanrı arasında bir ilişki kurmaktadır. Gerçekte Tanrı’ya ait olan özellikleri, Hitler’e aktarmaktadır. Totalitarizm’in en büyük özelliği de budur. Tek lider, Tek Parti ve Tek Ülke şeklinde kendini gösterir.

Havaalanından Hitler, arabaya binerek, tüm halka selam eder, müzikte ona göre kurgulanmıştır. Hitler, herkesi kutsar. Nazi işaretleri ile tüm şehir kuşatılmıştır. Şehir tamamen yollarda Hitler’in geçişine göre ayarlanmıştır. “Führer ve çocuklar arasındaki ilişkiye sürekli değinirler, çocuklar sürekli kamera tarafından gülücüklerle gösterilir. Tüm halk adeta Mesihine ulaşmıştır. Führer, ellerini açar ve tüm şehri selamlar. Halk avuçlarını açar ve havaya kaldırarak Führer’in ismini söyler. Führer’de sürekli onları elleriyle selamlar. Hitler, şehri gezmiş otel odasına gelmiştir. Hitler’in otelinin önüne bando gelir. Gece olmuştur. Büyük binalar gösterilir. Şehir tanıtılır.

Nazi propagandası, kitleleri egemenliği altına almak için özellikle büyük anıtsal mimari yapılara önem vermektedir. Anıt mimarisi, otoriter ideolojilerin kendini kitlelere kabul ettirme biçimlerinden biri olarak kullanılmaktadır. Anıtsal yapılar kitleye ve bireye karşı toplumsal, politik, ekonomik gücü ellerinde tutanların uyguladıkları bir tür simgesel güç yöntemine dönüşmektedir. Otorite ve toplumsal hiyerarşiyi gösteren bu yapıtlar içinde ve karşısında olan birey, bu gücü derinliklerinde hissetmektedir. Bu yapılar aracılığıyla, devletin gücü bireye dolaysız olarak gösterilmektedir. Bunlardan dolayı da Hitler, pek çok anıtsal mimari yapıların inşası için çalışmalar yapmıştır. (Yılmaz: 2007) İradenin Zaferi filminde de sürekli büyük anıtsal binalar ve geniş stadyumlar gösterilir. Stadyumlarla ilgili de Hitler, Albert Speer, 340.000 izleyicili Zeppelin Field Stadyumu’nu inşa etmekle görevlendirir. 1937 Paris Dünya Fuarı’nda, Alman Pavyonu Speer tarafından çizilir. Bu yapı ülkenin sembolü olan kartal ve gamalı haçla sonlandırılır. Alman başarısının sembolü ve gururunu yansıtacak biçimde ve anıtsal olarak tasarlanmakta, bu binalardaki denge, simetri, geometrik düzgünlük iktidarın gücüne işaret etmektedir. (Yılmaz: 2007)

Nazi bayrakları hep şehri kuşatmıştır. Sıradan halktır. Şehrin kendisi ve Hitler arasında bir bağ kurulur. Her şey Hitlerin, kuracağı toplum için oluşturulmuştur. Hitler’in kendisi ve şehir arasında fark yoktur.

Şehirden sonra, sahne “Hitler Gençliği ve Alman gençliği kampına geçer. Bu kamp Nürmberg şehrinin dışındadır. Binlerce çadırdan oluşmuştur. Bando ekibiyle tören başlar, çocuklar çadırlarda kalır. Her birisi traş olur. Gençtir hepsi, vücutları sağlıklı ve kaslıdır. Yıkanırlar, temizlenirler. Birliktedirler, dayanışma içerisinde ideal bir gençlik yansıtılır. Birlikte çalışarak, odun getirirler. Vücut ön plandadır. Hep birlikte yemek yaparlar dayanışma ile. Müzikte o dayanışmaya göre ritmiktir. Film, Hitlerin nasıl bir gençlik istediğini gösterir. Her şey boldur. Her genç çıplak bir şekilde yemeğini yer. Eğlenirler. Güreş yaparlar, atletiktirler. Çadırlar büyük bir düzen içindedir. Çocuklar hep güler. Gülücükler çok yansıtılır. Nizam içerisinde yarışlar yaparlar. Ve çocuklar bir dayanışma içerisinde Hitlerin gençliğini oluşturlar. “Bayraklarla ve gamalı haçlarla donatılmış şehrin sokaklarında arkadan gelen müziğin ritmine uygun kamera hareketleri eşliğinde dolaşılmaktadır. Kilise çanları çalmakta ve aşağıda görülen yüzlerce askeri çadırdan, yüzlerce genç yeni güne uyanmaktadır. Sağlıklı, neşeli, çıplak erkeklerin kimi tıraş olmakta, kimi ise banyo yapmaktadır. Bu sıradan işler neşe ve coşku ile yapılmaktadır. Aynı coşku ile birbirleriyle güreşirler, yarışırlar. Askerler marşlarla, mekanikleşen hareketleriyle, fiziksel güçleriyle, disiplinleriyle göz doldururlar. “Hitler’in askerleri dünyanın en mutlu askerleridir. Riefenstahl, bir orkestra şefi gibi mitingi yönetmektedir” (Ulutak, 2003: 33). Bu genç erkekler, askeri kamplarda birlikte yemek yiyip, birlikte yıkanıp, birlikte uyumaktadır. Gece yapılan konuşmalar, yemin törenleri ve ateş başında söylenen şarkılarla devam eden etkinliklerin yoğunluğu, bireysel düşünce hayal gücü kapasitesini en aza indirmek için fiziksel koşulların titizlikle tasarlandığına işaret etmektedir. Tüm bu uygulamalar ritmik olarak saatlerce devam eden talimler, çalan davullar ve yinelenen sözlerin görsel ve işitsel etkisiyle güçlendirilmiştir” (Clark, 2004: 69).

Totalitarizim kendisini beden üzerinden inşa eder. Her yere hükmetmesi ve insanın kendi doğasını değiştirmesi üzerine ona tahakküm eder. İradenin zaferi filminde de gençlerin nasıl bir gençlikte olması gerektiği, vücud yapılarının, kas yapılarının nasıl olması gerektiği sürekli vurgulanır. Filmde sürekli çocuklara yönelmesi ise kameranın Nazi ideallerinin çocuklarda olduğunu simgeler.

İkinci bir sahneye geçilir, gençlerden sonra. Çiftçilerin resmi geçidi geleneksel kostümleri içinde ve Hitler’e hasatlarını sunuyorlar. Geleneksel kıyafetler giyilmesinin sebebi Hitler’in kendisini dayandırdığı yerin Ortaçağ olmasından kaynaklanır ve referans gösterir kendi tarihine Hitler. Çitçiler, nizami bir şekilde yürüyorlar. Sırayı bozmuyorlar. Çocuklar ve kadınlar çok edilgen sunuluyor. Hitler çiftçileri karşılıyor. Onların ürünlerini takdis ediyor. Çiftçiler genelde kadın olarak sunuluyor. Çiftçiler, Hitlere saygılarını sunuyorlar. Hitler daha sonra işçilerin yanına gidiyor. İşçilerin ellerinde kocaman bayraklar vardır. Halkın tüm kesimini içine almıştır, Hitler. Hitler’in bakanları da takdis edilir. Tüm halk, bakanları saygıyla selamlar.

Dahasonra NSDAP kongre salonuna geçilir. Yine kartal simgesi öne çıkar. RudolpHess, Hitler’in vekili Altınca Parti gününün kongresini açar. Nazi sembolü tüm salonu kapsar. Sembollerin ideolojik mücadeleleri bilinçdışıyla kuşatan bir yönü vardır. Sürekli aynı sembollerin tekrarlanması, bir harekatın zihinsel olarak insanları kuşatmasına sebep olur. Filmde sürekli aynı sembollerin gözükmesi ve tekrarlanması, ideolojinin kendisini insanların tüm hayatlarında göstermesine imkan tanır. Özne, semboller yoluyla inşa edilir. İstenen özne ise tamamen edilgen ve sembolün kast ettiği yapıya uyan bireylerdir.

Susan Sontag’a göre, İradenin Zaferi’nde belge -görüntü- yalnızca gerçekliğin kaydı değildir; gerçeklik görüntüye hizmet etmesi için oluşturulmaktadır. Ferro’ya göre filmin hedefi iki yönlüdür: İlki Nazilere parti içi dayanışmayı göstermektir. Bu nedenle önderlere yer verilmekte, bu önderler bir şeyler söylemekte ve Almanlar da böylece gerçek önderlerinin kim olduğunu görmektedirler. İkincisi ise, bu güçlü imajla dış ülkeleri etkilemektir. Bu iki hedef filmde şu şekilde verilmektedir: Filmde genç Naziler kare ve dikdörtgen bloklar halinde dizilmektedirler. Bu şekilde Weimar Cumhuriyeti’nin ters çevrilmiş görüntüsünü temsil etmektedirler; kuvvet, birlik ve toplanma. Kuvvet fikri ordu görüntüsü ile aktarılmaktadır. Siyasal partiler halinde bölünmüşlük değil, toplanma vardır. Bütün gruplar birbirinin eşi durumundadır. Filmde Büyük Almanya’yı yeniden birleştirme istenci söz konusudur. Silahlı Kuvvetlerin temsilcilerinin şuan da Führer’in emri altında olduğunu söyler. Rudolp Hess, konuşmasına şöyle devam eder: Liderim: Führer’im. Bu Nasyonel Sosyalizmin sancaklarını ve bayraklarını diktin. Yıprandıkları zaman insanlar anlayabilecekler; sonradan anlayacaklar zamanımızın büyüklüğünü, çünkü sen liderim. Almanya’ya çok şey ifade ediyorsun! “SİZ ALMANYASINIZ! SEN HAREKETE GEÇİNCE, HALK HAREKETE GEÇİYOR. SEN YARGILADIĞINDA, İNSANLAR YARGILIYOR. Salon alkışlar ile kopar. Şükranlarımız senin yanında olma yeminidir. İyi günde, kötü günde ne olursa olsun! Liderliğine teşekkürler, Almanya anayurt olarak ulaşabilir olacak. Dünyadaki bütün Almanlar için anavatan. Bizim için zaferin garantörüydün. Bizim için barışın garantörüsün! ADOLF HİTLER YAŞASIN ZAFER! Bu konuşmadan sonra tüm salon alkışla kopar.

İnşa edilecek ulus için, yasa ile Hitler arasında kurulan bağ çok önemlidir. Yasanın Hitler olduğu sürekli vurgulanır. Sonra Wagner tarafından okunan Führer’in bildirgesinden : Kalıcı olacakmış gibi gözüken hiçbir devrim tam bir anarşiden başka bir şeye yol açmaz. Yani dünya savaş yaşamayacak. Yani insanlar devrimle de yaşamayacak. Bu yeryüzünde hiçbir şey binlerce yıl sürmedi birkaç on yılda bir araya geldi. En geniş ağaç en uzun zamanda büyüyendir. Ne cesur yüzyıllar asırlar boyunca güçlü olacak. Alfred Rosenberg; doğu bölgelerinin bakanı konuşmasını yapar sonrada: Bu bizim size sarsılmaz inancımız gençliğe olan umudumuz fırtınalı yıllarda, onlardan önce planlanmış işleri başarmak için Münih’teki 1918 isyanının ve tüm Alman ulusunun bir parçası olarak. Sonra Gobbels Propagda ve halkın aydınlatılması basını sorumlu bakanı konuşur: Gerçek esastır; dünyayı yöneten basının gücü olarak Almanya hakkındaki gerçeklerin duyurulması yabancı basında yer almasının tek istediğimiz tek şeydir. Dr. Todt bir diğer bakan konuşmaya başlar: Dediğim gibi, Reich otobanındaki çalışma 15 yerde başladı. Bu çalışma daha başında olmasına rağmen bugün 52.000 adamımız çalışmakta ve diğer bir 100.000 kişi bununla bağlantılı işlerde çalışmaktadır. Her nereye bakarsak, her yerde yapılar ve yeni oluşumlar gelecekte de devam edecek faaliyet ve yaşam görülüyor.

Irk düzenleme lideri Richard Walther: Çiftçilerimizin sağlığını korumak öncelikli esasımız endüstirinin başarısı için Alman iş dünyası ve ihracatı için. Irkının saflığını korumayan insanlar tohumdan mahrum olurlar! Tüm çabalarımız sadece bir düşünceyle dikte edilmeli Alman işçisi başı dik ve gururlu ve eşit haklara sahip milli yoldaş olmalı. Dr Hans Frank: Alman yasal hizmetler lideri: Açıkça söyleyebilirim ki; Nasyonal Sosyalist devletinin temeli NASYONAL SOSYALİST YASASIDIR. Ve bizim için, en büyük lider en büyük hakimdir de! Bu kanunların Führerimiz için ne kadar kutsal prensipler olduğunu biliyoruz. Milli yoldaşlarım, Bu Reich yasaları sizlerin hayatınızın ve varlığınızın, Nasyonal Sosyalist Devlet düzeninde, güvenli, özgür olmasını sağlayacaktır.

Dr. Josef Göbbel, Coşkumuzun parlak alevi asla sönmeyecektir. Uygar siyasi propogandanın yaratıcı sanatına ışık ve sıcaklık verir. Bu halkın derinliklerinden gelir ve bu halkın derinliklerinden köklerini ve gücünü daima bulur. Güce dayalı kuvvete sahip olmak güzel olabilir. Ama halkın kazanmak ve muhafaza etmek daha iyidir. Konstantin Hier: Bugün, Alman halkı ruhen ve manevi olarak hazır genel çalışma hizmetlerindeki yükümlülüklerini sahiplenmeye. Führer’in emirlerine hazırız! Bakanların konuşması biter.

Führer, 52 bin kişiyi teftiş etmeye gider. Yaşasın çalışma hizmetleri çalışanlar der. Kalabalık tek bir ağızdan; “YAŞA FÜHRER’İM! Kalabalıkların ellerinde kürekler vardır. Emir gelir “KÜREKLER OMUZA” Bir emir daha gelir “KÜREKLER SERBEST”. Bandolar çalmaya başlar; “Bizler burada dimdik ayaktayız. Almanya’yı yeni bir çağa taşımak için, ALMANYA!” Kalabalık durur, bir asker kalabalıktan askerlere sırayla soru sorar; “Nereden geldin! Arkadaş, nereden geliyorsun?” Friesenland’dan. “Peki ya sen arkadaş?” Königsberg, Silesia, Deniz Kıyısı, Kara Orman, Dresden, Danuben ve Saar der askerler. Tüm askerler hep birlikte:

TEK HALK
TEK LİDER
TEK ALMANYA
TEK İMPAROTORLUK
ALMANYA!

Bu film, mitingin her aşamasının sembolik bir doku oluşturacak biçimde nasıl düzenlendiğini göstermektedir. Film içerisinde insanların geometrik şekiller oluşturacak bir biçimde dizilmesi, dağınık toplulukların birleşik bir milli güce dönüşmesini sembolize etmektedir. Hitler’in insan dizilerinin arasındaki geniş koridorlardan ilerleyerek onlardan daha yüksek bir seviyeye yerleştirilmiş kürsüsüne ulaşması, onun insanların arasından kutsal mesajını iletmek üzere yükselen sıradan bir asker olduğu düşüncesini harekete geçirmektedir. Hitler, kürsüden herkesi görmekte ve herkes tarafından görülmektedir. Halk kolektif kişiliğinin yansıması olan liderini görmek üzere çağrılmaktadır (Clark, 2004: 69-71). Riefenstahl’ın filminde büyük kitlelerden oluşan insan sıralarının, gamalı haçların ve Hitler’in yüz ifadesinin arka arkaya kurgulanmasıyla gösterinin anahtar sloganı oluşturulmaktadır: “Tek Ulus, Tek Lider, Tek Devlet.” Bayraklar ve nazi işaretleri sahneye girer, tüm halk ve askerler kitlenmiştir bu birliğe ve bütünlüğe. Asker konuşmaya devam eder. Ve tüm askerler onu tekrar eder.

Bugün bataklıkta, hep birlikte çalıştık. Bataklıkta ve kumda çalıştık. Kuzey denizini zapt ettik. Ağaçlar diktik. Yollar inşa ettik. Kasabadan kasabaya, şehirden şehre. Çiftçiye yeni tohumlu ormanlar ve tarlalar, toprak ve ekmek sağladık. Almanya için.

Bando devreye girer. Tüm askerler şarkı söylemeye başlar. Her askerin elinde bir kürek vardır. Almanya’yı inşa edecek olan askerler, birlik ve beraberlik içinde şarkılar söylerler ve bir asker yeniden konuşmaya başlar: Ne siperlerde dikildik. Ne de bombaların ateşinde kaldık ve biz hala askerleriz. Çekiçleri keskinleştirin, baltaları, kazmaları ve kürekleri!

Reich’ın genç erkekleri! Bir keresinde Langemarck’de, Tannenberg’de. Lüttich’den önce Verdun’dan önce Somme’da, Ahne’de, Flanders’de, Batıda, Doğuda güneyde, Karada, suda ve bulutlarda.Kuzey Cephe yandaşları ve gericiler tarafından vurulan arkadaşlar ÖLMEDİNİZ! ALMANYA’DA YAŞAYACAKSINIZ! Tüm ordu, ellerindeki bayrağı havaya kaldırır ve Hitler konuşmaya başlayınca Bayraklar hep birden iner. Hitler konuşur: Benim hizmet çalışanlarım. İlk defa, bu forumda teftiş için hazır bulundunuz benden önce ve Alman halkından önce. Büyük bir fikri temsil ediyorsunuz ve biliyoruz ki milli yoldaşlarımızın milyonlarcası fiziksel çalışma artık bölücü bir kavram olmayacaktır. Ama bunun yerine bizi birbirimize bağlayacak ve hatta artık Almanya’nın bir davası olmayacak şey de fiziksel çalışma diğer işlerden daha az görünen bir şey olacaktır. Tüm ulus okulunuzun içinde geçiyor. Zaman gelecek ki hiçbir Alman sizin grubunuzun ilk üyesi olana kadar halkın birliğine kabul edilmeyecektir. Ve biliyorsunuz ki bugün Nürmberg’de milyonlarcası olarak bulunmuyorsunuz, Almanya’nın tümü sizi burada bugün ilk defa görüyor. Ve biliyorum ki sizler Almanya’ya gururla hizmet ediyorsunuz.

Bugün, Almanya’nın tümü oğullarının gururla yürüdüğünü görecek! Hitler konuşmasını bitirir, askerler ellerinde küreklerle, düzenli bir şekilde, birlik içerisinde yürüyüş yaparlar. Bayraklar ve kürekler omuzlarda ve şarkılar dillerdedir.

Başka bir sahneye geçiş yapılır. Sisler içerisindedir mekan ve bayraklar görünür. Askerlerin ellerinde fişekler ve hep bir ağızdan bağırırlar. YAŞASIN ZAFER! Komutan konuşmaya başlar: “Arkadaşlar Çoğunuz beni bu gece, hareketimizin ilk yıllarında rütbe ve sıra içerisinde yürüyen SA Mann olarak tanıyor. Ve parti arkadaşlarım, eskiden SA neferi olduğum gibi ben bugün de hala bir SA neferiyim! Nazi bayrakları, komutanın arkasında dalgalanır. Komutan devam eder; Biz SA çalışanlar her zaman sadece Hitler’e sadık olacağız.” Ve nazi bayrağı dalgalanır. Tüm askerler ellerini kaldırarak yeniden Hitlere selam ederler. Havai fişekler patlar. Tüm halk coşar. Birlik içinde kutlamalar yaparlar.

Sahne değişir şimdi, Alman stadyumunda Hitler Gençliği ve Hitler gençliği mitingine geçilir. Çocuklar ve gençler müzikal aletleri çalarlar. Davullar, mızıkalar, orkestrada hep çocuklar vardır. Çocuklar, Hitler için dizilmişlerdir. Tüm çocuklar, avuçlarını açıp Hitler derler! Nazi bayrakları ve müzik aynı anda görüntüye girer. Hitler çok uzaktır. Tektir, yanında kimse yoktur. Ellerini kaldırır çocuklar ve dinlemeye başlarlar.

Komutan, konuşmaya başlar; “LİDERİM! Arkadaşlarım! Bizleri gururlu ve mutlu kulan bir saati yeniden yaşıyoruz. Emriniz üzerine, liderin, gençlik burada hazır oldu. Bir genç sınıf ayrımı nedir bilmez. Halkımızın genç jenerasyonu sizi takip ediyor. Kendinizi bu halka nasıl feda edeceğinizi gösterdiniz. Bu gençlik de bencil olmayacaktır. Çünkü bizler için bağlılığınızı somutlaştırdınız. Bu yüzden biz de sadık olmak istiyoruz. Adolf Hitler, Alman Gençliği’nin lideri, Dikkat!”

Tüm gençlik ellerini kaldırır ve “Hitler” diye bağırır! Hitler, konuşmaya başlar;

“Alman Gençliği. Bir yıl sonra sizleri burada yeniden selamlayabiliyorum. Sizler bugün burada Almanya’nın her yerinde meydana gelmekte olan bir olayı temsil ediyorsunuz. Ve bizler, siz Alman gençlerinin ve kızlarının Almanya için dilediğimiz her şeyi özümsemesini istiyoruz. Tek bir halk olmak istiyoruz ve bunu sizler sayesinde istiyoruz. Biz sınıf ve derece olmayan bir toplum istiyoruz. Ve sizler bu fikirlerin içinizde büyümesine izin vermeyin. TEK BİR İMPARATORLUK GÖRMEK İSTİYORUZ! Ve sizler bunun için kendinizi eğitmelisiniz. Bu halkın itaatkar olmasını istiyoruz ve sizler kendi içlerinizde bu itaatkarlığın uygulamasını yapmalısınız. Bizler bu halkın barış sever olmasını fakat aynı zamanda yürekli de olmasını istiyoruz. Ve sizler bu yüzden barışsever ve aynı zaman da güçlü de olmalısınız. Bu halkın müşfik olmasını istemiyoruz. Sert olmasını istiyoruz, bu nedenle gençliğinizde kendinizi sertleştirmeniz lazım. Kendinizi feda etmeyi ve aynı zamanda asla yıkılmamayı da öğrenmelisiniz. Bugün her ne yarattıysak her ne yaptıysak hepsi geçip gidecek fakat Almanya içinizde yaşayacak. Yokluktan kopardığımız bayrağı taşıyamaz hale geldiğimizde sizler elinizde sıkı sıkı tutmalısınız! Ve biliyorum ki başka yolu yok birbirimize bağlanmaktan başka. Bizim etimizden etsiniz, ve kanımızdan kan! Bizi yöneten aynı ruh sizin genç zihinlerinizde yanar. Hareketin büyük sütünları bugün tüm Almanya’ya yayıldı o zaman biliyorum ki safları sıklaştıracaksınız ve biliyoruz ki Almanya önümüzde duruyor. Almanya bizimle yürüyor ve Almanya bizi ardımızdan takip ediyor!”

Konuşma biter tüm salon çığlık çığlığadır. Çocuklar bando ile eşlik eder. Hitler çocukları selamlar. Hi Hitler derler. Eller havada. Hitler arabasıyla kalabalıklar içerisinde ilerler tüm stadyum Hitlerde birleşir. Tüm salon ellerini Nazizm’in işaretinde sabitler ve selam durur.

Sahne değişir, Hava Kuvvetleri Meraşali Hermann Wilhelm Göring, Hitler ve Savaş Bakanı General Werner Von Blomberg, Reichswehr birliklerini teftiş ediyor. 18.Süvari Alayı ve modern silahlı araçlar ve Reichswehr’ın silah taşıtları gösterilir. Atlar ve arabalar sahneye çıkar. Askerlere gösteriler yaparlar. Bir bakıma güç gösterisidir bu. Nazi bayrakları yine dalga dalgadır.

Başka bir sahneye geçilir. Mimar Albert Speer’in “Bayraklar Denizi” ve “Işıkların Katedrali” Zepplin Alanındadır. Nazizmin en büyük göstergeleri el ve bayraklardır. Bayraklar her yeri kaplamış dimdiktir ve insanlarda elleriyle Hitler işareti yapmaktadır. Hitler sahneye çıkar ve konuşmaya başlar;

“Bir yıl önce, bu alanda ilk defa bir araya geldik, Nasyonel sosyalist partisinin siyasi liderinin ilk genel huzura çıkışı. 200.000 Kişi burada toplandı. Yalnızca kalplerinin çağrısıyla burada değiller bağlılıklarının çağrısıyla da buradalar. Halkımızın baş belası olan şey bizi mücadele etmeye sürükledi bizi bir araya getirdi bizi daha da büyüttü. Bizi anlamayanlar halkının içinde benzer belaları yaşamamış olanlardır. Bu şeyler esrarengiz ve gizemli gözükür binlercenin yüzlercesi bela ve tutku arasında toplanmaya rehberlik eder. Diğerleri anlayamaz bunun bir devlet emri olmadığını! Onlar kendilerini kandırıyorlar! Devlet bize emretmez! Biz devlete emrederiz! Devlet bizi yaratmadı! Biz kendi devletimizi yarattık! Hayır, hareket yaşıyor ve sert ve hızlı yerine oturdu. Bizlerden biri nefes aldığımız sürece o güçlerini harekete verecekler geçen yıl olduğu gibi. Sonra davul davula karışacak, bayrak bayrağa, grup grupa katılacak, bölge bölgeye ve bundan sonra, daha erken ayrılmış insanlar bu ulusun kutsal sütunlarını takip edecekler. Eğer kaybedersek nefret uyandıracak savaştığımız şey çok fazla kaygılanarak çok fazla özveriyle ve çok fazla yoklukla. İnsan inançsız yaşayamaz hayatının amacını ve anlamını içeren şeyleri terk edemez. Öyle olmayacaktı, en önemli emir olmasaydı. Hiçbir dünyevi kuvvet bu emri vermedi. Tanrı adına, Tanrımız, Halkımız yaratan Tanrı bu emri verdi! Bu akşamki yeminimiz her saat, her gün yalnızca halkın Almanyasını ve Reich’i düşünmektir ve Alman ulusumuzu! Alman ulusuna! Yaşasın zafer! Yaşasın Zafer!”

Konuşma biter, yüz binlerce Alman Nazi bayraklarıyla ve ışıklarla sıra halinde yürürler. Bir ve tek Almanya’yı gösterirler. Kartal simgesi sürekli giriyor. Bir başka sahneye geçiyoruz. SA VE SS’in teftişi 2 Ağustos 1934’ün anısına kocaman bir meydan ve meydan da yüz binlerce asker sıraya dizilmiş. Nazi sembolünün önünde hitler selama duruyor. Meydanın ortasında nazi bayrakları var. Meydanın ortasında nazi bayraklı askerler geliyor. Ellerinde bayraklar ve yemin etmeye geliyorlar. Askerler meydanda düzenli bir şekilde yürüyüş yapıyorlar ve nazi bayraklarının önünde ve kartal simgesinin önünde duruyorlar. Viktor Lutze, Fırtına Birlikleri Personel Şefi: “Führerim; Bizler geçmişte sadece size olan görevimizi yerine getirdik gelecekte de sadece sizin emirlerinizi bekliyoruz. Ve biz, Yoldaşlar sadece Führer’in emirlerine itaat edeceğinizi biliyoruz. Führer’e dürüst davrandığımızı ispat etmeliyiz. Bu sırada nazi bayrakları gözükür. Ve tüm kitle Führeririmiz HİTLER. Yaşasın zafer! Yaşasın zafer!” diyerek ellerini kaldırırlar.

Totalitarizim rejimlerinde her şeyi tek lider belirler. Lider yüceltilir, Tanrılaştırılır. Tanrı insanları kul yapıyorsa, lider de özne yapıyordur. Her birisi kendi özne inşasını Führer ile yapar. Führer onların ne olması, ne yapması gerektiğini söyleyecektir. Führer, konuşmaya başlar:

“Birkaç ay önce karanlık bir gölge hareketimizin üzerine çöktü. Partimizin SA ve diğer birimlerinin bu gölgeye karşı yapacakları bir şey yoktu. Hareketin birliğinde açılmış bir çatlak olduğuna inanarak kendilerini kandırıyorlardı. Bu bütünlük burada olduğu sürece Almanya’da hiçbir şey bunu bozamayacak. Ve eğer birisi SA’nın ruhuna zarar verirse SA zarar görmeyecektir. Ama bu zararı verenler kendilerine zarar vereceklerdir! Sadece bir aptal ya da malum bir yalancı düşünebilir yaratmak için yıllarımızı verdiğimiz bu organizasyonu dağıtacağımı. Arkadaşlarım; Almanyamız için birlikte saf tutuyoruz. Ve bu Almanya için birlikte saf tutmalıyız. Her birinizi yeni rütbeler veriyorum, bunları güven içinde takıyorum Almanya’da en güvenilir gördüğüm kişilere. Geçmişte bana bağlılığınızı binlerce defalarca ispat ettiniz. Geldiğiniz zaman, olamaz ve farklı olmayacak. Sizi selamlıyorum, benim eski, vefakâr SA ve SS’lerim! YAŞASIN ZAFER! YAŞA ! YAŞA! YAŞA!”

Hitler! Hi! Hi! Hi! Tüm kalabalık aynı anda nazi bayrakları ile coşar! Silah sesleri sıkılır, Hitler bir araya toplanmış Parti oluşumlarına yeni renkleri takdim ediyor. Her yeni bayrağa dokunarak Grimminger tarafından taşınan Blutfahne, the “Kanlı Bayrak” bu bayrak, başarısız 1923 Münih isyanı boyunca aynı adam tarafından taşınmıştı. Meydan, Nazi bayrakları, Kartal simgesi ile kuşatılmış.

Bir sonraki Sahne’de yine HİTLER’İn NSDAP’IN tüm paramiliter oluşumlarını teftişi Adolf Hitler Platz’da Fraunkirche’nin önünde. Meydan da Hitler halkı selamlar. Kalabalıklar Hitler’e saygı yağmuru tutar. Şehrin içerisinden askerler geçer. Düzgün hizalı.

Bir sonraki sahne Parti Günü’nün kapanış seremonileri Nürmberg Kongre Sarayı yine kartal simgesiyle sahne başlar. Hitler içeri girer, kalabalıkları yararak. Herkes Hitler diye bağırır. Büyük bir salondur. Yüz binlerce insan salonda, Hitleri izliyordur. Hitler el işaretiyle Nazi selamı yapar ve içeri Nazi bayraklarını taşıyan askerler girer herkes onları gördüğünde elleri Nazi işaretine çevirir, geçit bitene kadar yüz binlerce insan geçitte, Nazi işareti yapar. Gösteri yürüyüşleri, geçitler, kitlesel mitingler törensel bir biçimde yapılmaktadır. Bunlar birer ritüele ayine dönüşmektedir. Görüldüğü gibi bu ritüel eylemler, kitlelerin içinde yer ettiğinde, kitleleri hem zihinsel hem de bedensel olarak şekillendirmektedir. Hitler de böylece bir din yaratmaktadır. Kitleler bu propaganda yöntemiyle ona taparcasına bağlı bir hale gelmektedirler.

Semboller, büyük anıtlar, kalabalıklar, propagandanın en önemli yöntemidir. Bireyi kuşatır ve onun da o kitlenin içerisinde inanması gerektiğini ona telkin eder. Kalabalık gruplar içerisinde bireyler, kendi bireyselliklerini bastırarak kalabalığın görünen ruhunun ruhu olurlar. Führer konuşur;

“Salon yüz binlerle ifade edilecek kadar dolu, her yer nazi bayrağı ile doludur. Hareketin altıncı parti günü geldi ve sona erdi. Siyasi bir güç şovu gibi gözüken saflarımızın dışında milyonlarca Alman binlerce savaşçının yüzlercesi için sonuçta daha fazlaydı. Mücadeledeki eski savaşçı ve yoldaşların büyük kişisel ve ruhani toplantısı ve belki de, sizin bir boy kesitiniz partimizin bu teftişinin zoraki nezaketine rağmen cesur yüreklerle bir Nasyonel Sosyalist olmanın güç olduğu günlere döndürecek. Partimiz sadece yedi üyeye sahipken sadece iki prensibi vardı. İlki doğru düzgün bir ideolojisi olan bir parti olacaktı. İkincisi kararından dönmeyecek şekilde Almanya’da tek ve yegâne güç olacaktı. Azınlıkta kalmak zorundaydık, halkın çoğunluğunda olmayıp azınlığında olan özveri ve mücadele unsurlarını harekete geçirdik. Çünkü bunlar Alman halkının ırksal olarak en iyi şeyleriydi. Kendilerini gururla beğenebilirler. Reich ve halkın liderliğine sahip çıkabilirler. Alman halkı artan miktarlarda kendilerini ikinci plana attı! Alman halkı mutlu kararlı bir şekilde değişen bir vizyonun bilinciyle sabit bir kutba yerleştirdi! En iyi kanı taşıdığına inana bir kişi liderliğe erişmek için bilinçle kullanmaktan asla vazgeçmez! Her zaman partiye katılmak, Alman halkı için siyasi liderliğin kaynağı olacaktır. Tüm dürüst Almanların Nasyonal Sosyalist olduğu gösterilmelidir. Sadece en iyi Nasyonal Sosyalistler, Parti Yoldaşlarıdır!”

Salon Hitler sesiyle yıkılır! Totalitarizimin en büyük özelliklerinden birisi de bir ütopyası olmasıdır. Filmdeki ideal ütopya’da Ari ırkının geleceğe hükmedecek olması olarak sunulmuştur.

Düşmanlarımız bizi üzdüler, zaman zaman bize zülüm ettiler. Bizi hareket’ten kopardılar. Bugün kendimizi sorgulamalıyız ve kötü unsurlarımızı elimine etmeliyiz. Bu geleceğin tümüyle bize ait olduğunu bilmekten mutlu olabiliriz! Yaşlı olanlarımız tökezlediğinde gençlerimiz bayrağı devralacak ve vücutları harap olana dek taşıyacaklar. İşte o zaman, Partide en itaatkar olan bizler Nasyonal Sosyalist düşüncenin yüksek simgeleri olacağız. Sonra Parti, Alman halkının ve Reich’ın ebedi ve yenilmez sütununu yaratacaktır. Şanlı ve övgüye değer ordumuz eski, gururlu, halkımızın sancak taşıyıcısı eşit geleneksel fikirlere sahip siyasi liderlik ve partiyi savunacaktır.

Filmde, itaatkârlığı vurgular bu sahne. Totaliter rejimlerde itaat her şeyin önünde gelir. Bireysel düşünceden ziyada hedef öncelenir. Filmdeki bu sahnede Nazizm ideolojisinin nasıl bireysel düşünceyi yok edip kendi idealini her şeyin üstüne koyduğunu gösterir.

SonuçTotaliter bir yönetim biçimi olan Nazizm kendisini var edebilmek için kitlelere ihtiyaç duymaktadır. Bu kitleleri bir arada ve ortak inanç doğrultusunda yönetebilmek, yönlendirebilmek ve onu kendi ideolojisine göre yeniden inşa edebilmek için bazı araçlara ihtiyaç duyar. Bu araçların başında da kitle iletişim araçları ve sinema gelir. Sinema yoluyla, kitlelere simgesel güç şovu, psikolojik ve zihinsel olarak onları etkilemek, bağlı bulunan ideolojinin yerine getirilmesi hedeflenir. Hitler, Almanya’yı yönetebilmek için ve ideolojisini tüm ülke sathında yayabilmesi için basının ve propagandanın önemini biliyordu. Sinema, radyo ve gazete bu iş çok önemli bir araç olarak görünüyordu. Tek bir boyuttan, etkileşimsiz ve direk alımlanan iletişim araçları, Hitler’in en büyük gücünü oluşturacaktı. Propaganda bakanlığı kurup, bir belgesel film şeklinde 1935’de 6. Nazi parti kongresini belgelemek üzere Leni Riefenstahl tarafından yapılacak olan film için şehirden halka, halktan konuşacağı kürsüye kadar her şey hazırlandı. Her şey bir kurgudan ibaretti, ama gerçekliğin kendisini ideolojik bir araç olarak kullanmak, propagandanın kendisiydi. İradenin zaferi, her ne kadar bir belgesel film olarak kabul görse de, aslında gerçekliğin nasıl da değiştirildiğini, birer siyasi malzeme olduğunu da gösterir. Totalitarizmin ve Nazizmin propandasının yapıldığı filmde, semboller, büyük anıtlar, kalabalık kitleler ve gençler sürekli gösterilir.

Kongre 5 konuşmadan oluşur. Bu konuşmalarda “ırkçı” Nazizm öğeleri “ Alman saf ırkı ve Ari anlayışı” beden üzerinden işlenir. Totalitarizm ise “Almanya Hitler’dir, Hitler Almanya” konuşmalarıyla, Hitler’in kendi düşüncesinin Almanya’nın her yerine hükmedeceği anlatılır. Hitler, bir ulus ve ırk inşa etmek ister. Bu inşa içinde Almanya’yı birleştirici öğe olarak “saf ari ırkını” ortaya atar. Saf ari ırkının oluşması için ise saf olmayan ırkların bünyeden temizlenmesi ve onları imha edilmesi gerektiğini telkin eder. Bu tez sonucu milyonlarca Yahudi katledilmiş ama bu katledilme “Hitlerin her şeyin totaliter bir şekilde hüküm ferma olmasından dolayı normalleşmiş, sıradanlaşmış bürokratik bir emre dönüşmüştür.

Hitler, sinemayı kendi ideolojisi için kullanmış, bunu çok usta bir şekilde sonuçlandırmıştır. Milyonlarca insan, Hitler’i “İradenin Zaferi’ filminden tanımış ve onun partisine ve ideolojisine gönül vermiştir. Gerçekliği, propaganda yoluyla değiştirmiş ve kendi kişiliği üzerinden bir Almanya oluşturmak inşa etmek istemiştir. Film totalitarizmin kendisini çok net bir şekilde gösterir. Hitler, her şeyin üstündedir, kanun Hitlerin kendisidir. İradenin zaferi filmi, bir propaganda filmi olmanın ötesine geçmiş bir inancın kendisinin ifadesi olmuştur.

Muhammet Ersin Toy
Sosyal Bilimler Platformu / Ağustos 2015
m.e.toy@sosyalbilimler.org


Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.


Kaynakça

  • ALTUN, S. (2010). Hitler Almanyası’nda Sanat ve Propaganda İstanbul Kültür Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Sayı: 12
  • ARENT, H. (2012). Kötülüğün Sıradanlığı: Çeviren: Özge Çelik: Metis Yayınları: İstanbul ARENT,H (2004) Totalitarizmin Kaynakları 3 Totalitarizim: Çeviren: İsmail Serin: Metis Yayınları: İstanbul
  • ARON, Raymon: 2011; Totalitarizm ve Demokrasi, Çev; Vahdi Hatay; Kadim Yayınları; İstanbul BALİBAR: Etienne: WALLERSTEİN : Immanuel: 2000; Irk Ulus Sınıf; Çeviren; Nazlı Ökten; Metis Yayınları; İstanbul
  • ASLAN, Evrim.(2015). İradenin Zaferi Film Analizi. Erişim Tarihi : 5 Haziran 2015 Dellaloğlu, Besim. (2015, 6 Mayıs). Faşizm Modernliğin Doğasında Olan Bir Tavır, Haksöz Haber. Erişim Tarihi: 10 Haziran 2015
  • CLARK, T. (2004). Sanat ve Propaganda, Çev.: E. Hoşsucu, I. B., Ayrıntı Yayınları, İstanbul DORSAY, A. (1998). Sinema ve Çağımız, II. B., Remzi Kitabevi, İstanbul
  • FRİEDRİCH, C. 1964. Totaliter Diktatörlük ve Otokrasi, Çev.: O. Onaran, I. B., Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, Ankara
  • GÜLMEZ; STEWART; Asime Tuba (2012) “Demokrasi Perspektifinden Totalitarizim Kavramı ve Hannah Arendt”. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara
  • HİTLER, A. 1997. Kavgam, Çev: M. Toker, XII. B., Toker Yayınları, İstanbul
  • KOÇER, S. 2015. Belgesel Filmler Toplumsal Dönüşüme Etki Edebilir mi? Koalisyon Modeli ve Benim Çocuğum Örneği Global Media Journal TR Edition, Sayı :5 Spring 2015 STEWARD: Gülmezz: Tuba : 2013 “Totalitarizmin Kavramsal İncelemesi ve Arendt ile Poppern’in Totalitarizm Anlayışlar.” Amme idaresi Dergisi, Cilt 46, Sayı 4, Aralık 2013, s. 27-43.
  • LİPSON, Leslie; Siyasetin Temel Sorunları: Siyaset Bilimine Giriş, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2005.
  • ÖZSOY, O. 1998. Propaganda ve Kamouyu Oluşturma, I. B., Alfa Kitabevi, İstanbul
  • SHMİTT, C. (2002). Siyasi İlahiyat. Çeviren: Emre Zeybekoğlu. Dost Yayınları, Ankara Şenel, A. 1984. Irk ve Irkçılık Düşüncesi, I. B., Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara
  • ULUTAK, İ. (2003). Leni Riefenstahl’ın Muhteşem ve Korkunç Filmleri, Belgesel Sinema, BSB Yayınları, İstanbul, (3), ss. 28-38
  • YILMAZ, Hakan. (2007). Michel Foucault’nun Biyo İktidar Kavramı Çerçevesinde Nazi Dönemi Propaganda Belgesellerinin Analizi. Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
  • http://www.haksozhaber.net/fasizm-modernligin-dogasinda-olan-bir-tavir-19014h.htm
  • https://www.academia.edu/10038845/_%C4%B0r%C3%A2denin_Zaferi_Film_Analizi
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/Totalitarizm

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.