Geriye dönüp atalarımızın inanç ve uygulamalarına baktığımızda, ahlaki açıdan kabul edilebilir buldukları hususlar karşısında genellikle şok oluruz: Suçlulara alenen işkence edilmesi, köle ticareti ve kadınların tahakküm altında tutulması…
Ahlaki değişimin tarihi -ahlaki olarak kabul edilebilir olan ve olmayan şeylerin değişimi-; mevcut ahlaki inançlarımız ve pratiklerimiz konusunda bizi giderek daha fazla şüpheciliğe sevk etmektedir. Büyük bir ahlaki aydınlanma durumuna eriştiğimizi düşünmek isteyebiliriz, ancak daha fazla ahlaki devrimin[1] bizi beklediğine inanmak için sebeplerimiz var. Büyük büyük torunlarımız bize, bizim büyük büyük büyük anne ve babalarımıza baktığımız gibi, şok ve hayal kırıklığı karışımı bir duyguyla bakabilirler: Buna gerçekten inanmış ve yapmış olabilirler mi?
Bu olasılığı ciddiye almak bizi iki sorgulamaya götürür. İlk olarak, ahlaki değişim ve dönüşüm mekanizmalarını araştırmalıyız. İkincisi, gelecekteki ahlaki dönüşümlerin bugün hayatta olan bizler için ne gibi sonuçlar doğurabileceğini düşünmeliyiz. Her iki sorgulamanın unsurları mevcut akademik disiplinler arasında dağılmış olsa da bunların üzerine tutarlı ve sistematik bir çalışma yapmak için sınırlı çaba gösterilmiştir.
Peki tarihteki ahlaki devrimler neden gerçekleşti? Ve bunların tekrar meydana gelmesine ne sebep olabilir? Filozof Alasdair MacIntyre, Short History of Ethics [Etiğin Kısa Tarihi] adlı eserinde, Homeros destanlarının nispeten sade ahlak anlayışını anlatır; burada iyilik ve erdem (Homeros’ta bu terimlerin eşanlamlı olduğu ölçüde) hiyerarşik bir savaşçı kültüründe belirli bir rolü yerine getirmekle ilişkilendirilir. Ancak Sokrates, Atinalı yetkilileri kızdırdığında durum dramatik bir şekilde değişmiştir. Denize kıyısı olan, ticarete dayalı Yunan kent yönetimlerinin sakinleri, ahlaki kavram ve düşüncelerden daha az kuşku duymuşlar ve yeni toplumsal gerçekliklere uyum sağlamak için ahlaki pratiklerini yeniden şekillendirmek zorunda kalmıştır.
MacIntyre’ın ahlak anlayışları arasında yaptığı karşılaştırma; jeolojik, ekolojik ve ekonomik gerçeklerin çoğu zaman ahlaki uygulamalarımızı biçimlendirdiği tespitiyle tutarlıdır. Örneğin, antropologlar uzun zamandır, eşitlikçi kaynak paylaşım normlarının geleneksel tarım toplumlarına kıyasla avcı-toplayıcı kabilelerde daha yaygın olduğunu belirtmektedir. Keza, Yunan örneğinde olduğu üzere, ahlaki bozulmanın ticarete açık toplumlarda, dışa kapalı ve kendi kendini idame ettirebilen toplumlara kıyasla daha yaygın olduğu ifade edilmiştir. Gerçekten de etiğin tarihi, pek çok açıdan, toplumların diğer yaşam biçimlerine ne kadar açık veya kapalı olduğu yönündeki değişimlerin neden olduğu bir devrimler tarihidir.
Teknoloji aynı zamanda ahlaki inanç ve uygulamaların değişmesinde de önemli bir rol oynamaktadır. Bizlere sunduğu yeni güç ve tercihler aracılığıyla teknoloji, karar alma sürecindeki fayda ve maliyet dengesini değiştirebilmektedir. Bunların köklü ahlaki sonuçları olabilir. Evlilik dışı (özellikle de evlilik öncesi) cinsel ilişkiye yönelik tutumlar üzerinde doğum kontrol yöntemlerinin yarattığı etki bunun en iyi örneklerinden biridir. Jeremy Greenwood ve Nezih Güner tarafından yapılan bir araştırma, 1900 yılında ABD’de evli olmayan kadınların %6’sından daha azının seks yaptığını tahmin etmektedir; 2002 yılında ise evli olmayan kadınların yaklaşık %75’i seks yapmıştır. Araştırmacılar, cinsel uygulamalardaki bu değişimin büyük ölçüde doğum kontrol teknolojisinin, özellikle de doğum kontrol haplarının, evlilik dışı seksin beklenen maliyet ve faydaları üzerindeki etkisiyle açıklanabileceğini ileri sürmektedir. Greenwood ve Güner daha sonra meslektaşları Jesús Fernandez-Villaverde ile birlikte yaptıkları araştırmaya göre, ahlaki inanç ve pratiklerdeki teknoloji kaynaklı bu değişim; din ve hukuk gibi geleneksel ahlaki kurumların engelleyici etkisine üstün gelmektedir. Başka bir deyişle, dini kurumların cinsel özgürlüğü kınadığı ya da hükümetlerin yasalarla kısıtladığı yerlerde bile, teknolojinin ahlaki tercihler üzerindeki etkisi nedeniyle evlilik dışı cinsel birliktelikler, gençler arasında yaygın ve damgalanmamış olarak kalmaktadır.
Bu, pek çok örnek arasında sadece bir tanesidir. Tıbbi ve dijital teknolojilerin ahlaki inanç ve pratiklerimiz üzerinde başka önemli ve sarsıcı etkileri de olmuştur. Örneğin, Robert Baker ve Philip Nickel tarafından yapılan araştırma, mekanik solunum cihazlarının icadının ölüm ve ölmekle ilgili ahlaki uygulamaları nasıl bozduğunu göstermiştir. Bu teknoloji sayesinde, beyin fonksiyonları durduktan sonra bir kişinin bedenini canlı tutmak mümkün hâle gelmiştir. Bu durum, ölmenin (beyin ölümü) ne anlama geldiğine dair yeni bir tanımlama yapılmasına yol açmış ve beraberinde yeni bir dizi ahlaki sorunun ele alınmasını gerektirmiştir. Beyin ölümünden sonra solunum makinesinin kapatılmasına izin verilebilir mi? Bu, birini öldürmekle eşdeğer midir? Bağış amacıyla organ toplamak için insanları mekanik olarak hayatta tutabilir miyiz?
Benzer şekilde, akıllı telefon yalnızca gündelik davranışlarımızı değiştirmekle kalmamış, mevcut değer ve normları da etkilemiştir. Mahremiyetin değeri üzerindeki baskı ve buna bağlı olarak mahremiyetin “yok olduğu” iddiası bunun en bariz örnekleridir. Daha incelikli bir örnek ise akıllı telefonların ve sosyal medyanın, günlük deneyimlere verdiğimiz değeri nasıl değiştirdiği olabilir. Örneğin; bir restoranda yemek yemek artık sadece o anın tadını çıkarmak için yaşanacak bir deneyim değildir. Bazı insanlar için bu; yakalanması, paylaşılması ve para kazanılması gereken bir andır.
Toplumun hangi oranda ahlaki devrim geçirdiğine dair resmî bir tahmin bulunmamaktadır. Aslında, “devrim” terimi biraz yanıltıcı olabilir. Bazı devrimler daha çok evrimlere benzeyebilir, yavaş ve kademeli olarak meydana gelir ve ancak geçmişe dönüp bakıldığında belirgin hâle gelir. Diğerleri ise keskin ve ani olabilir. Bununla birlikte, ahlaki bozulmanın; daha açık toplumlar ve daha büyük teknolojik yeniliklerle ilişkili olma eğiliminde olması; ileride, geçmişte olduğundan daha fazla karşılaşmayı bekleyebileceğimizi göstermektedir.
Bu durum da bizi ahlaki değişim olgusunun ortaya çıkardığı diğer soruya getiriyor: Gelecekteki ahlaki devrimlerin şu anda hayatta olan bizler için sonuçları nelerdir? Çoğumuz çocuklarımıza bırakacağımız dünyayı önemsiyoruz. Bu, ekolojik ve çevresel hareketlerin temel ahlaki mesajıdır. Bu mesaj, çeşitli Silikon Vadisi guruları ve Nick Beckstead ve William MacAskill gibi efektif altruizm hareketlerinin üyeleri tarafından benimsenen bir felsefe olarak “uzun dönemcilik” [longtermism] savunucuları arasında da kendine bir zemin bulmuştur. Uzun dönemcilik, insanlığın uzun vadeli geleceğini olumlu yönde etkilemenin içinde bulunduğumuz çağ için önemli bir ahlaki öncelik olduğunu savunur.
Bazı insanlar uzun dönemciliğin tehlikeli bir fikir olduğunu, çünkü bizi spekülatif geleceklere şimdiki zamandan daha fazla öncelik vermeye sevk edebileceğini savunur, ancak gelecek nesillerin şimdiki ahlaki kaygıların kaynağı olduğunu kabul etmek için bu felsefenin en uç versiyonlarını benimsemeniz gerekmez. Bunu kabul edersek, önemli olanın yalnızca içinde yaşayacakları fiziksel dünya değil, aynı zamanda ahlaki dünya olduğunu da kabul etmeliyiz. Eğer onların ahlaki çerçevesi bizimkinden radikal biçimde farklı olacaksa, bunu geleceğe yönelik planlarımızda ve bugünden hangi adımları atacağımıza karar verirken hesaba katmamız gerekir.
Bunu yapmanın iki bariz yolu var. Birincisi, geleceğe dair ilerlemeci bir bakış açısı benimsemek, başka bir deyişle, gelecek nesillerin -en azından mevcut bazı değerlere göre- bizimkisinden daha iyi bir ahlaki dünyada yaşayacağını varsaymaktır. Onlar daha aydın, hoşgörülü, eşitlikçi vb. olacaktır. Şu anda bizim görevimiz, bu daha ilerici geleceğe geçişi hızlandırmaktır. Tipik bir ilerlemeci argüman, ahlaki çemberi genişletme ihtiyacına odaklanabilir. (“Ahlaki çember,” ahlaki yükümlülükler yüklediğimiz ve varlıklarını ahlaki bir kaygı konusu olarak ele aldığımız bireyler, hayvanlar ya da nesneler kümesini ifade eder). Ahlakın tarihi, bir dereceye kadar, ahlaki kaygı çemberinin aileden kabileye, ulusa ve nihayetinde tüm insanlığa doğru sürekli genişlemesinin bir hikâyesi olarak anlatılabilir. Jacy Reece Anthis ve Eza Paez gibi bazı ilerlemeciler, bu genişlemeyi tüm hissedebilen hayvanları ve belki bir gün hissedebilen makineleri de kapsayacak şekilde sürdürmemiz gerektiğini savunmaktadır.
Bir diğer seçenek ise muhafazakâr ya da ihtiyati bir yaklaşım benimseyerek gelecekteki ahlakın bugünkü ahlaktan daha kötü olabileceğini varsaymaktır. Bu görüşü savunanlar, toplumların ilerleme adına bazı şeyleri fena hâlde yanlış yaptıklarını gösteren tarihsel olaylara işaret ederek ihtiyatlı yaklaşımlarını haklı çıkarabilir. Örneğin, 20. yüzyılın -genellikle kendilerini ahlaki devrimciler olarak gören insanlar tarafından takip edilen- otoriter komünizmle kurduğu ilişki bir dizi ahlaki felaketle (kıtlıklar, kitlesel hapisler, acımasız düşünce kontrolü) sonuçlanmıştır. Neden bu hataları tekrarlama riskine girelim?
Muhafazakâr bakış açısı cezbedicidir: Değerleri yanlış anlamanın, doğru anlamaktan daha fazla yolu var gibi görünüyor. Bu, Nick Bostrom ve Eliezer Yudkowsky gibi süper zeki yapay zekânın risklerinden endişe duyanlar tarafından sıklıkla dile getirilen bir husustur. İnsanlara “dost” olan değer sistemleri kümesinin, dar ve kırılgan olduğunu savunurlar. Bu değerler yelpazesinin dışına çıkmak ve insanın gelişmesine aykırı şeyler yapmak oldukça kolaydır. Ahlaki hataların tarihi ve değerlerin kırılganlığı göz önüne alındığında, işimiz ilerici bir değişim aramak yerine mevcut ahlaki düzeni mümkün olduğunca korumak olmalıdır. Gelişmekte olan teknolojilere ilişkin günümüz düzenlemeleri genellikle bu ihtiyatlı ahlak anlayışı tarafından yönlendirilmektedir. Elimizde özgürlük, haysiyet, eşitlik ve benzeri değerlerden oluşan mevcut bir sistem var ve bu değerlerin ahlaki açıdan yıkıcı teknolojiler tarafından zarar görmemesini veya zayıflatılmamasını sağlamamız gerekiyor.
İlerlemecilik ve muhafazakârlık birbirini dışlamaz, en azından ahlaki kaygıların bütününde. Bazı değerlere karşı ilerici bir tutum sergileyebilir, onları genişletmemiz ya da bir kenara atmamız gerektiğini düşünebilir ve herhangi bir kayıp riskini göze alamayacak kadar değerli görünen diğerlerine karşı muhafazakâr bir yaklaşım sergileyebiliriz. Ancak hem ilerlemecilik hem de muhafazakarlık, gelecekteki ahlak hakkında büyük ölçüde kesinlik iddiasında bulunma eğilimindedir. Geleceğin doğru mu yoksa yanlış mı olacağını tahmin edebileceğimizi varsayarlar. Böyle bir kesinlik garanti edilmez. Eğer ahlak zaman içinde kökten değişiyorsa, belki de mevcut ahlaki inanç ve tutumlarımız konusunda daha alçakgönüllü olmalıyız.
Bu belirsizliği kucaklamanın bir yolu, geleceğe yönelik aksiyolojik[2] bir açık görüşlülük duruşu benimsemektir. Bugün bu durumun nasıl işlediğini göz önünde bulundurarak bunun ne anlama gelebileceğine dair bir fikir edinebiliriz.
Owen Flanagan, The Geography of Morals: Varieties of Moral Possibility [Ahlakın Coğrafyası: Ahlaki Olasılık Çeşitleri] adlı kitabında kültürler arasındaki ahlaki farklılıkları incelemekte ve bu çeşitlilikten dersler çıkarabileceğimizi savunmaktadır. Örneğin; birçok Batı kültürünün bireycilik etiğine bağlı olduğunu, Budist kültürlerin ise bu ideolojiyi reddettiğini, benliğe ve onun gelişmesine saplanıp kalmanın genellikle acı ve hüsran kaynağı olduğuna dikkat çekiyor. İlk bakışta bu değer sistemleri birbirlerine yabancı görünebilir, ancak her ikisi de anlamlı yaşam biçimlerini sürdürmektedir. Dahası, bu kültürlerden gelen insanlar genellikle her ikisinin de unsurlarını deneyimlerler. Flanagan, bunu yapmaları için genellikle geçerli sebepleri olduğunu savunuyor ve farklı ahlaki görüşleri tecrübe etmeye istekli olmamızı öneriyor.
Flanagan’ın coğrafi ahlaki çeşitliliğe odaklandığı yerde, biz de zamansal ahlaki çeşitliliğe odaklanabiliriz. Başka bir deyişle, ahlaki geleceğe ne değişimi teşvik eden bağnazlar ne de değişime karşı çıkan gericiler olarak değil, değişimi denemeye istekli turistler olarak merak ve heyecanla yaklaşabiliriz.
Geleceğin ne getireceğini bilmiyorsak bunu nasıl yapabiliriz? Karşımıza iki seçenek çıkıyor. Birincisi, William Gibson’dan sıkça alıntılanan şu cümleyi aklımızda tutabiliriz: Gelecek zaten burada, yalnızca düzensiz bir biçimde dağılmış durumda. Bugün dünyamızın dört bir yanına dağılmış; belki de gelişmekte olan alt kültürlerde ve bilim kurgu yazarlarının hayallerinde geleceğin ahlak anlayışlarının tohumları var. Eğer onları keşfetmeye istekli olursak, nereye doğru gittiğimize dair bir fikir edinebiliriz. İkinci olarak da sosyal kurumlarımızı daha fazla normatif esneklik sağlayacak şekilde tasarlayabiliriz. Bunu yapmanın bir yolu, gelecek için yasa yaparken kesin kurallar yerine soyut standartlar koymak olacaktır. Örneğin, otomobil ve telefon gibi belirli ulaşım ve iletişim türleri yerine genel olarak ulaşım ve iletişime odaklanan yasalar oluşturabiliriz. Bir başka seçenek de adaptasyonu kolaylaştırmak için tüm resmî kuralların (yasalar, düzenleyici yönetmelikler veya yönergeler) kolayca değiştirilmesini sağlamak olabilir.
Ancak her ikisinden de daha önemlisi, toplumsal ahlak konusunda daha deneysel bir yaklaşımı benimsemek olacaktır. Ne olacağını görmek için beklemek yerine, bütün bir toplumu yeni bir ahlaki kurala bağlamadan alt kültürlerin ahlaki sularda kulaç atması için aktif olarak alanlar yaratmalıyız (belki de bunlara “ahlaki kum havuzları” diyebiliriz). Örneğin, beyinden beyine iletişimde, insanların diğer insanların hissettiklerini hissetmelerine, görebildiklerini görmelerine veya düşüncelerini paylaşmalarına imkân tanıyabilecek yeni teknolojik gelişmeler söz konusu. Bazıları için bu yeni teknoloji dehşet verici, bireycilik etiğimize bir saldırı ve Borg[3] benzeri bir topluma doğru atılan bir adım. Diğerlerine göre ise heyecan verici, zira daha fazla samimiyet, empati ve işbirliğine dayalı sorun çözme olasılığını beraberinde getiriyor. Şu anda bu görüşlerden herhangi birine bağlanmak yerine, bu teknolojinin özerklik, özdenetim, yakınlık ve empati gibi mevcut değerler üzerindeki etkilerini keşfetmek için kontrollü ve dikkatle gözlemlenen deneyleri kolaylaştırabiliriz.
Elbette tecrübe etmemiz gereken şeylerin sınırları vardır. Naziler ahlaki devrimcilerdi, ama iyi anlamda değil. Tüm doğru ve yanlış anlayışımızı kaybedecek kadar açık fikirli olamayız. Belki de esas olarak kalması gereken bazı değerler vardır, ancak ilerlemecilik ve muhafazakârlığın aşırı uçları arasında kurulması gereken bir denge vardır.
Dipnotlar
[1] Yazar metin boyunca revolution kavramını kullanmış olsa da metin içinde bu kavramın karşılığı olarak; devrim, değişim, dönüşüm kavramları cümleye göre tercih edilmiştir. — Ç.N.
[2] Aksiyoloji; Yunanca ἀξία (değer, kıymet) ve –λογία (çalışması) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen, değer üzerine yapılan felsefi çalışmaları ifade eder. Değerlerin doğası ve sınıflandırılması ve ne tür şeylerin değere sahip olduğu hakkındaki soruları içerir. Etik, estetik veya din felsefesi gibi değer kavramına önemli ölçüde bağlı olan çeşitli diğer felsefi alanlarla yakından bağlantılıdır. Ayrıca değer teorisi ve meta-etik ile de yakından ilişkilidir. — Ç.N.
[3] Borglar, Star Trek kurgusal evreninde sürekli düşman olarak görünen bir yaratık grubudur. Borglar, “Kolektif” adı verilen ortak bir zihne bağlı sibernetik organizmalardır. Borg, diğer yabancı türlerin teknoloji ve bilgilerini “asimilasyon” süreciyle Kolektif’e aktarır, vücutlarına nanoproblar enjekte ederek ve sibernetik bileşenlerle cerrahi olarak güçlendirerek tek tek varlıkları zorla “dronlara” dönüştürür. Borg’un nihai amacı “mükemmelliğe ulaşmaktır.” — Ç.N.
Bu yazı Talha Dereci tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.
Orijinal Kaynak: Danaher, John. (2022, August 11), “How Can Society Prepare for the Moral Norms of Tomorrow?” Wired. Atıf Şekli: Danaher, John. (2022, Ağustos 28). “Toplum, Geleceğin Ahlaki Normlarına Nasıl Hazırlanabilir?” Çev. Talha Dereci, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/toplum-yarinin-ahlaki-normlarina-nasil-hazirlanabilir Kapak Resmi: Katherine Lam Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir. |