Bir cumartesi sabahı New York’taki Gramercy’nin etrafında gürültülü bir öğle kahvaltısı kalabalığına rastladım. Geçen yılın ürkütücü boş sokaklarından sonra yeniden kuyruklar oluşmaya başlamıştı ve görünüşe göre insanlar çiçek açan ağaçların altındaki kaldırımlarda toplanmaya koşmuştu. Ortamın havası, tapas ve mimozalarla karıştırılmış bir öfori gibiydi. İki katlı maskemin ardında eve doğru yoluma devam ettim.
Eriyen don tabakasından dışarı bakan korunmuş mamut eti gibi kolektif ve bireysel travma, kayıp ve uzun süreli kaygı ve depresyonla boğuştuğumuzda deneyimlediğimiz şeyin ölçeği yavaş yavaş kendini açığa çıkarıyor. Yine de son hamlelere rağmen yeterli aşıya erişimi olmayan çoğu ülkenin aksine Batı’daki uzun koronavirüs tünelinin sonunda bir ışık görmeye başlama ayrıcalığına sahip olsak da ne iklim değişikliğinin aciliyeti söndü ne de sistemik ırkçılık tamamen yenildi. Kriz dönemi bitmedi. Yani vicdanım şimdi bile henüz tam olarak net değil. Sadece COVID-19 nedeniyle ölen otuz binden fazla New Yorkluyu değil, aynı zamanda Black Lives Matter protestolarının tezahüratlarını ve çok daha fazlasını da aklımda tutuyorum.
Pek çoğu gibi ben de Mart 2020’den beri bir kereden fazla suçluluk duygusu yaşadım. Fransa’da babamın yanında olamayınca kendi suçluluğumla yüzleştim; Arkadaşlıklarıma saygı gösterip göstermediğimi merak ettim (hayır); ya da değerlerimi (iyi günlerde); ve yorgunken kimsenin (bir kereden fazla) tepesini attırıp attırmadığımı. Eskiden yaptığım tüm gamsız uluslararası seyahatler için, artık kabullenemediğim her şey için ve itiraf etmeye pek hazır olmadığım diğer küçük, önemsiz şeyler için de kendimi suçlu hissettim.
Alman varoluşçu Karl Jaspers, Die Schuldfrage: Von der politischen Haftung Deutschlands [Suçluluk Sorunu: Almanya’nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine] çalışmasında Nazi rejimi tarafından ‘istenmeyen’ olarak tanımlanan ve ‘saf’ bir Aryan devleti hakkındaki totaliter görüşe bir tehdit olan Yahudilerin, Romanların, eşcinsellerin, siyasi muhaliflerin ve diğer grupların bilinçli ve sistematik toplu katliamını anlamak gibi görünüşte imkânsız olan şeylerin üstesinden gelmeye çalışmıştı.
Soykırım, acı çekmenin ve vahşetin aşırı bir biçimidir ve aynı derecede derin bir suçluluk duygusunu beraberinde getirir. Ancak Jaspers’in fikirleri, tıpkı Hannah Arendt’in kötülüğün sıradanlığı tasviri gibi daha az şiddetli ve daha günlük olan bir dizi durumu suçluluk duygusuyla anlamakla ilgilidir.
Jaspers, Nazi Soykırımı’nı incelemek için bir suçluluk tipolojisi önermiştir:
Birinci olarak, “kesin olmayan” yasaları ihlâl etmenin sonucu olarak cezai suç patlak verir. Suç, kendisini nesnel kanıtlara borçludur ve bir mahkeme genellikle gerçekleri toplama ve suçluluk hakkında karar verme yetkisine sahiptir.
İkincisi olarak, siyasi suçluluk; politikacıların ve yurttaşların bedeni düzeyinde işler. Bir devletin veya onun temsilcisi olarak hareket edenlerin eylemleri, o devletin gücü altında yaşayan herkes için yankı ve suçluluk doğurabilir.
Üçüncü olarak, ahlaki suçluluk kişisel vicdanın yargı yetkisini uyandırır. Jaspers’ın da yazdığı gibi, “Her eylem bireysel yargıya tabi kalır.”
Son olarak, metafizik suçluluk; benliğin, ailenin veya ulusun sınırlarını aşan insanlar arasındaki evrensel dayanışmayı aşma fikrini anımsatır. Günümüzde bu dayanışmayı tüm varlıkları ve gezegenimizi kapsayacak şekilde ve metafizik suçluluğumuzu da insan faaliyetleri ile hayvanların sistematik sömürüsü, biyolojik çeşitliliğin çöküşü, doğal kaynakların aşırı kullanımı ve iklimsel acil durum arasındaki korelasyon ışığında genişletebiliriz.
Kendimin son üç suçluluğa maruz kalmış olduğunu düşünüyorum.
Suçluluk ve Sorumluluk
Herkesin suçluluk bilincini deneyimlemeyeceğini veya buna yaslanmayı seçmeyeceğini anlamak kolaydır. Jaspers, Nazi Soykırımı’nı çevreleyen suçluluk analizinde olası mazeretleri ve kendini haklı çıkarmaları da gözden geçirmiştir. Örneğin, ‘her şey zaten böyle olması gerekiyordu’ fikriyle determinizmin arkasına saklanma ve bu şekilde kişinin kendi sorumluluğunu inkâr etme cazibesi vardır.
Sorumluluğun kendisi yasal veya ahlaki olarak veya daha da önemlisi, çeşitli gruplara karşı görev üstlendiğinden sorumlu tutulmaktan kaynaklanır. Suçluluk, sorumluluğun bir işlevidir; bir şekilde bir kabahatten sorumluysanız haklı olarak suçlu olabilirsiniz ama bu aynı zamanda farkındalığa da bağlıdır, yani bir kişinin suçluluk duyması için hem faaliyetini hem de kabahatini gerçekten anlaması veya kabul etmesi gerekir.
Başka bir Alman filozof olan Hans Lenk, Philosophy Now’un 56. sayısında sorumluluğu hem ilişkisel yani kişinin birine karşı bir şey hakkında sorumlu olması şeklinde (bir şey karşısında, açısından, çerçevesinde de eklenebilir) hem de niteleyici olarak yani birinin sorumluluk üstlenmesi veya sorumlu olarak belirlenmesi şeklinde tanımlamıştır.
Sorumluluk aynı zamanda kasıtlılığı ve nedenselliği de sorgular. Koronavirüs salgınının sorumlusu kim? Wuhan laboratuvarı mı? Enfekte olmuş bireylerin yeterli önlemleri almaması mı? Hükümetlerin kritik malzemeleri ve KKD’yi hızlı ve adil bir şekilde sağlayamaması mı? Sosyal medya şirketlerinin, yalan haberlerin ve diğer komplo teorilerinin yayılmasına izin vermeleri mi? Ya da daha çok, vahşi yaşamın iyice belgelenmiş bir şekilde ticarileştirilmesi ve bunun da nihayetinde türler arası virüsleri serbest bırakması mı? Benzer şekilde George Floyd cinayeti için de: Sorumlu kimdi? 20 Nisan 2021’de Floyd’un öldürülmesinden suçlu bulunan polis Derek Chauvin miydi? Müdahale etmeyen devriye arkadaşları mıydı? Irksal profilleme geçmişi olan daha geniş bir polis kurumu muydu? Ya da köleliğin çözülmemiş, sapkın ve zehirli miraslarının ABD’nin derinliklerinde dolaşmaya devam etmesi miydi? Bu farklı nitelik katmanlarını ve bunların karşılıklı bağlılık ağını pek çok önemli vakada incelemediğimiz sürece adalet yetersiz kalmaya ve iyileştirme kusurlu olmaya devam edecektir. Ahlaki kabahatlere karşı önce hakikat gelir, sonra tazminat.
Fransız filozof Paul Ricœur, “doğal zayıflık yoluyla yok olan ve… tarihsel şiddetin darbeleri altında tehdit edilen” sorumluluğun kırılganlığı konusunda ısrarcıdır (The Hermeneutics of Action, 1996). Tanınmış bir tarih, hafıza ve unutkanlık teorisyeni olan Ricœur, tarihsel olarak sorumluluğun dar bir hukuki kavramdan (esas olarak hayat hesabı için metafor olarak bilanço tablosuna atıfta bulunurken Latince ‘to impute’ fiiliyle erken bir çağrışımdan türemiştir), daha kucaklayıcı ve belki de daha kutuplaştırıcı bir ahlak kavramına kaydığını öne sürmüştür.
Tıpkı benim bir hafta sonu gezintisinde beni yılın katlanan acılarının sonuçlarını merak etmeye iten yeni keşfedilmiş bir ‘normal’ ifadeyle karşı karşıya kaldığımda yaptığım gibi sorumluluğu geçmişi anımsama merceğinden inceleme eğilimindeyiz. Jaspers’ın suçluluk türlerini sınıflandırmasını hatırlamak, irademizi ve eylemlerimizi yeniden canlandırmak için olumlu ve kendi kendini onaylayan sorumluluk biçimlerine doğru bir yol çizmemize yardımcı olabilir. Jaspers’ın da yazdığı gibi, “Herkes kendi yönetilme biçiminden sorumludur” —ancak ‘yönetim’, kişisel etiği de dahil etmek için siyasi alanın ötesine geçebilir.
İleriye yönelik sorumluluğu da göz önünde bulundursaydık, yani bugünü geleceğin ışığında görseydik ne gibi bir değişiklik ortaya çıkardı ve gelecek nesiller bireysel veya kolektif eylemlerimiz hakkında haklı olarak ne söyleyebilirlerdi? Kişi hesap verebilirliği, görevi ve sorumluluk almayı seçerse o zaman Jaspers’ın tanımladığı ‘suçluluk bilincini’ yaşamak öz farkındalığın dönüşebilir ve sağlıklı bir cisimleşmesi olabilir.
Günümüzün atomlara ayrılmış, kutuplaşmış ve bireysel zevk arayan toplumunda metafizik suçluluk veya sorumluluk için hala yer var mı? Kutlamalar, çevremdeki virüs sonrası binaların balkonlarını ve çatılarını akşam saatlerine kadar giderek daha çok canlandırırken karantinalardan, sosyal mesafelerden ve ilgili kısıtlamalardan uzakta taze ve yeni bir sayfa açmak isteyen insanların sabırsızlığını duyuyorum. Ama hâlâ yas tutanlar için parti ışıkları sönük kalıyor, hâlâ mücadele edenler içinse daha da fazla.
Bu yazı Aydan Eyüpoğlu tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.
Orijinal Kaynak: Abdessamad, Farah. (2021), “What Is Guilt?” Philosophy Now, Issue 147, pp. 30-1. Atıf Şekli: Abdessamad, Farah. (2022, Ekim 02). “Suçluluk Nedir?” Çev. Aydan Eyüpoğlu, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/sucluluk-nedir Kapak Resmi: Vyara Boyadjieva Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir. |