GİRİŞ
20. yüzyılın ilk yarısından başlayarak, suçun nedenleriyle ilgili kuramlar, insan davranışlarının biyolojik ve psikolojik sebeplerinden, gecekondu mahallesi yaşamını ve bütünüyle toplumu ele alan sosyal çevre açıklamalarına doğru evrildi (Gelles& Levine, 1999). Suç ve suçluluk ile ilgili en meşhur ve etkileyici kuramların kökleri 20. yüzyılın başlarındaki fikir ekollerine dayanır; modern kuramların birçoğu, temelde, 1960lar ve 1970lerin siyasal ve toplumsal kargaşasını izah eden kuramların yeniden paketlenmiş ve cilalanmış halidir (Lily, Cullen,& Ball, 1989). Bu literatür incelemesi, hem klasik düşünce ekollerinden çıkan kuramları hem de 1960lar boyunca ortaya çıkan kuramları irdeleyerek başlıca sosyolojik kuramların birçoğunu inceler.
Makale suç ve suçluluk ile ilgili iki klasik sosyolojik kuramla başlar: (1) Durkheim’ın anomi teorisi, (2) Park & Burgess, Shaw & Mckay ve Sutherland gibi kuramcıları içeren sırasıyla ekolojik analiz, kültürel aktarım ve şehrin yoksul semtlerini yansıtan diferansiyel ilişkilendirme kuramı. Makale, anomi teorisinden türetilen, gerilim teorisi, suça eğilimli alt kültürler ve sırayla Merton, Cohen, Cloward ve Ohlin’in çalışmalarına dayanan fırsat teorisine de yer verir. Anomi kuramından doğan kontrol teorisi de 1960 ve 1970lerin şiddet ve çatışma ortamını açıklamaya yardımcı olur (Hirschi, 1969). Kontrol teorisine ek olarak, makale, Marx, Vold, Dahrendorf, ve Turk tarafından geliştirilen çatışma teorisini de içerir. Makale, kaynağı gelişimsel hayat seyri kuramları olan en güncel kuramsal katkılarla ve birçok teoriyi birbirine bağlayan kavramsal bir haritayla son bulur.
YÖNTEMLER
Elektronik veri tabanı araştırması, suç tanımlayıcılarını kullanan sosyolojik kuramlarla veya suç işleme kavramı ile ve boolean operatörü olarak 1,194 referans sağlayan başlık terimi teorisiyle başladı, buna sonra suç kavramı eklendi ve bu da getiriyi 535 referansa indirdi. Kriminoloji(2001), Kriminoloji Ansiklopedisi(2005), Suç ve Ceza El Kitabı(Tonry,1998)gibi kitapların da içinde olduğu kriminoloji kaynak kitapları, sosyolojik kuramları ve sosyal çalışma kuramlarına ait veritabanlarını kullanan ve tanımlayıcı suçu, araştırmalarını gerilim teorisi, Chicago Okulu Kontrol Teorisi, çatışma teorisi ve gelişimsel teori gibi başlıklar(terimlerle) kullanarak yürüten sıkça ve yaygın biçimde alıntılanan teorileri ve teorisyenleri tanımlamak için gözden geçirildi.
Şiddet ve adli çalışmalar üzerinde uzman olan Dr. Mary Cavanaugh’a danışılarak son derece etkili olan sekiz kuramcı seçildi ve iki sosyoloji kaynak kitabı ile kıyaslamalar yapıldı -Sosyoloji (1999) ve Sapkın Davranışlar Sosyolojisi (Clinard & Meier, 1968)- ve başlıca altı kuramsal yaklaşıma ulaşıldı. Bu yazının sınırlı odak noktası dikkate alınarak, sadece sıklıkla bahsedilen kuramcılar seçildi. Yalnızca tam anlamıyla sosyolojik olan kuramlar dahil edilmiştir; psikolojiye, biyolojiye veya herhangi başka sosyal bilim disiplinine uyarlanabilen kuramlar dahil edilmemiştir.
Anomi
Birçok modern sosyolojik kuram, özellikle suç ve suçluluğun kuramsal olarak açıklanması, Merton’un gerilim ve kontrol kuramını yönlendiren, Durkheim’in klasik çalışması İntihar (1951) ile başlar. 1800lerin sonları boyunca suçun anormalliğini izah etmek için suçlular ve suçlu olmayanlar arasındaki bireysel farklılıkları açıklayan biyolojik teoriler bilimsel çevrede bir norm sayılıyorken, Durkheim bir toplumda işlenen suçların normalliğinden bahsetmiştir. Durkheim, insanların iyi veya kötü davranışlarının bireysel bağlamda değil de bir grup veya sosyal düzen içinde açıklanabileceğini savunmuştur.
Durkheim, kendisinden üstün olan Marx ve Engels gibi, suçun tanımını toplumsal iş bölümü ve yozlaşma bağlamında verdi. Ama Marx ve Engels’ten farklı olarak Durkheim, ahlaki düzene, toplumun çöküşü ile ilgili olması itibariyle, ekonomik düzenden daha fazla önem vermiştir. Toplumun sadece devlet gibi dışsal bir mevcudiyet tarafından bir arada tutulabileceğini vurgulamak için iş bölümünü sosyal farklılaşma ve zoraki sosyal ilişkilerin en büyük iştirakçisi olarak görmüştür (Clinard & Amerikan Sosyoloji Derneği, 1964). Durkheim’e göre, basit toplumlar görevlerin tek düze olduğu, uyumun norm olduğu ve güçlü ve kolektif bir bilincin topluma yayıldığı mekanik dayanışma ile bir arada tutulurlar. Bu toplumlar aynı zamanda bütünleşme ile öne çıkar: bir bağlılık durumu, güçlü sosyal bağlar ve kişinin ortak bir amaç için itaat edebilmesi (Durkheim, 1951, p. 209). İş bölümünün artmasıyla toplumlar daha da karmaşıklaşır ve kişiler karşılıklı dayanışma içeren organik dayanışma modeli etrafında bir araya gelirler. Bu toplumlar ” karşılıklı ahlaki desteğin” erozyonu, ” toplumun kolektif gücünün” zayıflaması ve sapkın davranışlara yön veren ekstrem derecede bireysellik olarak tanımlanan bir “sistem” ile ön plana çıkar (Durkheim, 1951, pp. 209-214).
Durkheim’e göre iş bölümünün ve bireysel farklılıkların ön plana çıktığı toplumlarda toplumsal kontroller güçsüzleşir ve üç anormal iş bölümü modeline sebep olur. Bu üç anormal modelin en baskın olanı 1) farklı işlerin fonksiyonlarının entegre olmasından yoksunluk, 2) emek ve sermaye arasındaki çatışma 3) artan uzmanlaşma gibi özelliklere sahip olan “anomik”tir. Bu, toplumun üyeleri arasında tatmin edici ilişkiler üretmede bir iflasa ve nihayetinde bir anomi durumuna gider (Durkheim, 1964). Toplumun çöküşünü artan iş bölümüne ve ahlaki düzenin bozulmasına dayalı tanımlayarak, Durkheim, aslında, suçun yapısal işlevselci perspektifini oluşturmuştur (Lily et al., 1989).
Yapısal işlevselci bakış açısına göre toplum modernleştikçe, şehirleştikçe ve giderek değiştikçe küçük geleneksel toplulukların içli dışlı olma hali de bozuluyor. Grup bağlarının ortak birtakım kuralların yitirilmesiyle çöküşe uğraması gibi, bir grubun çıkarlarının ve hareketlerinin diğer bir grubunkiyle çelişki yaratmasıyla ve toplumun kargaşa ve tutarsızlıklarla dolmasıyla insanların hayatları tahmin edilemez bir hal alır.(Clinard, Amerikan Sosyoloji Derneği, 1964). Köklü ve ayrı bir yeri olan kuralların yitirilmesiyle, sistem zamanla “normsuzluk” ve “anomi” durumuna doğru gider ve Durkheim’e göre;
Burada, kriz ve anomi durumu sabit ve, tabiri caizse, normlarla ilgilidir. En başından sonuna dek, asıl sağlam zemini nerede bulacağımızı bilmeden, toplumda bir hırs yükselir. Hedefleri ulaşabileceği yerden uzakta olduğu sürece hiçbir şey bunu durduramaz. Gerçeklik, hararetli imgelemlerin tasavvuruyla kıyaslandığında değersiz görünür; nihayetinde gerçeklikten vazgeçilir, ama bu yüzden, ilaveten, gerçeklik, hayaller sırasıyla gerçekliğe dönüşürken, terkedilmiş bir olasılıktır. Bir zamanlar bilinen tatlarını yitirmiş isimsiz hislere, tanınmadık zevklere ve yeniliklere karşı bir susuzluk yükselir. Bundan böyle dayanmak için gücü olmayanlar en az oranda geri teperler. Bütün telaş yatışır ve tüm hengamenin kısırlığı aşikardır ve tüm bu yeni hislerin sınırsız çokluğu sınama günleri boyunca birini desteklemek için elle tutulur bir mutluluk temeli oluşturmaz (Durkheim, 1951, p. 256).
Gecekondu Mahalleleri ve Chicago Okulu
Durkheim gibi, Chicago Üniversitesi’ndeki bilim insanları ve onların suçun kökleriyle ilgili 1920lerdeki kuramları, içinde şekillendiği zaman ve mekandan oldukça etkilenmiştir. Büyüyen bir şehirle ve nüfusu normalin üzerinde seyreden yoksul nüfusla çevrilmiş Chicago Okulu, Amerikan toplumunda suçun sebeplerinin öncelikle bir alanda, şehirdeki gecekondu mahallelerinde, sabitlendiğinde ve insanların sapkın kültürel norm ve değerleri öğrenerek suç işlediğine inanmıştır (Short, 2002). Chicago Okulu’ndaki kriminologlar, dönemin Sosyal Darwinizm’ini ve suçun bireysel patolojinin bir konusu olduğunu reddetmişlerdir; suçu yoksulların kuşaktan kuşağa aktarılmış ve geleneksel değerlerinin yerini almış suçla ilgili değerleri yüzünden ve içinde bulundukları sosyal çevreleri tarafından suça itilmeleriyle alakalı bir sosyal problem olarak görmüşlerdir. Aile içindeki, mahallelerdeki ve topluluklar içindeki sosyal bağların ilişkilerin ve sosyal kontrolün çökmesi, Chicago bilim insanları Thomas ve Znaniecki’nin terimleştirdiği “sosyal düzensizlik” ile sonuçlanır. Park ve Burgess sosyal düzensizlik çalışmasını, ekolojik analiz veya insanlar arasındaki karşılıklı ilişki ve insanların çevreleri üzerine çalışmalarla destekleyerek genişletmiştir. Park ve Burgess (1936) suçlulardansa yüksek suç oranlarının coğrafik konumları üzerinde çalışmıştır ve şehrin gelişiminin sosyal olarak şekillendiği ve doğal olarak ortak merkezli bölgeler geliştirdiği fikrini öne sürmüştür. Beş bölgenin taslağı çizilmiştir, her birinin merkezi iş yerleri bölgesinden banliyö bölgesine kadar kendine has yapısı, organizasyonu ve kültürü vardır. Bölgeler arasında en dikkati çeken şeyler, dağınık konutlanma, mahalle sakinlerinin sürekli yerlerinden edilmeleri, göçebelerin mahalleye akını, zayıflamış aile bağları ve toplumsal bağlar ve nihayetinde sosyal düzensizlik ve suç ile sonuçlanan bölge geçişleridir (Park, 1936).
Kültürel Aktarma
Shaw ve Mckay (Chicago’nun Çocuk Araştırmaları yapan kurumundaki araştırmacılar) Park ve Burgess’ın çalışmasını ayrıntılı hale getirdiler ve şehrin büyümesinin mekansal olarak insanları ve suçu nasıl yaydığını ve suç oranlarının Chicago mahalleleri arasında nasıl değiştiğini göstererek şehirdeki bir mahallenin düzeninin suçluluğu önlemede nasıl merkezi bir rol oynadığını savundular (Short, 2002). Shaw ve Mckay (1972) suçluluk oranlarının en fazla geçiş bölgelerinde olduğunu ve merkezi iş bölgesinden uzaklaştıkça zenginlik miktarının arttığı mahallelerde düştüğünü onayladılar. En yüksek suçluluk oranları uzun zaman periyodları dahilinde ve toplumdaki etnik nüfusun değişimi boyunca sürdü. Shaw ve Mckay, mahallenin yapısı ve çeşitli mahallelerin ekonomik durumu ile kültürel değerlerinin suçun kontrol altına alınmasında önemli olduğu sonucuna vardılar; mahallenin etnik yapısı ve insanın doğası kişilerin suç işleme olasılığını belirlemez. Shaw ve Mckay (1972), Chicago mahallelerinin kültürel değer ve normlarını binlerce çocuk suçluyla araştırma yaparak doküman haline getirdiler ve bu, yaşları daha küçük olan çocukların daha büyük olanlarla çeşitli suçlarda birbirleriyle bağlantılı oldukları sonucunu ortaya çıkardı. Daha da önemlisi, düzensiz mahallelerin, bir dilin ve diğer sosyal formların aktarıldığı yolla art arda gelen kuşaklar boyunca aktarılmış değerler gibi bir “sabıkalı kuşaklar” oluşmasına fırsat verdiği sonucuna vardılar (Shaw & Mckay, 1972, p.174). Bu araştırma Shaw ve Mckay’i sosyal olarak öğrenilmiş davranışların bir kuşaktan diğerine aktarıldığı düzensiz şehir bölgelerindeki “suçluluğu destekleyen tutarlı sistemlerin varlığı” olarak tanımlanan kültürel aktarım kavramını formüle etmeye sürükledi (Shaw & Mckay, p.173).
Diferansiyel İlişkilendirme Kuramı
Sutherland ve Cressey (1955), Shaw ve Mckay’in suçla ilgili değerlerin bir kuşaktan diğerine toplumsal etkileşim yoluyla aktarıldığına ve suçun toplumsal etkileşim yoluyla öğrenilmesine dair gözlemlerine katkıda bulundular ve “farklı sosyal düzen”lerin önemine dikkat çekerek, sosyal grupların farklı bir şekilde düzenlendiğini savundular (bazıları suç işlemeyi destekler biçimde organize olurken bazıları bunun tam tersi şekilde organize oluyor). Sutherland, yasaların ihlaline uygun olan olanakların yasaların ihlaline uygun olmayan olanaklardan farklılaştığı yerde suça onaylanabilir bir yaşam biçimi olarak tutunan kişiler için suçlu davranışlarının sosyal bütünleşme süreci içinde öğrenildiğiyle ilgili bir kuram geliştirmiştir (Sutherland & Cressey). Sutherland bu kuramı “diferansiyel ilişkilendirme kuramı” olarak tanımlamıştır (1949).
Sutherland (1949), kendisinin diferansiyel ilişkilendirme kuramının ve diferansiyel sosyal düzen kuramının birbiriyle uyumlu olduğunu ve beraber kapsamlı bir suç tanımı verdiklerini savunmuştur. Diferansiyel ilişkilendirme kuramı, bir kişinin neden suça sürüklendiğini açıklamıştır; diferansiyel sosyal düzen kuramı ise neden suç oranlarının Amerikan toplumlarının belli kısımlarında daha yüksek olduğunu açıklamıştır. Sapkınlık, sosyalleşmenin ve toplumca kabul gören kültürün reddettiği davranış ve tutumları destekleyen alt kültür değerlerinin öğrenilmesinin bir sonucudur( Sutherland & Cressey, 1955). Çoğunlukla kışkırtıcı bir şekilde, Sutherland’ın teorisi toplumun tüm katmanlarına uyarlandı ve mesleği doğrultusunda yüksek konumda olan ve saygın bir statüsü olan kişilerin işediği suçları izah etmek için de uygundu (1949, p.9). İş, politika ve uzmanlık alanlarında işlenen suçları tanımlamak için, Sutherland, “beyaz yakalı suçlar” terimini kullanmıştır.
Anomiye Yeniden Göz Atmak
Merton (1968), suçun şehrin gecekondu bölgelerinden doğduğu ve öğrenilmiş sapkın kültürel değerler olduğu görüşünü reddetmiştir. Bunun yerine, tutucu kültürel değerlere uyum sağlamanın yüksek suç oranları ve sapkınlık ürettiğine dikkat çekmiştir. Merton, Durkheim’in biyolojik perspektifin sapkınlık üzerine uygun olmayan açıklamalar sağladığı görüşünü ve kurumlaşmış normlar zayıfladığında ve anominin, ekonomik başarı üzerine yoğun bir değer yerleştirerek toplumda hakim olduğu görüşüne katılmıştır, böylece anominin ani sosyal değişimlerden oluşmadığı açık bir hal almıştır (Lily et al., 1989). Merton sosyal yapısal faktörlerin sapkınlığa yol açan faktörler olarak düşünülmesi gerektiğini savunmuştur. Sosyal sistemler insanlara eşit araçlar vermeden, tüm insanlar için aynı hedeflere ulaşma gayesindedir. Merton’a göre, bu olduğunda, doğru ve yanlış standartları uygulanamaz ve “uygun yöntemlerden hangisinin kültürel olarak onaylanan değerlerden kar etmek için en verimlisi” olduğunu belirlemek gerekir (Merton, p.189). Anomi durumu, “sözlük anlamı olarak ahlaksızlaşma” ile sonuçlanır, mesela “araçların kurumsuzlaştırılması” (Merton, p.190) bu kültürel olarak ikna edilmiş hedeflerle sosyal olarak yapılandırılmış olanaklar arasındaki çelişkiden oluşan keskin baskıların bir sonucudur. (Merton, p.232)
Gerilim Teorisi
Anominin makro-durumunun perde arkasına rağmen, Merton, anomik koşullar boyunca toplumun değişmez hedeflerini meydana getirmek için başlıca kalıpları ve araçları beş düzenleme biçimi belirleyerek analiz etti. Merton (1968, p.194) bu beş düzenleme biçimine ve bireysel adaptasyon yöntemi olarak anomik koşullara değinir: uyum, en yaygın yöntemdir, kültürel hedefler ve kurumsallaşmış araçların kabul edilmesidir; geri çekilme, toplumun hedeflerini ve araçlarını reddeden sapkın bir alternatiftir; isyan, toplumun hedef ve amaçlarını reddeden ve aktif bir şekilde yerine yenisini bulan sapkın bir alternatiftir ; ayin ve törenleri çok önemseme, hedefler gerçekçi olmasa da, kültürel hedeflere saygı duyulmasını kanununa uygun olarak garanti eden araçlardır; değişiklik yapma, hedefleri kabul etme, araçları reddetme şeklidir.
Değişiklik yapma, suç ve suçluluk üzerine yapılan çalışmalar arasında bilim camiasında en fazla ilgiyi almıştır ve Merton (1968), yeniliği birçok suçlunun davranışlarını anlamak için bir yöntem olarak tanımlamıştır. Bu yöntemle, suçlu davranışlarının büyük bir çoğunluğu, kişi, yöntemleri ve araçları kendi başarısı için yöneten geleneksel normları eşit bir şekilde içselleştirmeden kültürel önemi özümsediğinde oluşan şartlar olarak görülebilirdi (Merton, p. 195). Böyle bir suçlu davranışı ve adaptasyon yöntemleri arasındaki benzer farklılıklar tüm toplumda aynı değildir; Merton, gelişim için gerçekçi olanakların yokluğunun alt sınıflar üzerinde büyük bir baskıyla sonuçlanır (pp. 198-199).
Değişiklik yapma gibi eşdeğerli adaptasyon yöntemleriyle sonuçlanan engellenmiş olanakların yapısal durumu ile anomi arasındaki farkları anlamak önemlidir (Featherstone & Deflem, 2003). Temelde, anomi, toplum başarıyı ve kültürel olarak buyrulmuş hedefleri, bu hedeflere ulaştıran araçları düzenleyen onaylanmış normlara değinmeden önemsediğinde oluşur. Gerilim teorisi, anomi teorisinin nasıl farklı kişisel adaptasyon yöntemlerini yansıtan sapkınlıkla sonuçlandığını açıklar (Featherstone & Deflem). Merton’a göre (1968), anomi ve gerilim teorisi arasındaki ilişki şöyle görülebilir, ” Başlıca Amerikan meziyeti ‘ hırs'(tır) (ve bu) başlıca Amerikan ‘sapkın davranış’ kusurunu ön plana çıkarır.” (p. 200).
Suçlu Alt Kültürler
Cohen (1955), Sutherland’ın diferansiyel ilişkilendirme kuramını ve Merton’ın gerilim kuramını suçlu alt kültürlerin nasıl arttığını, bunların sosyal yapının neresinde konumlandığını ve nasıl tanımlanabileceklerini açıklamak için geliştirdi ve bunlara takviyelerde bulundu. Cohen bu alt kültürlerin, öncelikle, hiçbir fayda sağlamayan, acımasızca, şüpheci ve çoğunlukla amaçsız bir şekilde işlenen suçların oluşumuna olanak veren gecekondu mahallelerinde ortaya çıktığını belirtir (pp. 25-26). Cohen, suçlu alt kültürlerin köklerinin ebeveynlerin isteklerindeki, çocuk yetiştirme pratiklerindeki ve çocuklarından okul başarısıyla ilgili beklentilerindeki sınıfsal farklılıklara dayandığına dikkat çekmiştir.
Alt tabakadan gençler, toplumda saygın bir statünün kriterlerini karşılayamadıkları için reddedilmiş konumda olmanın bir sonucu olarak çetelere ve suçlu alt kültürlere doğru sürüklenirler (Cohen, 1955, p.121). Daha da önemlisi, bir çocuğun ailesi toplumsal yapı içinde düşük bir statüde olduğu sürece çocuğun hayatı boyunca daha fazla miktarda problemle yüzleşmesi daha muhtemeldir. Örneğin, alt sınıflardan aileler, orta sınıflardan ailelerin sosyalleşme şekillerine, değerlerine ve eğitim durumuna ulaşma hakkına sahip değildir. Cohen, suç işlemeye eğilimli gençlerin talihsiz sosyal çevrelerden geldiklerinden ve toplumda bir statü kazanmak için, ulaşamayacakları bir konumda olan saygın orta sınıf değerlerini reddetmenin memnuniyetine erişmeyi sağlayan değerleri benimsediklerinden söz eder. Üstelik, suçlu alt kültürler “alt sınıflardan çocukların karşılayabilecekleri kriterleri” yaratmak için bir “tepki oluşumu” geliştirirler (Cohen, pp. 121- 133). Bu süreç, orta sınıfın arzulamayı öğrendikleri (yoksul sınıfı yetersiz olarak addeden) amaç ve normlarını reddetmeyi ve bu orta sınıf standartlarının yerine, statü, saygı ve değer kazanmak için tam tersi değerler koymayı içerir (Shoemaker, 1996). Son olarak bu alt kültürler, statülerin verdiği devamlı huzursuzluğa karşı ve başarıya ulaşmanın ve kıymet görmenin alternatif bir formu olan erişilebilir değerlerin çekiciliğinin bir sonucu olarak kuşaktan kuşağa aktarılabilirler (Cohen).
Fırsat Kuramı
Cohen gibi, Cloward ve Ohlin sırayla Merton ve Sutherland’ın eski öğrencileriydi ve diferansiyel ilişkilendirme kuramını, gerilim kuramını birleştirdiler ve ayrıntılı hale getirdiler. Cloward ve Ohlin (1960), gecekondu bölgelerindeki gençlerin başarılı olabilmek ve bir statü edinebilmek için yasal araçlardan ve olanaklardan yoksun oldukları fikrini geliştirerek Merton ve Cohen’ın çalışmalarına katkıda bulundular. Ayrıca Sutherland’ın kültürel aktarım üzerine olan çalışmalarını ayrıntılı hale getirdiler ve suçlu davranışlarının gereken yasadışı araçlara ulaşmaya dayalı olduğu sonucuna vardılar. Fakat alt kültürün, hakim kültürün değerlerinin tam zıddı değerlere sahip olduğunu savunan Cohen’a nazaran, Cloward ve Ohlin, alt sınıftan suç işlemeye eğilimli gençlerin çoğu yasadışı olsa da hedef odaklı olduklarını ve önceden önlem aldıklarını savunur.
Cloward ve Ohlin’in fırsat kuramına göre (1960), suçlu alt kültürler, bir araya gelebilen yeterli gencin bulunduğu ve bu gençlerin birbirlerini geleneksel değerlerden uzaklaşma ve yabancılaşma noktasında ve başarıya ulaşmak için sayılı yasal fırsatları aşan yasadışı fırsatları takip etme noktasında destekledikleri yoksul sınıfların olduğu bölgelerde ortaya çıkar. Başarıya ulaşma yolunda yasadışı faaliyetlerin topluma yayıldığı gibi, ki başarı için yasal fırsatlar kadar pürüzlüdür, suçlu alt kültür tipleri mahalle yapısı ile ve seçilen yasadışı fırsat tipleriyle belirlenir (Shoemaker, 1996). Shoemaker, sabit bir biçimde hem muhafazakar hem de muhafazakar olmayan sistemleri paylaşan mahallelerin suç/hırsızlık çeteleriyle ön plana çıktığını; geçicilik, istikrarsızlık ve suç organizasyonlarından yoksunluk ile şekillenen mahalleler çatışma/şiddet çeteleriyle ön plana çıktığını; ve her iki biçimde olabilen ama üyelerin yasal veya yasadışı kulvarlarda başarılı olamadıkları mahalleler ise kendini geri çeken/uyuşturucu kullanıcısı çetelerle ön plana çıktığını belirtmiştir.
Sosyal Kontrol Kuramları
Sosyal kontrolün çoklu kuramlarından biri, Hirschi’nin, 1960lardaki, suçluluğun nedenleri üzerine olan ve yeni ufuklar açan kitabında geliştirdiği kuramdır ve son derece etkileyicidir. Birçok sosyal kuramı eleştirdiği yazılarında ve 1960ların çalkantılı tarihsel dönemleri ile ilgili olan kendi kuramlarının gelişiminde, Hirschi, anomiyle ve sosyal bağların bozulmasıyla ilgili olan gerilim kuramına meydan okudu ve Durkhem’ın kuramlarının kontrol kuramlarının en saf örneklerinden biri olduğunu savundu: anomi ve bencillik “kontrolü kaldırma” ve takip eden “anormal” davranış durumlarıdır (1969, p.3). Bireyin suç işlemeye eğilimli olan dürtülerine odaklanan önceki kontrol kuramlarına nazaran, Hirschi insanların neden suçlu davranışlar sergilemediğini ve insanların kurallara uymasını ve bağlılığını neyin açıkladığını keşfetti (Gottfredson & Hirschi, 1990). İçsel faktörlere önem vermek ve kişilik özellikleriyle ilişkilendirmek yerine, Hirschi, kendisinin “sosyal bağ” olarak nitelendirdiği toplumsal ilişkilerle ilgili olan dışsal faktörlere değinmiştir (1969, p.17).
Hirschi (1969), özünde dışsal olan ve insanları basmakalıp faaliyetlerin, davranışların ve hareketlerin bulunduğu geleneksel topluma bağlayan 4 farklı sosyal bağ tanımı yapmıştır: bağlanma, taahhüt vaad etme, katılım ve inanç. İlki, bağlanma; aile, okul ve akranlarla ilgilidir. Aileler içinde ebeveynler ve çocuk arasındaki bağ suç işlemeye eğilimli davranışlar için caydırıcı olarak ve geleneksel değerler için telkin verici bir mekanizma olarak görülür. Okul için, okulda iyi performans gösterme yetisi suç işlemeye eğilimi davranışlarla ilişkilidir. Örneğin, zayıf akademik performans okul, öğretmenler, çalışanlar ve sonunda müdür için bir saygısızlık zinciri başlatır. Akranlar için, sadakat ve dayanışma, grup gereklilikleri için suçlu davranışların ve kişisel fedakarlığın önemli unsurlarıdır (Hirschi, 1969, p.145). İkinci olarak taahhüt vaad etme, kişilerin belli başlı aktivitelerdeki kendi çıkarları, kişiyi toplumun ahlaki kodlarına bağlayan bir mertebedir. Sıradan emeller eğitim ve istihdamla ilgili olanlar gibi, “suç işlemeye eğilimli davranışlar üzerinde kısıtlamalar” ve “uyum üzerinde bir kontrol” olarak görüldü ve kişisel yatırım ve araçlar arttıkça geleneksel sosyal düzene olan bağlılıklar arttı ve suç işlemeye eğilimli davranışlarda bulunma ihtimali azaldı (Hirschi, p.162). Üçüncü olarak, iştirak, belirli aktivitelere adanan zaman miktarı ve enerji ile ilişkilidir, örneğin geleneksel toplumun değerlerini yansıtan ev ödevleri. Dördüncü olarak, inanç, toplumun belli değer ve normlarına verilen onay ve rıza derecesidir. İnançlar, sabit toplumsal pekiştireçlere ihtiyacı olan ahlaki mevkilerdir; temelde daha az insan sadece yasaların suça eğilimli davranışlarla ilgilemeye meyilli olduğuna inanır. Sapkın davranışlar için, ilişkilerdeki tüm sosyal bağlara baktığımızda, Hirschi, “Nedensellik zinciri ebeveynlere bağlanmadan, yönetici pozisyonundaki insanların onayını alma yolunda, toplum kurallarının birinin tavırlarında birleştiği inancında son bulur.” demiştir (p.200)
Çatışma Kuramı
Çatışma kuramcıları, 1960ların siyasal kargaşasına ve var olan kuramların bu olguları yeterli bir şekilde açıklayamamasına tepki olarak suçu açıklamada yeni yollar aramışlardır (Adler, Mueler & Lufer, 2001). Aslında çatışma kuramı, geleneksel değerleri sorgular ve yasaları siyasal gücü elinde tutanların çıkarlarını koruyan varlıklar olarak görür.Çatışma kuramı öncelikle güç kavramı ile ilişkilidir ve köklerini başkaldırma, sınıf çatışması ve Marksist felsefeden alır (Shoemaker, 1990).
Çatışma kuramının, kuram olarak oluşumu Marx’a ve onun kapitalizmin oluşturduğu gruplar arasındaki güç bakımından büyük farklar, sosyal düzenin doğasında olan çatışma ve toplumsal sınıflar arasındaki şiddetli yüzleşme üzerine olan felsefesine dayanır (Marx, Engels & Struik, 1971). Durkheim gibi, Marx (1848) suçu sosyal çöküşün belirtisi olarak ve siyasal durumu ise suçun kökleri olan kapitalizmin devamını sağlayan bir mekanizma olarak gördü. Turner’in açıkladığı gibi (1975), Marx’ın kuramsal yaklaşımının temel varsayımları genişçe 6 kavramsal zeminde verilebilir:
- Sosyal sistemlerin belli birimlerin ve grupların karşılıklı bağımlılıklarını gözler önüne sermesine rağmen bu karşılıklı bağımlılıklar daima çıkar çatışmalarını meydana getirir.
- Bu çıkar çatışmaları kıt kaynakların, bilhassa gücün, eşitsiz dağılımının bir sonucudur.
- Gizli çıkar çatışmaları neticede sistem içindeki sosyal gruplar arasında şiddetli ve aşikar bir fikir ayrılığına yol açacaktır.
- Bu fikir ayrılıkları, kutuplaşmış sistem içindeki sosyal grupların dominant ve boyun eğen olmak üzere iki farklı gruba ayrılmasına yol açacaktır.
- Dominant ve boyun eğen gruplar kutuplaştıkça, ardından gelen çatışma daha da şiddetlenir. Çatışma şiddeti arttıkça sistemin yapısal değişimi ve kıt kaynakların yeniden dağıtımı daha büyük olacaktır.
- Bu yeni düzen bir kez daha yeni dominant ve boyun eğen gruplar arasında kaçınılmaz bir sınıf çatışması, kutuplaşma, şiddet ve sistemin yeniden düzenlenmesi sürecine yol açan çıkar çatışmaları yaratır.
Suç, kaynakların dağıtımındaki çatışmanın ve bu dağıtımın gayrimeşruluğunun bir sonucudur. Bu özellikle yoksul gruplarla, organize olmanın ve çatışmayı açığa çıkarmanın yollarını arayan grupları etkiler (Turner, 1975).
Marx’tan sonra suç olgusunu çatışma kuramı üzerinden açıklayan ilk sosyolog Vold’dur. Vold ( 1958) suçu, bireylerin bir gruba olan sadakatlerini çatışma sayesinde ifade ederken doğal bir unsur olarak görmüştür; bir gruba olan sadakat fayda sağlar çünkü toplu faaliyet grupları sayesinde bireyler ihtiyaçlarını karşılar. Etkin bir grup daha uzun ömürlü olur çünkü üyelerine ihtiyaçlarını sunar, eğer bunu yapmazsa aynı ihtiyaçları karşılamak için daha etkili yeni gruplar oluşacaktır. Karmaşık bir toplumdaki grupların çokluğundan dolayı, birey olarak, bütün grupların üzerinde kendi grubunun çıkarları için mücadele etmek ve kendi grubunun çıkarlarını savunmak tüm çıkarlar için ortak ve mantıklıdır. Aslında bu, ısrarlı bir anlaşmazlık durumu yaratır ama toplumun süregiden gidişatı da bu yönde değişir (Vold, p. 204). Vold, çatışmayı, toplumu oluşturan zıt kuvvetler arasındaki gücü dengelemesi açısından gerekli olarak görür. Vold’un belirttiği gibi, “karşıt kuvvetlerin az çok sabit olan dengesinin değişken ve endişe verici bir şekilde ayarlanması sonucunda göreli denge durumu genelde ‘sosyal düzen’ ya da ‘sosyal organizasyon’ diye adlandırılan şeylerdir.” (p.204). Vold, yasal anlaşmaları, siyasi tutuklamaları ve yönetimle sendikalar arasındaki çatışmayı toplumda gücü ve kontrolü elinde tutanlar tarafından işlenen suçlu davranışlar olarak görmek için bu mantığı kullandı.
Dahrendorf, Vold’un gruplar arasındaki çatışmanın sadece sosyal düzeni sağlamadığı ve gruplar arasındaki güçlenmiş baskının insanları birbirine bağladığı görüşünü ayrıntılı bir hale getirir (Adler et al., 2001). Çünkü Dahrendorf’a göre kültürel normlar daima varkalırlar ve itaati sağlamak için belli yaptırımları vardır, bazı insanlar ve nihayetinde gruplar bu normları güçlendirir. Dahrendorf çatışmayı ve sınıf eşitsizliklerini boyun eğme-dominant olma ilişkilerini içeren toplumun temel birimi olarak, ve kaçınılmaz doğal yönleri olarak görmüştür (Shoemaker, 1996). Dahredorf toplumsal haksızlıkların, çatışmaların ve baskı rejiminin sabit olduğunu, zamanla, çatışmanın eski sosyal düzeni yıkıma uğratıp yeni sosyal düzeni getirmesiyle sosyal değişime yol açacağını savundu.
Ve son olarak, modern çatışma kuramcısı,Turk, toplumsal çatışmayı hayatın tek gerçeği olarak gördü ve gücü elinde tutan insanların ellerindeki gücü korumak için nasıl yasalar ürettiklerini ve yönetimi nasıl kullandıklarını göstererek Dahrendorf ve Vold’a katkıda bulundu. Turk suçun, güç için rekabet eden grupların yarattığı çatışmanın bir sonucu olmadığını ama bunun yerine suç olarak tanımlanmış davranışın gücü ve otoriteyi elinde tutan insanlar tarafından düşük statülü gruplara atfedildiğini savunur. Suç “biyolojik, psikolojik veya davranışla ilgili bir olgu olarak bile ele alınmamalı ve kişilerin yasal otoriteler tarafından nasıl algılandığı, yorumlandığı ve muamele edildiğiyle tanımlanan bir sosyal statü olarak görülmeli.” (Turk, 1969, p.25). Suçlu statüsü güce hakim olanlar tarafından tanımlanır (“otoriteler”) ve güçsüz konumda olanlara atfedilir (“özneler”; Turk). Dahrendorf’un çalışmasına ve yönetilen sınıfın otoriteye karşı çatışması fikrine geri dönülecek olursa, “yasaları çiğnemek, nihayetinde yöneten ve yönetici ilişkisinin denge ölçütü olur.” (Turk, p.42). Bu nedenle belli suçların sıklığı, yasaların uygulanma derecesi ve bu kurallardan sıklıkla etkilenen nüfus, toplumda güç için bir mücadeleyi yansıtır ve gücün nasıl dengede kaldığı sürekli değişir.
Gelişimsel Hayat Seyri Kuramı
Gelişimsel hayat seyri kuramları farklı yaşlarda risk faktörleri olan antisosyal davranışların gelişimiyle ve gelişim boyunca olan hayat olaylarının etkileriyle ilgilidir. Daha önce tartışılan suç kuramlarına karşın, gelişimsel hayat seyri kuramları hayat boyunca, özellikle birbirleriyle ilişkili olan risk faktörlerinin ve hayattaki olayların hamlenin devamını ve suçtan vazgeçmeyi etkilediği yerde suçlunun davranışındaki bireysel değişimlerle ilgilenir (Farrington, 2002).
Geçerlikte olan en azından 5 tane gelişimsel hayat seyri kuramı vardır: karma bilişsel antisosyal potansiyel kuram (Farrington, 2002); sosyal gelişim modeli (Howkins, 1996) ; iki farklı niteliksel antisosyal insan kategorisi ( hayat boyu devam eden ve ergenlikle sınırlı olan suçlar; Maffit, 1993); bütünleştirici kontrol kuramı (LeBlanc, 1997); ve etkileşimsel kuram (Thornberry & Khrons, 2001). Tüm kategorilerin kişisel, çevresel ve sosyal durumlarla ilişkilere göre değişiklik göstermesine rağmen her bir kuramın açıklayabildiği en geniş ölçekte kabul edilmiş 10 sonuç aşağıdaki gibidir:
- Sorun yaratan erken ergenlik yıllarının egemen olması (15 ve 19 yaş arası)
- Suç işlemeye başlama yaşı 8 ve 14 arasındayken suç işlemeyi bırakma yaşı 20 ile 29 yaşları arasındadır.
- Erken yaşlarda suç işlemeye başlamak aynı oranlarda daha uzun bir suç kariyerinin devamını ve çoklu suçlar işlemeyi beraberinde getirir.
- Suç işlemeye başlamada ve antisosyal davranışlarda belirgin bir devamlılık çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe kadar görülür.
- Tüm suçların büyük bir bölümünü nüfusun küçük bir kısmı işler.
- Suç işleme bir alanda ustalaşmak yerine çok yönlüdür.
- Suç olarak tanımlanan türden davranışlar büyük bir antisosyal davranış sendromunun unsurlarıdır.(örneğin çok içmek, dikkatsiz direksiyon kullanımı, cinsellikte tek eşli olmama, zorbalık veya okulu asma)
- Geç ergenlik yaşlarına kadar birçok suç başkalarıyla birlikte işlenirken 20li yaşların üstünde suçlar yalnız işlenir.
- Geç ergenlik dönemine kadar işlenen suçların sebepleri oldukça farklıdır. (örneğin heyecan, zevk veya öfke)
- Farklı türden ve ilk kez işlenmiş suçlar belirgin bir şekilde farklı yaşlarda işlenir.
SONUÇ
Suç ve suçluluk üzerine sosyolojik kuramların kavranması üç ana başlıkta incelenebilir: Anomi kuramı, bireyselliğin ve iş bölümünün artması sonucu toplumdaki ahlaki düzenin ve normların çökmesinin suçlu davranışlarına katkıda bulunmasına değinir.
Suç ve suçluluk, mahallelerin fiziksel özellikleri, kültürel normları ve pratikleri bağlamında değerlendirilirse (Chicago Okulu) başarıya ulaşmak için yasal olanakların yokluğunun bir sonucu olarak, mahalle sakinleri suçlu kültürler içinde sosyalleşir ve suç girişiminde bulunur. Çatışma kuramı suçun toplumdaki çöküşün bir sonucu olmadığını bunun yerine suçun güce ve otoriteye hakim olanlarla olmayanların arasındaki sabit ve sürekli bir çatışmanın sonucu olduğunu savunur. Çatışma kuramı, çatışmanın sosyal düzeni korumada ve güçlü grupların suçlu davranışlar üzerindeki kontrolünü korumada önemli olduğunu vurgulayarak suçu açıklamada kullanılır.
Bu başlangıçlardan sonra, kontrol kuramı insanların neden yabancılaşma süreci boyunca uyum sağlamayı seçmediğini ve neden geleneksel toplumun kurallarına uymayıp suç işlediklerini açıklamak için anomi kuramını ayrıntılı hale getirmiştir. Anomi kuramlarına dayanarak, sosyal yapı ve gerilim kuramları toplumda hakim olan görüşün değerlerini ve amaçlarını benimsemek için gerekli yasal araçlara ulaşmanın mümkün olmadığı ve bunun sonucunda suçun ortaya çıktığı bağlamda toplumsal normların çöküşüne yer verir.Bu kuramlar suçlu alt kültürlerle ilgili ve bunların nasıl suçla bağdaşan değerleri kuşaklara aktardığıyla ilgili kuramları ve güçsüzleştirilmiş mahallelerdeki insanların kendilerine en uygun yasadışı aracı benimseyerek ve kullanarak saygınlık ve statü kazandığını açıklayan fırsatlar kuramını meydana getirir. Son olarak, gelişimsel hayat seyri kuramları risk faktörlerinin sosyal çevre elementlerini, mahallenin etkilerini ve yasal ve yasadışı fırsatların oranlarını hayattaki olaylardan etkilenen insan davranışlarıyla bağdaştırmaya çalışır.
Suç ve suçluluk ile ilgili sosyolojik kuramların düzenlenmesinin yansıması olarak, kuramların, kuramcıların varsayımları, dünya görüşleri ve hayat tecrübeleri tarafından şekillendiğini aklımızda tutmak önemlidir. Çünkü hayat deneyimleri toplum değiştikçe değişir, suçla ilgili kuramsal bakış açıları da aynı doğrultuda değişir. Zaman ve sosyal bağlam değiştikçe, önceki kuramlar çekiciliğini yitirir ve diğer kuramlar daha uygun görünmeye başlar. Ayrıca herkesin suçu kavrama biçimi kişisel ve sosyal deneyimler tarafından şekillenir. Kuramların, kuramcıların yaşadığı dünya tarafından şekillendiğini düşünürsek, bizim bu kuramlar üzerine kendi yorumlarımız birbiriyle kombine edildiğinde, birbirleriyle açıklandığında ve birbirlerine uygulandığında dönemin suçlu ve sapkın davranışlarını açıklamamızı kolaylaştırır.
Adler, F., Mueller, G. O. W., & Laufer, W. S. (2001). Criminology (4th ed.). New York, NY: McGraw-Hill.
Clinard, M. B., & American Sociological Association. (1964). Anomie and deviant behavior: A discussion and critique. New York, NY: Free Press of Glencoe.
Clinard, M. B., & Meier, R. F. (1968). Sociology of deviant behavior. Florence, KY: Wadsworth Publishing.
Cloward, R. A., & Ohlin, L. E. (1960). Delinquency and opportunity; A theory of delinquent gangs. Glencoe, IL: Free Press.
Cohen, A. K. (1955). Delinquent boys: The culture of the gang. Glencoe, IL: Free Press.
Dahrendorf, R. (1959). Class and class conflict in industrial society. Stanford, CA: Stanford University Press.
Durkheim, E. (1951). Suicide. New York, NY: Free Press.
Durkheim, E. (1964). The division of labor in society. New York, NY: Free Press.
Farrington, D. P. (2002). Developmental and life-course criminology: Key theoretical and empirical issues. Criminology, 41(2), 221–256.
Featherstone, R., & Deflem, M. (2003). Anomie and strain: Context and consequences of Merton’s two theories. Sociological Inquiry, 73(4), 471–489.
Gelles, R. J., & Levine, A. (1999). Sociology: An introduction (6th ed.). New York, NY: McGraw Hill.
Gottfredson, M. R., & Hirschi, T. (1990). A general theory of crime. Stanford, CA: Stanford University Press.
Hawkins, J. D. (Ed.) (1996). Delinquency and crime: Current theories. Cambridge, UK: Cambridge University Press.
Hirschi, T. (1969). Causes of delinquency. Berkeley, CA: University of California Press.
LeBlanc, M. (1997). A generic control theory of the criminal phenomenon: The structural and dynamic statements of an integrative multilayered control theory. In T. P. Thornberry (Ed.), Developmental theories of crime and delinquency (pp. 215–285). New Brunswick, NJ: Transaction Publishers.
Lilly, J. R., Cullen, F. T., & Ball, R. A. (1989). Criminological theory: Context and consequences. Belmont, CA: Sage Publications, Inc.
Marx, K. (1848, 1932). The communist manifesto. New York, NY: International Publishers.
Marx, K., Engels, F., & Struik, D. J. (1971). Birth of the communist manifesto, with full text of the manifesto, all prefaces by Marx and Engels, early drafts by Engels and other supplementary material. New York, NY: International Publishers.
Merton, R. K. (1968). Social theory and social structure. New York, NY: Free Press. Moffitt, T. E. (1993). Adolescence-limited and life-course-persistent antisocial behavior: A developmental taxonomy. Psychological Review, 100, 674–701.
Park, R. E., & Burgess, R. (1936). Human ecology. American Journal of Sociology, 42, 1–15.
Shaw, C. R., Forbaugh, F. M., McKay, H. D., & Cottrell, L. S. (1929). Delinquency areas. Chicago, IL: University of Chicago Press.
Shaw, C. R., & McKay, H. D. (1972). Juvenile delinquency and urban areas. Chicago, IL: University of Chicago Press.
Shoemaker, D. J. (1990). Theories of delinquency (2nd ed.) New York, NY: Oxford University Press.
Short, J. F., Jr. (2002). Criminology, the Chicago school, and sociological theory. Crime, Law and Social Change, 37 (2), 107–115.
Sutherland, E. H. (1949). White collar crime. New York, NY: Holt, Rinehart & Winston.
Sutherland, E. H., & Cressey, D. R. (1955). Principles of criminology. Philadelphia, PA: Lippincott.
Thomas, W. I., & Znaniecki, F. (1958). The Polish peasant in Europe and America. New York, NY: Dover.
Thornberry, T. P., & Krohn, M. D. (2001) The development of delinquency: An interactional perspective. In S. O. White (Ed.), Handbook of law and social science: Youth and justice (pp. 289–305). New York, NY: Plenum.
Tonry, M. H. (1998). The handbook of crime & punishment. New York, NY: Oxford University Press.
Turk, A. T. (1969). Criminality and legal order. Chicago, IL: Rand McNally.
Turner, J. H. (1975). Marx and Simmel revisited: Reassessing the foundations of conflict theory. Social Forces, 53(4), 618–627.
Vold, G. B. (1958). Theoretical criminology. New York, NY: Oxford University Press. Wright, R. A., & Miller, J. M. (2005). Encyclopedia of criminology. New York, NY:Routledge.
Çeviri: Sinem Ilgın
ceviri@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Çeviri Editörü
Künye: David Zembroski, Sociological Theories of Crime and Delinquency, Journal of Human Behavior in the Social Environment, 21: 240–254, 2011
YASAL UYARI
Yayımlanan bu yazının Türkçe’deki tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.
[…] anlamında- oldukça sınırlı çalışmanın bulunuyor olması da olabilir. Söz konusu metin buradan […]
[…] https://www.sosyalbilimler.org/suc-ve-sucluluk-uzerine-sosyolojik-teoriler-ceviri/ […]