Toplumsal Eşitsizlik ve İkincillik
Bauman kitabına “ikincil hasar” dediği bir kavram ile başlar. Bu kavram yurtdışında görev yapan silahlı kuvvetler üyelerince uydurulmuş ve onları inceleyen gazeteciler tarafından yayılmıştır. İkincil, yani, kasıtsız ve önceden tasarlanmamış olan, zarar verici etkileri belirtir. Söz gelimi, askeri müdahalelerin bazı yıkıcı etkileri “ikincil” olarak sınıflandırılır: hesaba katılmayan zaiyat. Ve Bauman bu hasarın çoğu zaman “altsınıf”ın üyelerine vurduğuna dikkat çeker. Altsınıf, toplumun içinde olan ama kesinlikle topluma dahil olmayan; işlev ve mevki odaklı, yani anlamlı bütün sınıflandırmaların dışında kalan kesim.
Doğal afetler de bu ikincil kayıplara yol açar. Söz gelimi, Katrina Kasırgası. Bu afet bütün kurbanlarını doğal şekilde etkilemedi. Fakir, siyah insanları daha fazla etkiledi. Bu insanlar Bauman’a göre zaten “kasırga vurmadan çok önce düzen ve modernleşme tarafından reddedilen ve dışlananlardı”. Bu, doğal afetin ikincil kurbanı olma olasılığı, Bauman’a göre, toplumsal eşitsizliğin en çarpıcı ve dikkat çekici boyutlarından birisidir. Yazar çalışmasında, bu eşitsizlik ve ikincil kayıplar arasındaki ilişkiyi farklı bölümlerde farklı bakış açılarıyla inceliyor. Bu yüzden kilit önemde olan bu iki kavramı iyi anlamak gerekir. Ona göre artmakta olan toplumsal eşitsizlik ve ikincillik (marjinallik, dışsallık, harcanabilirlik, siyasi gündemin meşru bir parçası olmama) insanlığın bu yüzyılda yüzleşmek zorunda kalacağı iki mücadele başlığı.
‘Sosyal Gezegen’ Arzusu
Bauman’ın çalışması boyunca okura fısıldanan şey şu oluyor: Sosyal devlet çöküyor, sosyal devlet çöküyor… Ona göre sosyal devletin doğuşu “solun ve sağın ötesinde” bir olgu. Ve eğer şu an çöküyorsa, “bu kapitalistlerin karlarının fabrika emeğinin sömürüsünden, tüketicilerin sömürüsüne kayması yüzündendir”. Aynı şekilde, sosyal devlet (çöküşünü ilan ettikten sonra –di’li geçmiş zamanda konuşabiliriz) tam da günümüzdeki “özelleştirme” dürtüsünü engellemek için icat edilmiş ve desteklenmiş bir düzenlemeydi. Bu dürtüdür ki insanlar arası dayanışmanın toplumsal temellerini sarsar. Ve özelleştirme ile gelen sadece bu değildir. Özelleştirme, toplumsal olarak üretilen sorunlarla mücadele etmek ve çözmek gibi göz korkutucu bir görevi bireylerin üstüne yıkar ki çoğu durumda bireyler bunu başaracak kadar maharetli değildir. Burası önemli çünkü Bauman’ın kitabındaki bir çıktı da, günümüzdeki -insanları susturma, dışlama ve küçük düşürmeden oluşan üçlü zehirden koruyan- devletin veya kamusal alanın erimesi ile beraber bireyin üzerine çok fazla yük bindiğini ve kendisine bir anda “bahşedilen özgürlük”ünü kullanmak konusunda yetenekli olmadığını söylüyor. “Bireysel özerkliklerin sınırları gittikçe genişliyor, fakat aynı zamanda bir zamanlar devletin sorumlulukları olarak algılanan, ancak şimdi bireysel ve kişisel endişeler haline getirilen görevlerin yükünü sırtlıyoruz.” Bu konuya daha sonra geleceğiz.
Piyasalara Müdahale mi, Kişisel Güvenlik mi?
Kitaptaki temel tespitlerden bir diğeri ise, piyasanın ürettiği varoluşsal belirsizlik ve güvensizliğe müdahale etmeyi bırakan, sermayenin önündeki tüm engelleri kaldıran günümüz devleti, doğası gereği, iktidarını korumak için kişisel güvenlik meselesine el atmıştır. Bu tercihe güncel bir örnek, hükümetlerin -özellik merkez ülkelerde- İslamcı terörizm ve mülteci karşıtlığı üzerinden şekillendirdiği dış -ve doğal olarak iç de- politikalarını örnek verebiliriz. Devlet halkın varoluşsal güvenliğinden (yani insan toplumunda meşru ve saygın bir yer alıp, bunu korumak ve dışlanma tehdidinden kaçınmak) el çektikçe, bu görev, bireylerin kendi yeteneklerine ve kaynaklarına bırakılıyor. Bauman’ın çalışmasında incelediği veya derinleştirdiği bir diğer boyut da, bu “görev”in bireylerde yarattığı, dışlanma, mücadeledeki yetersizliğinin gösterilmesi, küçümsenme, saygınlık bahşedilmeme ve aşağılanma gibi kimi duygulanımların tahliline girişmesi.
İktidar ve Siyasetin Ayrılması
Bauman’a göre “eşitsizliğin küreselleşmesi”nin altında yatan en önemli neden, Max Weber’e atfen söylediği, “işin evden ayrılması” olgusu. Bu metafor, “iş çıkarlarının etik değerlerle denetlenen ve idare edilen bütün mevcut sosyal-kültürel kurumlardan azat edilmesi ve bunun sonucunda iş arayışlarının kârı azami seviyeye çıkartmak dışında bütün değerlere karşı bağışıklık kazanması”nı imler. Bu “bağışıklık”ı küresel sermayenin önündeki engellerin tümüyle kaldırılması olarak da okuyabiliriz.
Bauman’ın çalışmasında bir diğer önemli metafor ise ‘iktidar ve siyasetin boşanması’dır. Bu, ikinci ayrılığa denk düşer ve “eşitsizliğin küreselleşmesi”nin diğer ayağını oluşturur. Bu ayrılık, Bauman’ın bahsettiği ilk ayrılmanın, toplumsal ve kültürel zararlarını kısıtlama çabası içinde boy gösterdi. Ve ilk ayrılığın daha da derinleştirilmesi ile sonuçlandı. Bauman’a göre, “egemen ulus-devlet”in dengi hiçbir şey kalmamıştır bugün. Yani, küreselleşmenin olumsuz etkilerini dizginleyecek hiçbir kurum yok. Artık siyasetten bağımsız iktidar ve iktidardan yoksun siyaset var.
Bu veri, Bauman için bir sabit ve küreselleşmenin ve ulus-devletlerin geriye döndürülmesinin ihtimali yok. Burada artık, “modern tarihin bir önceki aşamasında kabilelerin ve yerel toplulukların birleşerek ulus-devletlere dönüşmesini tamamlayıp taçlandıran “sosyal devlet”in küresel denginin yaratılmasıdır” sorun. Yani, bir “sosyal gezegen”. İnsanlığı bu ‘sosyal gezegen’e taşıyacak olan da Bauman’a göre egemen devletler değil, “fakat daha çok sınırlar ötesinde ve çok uluslu devlet-dışı kuruluşlar ve topluluklar olacak”. Bauman, piyasalara müdahaleye ihtiyaç olduğunu söylüyor, ancak ardından soruyor: Ama eğer müdahale olursa bu devlet müdahalesi mi olacak. Ona göre daha çok “devlet-dışı inisiyatiflerin, devletten bağımsız olan ve belki de devlete muhalif olan unsurların işi” olacaktır.
Sıvı ve Katı Moderniteler
Bauman’la beraber modernitenin değişik hallerinin (katı veya sıvı) bulunduğunu öğrenmiş olduk. Kuşkusuz, bu, Bauman’ın fikirlerine açıklayıcılık getirebilsin diye yarattığı bir kavram. Çalışmasında, kavramlardan bir tanesini -katı olanını- antikomünizm üzerinden (ve Stalin’in şahsında reel sosyalizm karşıtlığı) şekillendiriyor. Komünizm, Bauman’a göre modernitenin katı aşamasının sistemidir. Komünizm, moderniteye sadıktı. “Katı modernitenin amaçlarına, sözlerine, ilkelerine ve kanunlarına gözünü bile kırpmayacak kadar bağlı idi.” Peki, neydi bu katı modernite denilen hadisenin amaçları? Bauman’a göre, “insanların yaşam koşulları ve kaderleri üzerinde mutlak kontrole sahip olma ihtirasının uygulanabilirliğinin aşırı ve belki de nihai sınaması.” Bu, postmodernizmin esasında Aydınlanma’ya yönelttiği tanımlamadır. Aydınlanmacılar insan aklını yüceltmiş, siyasi deneyleri olan burjuva devrimleri ile de iktidarı gökten yeryüzüne indirmişlerdir. Aydınlanmanın konusu insanın kendi kaderini eline almasında yatar. Fransız Devrimi’nde çarpışanlar da, Ekim Devrimi’ni yaratan Bolşevikler de Aydınlanma’nın çocuklarıydılar. Marksizm aklın mutlaklaştırılması yerine, aklın da tarihsel olduğunu ve çağın fikir dünyasını üretim araçlarına egemen olan sınıfın ürettiğini söylemiştir. Bu, aydınlanmayı reddetmek anlamına gelmez, onu sahiplenerek aşmak veya Hegelci terminoloji ile söylersek “içererek aşmak” demektir. Bauman, bu noktada Marksizmin aydınlanma eleştirisini görmezden gelmiştir.
Bauman’ın komünizm nezdinde katı modernitenin, hatta doğrudan modernitenin eleştirisini verdiği “Komünizme ağıt” bölümünde, katı modernitenin en üst aşaması olan komünist deneyin, modernitenin sıvı aşaması ile birlikte çöktüğünü söylüyor.
Kitap boyunca sosyal devletin çöküşünden hayıflanan ve bir “sosyal gezegen”e ihtiyaç olduğunu tespit eden Bauman, reel sosyalizmin çözülmesi ile Avrupa’daki refah devleti modelinin çökmesi arasında bir bağlantı kuramıyor ne yazık ki. Bauman, yukarıda da değindiğimiz gibi sosyal devletin “solun ve sağın ötesinde” bir olgu olduğunu söyleyip işin içinde çıkıyor, yalnız bunun böyle olmadığına, sosyal devlet olgusunun hem SSCB’nin varlığına, o zamanki dünya nüfusunun 1/3’ünün sosyalist olmasına ve Avrupa’daki ülkelerin sömürgeciliklerine dayandığına dair güçlü kanıtlar mevcut.
“İktidar”ın Doğası
Bauman, çalışmasının ikinci yarısından itibaren -yer yer de ilk bölümlerinde- bir iktidar tanımı yapıyor. Belirsizlik, diyor Bauman, iktidar mücadelesinin temel silahı ve belirsizliklerin manipülasyonu mücadelenin en üstün stratejisidir. “Siyasal iktidar insanın belirsizliği ve savunmasızlığına dayanır.” İktidarın doğasının bu tanımlaması her çağda kendine özgü bir şekilde dışa vurulur. Örneğin, günümüz devleti piyasanın ürettiği varoluşsal belirsizlik ve güvensizliğe programlı şekilde müdahaleyi bırakmıştır, ama bir yandan da günümüz devleti meşruiyetini dayandırabilmek için başka belirsizlik türleri bulmalıdır. Bu belirsizlik, Bauman’a göre zamanımızda kişisel güvenlik meselesidir. “İnsan bedenlerine, mülklerine ya da yaşam alanlarına gelebilecek tehditlere dair, güncel ya da gelecek, aleni ya da gizli, özgün ya da varsayımsal korkular.” Bu yeni güvencesizlik tipinin yeter miktarda korkuya sebep olması için de suni olarak şişirilmesi ve abartılması gerekir. Bauman bu tarzın yakın dönem güncel politikadaki karşılıklarını sayar: 2002’de Fransa’da Chirac ve Jospin arasındaki başkanlık yarışında, iki rakip de seçmen desteğini almak adına suçlulara ve göçmenlere karşı daha sert önlemler almayı vaat etmiştir. Aslında Bauman’ın verdiği örnek kadar geriye gitmeye gerek; bugün daha OHAL’in devam ettiği Fransa’da, aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik anketlerde önde gidiyor. Avrupa’da sağ bir yükseliş var ve bu partilerin söyleminde mülteci karşıtlığı ve güvenlik önlemlerinin arttırılması önemli bir yer tutuyor.
Bauman’a göre “son on yılda alınan, savurganca ve aşırı derecede pahalı olağanüstü güvenlik önlemlerinin en büyük etkisi tehlike, risk ve güvensizlik hislerimizin derinleşmesi oldu.” Anna Minton’a atfen söylediği gibi, güvenlik ihtiyacı hissi bağımlılık yapıcı hale gelebilir. “Güvensiz bir dünyada, oyunun adı güvenliktir. Güvenlik oyunun temel nedeni ve en önemli hedefidir.”
Temel Sorunsalı Tespit Etmek
Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm’in ana izleğini yeniden saptayacak olursak ve son bir tartışmayı ortaya koymak istersek, yeniden Bauman’ın temel sorunsalı olan Modernite’ye dönmek zorunda kalacağız.
Bauman söz konusu ise şunu kenara yazmak lazım: “İnsanın savunmasız oluşu ve belirsizlik içinde bulunuşu siyasal iktidarın temelini oluşturur.” Bu duyguyu öyle ya da böyle, tüm rejimler kendi tarzlarında kullanırlar. Bauman, bu savunmasızlık ve belirsizlik duygusunu mutlaklaştırıp, Rus filozof Bakhtin’e gönderme yaparak, onu bir “kozmik korku” olarak tanımlar. “Kozmik korku”nun merkezinde, “korkanın, silik ve fani olan varlığın, sonsuza uzanan evrenin devasalığıyla yüzleştiğindeki hiçlik” vardır. Yani Bauman’ın siyasal iktidarın temelini oluşturduğunu söylediği, savunmasızlık ve belirsizlik hali insan gerçekliğinin temelidir. Gelgelim, Bauman’a göre, Aydınlanmacılar, cehalet ve güçsüzlüğün ortak mahsulü olan belirsizlik halini yok etmek için ant içmişlerdir: “Modernite belirsizliği fethetme vaadi ve kararlılığıyla gelmiştir”. Ve bu savaş ilanından bu yana bir zaferin olmadığını söyler. Bauman, ne monarşilerin devrilip yerine anayasal cumhuriyetlerin kurulduğu burjuva devrimlerinin, ne de bir süre sonra ilericiliğini yitirip gericileşen kapitalist rejimlerin sosyalist devrimlerce aşılmasının insanlık tarihi açısından önemini görür. Bauman’a göre her kötülüğün altından Modernite ve onun savaşçılarının ısrarcı davranışları çıkmaktadır. Bu insanların ruh hali, “bunu yapabiliriz, bunu yapacağız” şeklindeki bir kendinde eminlik ve özgüvende cisimleşir. Bu, insanın özne olma yolundaki büyük tarihsel hamlesinin duygulanımlar alanındaki izdüşümüdür ve birey, bizzat aydınlanma çağının ürünüdür. Ama Bauman bu ruh halini kibirli diye niteler. Çünkü ona göre bunlar “toplum mühendisliği” ve insanlığın doğal halinin kanırtılmasıdır. Belirsizlik insan varlığının kalıcı, sabit ve ayrılmaz bir parçasıdır. Bauman’a göre, Borges’e ithafen söylediği gibi, “hangi Babil’de yaşıyor olursak olalım, yansımalarımızın başladığı o cehalet ve güçsüzlüğün tatsız karışımının içinde sonsuza kadar yüzmeye lanetliyiz” Bu, belki de, “tarihsel ilerleme” anlayışını reddeden her aydının başına gelebilecek bir nihilizm halidir ve Bauman da bundan payını almıştır.
Sonuç
Bauman, mevcut küresel durumun ve yeni davranış biçimlerinin birbiriyle ne denli yakın ilişki içinde olduğunu tespit etmesi, devletlerin yeni yönelimlerinin varoluşsal güvencesizlikten kişisel güvenlik meselesine kaymasını saptaması ve tüm bu modernitenin sıvı görünümlerinin bireylerin günlük yaşantıları üzerindeki etkilerini çözümlemesi açısında önemli veriler sunuyor. Daha da ileri giderek sermayenin saldırganlığının dizginlenememesinin ciddi sonuçlara yol açacağını ve piyasalara müdahale edilmesi gerektiğini söylüyor. Tüm bunların çıktısı, sosyal devletin yeniden fakat başka bir tarzda geri dönmesi dileği oluyor. Fakat Bauman, aydınlanma-modernizm-ilerleme karşıtı bir kampta (postmodernizm) yer aldığı için ve bu kampın en belirleyici iki özelliğinden biri olan (ilki reel sosyalizme düşmanlık) antitarihselci yöntemi benimsediğinden, itiraz ettiği meselelerin tarihsel bağlantılarını yeterince göremiyor ya da görmek istemiyor. Yine de sonuç kısmının ilk başında belirttiğimiz gibi tespitleri değerli ve hala sosyolojik düşünebilmeyi önerdiği için anlamlı bir düşünür.
Kaan Terman
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.