Türkiye’de çeşitli disiplinleriyle sosyo-ekonomik ve beşeri bilimlerde 1 meslek öğretilirken (özellikle, mesleğin yeniden üretiminin esas olduğu doktora programlarında); pedagojik eylemi zayıf kalan iki temel “püf noktası” var. Bunlardan birincisi, ödevler ve lisansüstü tezlerle başlayarak, bilimsel makale ve kitap hazırlamaya giden bir doğrultuda, “akademik yazmak” ile ilgili incelikleri kapsıyor. Bir makaleyi, daha sonra bir kitabı nasıl planlayabiliriz? Merak ettiğimizi, arkamıza aldığımız literatür altında ezilmeden, nasıl ifade edebiliriz? Yazarken kiminle konuşuyoruz ve hitap ettiklerimizle ilgili algımız, yazma üslubumuza nasıl etki etmeli? Yazmakla ilgili özgüveni nasıl ediniriz? Yazdığımızı “bilimsel” kılan ne? İkinci incelikler grubu, bir meseleyi dert edinmekten başlayıp nesne ve veri inşasına kadar uzanan süreçteki “araştırma eylemi” olarak tanımlanabilir. Merak edilen konuya bakış (“imgelem”) nasıl geliştirilir? Kavramlar ve soyutlama nasıl kullanışlı hale getirilir? Merakı çalışmak için, temas edilecek insanlar nasıl seçilir? Veri “toplanır” mı, “oluşturulur” mu? Elimizdeki bulgulardan yeni çıkarımlar yapıp çalışma alanımızdaki bilgi birikimini ilerletmek için nelere dikkat etmeliyiz?
Bu iki incelikler grubunun birbirinden kopuk düşünülmesi mümkün değil. Hem bir araştırma konusunu kendi kendinize ifade etmenin en salim yolunu bulmak için, hem de başkalarına ortaya çıkardıklarınızı anlatmak için yazmayı öğrenmeniz gerekiyor. Diğer taraftan da, sadece iyi bir yazar olmak, çok iyi retorik yeteneklerine sahip olmak, çok katmanlı teorik cümleler kurabilmek de, araştırma bilmediğiniz sürece sosyal bilimcilik için bir anlam ifade etmiyor. Tabii, günümüz Türkiyesi’nde, akademisyenler için habercilik alanında oluşmuş olan medya entelektüelliği talebini karşılamak, araştırma yapmamanın (hatta köşe yazısı dışında bir şey yazmamanın) yerini alabilen bir itibar kaynağı. İyi yazan ve konuşan ama veriyle, bulgularla, araştırma sorularıyla hiç işi olmayanlar alana sıkı tutunabiliyor.
Meslek eğitimiyle ilgili olarak, muhafazakâr düşünce, hemen her fırsatta Ahilik geleneğine Türk-İslamcı referansla “meslek sırrı”nın ahlaki-kolektivist bir disiplin kültürü içinde aktarılmasını över. Sürekli tedavülde olan, pedagojik uygulamaya nasıl geçirildiği belli olmayan mitolojik bir tarafı vardır bu övgünün. Ahilik imgelemi olumlu bir taraftan, en azından, şu hoş “püf noktası” deyişini meslek eğitimi imgelemine kazandırmış: Testi ustasının çırağına, merdanede testiyi döndürürken, çatlamaya sebep olabilecek hava kabarcıklarından kurtulmak için üfleme zamanlamasını öğretmesiyle ilgili bilindik hikâye. Diğer taraftan, yeni nesle aktarılması gereken mesleki inceliklerle ilgili öğreten-öğretici hiyerarşisini katılaştırıcı bir tehdit bulunur bu mitin içinde: İncelikler “sır” olarak saklanmalı, aktarımı belirli koşullara (“hak edişlere”) bağlanmalıdır.
Türkiye’de sosyal bilim mesleğinin öğreticiliğindeki tekele sahip olan üniversiteler (ve tabii, öğretim üyeleri) meslek sırlarının idaresinde belirli bir bilim insanı tipinin yeniden üretimini mi gözetirler? Yoksa meslekte yaşanan sorunlar, mesleğin nasıl öğretileceğini iyi bilmemelerinden mi kaynaklanıyor? Veya alıcı tarafında, çıraklarda mı sorun?
Heretik Yayınları’nın Türkçe söyleyişini hazırladığı iki Howard S. Becker kitabı, Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi: Yazımın Sosyal Organizasyonu Kuramı (2013) ve Mesleğin İncelikleri: Sosyal Bilimlerde Araştırma Nasıl Yürütülür? (2014), Türkiye’de sosyal bilimcilik eğitimiyle ilgili bu sorulara cevap vermiyor, ancak çok daha hayırlı bir iş yapıyor: Mesleğin püf noktalarını sır olmaktan çıkarıyor. Bu iki kitabın, yazmanın ve araştırmanın incelikleriyle ilgili pedagojiyi özgürleştirme potansiyeli var. Öğretim üyeleri, ders tasarımlarında veya sosyal bilim eğitim materyali yazarları, kitap tasarımlarında, Becker’dan mülhem çok yararlı işler çıkarabilirler.
Diğer yandan, kariyerinin her aşamasındaki araştırmacılar için de, lisans ve lisansüstü öğrenciler için de, dönüp dönüp okunması gereken kitaplar bunlar. İki kitap da, istediğiniz bir zaman ilginizi çeken bir kısma atlayarak kısa, parçalı okumalar yapmaya müsait bir anlatıma sahip. İki kitap da, Becker’ın kendi sosyolojik yazma, araştırma yapma deneyimlerinden ve yazma-araştırma hakkında verdiği derslerden çıkardığı tavsiyeler üzerine kurulu. Kitapların rastgele bir sayfasını açtığınızda, sizi “Uygulasam fena olmaz” veya “Bu, şunun için işe yarar mı ki?” diye düşünmeye sevk edecek bir öneri ile karşılaşıyorsunuz. Her iki çalışmanın sonunda da Becker’ın hatırlattığı gibi, yazma veya araştırma işini bizzat yapmaya girişmeden faydası veya faydasızlığı anlaşılmayacak öneriler bunlar.
Bugün 86 yaşında olan Howard S. Becker, sadece nesil itibarıyla değil, taşıdığı habitus olarak da, kapanmaya yüz tutmuş bir sosyal bilimcilik döneminin temsilcisi, yaşayan en önemli sosyologlardan bir tanesi. Yol arkadaşları Erving Goffman ve Anselm Strauss gibi, Chicago Okulu’nun haşarı çocuklarından, 1951’de doktora derecesini bu ocakta pişerek alıyor. Yazma Çilesi ve Mesleğin İncelikleri’ni en çok besleyen hocalık dönemi, 1965-1991 arasında Northwestern Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalıştığı dönem. ABD sosyolojisi içinde parlaması, yine Heretik’ten Türkçe söyleyişi çıkan Haricîler (Outsiders): Bir Sapkınlık Sosyolojisi Çalışması (çıkış tarihi 1963) ile oluyor. Kriminoloji ve sapkınlık alanındaki sosyal-bilimsel düşünme alışkanlıklarını değiştiren çalışmalardan bir tanesi bu. Aynı dönemde, üniversite kültürü, caz müzisyenleri ve sanat dünyası ile ilgili nitel çalışmaları var. Eyleme odaklanan, Blumer’in “sembolik etkileşimcilik” adını koyduğu ekolle muhabbet içinde olan, etnografik çalışmanın merkezde olduğu bir sosyoloji pratiğini benimsiyor. Becker’ın 1970’lerden sonraki pratiğinde, çağdaşı olan Charles Ragin (bir başka büyük etnograf) ve Bruno Latour’un ciddi bir etkisi var. Bir taraftan mesleğini icra ederken; diğer taraftan, mesleği icra etme biçimlerini de önemseyen ender ustalardan.
Yazma Çilesi, başta sosyologlar olmak üzere tüm sosyal bilimcilere iyi yazmak ile kötü yazmak arasında ayrım yapabilmeyi öğretici bir kitap olarak okunabilir. Becker, kitaba, çeşitli boyutlarıyla kötü yazmanın sosyal bilimciler arasında yaygın bir eğilim olduğunu teslim ederek başlıyor. Örnekler üzerinden, yazma biçimlerinin nasıl düzeltilebileceği ile ilgili yapıcı bir anlatımla ilerliyor. Sosyal bilimsel yazmanın her şeyden önce bir okuyucu kitlesi ile iletişim kurmak olduğu kabulünden hareketle (ki, Türkçe sosyal bilim yayıncılığında sıkça unutulan bir kabul), süslü ve dolambaçlı yazmanın, kendini açık ifade etmekten çekinmenin ve benzeri arızaların oluşma nedenlerini ve bunlardan sakınmak için yapılabilecekleri anlatıyor.
Becker, Yazma Çilesi’nde, kendi deneyimleri ve yazma konusunda zorluk çeken kendi doktora öğrencileri üzerinden somut örneklerle hareket ederek, yazma alışkanlıklarımızı nasıl düzeltebileceğimizi tartışmış. Diğer yandan, öğrenci kitlesini üniversite kültürüyle ilgili kendi araştırmalarından da tanıdığı için, Becker, yazma zorluğu çeken öğrencileri ciddiye alan tavsiyeler geliştirebilmiş. Örneğin, akademik yazmaya ilk kez başlayanların nasıl saygın akademisyenlerin stillerine öykünerek, ağdalı bir üslup tutturarak (bizde genç sosyal bilimcilerin bir stil olarak yazıyı Osmanlıca kelimeler tufanına fırlatması böyle bir şey, mesela – “Tanıl Bora gibi yazmak”), güvensizliklerini kapatmaya çalıştıklarını iyi gözlemlemiş. Kitap, okuyucunun yargılarını hesaba katarak, bilimsel yazmayı, yaptığınız işin üzerine heyula gibi çökebilen “literatür” ile uğraşmayı ve bilgisayarda yazmayı tartışan bölümlerle devam ediyor. Bugün güncellense, sanırım “sosyal medyada akademik çalışmalar konusunda yazmak” ve “anaakım medya için köşe yazısı, yorum yazmak” gibi konular da tartışmanın bir parçası olabilirdi.
Mesleğin İncelikleri’nde, Becker, bir diğer temel püf noktası olan araştırma işiyle ilgili, diğer kitaba benzer bir yaklaşımla (kendi araştırma ve öğretme deneyimlerinden yola çıkarak) geliştirdiği tavsiyelerini bir araya getirmiş. Sosyal bilim disiplinlerinin uğraştıkları nesneler arasında önemli farklar bulunsa da, bu kitaptaki araştırma tasarlama ve yapma önerilerinin sosyoloji sınırlarını aşarak genelleştirilebileceğini düşünüyorum.
Mesleğin İncelikleri, diğer kitaptan daha bütünlüklü bir organizasyona sahip. Becker, araştırma eylemini tartışmaya, “imgelem” ile başlıyor: Çalıştığımız konuya henüz çok yeni bulaşmışsak, konuyla ilgili tahayyüllerimiz baskın gelebilir, karşılaşmaya başladığımız olguların tahayyüllerimizi değiştirmesini nasıl sağlarız? Ya da tahayyüllerimiz, hangi durumlarda olguların araştırmanın bir parçası olarak inşa edilmesine neden olurlar? Örneğin, geniş bir saha çalışması sırasında, toplumu bir “makine” gibi gören bir imgelemle donatılmış olmak, onu bir “organizma” gibi görerek çalışmaktan farklı çıkarımlar yapmamıza neden olur. Bu bölümde, Becker, bilimsel hikâyeler anlatmak için bilimsel imgelemleri nasıl kullanabileceğimizle ilgili püf noktaları aktarmış.
Daha sonra, ister nicel, ister nitel çalışın, araştırma eyleminin kaçınılmaz meselesi “örneklem seçme” tartışılıyor. Becker, bu tartışmaya, özellikle nicel çalışan bazı sosyal bilimcilerin aklına yatmayabilecek bir yerden dalmış: Örneklem olarak aldığınız parça, her zaman bütünü temsil etmek zorunda değil. Neyi merak ediyorsunuz? Belki, olabildiğince çok farklı durum (“varyasyon”) yakalamak için insanlarla temas noktalarınızı seçeceksiniz. Sıradışı örnekleri yakalayabilmenin incelikleri neler? Kaç tane olay, kişi, mülakat, katılımcı, denek, her neyse, seçmeniz gerekir? Kaçıncıda dursanız yeter? Seçtiğiniz olaylarda kişilerin hikâyelerine ne kadar inanmanız gerekir? Bu olaylarda kurumların varlığını nasıl görürsünüz? Bu tür örneklem sorularını, Becker, farklı araştırma konuları üzerinden sade bir dille ele almış.
Kitabın dördüncü bölümünde, Becker, araştırma eyleminin ayrılmaz bir parçası olan kavramları ve soyutlamayı işe koşmanın yollarını inceliyor. Bu bölümün en önemli tavsiyesi, kavramları sürekli veriyle diyalog içinde düşünmek, onların en nihayetinde veriyi özetleme aracı olduklarını unutmamak. Buradan hareketle, saha çalışması sırasında kavramları tanımlamanın bazı inceliklerini gösteriyor Becker. Vakanın kavramı tanımlamasına izin vermek ve genelleştirme yapmak, üzerinde durduğu temel incelikler.
İmgelem kurduk, sahada kimlere/nelere temas etmemiz gerektiğini öğrendik, temasımız sırasında soyutlama işinin incelikleri hakkında fikir sahibi olduk. Becker, kitapta son olarak, araştırma bulgularından (“bildiklerimiz”) çıkarımlar yapabilme (“yeni ortaya çıkardıklarımız”) hüneri olarak “mantık” konusunu işliyor. Çalışmasından ufuk açıcı sonuçlarla ilgili bir hikâye anlatabilmek için araştırmacı, bulguların dizilişini düşünmek zorunda. İnsanlar yaptıkları şeyleri niye yapıyorlar? Yaptıkları şeyler hakkındaki farklı bulguların kombinasyonları bize yeni bir şey anlatabilir mi? Şeylerin işleyişinde, düzeninde, örtük, gösterilmek istenmeyen bir başka düzen var mı? Örneğin, çalışmanızda temas ettiğiniz insanların telaffuz etmedikleri ama kabul etmelerinin beklenmedik sonuçları olan önermeler var mı? Bu tür mantık analizleri yapmanın, bilimsel bilgimizi ilerleten çıkarımlara götürdüğünü gösteriyor Becker.
Ağırlıkla nicel çalışan sosyal bilim disiplinlerinin okuyucuları bu kitapların çalışma alanlarına hitap etmeyeceğini düşünebilirler. Becker, ilişkisel istatistik, karmaşıklık teorisi, modelleme, ağ analizi, kamuoyu yoklaması gibi araçlarla çalışan biri değil. Verdiği pratik örnekler, her sosyal bilimcinin araştırma gündemiyle uyuşmayacaktır. Yine de iki kitapta da, araştırma işiyle uğraşan ve bulgularını, diğer bilim insanlarıyla (veya daha geniş bir kamuyla) yazarak paylaşmak zorunda olan her araştırmacının işine yarayacak tavsiyeler bulunuyor.
Emrah Göker
Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi ve Mesleğin İncelikleri
Modus Operandi: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 1, s. 289-294
Dipnotlar
↵1 | “Sosyal bilim” tamlamasını, edebiyat, işletme, coğrafya gibi disiplinleri de kapsayan “sosyo-ekonomik ve beşeri bilimler” tamlaması yerine kullanıyorum, yazımı daha kolay. |
---|