Geleneksel kavramlara göre, Âdem’in günahı ile her bir kişinin ilk günahı arasındaki fark şudur: Âdem’in günahı, günahkârlığı bir sonuç olarak koşullar; ikincisi ise günahkârlığı bir koşul olarak varsayar. Böyle olsaydı, Âdem hakikatte insan türünün dışında bulunacak, tür onunla başlamayacak ve insan türünün, kendisi dışında bir başlangıç noktası olacaktı -bu düşünce kavramları tümüyle ortadan kaldırın ilk günah’ın anlamının herhangi bir günahtan (başka pek çok günah arasında bir günâh) farklı olduğu, bir günahtan ayrı olduğu (1 sayısının 2 sayısı ile olan ilişkisi gibi) açıktır. İlk Günah, niteliğin belirlenimidir; Günah, ilk günahtır. O, ilk olanın sırrıdır; ilk günahı soyut bir usa vurma ile açıklamak kabul edilemez. Çünkü bu yaklaşıma göre, bir kez, hiçbir kez demektir, birden çok olduğunda bir anlam taşır. Akıldışı bir görüştür bu; çünkü “çok kez”, ya her belirli an’ın “ilk an” kadar olduğunu ya da bunların hepsi toplandığında oluşan bütünün “ilk an” kadar olmadığını imler. Dolayısıyla, mantıksal olarak süreklilik içeren nitelikler yeni bir nitelik oluşturacağı için, böyle düşünmek bir işe yaramaz. Durumun başka türlü olduğunu bilip, Hegel’in yaptığı gibi mantıksal devinim atfederek, bunu tümüyle mantıkta içselleştirmek uğruna sonucu gizlemek bağışlanmaz bir suskunluktur [Her şeyin ötesinde, nicel bir belirlenim ile yeni bir nitelik arasındaki ilişkiden söz eden bu önermenin öyküsü eskiye dayanır. Aslında Yunan sofizmi, sadece nicel bir belirlenimi olumlamakla yetinmiştir; böylece en yüksek farklılık da benzerlik ile benzemezlik arasında olmuştur. Günümüz felsefesinde, nicel bir belirlenimi farklılığın tümünü açıklamak için kullanan ilk kişi Schelling olmuştur. Daha sonra, doktora çalışmasında bunu tartıştığı için, Eschenmayer’i eleştirmiştir. Hegel, sıçramayı mantık dahilinde kullanmıştır. Rosenkranz’ın Hegel’e duyduğu hayranlığın (Psikoloji adlı kitabında) nedeni budur. Daha sonraki bir yayınında (Schelling üzerinedir) Rosenkranz Schelling’i eleştirir; Hegel’i över. Hegel’in talihsizliği tam olarak şudur: Yeni niteliği korumaya çalışır ama bunu istemez de; çünkü asıl istediği bunu mantığın içinde yapmaktır. Daha sonra, yeni niteliğin farklı bir bilinç düzeyi ile farklı bir anlamı olması gerektiğini fark eder.]. Yeni nitelik, sıçrama ile, esrarlı olanın yardımıyla, ilk nitelikle birlikte görünür.
İlk Günah sayısal anlamda bir günah demekse, ne birey ne de türün kendisi için, hiçbir tarih ondan başlayarak gelişemez ve günahın kendi tarihi de olamaz. Çünkü; türün tarihinin bireyin tarihi olmamasına, bireyin tarihinin ise türün tarihi olmasına rağmen, koşullama her ikisi için de aynıdır -yapılan işin sürekli bir çelişki içermesi dışında.
İlk Günah ile, günah yeryüzüne inmiştir, aynı biçimde, sonraki her kişinin ilk günahı ile günahın yeryüzüne indiği de doğrudur. Âdem’in ilk günahından önce günahın yeryüzünde olmaması, tümüyle ikincil önem taşıyan, günahın kendisiyle ilgisi olmayan bir düşüncedir; bu, ne Âdem’in günahının daha büyük olduğunu, ne de öteki kişilerin ilk günahının daha küçük olduğunu doğrular. Bir kişinin günahkârlığının, bir generatio aequivoca (çiftleşme olmaksızın doğmak) yoluyla insanda ilk günahı ortaya çıkarana dek, kendini nicel olarak belirlediği görüşünü benimsetmeye çalışmak mantıksal ve etik bir sapkınlıktır. Bu, nicel belirlenimin hizmetinde ustalaşan Trop’un hukuk derecesi alamamasına benzer. Bırakın matematikçiler ile gökbilimciler, ellerinden geliyorsa, kendilerini sonsuza dek bölünebilen boyuttaki büyüklüklerle kurtarsınlar; bunlar yaşamın içinde hiç kimseye sınav kazandırmaz, Ruh’u açıklamaktan ise çok uzaktır. Her bir sonraki kişinin ilk günahı günahkârlıkla ortaya çıkıyorsa, onun ilk günahı özsel olmayan bir biçimde ilk olarak nitelenip aynı zamanda türün evrensel zeminindeki sıra sayısı ile -böyle düşünülebilirse eğer- özsel olarak nitelenir. Bu mümkün olmadığı gibi; kişinin hem ilk kâşif olmakla övünmesi, hem de başkalarından farklı bir şey yapmadığını söyleyerek, bir şey düşünme iradesinin olmamasıyla sorumluluğundan kaçması, çirkin, mantıksız, ahlaksız, Hıristiyanlığa aykırı bir şeydir. İnsanın günahkârlığı, ibretin gücü, vb. -bunlar, bir kişinin türün kendisi olduğu, her bireyin de hem kendisi hem de tür olduğu varsayılmazsa hiçbir şey açıklamayan nicel belirlenimlerdir [Bunların türün tarihindeki önemi ya da sıçrayışın kendisini açıklamadan sıçrayışa giden yolda ne olduğu başka bir konudur.]: Yaratılış’ın İlk Günah’a ilişkin öyküsü, özellikle günümüzde, dikkatsiz bir biçimde bir “mythos” olarak ele alınmıştır. Bunun iyi bir nedeni vardır; bu öykünün yeri, zayıf da olsa, bir “mythos” ile doldurulmuştur. Kavrayış, “mythos”u izlediğinde, sonuç genelde pek hayırlı olmaz. Yaratılış öyküsü, diyalektik olarak tutarlı olan tek görüştür. Tüm içeriği, tek bir önermeden ibarettir: Günah, yeryüzüne bir günah ile inmiştir. Günah, bu tanım doğru olmasaydı, önemsiz, açıklanmasa da olabilecek bir şey olurdu. Kavrayışın karşılaştığı güçlük, bu tanımın zaferinden ve onun derin sonucundan doğar: Günah kendisini öngörür; günah yeryüzüne, kendisi olarak, kendisini öngörerek inmiştir. Böylece günah yeryüzüne birdenbire, bir sıçramayla inmiştir Ama bu sıçrama, niteliği de vazeder, nitelik vazedildiği için sıçrama da o an niteliğe dönüşür ve sıçrama nitelik tarafından, nitelik de sıçrama tarafından öngörülür. Bu, kavrayışa aykırıdır; ergo bir “mythos”tur. Kavrayış, telafi niyetine kendi “mythos”unu icat eder: Sıçrama yadsınır ve bu döngü doğrusal bir çizgi biçiminde açıklanır. Artık doğal bir biçimde ilerlemek mümkündür. Kavrayış insanın Düşüş’ten önceki dönemine ilişkin hayali sözler söyler, satır arasında da masumiyet yavaş yavaş günahkârlığa dönüştürülür ve birden karşımıza çıkar. Kavrayışın bu konudaki söylemi çocuk tekerlemesi gibidir: Bir- dir-bir, iki-dir-iki,… so-ooon! İşte doğal bir ilerlemeyle ortaya çıkan. Kavrayışın içindeki “mythos”un bir anlamı varsa, o da günahkârlığın günahtan önce geldiğidir. Günahkârlık günahtan başka bir şey ile gelmişse bu görüş kendi kendini yok eder; günah ile gelmişse, günah, günahkârlıktan önce vardır. Bu çelişki, hem “sıçrama”ya, hem de -kendisinden sonraki- zihne ait olan tek diyalektik sonuçtur.
Âdem’in ilk günahı ile günah yeryüzüne inmiştir. Genel kabul gören bu önerme, birçok muğlak yanlış anlamanın da doğmasına yol açmıştır. Günahın yeryüzüne indiği doğrudur, ama bu tümüyle Âdem ile ilgili bir şey değildir. Bunun daha açık ve seçik olarak ifade edilmesi için, İlk Günah ile günahkârlığın Âdem’e indiğini söylemek gerekir.
Hiç kimse, günahkârlığın yeryüzüne daha sonraki bir kişinin ilk günahı ile indiğini söyleyemez; ama günahkârlığın o kişi ile yeryüzüne inmesi de benzer bir biçimde (yani özsel olarak farksız) olmuştur. Çünkü açık olarak belirtmek gerekirse, günahkârlık, günah ile geldiği için yeryüzünde bulunur.
Bu durumun Âdem söz konusu olduğunda farklılık taşıması, sadece onun insan türü ile olan hayali ilişkisinin herkes için açık olmasının sonucudur. Onun günahı mevrus günahtır. Bunun dışında, ona ilişkin bilinen hiçbir şey yoktur. Ama Âdem’e iliştirilen mevrus günah, tek îlk Günah’tır. O zaman Âdem, tarihi olmayan tek birey midir? Eğer böyle ise, insan türü birey olmayan bir birey ile başlıyor demektir; bu da hem tür hem de birey kavramlarını ortadan kaldırır. Eğer insan türünün başka bir bireyi, kendi tarihi ile türün tarihinde bir önem taşısaydı, Âdem’in de bir önemi olacaktı. Âdem bu önemi sadece İlk Günah vesilesiyle haizse, tarih, kavramı da ortadan kalkacak, tarih, başladığı an yok olmuş olacaktır [Sorun her zaman Âdem’i ötekiler gibi insan türünün bir üyesi saymaktan çıkar. Bu, Kefaret’i açıklamak için dogmatiklerin üzerine eğildikleri bir noktadır. Adem ile İsa arasında bir karşılıklılık varsaymak, hiçbir şeyi açıklamayan, ama her şeyi karıştıran bir görüştür. Bu, kavramsal bütünlüğü olmayan bir analojidir. İsa, kendi başına bir bireyin ötesindeki bir bireydir. Bu nedenle başlangıçta değil, zamanın kemale erdiği bir anda ortaya çıkar.].
İnsan türü her bireyle yeni baştan başlamadığına göre, türün günahkârlığının da bir tarihi vardır [İnsan türünün tarihi ilerledikçe, birey de sürekli olarak yeniden başlar.]. Bununla birlikte, ilerleme, bireyin nitel sıçrama ile katıldığı bir nicel belirlenim ile gerçekleşir. Bu nedenle, insan türü her bireyle yeni bir başlangıç yapmaz -böyle olsa tür diye bir şey olmazdı- ama her birey, tür ile yeniden başlar.
Âdem’in ilk günahının yeryüzüne insan türünün günahını getirdiği, her kavramın ortadan kalktığı hayali bir biçimde anlaşılabilir ya da günahkârlığın yeryüzüne her bireyin ilk günahı ile indiği de söylenebilir. İnsan türünün başlangıcını türün dışındaki bir bireye atfetmek, günahkârlığın yeryüzü ne günah dışında bir şey ile indiğini söylemeye benzer bir “mythos”tur. Ele geçen, sorunu ertelemekten başka bir şey değildir; ikinci kişiyi açıklamak için birinci kişiye yönelinir zaten birinci kişi de sıfır numaralı kişidir.
Sanki sonra gelen kişi sadece doğumu nedeniyle ilkinden özsel olarak farklıymış gibi, insanları yanıltan ve her türlü hayali tasavvura sürükleyen sorun, kuşaklar arasındaki ilişki sorunudur. Bununla birlikte doğum, hep nicel belirlenimlerle devinen insan türü tarihinin sürekliliğinin ifadesinden başka bir şey değildir; bu nedenle de ortaya bir birey çıkaramaz. Bir hayvan türü, kendini binlerce kuşak korumuş olsa da, ortaya bir birey çıkaramaz. İkinci insan Âdem’den gelmiş olmasaydı, kendisinden ne tür, ne de birey türetilebilecek boş bir yineleme olarak kalacaktı. O zaman her belirli Âdem kendi başına bir yontu olacak ve aynı belirlenimle, yani bir sayıyla nitelenecekti -deyim yerindeyse, sayılarla isimlendirilen “mavi çocuklar” gibi. Bunun sonunda, her belirli kişi, hem kendisi hem de tür değil, sadece kendisi olacak ve asla bir tarihi olmayacaktı -ne bir geçmişi, ne de içinde bulunduğu bir tarihi olan yalnız bir melek gibi.
Bu görüşün kusurundan; her bireyin, kendi özel tiyatrosunda türden bağımsız olarak küçük tarihini oynamasını isteyen Pelagianus mezhebini muaf tutmak mümkün değil. Çünkü insan türünün tarihi kendi yolunda sessizce ilerler; içindeki bireyler, aynı yerden olmasa da, yeni baştan başlarlar -o anda birey, tarihteki yolculuğuna başlayacağı noktadadır.
Søren Kierkegaard, (2013), “İlk Günah Kavramı”, Kaygı Kavramı: Mevrus Günah’ı Konu Edinen Dogmatik Problem Üzerine Psikoloji Açısından Yalın Bir Tefekkür, Çev. Türker Armaner, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 22-28.