Modernite, insanların geçmiş dönemlerin geleneksel sosyal belirleyiciliklerinin zincirinden kurtulma isteğine dayanır. Bu özgürleşme de her düzeyde -ailede, üretimin ve yaşamın gerçekleştiği toplumda, devlette- geçerli, iktidarı meşrulaştırma araçlarının yadsınmasını gerektirir. O zamana kadar söz konusu meşrulaştırma araçları ekseri dini içerikli bir felsefik anlayışa dayanırdı. Dolayısıyla, modernite din ile devletin birbirinden ayrılmasını, politikanın modern gelişme potansiyelinin vazgeçilmezi olan radikal bir laikleşmeyi gerektirir.
Laikleşme dini inancı ortadan kaldırır mı? Doğrusu Aydınlanma filozoflarından bazılarının düşünce ve dileği o yöndeydi, zira dini, saçma batıl inançlar manzumesi olarak görüyorlardı. Dini olayların bu tür algılanması, XIX. ve XX. yüzyıllarda siyasi bilince ulaşmış emekçi sınıflarda uygun bir zemin bulmuştu. Bu da nedensiz değildi. Sol işçi hareketi (ve onun ideolojisini dillendiren, sınıfın organik aydınları) hasım bir muhafazakar Hristiyan (Katolik, Protestan, Ortodoks) hiyerarşisiyle karşı karşıya geliyordu. Dolayısıyla din karşıtlığı [anticlericalisme] açıkça dinsizliğin eş anlamlısı haline gelmişti ve pratik yaşamda politik, sosyal ve ideolojik mücadelenin seyrine göre her yerde aynı yoğunlukta olmasa da, önemli mevziler kazanmıştı. Özellikle Fransız toplumu, devriminin radikalliğinin de bir sonucu olarak, din karşıtlığına [ateizme] en yatkın olanlar arasındaydı. Sovyet ideolojisi bu temel ateizmi devraldı ve onu tarihsel materyalist anlayışıyla bütünleştirdi.
Yine de Marx’ı farklı okumak mümkündür. Nitekim onun ifadesi eksik biliniyor. Cümlenin başındaki “Din toplumun afyonudur”, devamındaki, “insanoğlunun afyona ihtiyacı vardır” ibaresi atlanarak ifade ediliyor. Unutmamak gerekir, insan soyu son tahlilde metafizik bir hayvandır ki, yaşam ve onun anlamına dair sorular sormaktan vazgeçemez. O sorulara da, ya mensup olduğu dinde ifade edildiği gibi cevaplar verir ya kendi başına cevaplar keşfeder, nihayet her türlü soruyu sormaktan vazgeçer.
Dinler bir vakıadır ve sadece yaşamın gerçeklik tablosuna dahil değil, aynı zamanda onun önemli bir bileşenidir. O halde dinin sosyal işlevini, işlevselliğini, başka bir ifade ile modern dünyamızda modernitenin kapitalizmle, demokrasiyle, laiklikle nasıl eklemlendiğini tahlil etmek gerekir. İleriki sayfalarda “Kitap dinleri” denilen üç dinle ilişkisine açıklık getirmeyi deneyeceğim. Görülebileceği gibi, söz konusu dinlerin büyük sosyal dönüşümlere uyum sağlamalarını sağlayan bir yorum yetenekleri var ki, bu onların varlıklarını koruyabilmelerini sağlıyor.
Avrupa’ da oluşup moderniteye eşlik eden Hristiyanlığın başarısı bir dizi “teorinin” peydahlanmasına neden oldu. Doğrusu bu “teoriler” benim bu alandaki inancımı sarsmıyor. Bunların en çok bilineni de, neredeyse hiçbir asgari eleştiri konusu yapılmadan genel kabul gören Hristiyanlığın, bünyesinde istisnai evrimi içerdiği düşüncesidir. Böylece “Hristiyanlığın dehası” efsanesi başkalarıyla birlikte üretilecekti (Avrupa’nın Grek kökeni, “Hint-Avrupa” ırkına mensup olma, vb. icat edildi…). İşte modernitenin başka yerde değil de Avrupa’ da ortaya çıkması bu tür uyduruk efsanelerle açıklanıyordu. Bu Avrupa-merkezli ideolojinin bu tür aşırı yorumlarına göre, Avrupa’ da kapitalizmin gelişmesi oradaki din yorumunun sonucuydu. Avrupa-Merkezcilik adlı kitabımda bunun sistematik bir eleştirisini yaptım.
Bu “teorilerin” en aşırısı da, kapitalist modernitenin yaratıcı dehasını Protestan reformculuğuna mal ediyor. Max Weber’in bu ünlü tezi, tam da benim Avrupa-merkezciliğin “Hristiyanperverlik” versiyonu dediğim şeydir.
Bu meyanda Max Weber’in ortaya attığı argümanlar, görünüşteki açıklığına rağmen muğlaktır. Zaten her zaman tersine de çevrilebilir durumdadırlar. Bir zamanlar Çin’in geri kalmışlığını Konfüçyüsçülükle açıklıyorlardı, ne zaman ki, Çin yeniden kalkışa (yükselişe) geçti bu sefer de Çin’in başarısını Konfüçyüsçülükle açıklamaya kalktılar! Sahte tarihçiler Orta Çağ’ da Arap uygarlığının başarısını İslamiyete dayandırmışlardı, günümüzün daha da sahte tarihçilerinin Arap dünyasındaki bugünkü duraklamayı da aynı İslama dayandırdıkları gibi… Kültüralizmin tarihin hiçbir önemli olayına ve meydan okumasına verebileceği tek bir cevabı yoktur, olamaz, ama onlar için sorun başkadır, çok sayıda cevap da bulabilirler zira biri olmazsa diğer yaklaşımı geçerli…
Söz konusu içi boş, düzmece ama egemen dünyanın ideolojisini besleyen bu fikirlere karşı aşağıdaki tezleri öneriyorum:
I. Modernizasyon, laiklik ve demokrasi, dini yorumların evriminin (veya devriminin) eseri değil, tam tersine dini yorumların az çok başarıyla dini olmayanın ihtiyaçlarıyla uyumlandırılmasının sonucudur. Bu uyum yeteneği de sadece Protestanlığa münhasır bir şey, onun bir ayrıcalığı değildi. Şüphesiz başka bir biçimde olsa da Katolikliğin ortaya koyduğu uyum Protestanlıktan daha az etkin değildi. Her halükarda dogmalardan arınmış bir din anlayışı yarattığı kesindir.
II. Bu anlamda Reform, kapitalizmin gelişmesinin ön koşulu değildir. Her ne kadar Max Weber’in bu tezi ortaya çıktığı yerde (Protestan Avrupa’da) genel kabul görüp pohpohlansa da. Kaldı ki Reform, Avrupa’nın geçmişinden ve onun “feodal” ideolojisinden, bu arada Hristiyanlık öncesi yorumundan radikal kopuş değildi. Tam tersine ilkel ve bulanıktı.
III. Söz konusu olan “hakim sınıfların reformuydu” ve ulusal kiliselerin (Anglikan, Lutherci) kurulmasıyla sonuçlanmıştı ve onlar tarafından denetleniyordu. Hakim sınıflar, emekçi sınıfların tehdidini bertaraf edip sürekli baskı altına alarak, doğmakta olan burjuvaziyle, monarşi ve büyük toprak sahipleri bir uzlaşma [compromis] oluşturdular. Luther’ de ifadesini bulan, Marx ve Engels’in de eleştirisini yaptığı bu gerici uzlaşma, söz konusu ülkelerde, Fransa’ da olduğu gibi radikal bir devrimi engellemeyi amaçlamıştı. Aynı şekilde bu modelde ortaya çıkan laiklik de başlangıçtan günümüze kadar hep ikircikli kaldı. Ulusal kiliselerin ortaya çıkması ve .onun sonucunda Katolik evrenselci düşüncenin gerilemesi bir tek işlev görecekti: Monarşiyi daha da güçlendirmek, onun yükselmekte olan burjuvaziyle Eski Rejim’in unsurları arasında oynadığı hakem rolünü pekiştirmek, milliyetçiliği takviye etmek ki, daha sonraki dönemde sosyalist enternasyonalizmin sunacağı yeni evrenselci biçimlerin gelişmesini geciktirmek.
IV. Kapitalizmin gelişmesinin neden olduğu sosyal dönüşümlerin kurbanı olan kitleler katında taraftar bulan başka reformcu hareketler de söz konusuydu. Eski usul mücadele biçimleri geliştiren bu hareketler -Orta Çağ’ daki Binyılcılık gibi- zamanlarının ihtiyaçlarına göre ileri değil geri hareketlerdi. Dolayısıyla radikal, demokratik ve laik kitle eylemleriyle destekli Fransız Devrimi’ni, daha sonra yeni koşullarda ezilen sınıfların etkin bir biçimde kendilerini ifade etmelerini sağlayan sosyalizmi beklemek gerekti. Söz konusu Protestan mezhepleri de fundamentalist [köktenci] yanılsamalarla beslenmeye devam etti. Amerika’ da olduğu gibi peşi sıra ortaya çıkan kıyametçi [apocaliptique] mezhepler mantar gibi bitti.
V. Dinde sosyal perspektiflere açılan uyum sağlayıcı “olumlu” yeni yorumlar söz konusu olmadı. Tam tersine geriye gidişler söz konusuydu, dini yorumlar sosyal gelişmenin önünde bir engele dönüşmüştü. Bu konuda Kuzey Amerika’dan bazı Protestanlık örnekleri vereceğim.
VI. Fakat olumlu veya olumsuz uyum, sadece Hristiyanlığa özgü bir şey de değildi. Mesela İslamiyet geçmişte olumlu uyum örnekleri verdiği halde şimdilerde birçok veçhesi itibarıyla ABD’ deki Hristiyan mezheplerindekine benzer tam bir geriye gidiş tablosu sergiliyor. Aynı şey Yahudilik için de geçerli. Eklemem gerekir ki (ki, okuyucu Avrupa-Merkezcilik’e bakabilir) aynı durum büyük Asya dinleri ve ideolojileri için de aynı şekilde geçerlidir.
VII. Bu uyumlar olumlu ya da olumsuz olsun “alt-belirleyiciliğe” dayalı bir tarihsel materyalizm yorumuna gönderme yapıyor. Bundan anladığım da şu: Kertelerin (ekonomik, politik, kültürel) her biri kendine özgü bir iç mantığa sahiptir ve bu yüzden, sistemin evriminde bütünsel uyumu sağlayan tamamlayıcılığı ve evrimin yönünü öngörmek kesin değildir.
Samir Amin
Modernite, Demokrasi ve Din: Kültüralizmlerin Eleştirisi
Çev. Fikret Başkaya, Uğur Günsür, Güven Öztürk
Yordam Kitap [2016]
Sayfa Aralığı: 27-31