Michel Foucault, dünyayı yöneticileri psikologlar ve hastaları halk olan büyük bir tımarhane olarak tanımlıyordu (Foucault, 2000). Dolayısıyla Foucault’ya göre toplum, sürekli gözetim altında tutuluyor ve çeşitli yöntemlerle tedavi edilerek modern kapitalizme uyumlu hale getiriliyordu. Bu tedavinin sahnelendiği başlıca kurumlar vardı; hapishaneler, hastaneler ve okullar bu kurumların en önde gelenleriydi. Ancak tüm dünya bir tımarhane olarak tanımlanınca, modern topluma ait her mekânın bu tedavi ve denetimi sürekli kılan yerler olarak işlev kazanabileceği sorusu ortaya çıkar. Kiliseler, kahvehaneler, kütüphaneler, alışveriş merkezleri, oteller ve meyhaneler; hepsinin de Foucault’nun tanımıyla “büyük kapatılma”ya hizmet eden tarafları bulunabilir mi?
Foucault’nun metaforu temel bir ayrıma dayanır ve bu ayrım halkın hasta oluşuna vurguyla kendini belli eder. Halk, hastalar olarak tedavi görmeye mecburdur, halkın var oluşu görecekleri tedaviyle alakalıdır. Her kapatma kurumunda olduğu gibi, halk burada edilgen bir durumdadır. Hapishanede suçlu ceza çekmeyi ve bu cezayla ıslah olmayı, okulda öğrenci eğitilmeyi ve bu yolla meslek sahibi olmayı, klinikte akıl hastası tedavi görmeyi ve bu yolla normal olmayı bekler. Tüm bu kurumlar, modern kapitalist düzenin sağlıklı işlemesi, toplumun kapitalizmin ihtiyaçlarına göre düzene katılması için gereklidir.
Başlangıçta ekonomik kriz döneminde yaşanabilecek ayaklanmaları engellemek ve kriz sonrasında ucuz işgücü sağlamak amacıyla ortaya çıkan büyük kapatılma durumu, ilerleyen dönemlerde daha kapsayıcı ve sürekli bir hale gelmiş, modern kapitalizmin sürekliliğini garanti altına alan bir olgu olarak biçimlenmiştir. Ferda Keskin bu dönüşümü şöyle özetler: “Büyük kapatılmanın gerçekleştiği asıl mekân insan ruhudur; akıl hastanesi, hapishane gibi normların dışına çıkmış ruhları terbiye edip iyileştirmek için var olan kurumlarsa bu büyük kapatılmanın karanlık yüzünü gizleyen sözde ‘insancıl okullar” (Foucault, 2000:19).
George Orwell, Paris ve Londra’da Beş Parasız adlı romanında benzer bir tespitte bulunur. Paris’te adına plongeur denen ve genellikle otel mutfaklarında çalışan bulaşıkçıların yaptığı işin oldukça gereksiz olduğunu savunan Orwell, gereksiz işlerin sürdürülmesine dair şunları söyler: “Ben gereksiz işlerin içgüdüsel olarak sürdürülmesinin temelinde düpedüz ayaktakımı korkusunun yattığına inanıyorum. Ayaktakımı (diye iddia ediyor bu görüş) öyle aşağılık bir yaratıktır ki boş vakti kalırsa tehlike arz eder; onu düşünemeyecek kadar meşgul tutmak daha güvenlidir”(Orwell, 2017:140). Foucault’nun sözleri ise Orwell’ın inancını doğrular gibidir: “Münavebe çok açıktır: işsizliğin olmadığı ve ücretlerin yüksek olduğu zamanlarda ucuz el emeği; işsizlik dönemlerinde aylaklığın ortadan kaldırılması ile ajitasyon ve isyanlara karşı toplumsal korunma” (Foucault, 1961:80).
En başta sorduğumuz soruya dönmemiz gerekirse, doğrudan kapatma ve düzenin yeniden üretilmesi işlevleri göstermeyen mekânları bu bağlamda nasıl değerlendirmeliyiz? İlerleyen kısımlarda bu soruya yanıt aramaya çalışarak özel bir mekânı, oteli ele almaya çabalayacağım.
Aylaklığın Yeniden Üretilmesi: Otel ve Turist Bakışı
Kapatma işleviyle öne çıkan kurumların aylaklığı ortadan kaldırmayı hedeflemesine karşın oteller, çoğunlukla aylaklığın serbestçe yaşandığı ve aylaklığın biçimlendirildiği mekânlar olarak karşımıza çıkar. Oteli doğrudan kapatmaya yönelik bir mekân olarak ele almak mümkün değildir. Yine de otelin bu kapatılma içerisinde nerede durduğunu araştırmak gerekir. Kurumsal mekânların aksine otelin görünürde ıslah etmeye yönelik bir hedefi yoktur, çoğu zaman geçici ve isteğe bağlı olarak kullanılan mekânlardır bunlar. Her şeyden önce otel, tatil ve seyahat olgularıyla birlikte ele alınır. Dolayısıyla toplumsal bir mekân olarak oteli incelemeye başlarken, önce onun ayrılmaz bir parçası olan seyahat ve tatil olgularından bahsetmek gerekir.
John Urry, Turist Bakışı adlı metnine Foucault’nun tıbbi bakış üzerine sözlerinden bir alıntı yapıp kitabının görünürde bu konuyla hiçbir ilgisi olmadığını belirterek başlar ve şöyle devam eder: “Bu, haz üzerine, tatiller üzerine, turizm ve seyahat üzerine bir kitaptır; insanların her zamanki iş ve ikamet yerlerinden kısa sürelerle nasıl ve neden ayrıldıkları ile ilgilidir. Bir anlamda, zorunlu olmayan mal ve hizmetlerin tüketimi üzerinedir” (Urry, 2009:13).Urry’nin çıkış noktası, gündelik rutinin dışında bir etkinlik olarak tatil ve seyahatin kendine özgü yapısıdır. Bu yapının özünde, seyahatin öznesi olan “turist”in, rutin-dışı etkinliğe yönelik algısı yer alır. Modern toplumun bir özelliği olarak rutin-dışı bir rutin yahut rutinin devamı için gerekli ve değerli görülen tatil etkinliğinin özünü Urry’nin kavramsallaştırdığı bu turist bakışı oluşturur.
“Bu bakış, tıpkı tıbbi bakış gibi, toplumsal olarak düzenlenmiş ve dizgeleşmiştir. Elbette ki bu, farklı mertebeden bir bakıştır; çünkü ‘bir kurum tarafından desteklenen ve temellendirilen’ profesyonellerle sınırlı değildir. Hem ‘gereksiz’ hazların üretiminde bile, turist olarak bakışımızı oluşturmaya ve geliştirmeye yardımcı olan çok sayıda profesyonel uzman vardır” (Urry, 2009:13-14). Turist bakışını biçimlendiren iki temel durum vardır, ilki onun kurumsal olarak üretilen bakışlardan farklı olarak çok daha öznel deneyimlere bağlı oluşu, ikincisi ise çelişkili görünen bir biçimde paket olarak satışa sunulan ve inşa edilen tatil biçimleriyle ilişkisi. Urry, turist bakışının toplum, sosyal grup ve tarihsel döneme göre değiştiğini öne sürerken, belirli bir bakışı inşa eden şeyin onun karşıtıyla ilişkisi olduğunu savunur. Dolayısıyla rutinin dışına çıkmayı gerektiren bir etkinlik olarak tatilin karakterini oluşturan şey, rutinin ne olduğudur. Rutinin özü çalışmaksa, rutin-dışının özü çalışmamaktır.
Bu anlamda tatil etkinliği, çoğunlukla kendi içinde bir rutin barındıran aylaklıktır. Turist bakışı bu aylaklığı belli bir rutin içinde tutan ve bu şekilde aylaklık eylemini yeniden üreten bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak turist bakışı yalnızca rutinin dışına çıkma durumunu ihtiva etmez, turist bakışı ziyaret edilen yerle ilgili özel bir algıyı ifade eder. Urry’nin tanımıyla “Çevre bizimle beğeneceğimiz biçimde konuşur ya da en azından ondan bunu yapmasını bekleriz” (Urry, 2009:13).
Tatilin öncelikli hedefini güzel vakit geçirme, eğlenme, dinlenme vb. etkinlikler ve beklentiler oluşturur. Dolayısıyla turist, ziyaret edeceği yere dair bir algı taşıyarak yola çıkar. Bu bakış, beklenmedik sürprizleri, bilinmeyen ve tehlikeli şeylerle karşılaşmaları dahi zararsız ve keyifli deneyimlere dönüştürme çabası güder. Gündelik rutinde karşılaşıldığında tehditkâr ve çirkin olan, seyahat esnasında otantik olana, en kötü ihtimalle tuhaf olana dönüştürülür. Öte yandan ziyaret edilen yer de, turist bakışına yönelik bir sunum içerisinde farklılaştırılır. Turistik mekânın kendi görünümü, turist bakışı içerisinde özel tecrübeler olarak sunulur ve metalaştırılır. Örneğin, Hindistan için bir problem olan yoksulluk, turistlere bu ülkenin özgünlüğü olarak “gösterilir”. “Bakış, göstergeler aracılığıyla oluşur ve turizm göstergelerin biriktirilmesini içerir. Turistlerin Paris’te öpüşen iki kişi gördüklerinde yakaladıkları şey ‘ebedi romantik Paris’tir” (Urry, 2009:17).
“Yolculuklar ile konaklamaya gidilen ve kalınan yerler, alışılagelen iş ve ikamet yerlerinin dışındadır. Buralardaki ikamet dönemleri kısa süreli ve geçici niteliktedir. Görece kısa bir dönem içerisinde eve dönmeye yönelik belirgin bir niyet vardır” (Urry, 2009:16). Bu konaklama etkinliklerinin gerçekleştirildiği yerler olarak oteller, turist bakışının tüm özelliklerini içerir. Seyahatin niteliğine, konaklayanların değişkenlik gösteren toplumsal özelliklerine ve niyetlerine uygun olarak bu oteller farklı biçimlerde kurulur. Ancak her şeyden önce otel, turistik etkinliğin özüne, aylaklık ve haz temelli yapısına uygun bir biçimde tasarlanır. Tatil içi rutinin sağlanması da büyük ölçüde konaklanan yerin yapısıyla belirlenir. Örneğin “tatil köyü” olarak tanımlanan yapılarda, günlük rutin kesin bir biçimde belirlenmiştir. Gün içinde gerçekleştirilecek etkinliklerden yemek saatlerine dek her şey otel tarafından düzenlenmiştir. Ziyaretçilerin bu rutin içinde ‘kontrollü’ bir aylaklık sergilemesi beklenir. Bu anlamda otel, rutin-dışının örgütlenmesinde, burada yeni bir rutin yaratarak ikamet yerinin dışında bulunanları bu geçici aylaklık yerinde güvenli ve konforlu hissettirmeye çabalar.
Turist için en önemli şeylerden biri, ziyaret edilen yerin beklentilerin dışında hareketler sergilememesidir. Turist bakışında gidilen yerden tatmin olmanın koşulu beklenilen hazzı beklenilen yoldan edinebilmektir. Otelin temel işlevi bu güvenceyi sağlaması, tekinsiz ve karanlık olanla karşılaşma olasılığını hapsetmeyi vaat etmesidir. Örneğin sinema filmlerinde otelin bir korku öğesi olarak kullanımı, otelin bu işlevselliğinin tersyüz edilmesine dayanır. The Shining’te otel sürekli karakterlerin karşısına koridorların sonunda beklenmedik görüntüler çıkarır. Psycho’da moteli işleten Norman Bates tehlikeli bir katildir. Hostel filminde ise sırt çantalı gezginler, küçük bir otelde korkunç işkencelerle öldürülürler.
Bu anlamda otel, kapatma kurumlarıyla benzer sayılabilecek bir özelliğe sahiptir. Otelde konaklayan ziyaretçiler, otelin vaat ettiklerine dair bir ön kabulle gündelik planlamalarını otele teslim eder. Otel onlara güvenlik ve hazza yönelik vaatler sunar, ziyaretçi de otelin kurallarına ve rutinine uygun hareket ederek aradığı hazza ulaşmayı kabul eder. Hastanede geçirdiği sürenin sonunda tedavi olmuş biçimde çıkmayı bekleyen hasta gibi, turist de otelde geçirdiği sürenin sonunda hedeflediği hazza ulaşmış olmayı bekler. Elbette temel öngörü, turistin otelden dönüşüyle birlikte asıl rutinine, çalışma hayatına daha istekli biçimde devam etmesidir. “Seyahat ve tatillerin gerekli olduğunu hissetmek modern yaşamın önemli bir unsurudur. ‘Tatile ihtiyacım var!’ sözü, insanların zihinsel ve fiziksel sağlıklarının ancak arada sırada bir yerlere ‘kaçabilirlerse’ yenileneceği düşüncesine dayanan modern bir diskurun en kesin yansımasıdır” (Urry, 2009:20).
Modern Toplumun Ayrımları ve Gerçeklik
Modern toplumun karakteristiği, her şeyi önceden belirlenmiş biçimlerde sunması ve tanımladığı her şeyi ayrımlar, sözde karşıtlıklar üzerinden kurmasıdır. Modernite, normal olanı tanımlar ve bu tanıma uymayanı deli, hasta ya da suçlu olarak kapatır ve tedaviye sokar. Hastanın tedavisi, moderniteyle uyumlu biçimde yaşayacak hale gelmesiyle sonuçlanmalıdır. “Modern akıl hastanelerinde çalışma yoluyla tedavi sürekli uygulanmaktadır. Bu uygulamanın altındaki mantık ortadadır. Eğer çalışmaya yatkın olmamak deliliğin birinci ölçütüyse, deliliği iyileştirmek için hastanede çalışmanın öğretilmesi yeterlidir” (Foucault, 2000:83).
Modernitenin söylemsel ve kurumsal olarak inşa ettiği gerçeklik, toplumsal hayatın örgütlenmesinin birincil koşulu olmuştur. Dolayısıyla söylemsel olarak inşa edilen toplumsal örgütlenmelerin tümü, kendi içinde ikinci bir ayrımı doğurur. Bu ayrım, öncelik olarak söylemin konmasından, yani vaat edilenin, olması gereken ve gerçek olduğu kabulüne dayanır. Bu sayede şeylerin gerçekliği, ona verilen anlamla bütünleşir. Orwell otel çalışanlarının işlerinden şöyle bahseder: “Otel çalışanı için bir yemek siparişten ibarettir, tıpkı kanserden ölmekte olan bir adamın doktorun gözünde ‘bir vaka’dan ibaret olması gibi” (Orwell, 2017:97).
Bu noktada tekrar ‘turist bakışı’na dönecek olursak, bu bakış etrafında da nesneler gerçekte olduğu şeyden farklıdır ve bu bakış içinde kendine özgü bir gerçekliğe sahiptir. İşte otelin “büyük kapatılma”daki rolü de burada açığa çıkar. Otel; modern söylemin kurduğu gerçekliğin bir ürünü, onun devamlılığını sağlayan bir yapısıdır. Otel, modern tatilin mekânıdır. Dolayısıyla otelin sundukları ancak modern bir bakışın içerisinde anlamlıdır.
Diğer tüm kurumlar gibi otelin sunduğu gerçeklik de ‘kapatılma’nın gerçekliğidir. Bu bağlamda Michael Haneke’nin Funny Games filmi bu gerçekliğin tersyüz edilmesini ihtiva eder. Bir süreliğine rahatlamak için bir göl evine seyahat eden Anna, Georg ve oğulları, burada huzurlu ve keyifli günler geçirmeyi beklerken, rutin-dışının vahşeti onları ele geçirir. Her ne kadar yabancı bir yere ilk kez geliyor olmasalar da, zihinlerindeki beklenti ve sürprizlere yönelik endişeleriyle onlar birer “turist”tir. Bu aile geçici bir konaklama için, kendi rutinlerinin dışında bir mekâna ve zamana gelmişlerdir. Oysa onları rehin alıp işkence eden iki genç, her şeyleriyle kendi rutinlerini gerçekleştirmektedirler. İki gencin nereden geldikleri belirsizdir ve tüm davranışları onların hep orada olduğuna delalettir. Fakat bu iki genç, ailenin bakışıyla karşılaştıklarında uyum sağlamayı, bekleneni sergilemeyi reddeder.
Seyahate çıkan bu ailenin kaldıkları ev, otelden farklı olarak kendi kontrollerinde olan bir rutini ve planlamayı içerir. Her şeye rağmen bu ev tamamen ailenin güvenliği ve seyahatten alacakları haz düşünülerek inşa edilmiştir. Fakat ‘düşman’ eve izinsiz girmez, nazik komşular olarak Anna’dan yumurta istemeye gelirler. Problem iki gencin gitmesi gerektiğinde gitmemeleri ile başlar. Ailenin rutininde onların yeri yoktur, onlar bu rutini taciz etmekte, zorla dâhil olmaya çalışmaktadırlar. Turist bakışının rastladığı her şeyi haz alınacak tecrübelere dönüştürme içgüdüsüne karşın bu iki genç tamamıyla tehlikeli ve rahatsız edicidir. Turist bakışının beklentileri karşılanmaz, rahatlatıcı aylaklık yıkıcı bir sürprize dönüşür.
Rutin, her şeyden önce beklenmedik olana kapalılığıyla güven vericidir. Rutinin içinde her şey kontrol ve denetim altındadır, onun çizdiği çemberin dışı ise her zaman risklerle doludur. Bu anlamda rutin-dışına çıkış, geçici bir rutin ile güvenli hale getirilir. Bu geçici rutin, hem asıl rutine kolaylıkla dönebilmeyi sağlar hem de rutin-dışının tehlikelerini ortadan kaldırır. Turist bakışının gerçekliği dönüştürücü karakteri ve otelin modern söylemi yeniden üretme gücü bu sayede anlam kazanır. Ancak tıpkı Funny Games’te olduğu gibi, modernitenin sürekli yeniden ürettiği gerçeklik üzerinden öteki ve yabancı olanla ilişki kurmak, güvenliğin de pamuk ipliğine bağlı olarak kalmasına sebep olur.
Modern kurumlara teslim edilen irade ve onların yarattığı biçimde yaşamanın doğruluğuna duyulan inanç, neredeyse her kavramın modern görünümüyle gerçeğinin yer değiştirmesine sebep olmakta. Modern olmanın gereklilikleri olarak yapılan her eylem bu anlamda ya çarpıtılmış ya da taklit edilmiş gerçeklerin yansımaları olarak karşımıza çıkıyor. Orwell, otellerin lüksün ucuz, adi bir taklidini sunduğunu, gereksiz işlerin sürdürülmesinin belirsiz bir korku hissine dayandığını söylerken bunu kastediyordu. Rutin-dışına çıkmanın tehlikeli olduğuna yönelik inanç; modern söylemin dışında hiçbir şeyin var olamayacağını, modernite için tehlike arz eden her şeyin kapatılıp tedavi edilmesi gerektiğini söylemenin başka bir yoludur.
Kapatan ile kapatılan ayrımından başlayarak, toplumsal yaşamın düzenlenişini belirleyen tüm ayrımlar, toplumsal grupların kendi rutinleri dışına çıkmalarını olanaksız hâle getirmektedir. Her bir toplumsal grup kendi turist bakışı içinde kendi rutin-dışılığında gezinir, kendi habituslarının sunduklarıyla hareket eder. Orwell’ın şu örneğini tüm toplumsal yaşama uyarlamaya çalışırsak, görünmez kılınan birtakım ayrımları ve bu ayrımların getirdiği sınırlılıkları fark etmeyi başarabiliriz: “Villon’un şiirlerinin bendeki baskısında editör, ‘Ekmeği ancak pencerede görürler’ dizesini dipnotla açıklama gereği duymuş. İşte açlık, eğitimli insan için bu denli uzak bir tecrübe. Bu bilgisizlik gayet doğal olarak ayaktakımına karşı mantıksız bir korkuya yol açıyor” (Orwell, 2017:141).
Funny Games’in mağdur babası Georg, sapık gençler tarafından dayak yedikten sonra şu soruyu sorar: “Bunu neden yapıyorsunuz?”. Aldığı cevap ise oldukça basit görünür: “Neden yapmayalım?”. Karşılıklı sorulan bu iki soru, sanki özellikle yer değiştirilmiş gibidir. Bir an için günlük rutinleri içinde çalışmakta olan bir işçiye veya bir ofiste öğle yemeğini yemekte olan çalışana “Bunu neden yapıyorsun?” sorusunu yönelttiğimizi düşünelim. Şaşkınlık içinde “Neden yapmayayım?” cevabını vermesi hiç de beklenmeyecek bir şey değildir. Çünkü modern toplumda her şeyin neden yapıldığı ve neden yapılmadığı oldukça açık ve kesin görünür. Oysa bu soruların yanıtını aramaya çalışmak, bu görünen açıklık ve kesinliğin kendisinin ne kadar gerçek olduğunu görebilmek için gereklidir.
Deniz Berk Sayınhan
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog yazarı
Kaynakça
- M. Foucault, Büyük Kapatılma, Ayrıntı Yayınları, 2000.
- George Orwell, Paris ve Londra’da Beş Parasız, Can Yayınları, 2017.
- M. Foucault, Folie et Deraison: Histoire de la la folie a l’age classique, Paris: Plon, 1961.
- John Urry, Turist Bakışı, BilgeSu Yayıncılık, Ankara, 2009.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.