İlk kitabı üniversitenin ilk yılında okudum; her daim baba tarafından gelen bir “Kitap okumalısın.” telkini kulağımızda. Dostoyevski’nin Beyaz Geceler‘iydi. Lise yıllarında bir Ömer Seyfettin okumuşluğum vardı, Beyaz Lâle onu saymazsak. Zaten saymayalım. Bir kompozisyon ödevi içindi. Birkaç kez Hayat Ansiklopedisi de karıştırmışımdır. O da ders için. Ama zamanla Dostoyevski başka kitaplara ulandı. Çok geçmeden felsefe ve özellikle dil felsefesi metinlerine. Bu kitaplar da bir Dostoyevski romanı gibi hakikate sarahatle bakan adamların kadınların işleri olmaktan uzaktı. Bir Seyfettin öyküsü, ansiklopedi ya da bilim kitabından farklı olarak; anlattığı, duyduğu, ifade ettiğiyle arasına bir mesafe, kuşku payı yerleştiriyorlardı. Ama bu kuşku son bulacak bir ruh hâli de değildi. Türlü donanımlar edinmek için okunan kitaplara geçmeye izin vermeyen, kişisel gelişime mani. Okur, bir türlü arkasına yaslanamayacağını bilir. Burada sözü edilen, sadece eleştirel şuur da değildir. Hiç kitap okumamış bir talebenin, kitapların yazılıp tekrar satır aralarında kaybolduğu o zeminde olanı biteni temaşa etmesidir. Her varlığın bozulup tekrar toparlandığı o yüzeye bakmaktır. Muhtevanın biçimden ayrı bir hakikatının olmadığı, dil parçaları, dilbilgisi, resim, söz, yazının etrafa amaçsızca dağıldığı, yönelimsiz, amaçsız işaretlerin oyununa tanık olma arzusudur. Belli türde dil felsefesi metinleri, okudukça kendisini ilga eden bir birikime neden olur. Bu kitapları okuyan hiçbir şey biriktiremez zihninde, hafızasında. Ama temel biçimlerin aralıksız oyunları konusunda deneyim sahibi olur. Aralıksız bildiğinin silindiğini, müspet hafıza içeriklerinin kaybolduğunu tecrübe eder. Dost meclislerinde fazla söyleyecek sözü olmaz. Konjonktür, aslında, ben, gibi sözcüklere başvurmak ona endişe verir. Yerli yerinde durana dair aralıksız bir şüphe ama sinik olmayan bir tereddüt vardır. Diğer yandan karar bulmamış olanı olumlayan bir mizaç kendisini gösterir. Bir birikim edinmek için, tarihe ve bilime sarih bilgi kaynakları gibi başvursa da, bu süreğen kuşku aradan çekilmez. Ama eşyanın farklı bir doğasına, perde arkasında olanlara, fesat bir işleyişe dair bir paranoya da değildir bu.
Yıllarca dil felsefesine ve bu duygu haline çok yatkın Fransız post-yapısalcı düşüncesine kulak vermeye başladım. Mühendislik okuyordum ve böyle metinleri ne kadarı okursam fakülteden o kadar uzaklaştığımı fark ettim. Mühendislik, kuşkuların sonsuza kadar ertelendiği bir doğaya, tekniğe güveni esas alan bir terbiyedir kuşkusuz. Ama beynim için yapılaşmış olanın imkansızlığına inanırken derslere ve hatta sınavlara girmek olanaksız olmaya başladı. Dönemin siyaset bilimi bölüm başkanı Metin Heper‘e bu bedbahtlığımı dile getirdim, “Tekrar sınava girer, yeterli puanı alırsan bölümümüzde başlayabilirsiniz.” dedi haklı olarak. Neyse ki etrafımda zihni bölünmemiş dostlarım vardı.
Zamanla başka şeyler de okuduk ve hatta yazdık elbette ama temel okuryazarlık mecramız bu oldu. Metis Yayınları ve son zamanlarda bu damarını yitirmiş olsa da Ayrıntı Yayınları bu ilgiyi ayakta tuttular ama bu yönde derli toplu bir okumaya Türkçe çeviriler henüz tam imkan vermiyor gibi. Yaklaşık yirmi yıla yayılan bu okuma yazmalardan bir sözlük demek iddialı ve kuşkuları bertaraf eden bir girişim olacağından, bir kartografi girişimi ortaya koymak denenebilir gibi göründü bana. Sadece aklımda, muhayyîlemde kalanlarla bazı kavramları ifade etmek denenebilir gibi geldi bana. Okuyan, eleştiren sosyal bilimler cemiyetinin ilgisiyle uzun soluklu bir girişim olur umuyorum.
Post-yapı, yapı sonrası bir varoluş düzeyini imlese de, ondan daha eskidir. Eşyanın doğası insanî bir istenç olmadığında, kendi halinde post-yapısaldır denilebilir. Diğer yandan yapı, insanî işlevden ayrı düşünülemez. Post-yapı, yapısal olanı temellendirir. Ondaki keyfi, olumsal dinamikler insanca bir tertibatın gereği olarak şekil verildiğinde adeta yapı elde edilir denilebilir. Yapısal nitelikte temel bir ayrım olarak dil ve söz ayrılığı örneğin, bu yeniden düzenlemenin ertesinde nesneleşir. Doğru dilbilgisi ve iyeliğe sahip özne, bu ayrım ertesinde ortaya çıkar. Doğru iyelik sahibi, aynı zamanda kendi nesnesini de yaratır. Yapısal ayrım, hangi öznenin hangi nesneyle irtibatlı olabileceğine dair bir karar içerir. Böylece, doğru taraflar arasında doğru ilişki de kurulmuş olur. Yani yapısal belirlenim, karşılaşmaları düzenleme arzusunu barındırır. Her varlığın yan yana gelmemesi, yapısal, işlevsel birliktelikler içerisinde olmasını olanaklı kılan düzenlemeler içerir. Bu işlev, yapının içerisinde bir zemberek gibi çalıştığı makine düzeneğini aittir.
Post-yapıya dair bir tarif, sadece bu kavrama göndermelerle yapılamaz. Aynı kısıt yapı kavramı için de geçerlidir. Derrida‘ya atfen söylenirse, biri diğerinin pharmakon‘u gibidir. Yani yapı için post-yapı, hem dert hem de devadır. Yine Derridaca söylenirse, post-yapı, yapısal zemin için bir tür khora gibidir. Yani varoluşunu borçlu olduğu taşıyıcı malzeme aynı zamanda onu yok eden, bozandır.
Yapıbozum girişimi de yapılardaki bu post-yapısal unsurları açığa çıkarmak içindir. Yani kendi khora‘sıyla, kendi neden ve sonuçları kendinde gizli o gizemli malzemeyle karşılaşana kadar yapısal olanı okumaktır. Yapı, kendi kendisiyle çelişik olana, tutarsızlık içine düşene kadar ısrarla onun peşine düşmektir. Örneğin Derrida Gramatoloji‘de Rousseau’nun metinlerini sabırla bu niyetle okur. Ondan uzun alıntılar yapar. Bu sırada metin kendi kendisini yeniden yazar ve okur sanki. Derrida, post-yapısalcı konumdan çok iddialı tezlerle yaklaşmaz metinlere. Metin kendi çatlaklarından sızdırmaya başladığında, post-yapı bir belirti gibi yüzeye çıkmış sayılır. Bu mütevazı çabayla, yapının imkânsızlığı ifşa edilmiş sayılır.
Böyle bir okuma eleştirel olarak nitelenemez. Çünkü ele aldığı metnin dışında bir yere kurulmaz. Yapının içinden, ondan ayrı bir bilgi kuramına yaslanmayan, neredeyse aynı sözlüğü kullanan bir yeniden okuma girişimidir. Bu girişim bir oyundan ayırt edilemez. Belli bir ideoloji, söylem adına da davranmaz görünür. Mevcut bir söylemin içerisine yerleşerek onun açık vermesini bekleme oyunudur bir bakıma.
Post-yapısal zemini karartma, kapatma ısrarı olarak yapının yaşam verdiği özne ve nesne konumları yapıbozuma maruz kalınca, nesnesiz, her varolanın birer özne değilse de kendilik olabileceği bir zaman ve uzay açılır. Bu bireyler, bir araya gelip ayrışarak yenilerinin ortaya çıkmasına neden olurlar. Bu düzeyde, sayısız ilişki biçimine yer ve zaman açılır. Niceliklerin niteliklerden ayırt edilemediği bir kaynaşma duyulur olur. Deleuze’e atfen dile getirilirse, yapının kararttığı her oluş katmanı post-yapısal bir girişimle geri alındığında, bu ilişki olanakları da artar. Örneğin bir yapı okundukça, onun kararttığı kadın, çocuk, deli gibi varlıklar serbest kalırlar. Daha da okudukça, mineral-oluş, belirlenemez-oluş düzeyleri yüzeye çıkar. Bunlar artık Spinozacı varoluş düzeyleri olarak, saf ilişkilerin zeminidir. Her tür yapının üzerinde inşa edildiği khora da burası olabilir.
Post-yapı’da, her şeyin her diğer şeyle bağlantısı olabilir. Orada öznelik ve nesneliklerinden uzaklaşan şeyler, sürekli biçim ve içerik değiştirebilirler. Bir ağaç bir kediye, bir kedi insana, bitki tanrıya bakabilir, onunla aynı varlık düzeyini paylaşabilir. Nitelik ve nicelik farklarından bağımsız olarak kurdukları denk ilişkide birbirlerini dönüştürebilirler. Çok uzak yerlerin ve zamanların sakinleri bir araya gelip ayrılabilirler. Bir yapının eşzamanlı kıldığı türdeş mekânlarda belirli ilkelere göre bağlantı kurmazlar. Yapısal bir bağıntıda nesnenin öznesini şekil verme olasılığı yoktur. Onun yüklemlerine, verdiği isimlere, yakıştırdığı sıfatlara maruz kalır. Aradaki ilişki tersinir değildir. Örneğin özne nesnesini görür ama nesne onu gördüğünde ancak bir nazar etkisi ortaya çıkar. Nesnenin görmesi belirsizlikler taşıyan ve karartılması gereken bir ilişkidir. Yapının muteber özneleri kendi işaretleri, yönelimleri, arzularıyla diğer özne ve nesnelerle etkileşim içine girebilirler. Örneğin cinsel yapıyı, ekonomiyi güvenceye alan fallus, kimin kimle bu cinsel alışveriş içerisine girebileceğine dair bir belirlenim yaratır. Oysa queer metinlerin öğrettiği gibi, yapı dışında cinsiyet bir yana cinselliğin bile olumsal bir kavram olduğu fark edilir.
Post-yapısal zeminde varlık ve varoluş arasında bir geçişlilik, kiyazma hali ortaya çıkar. Duyumculuk ve usçuluk arasındaki ayrım geçersizleşir. Ampirik veriyle metafizik olan yan yana telaffuz edilebilir olur. Bu karşıt görünen kavram ve olgular arasında açılan bir aralıkta biri diğerine rahatlıkla dönüşebilir olur. Bu aralıkta yapısal nitelikte karşıtlıklar geçersizleşir. Özellikle Derrida’nın yapıtında bu ayrımsızlık sürekli önümüze çıkar. Hatta bu karşıtlıkların birbirini temellendirdiğini fark ederiz. Öznenin aynı zamanda post-yapıdan ileri gelen bir durumun nesnesi olduğu tecrübe edilebilir. Özne kendindeki nesneliği ifade eder çoğunlukla. Bu ikisi arasındaki ilişki kendilerinden daha belirleyici olduğundan aralıksız dönüşür ve bu sırada yapısal olanı yeniden inşa ederler. Post-yapının zemininde, özneler, nesneler ve onların yapılaşmış bağlantılarından oluşan yapılardan farklı olarak, Spinoza‘nın doğa kavrayışında gibi, tek fiziksel kaynağın temellendirdiği, tek bir cevherden neşet eden adlar, sıfatlar, yüklemlere, duygu ve ruh hallerine sahip kendilikler, bireyler, tekillikler vardır.
Özgür Taburoğlu
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.