Yıllarca kanun kapısı önünde kapıcının ona geçmeye izin vermesini bekleyen ihtiyarlamış taşralı adam sorar: “Herkes kanuna varmak için çaba harcamıyor mu? Peki nasıl oluyor da bunca yıl benden başka kimse girmek istemedi bu kapıdan?” Kapıcı adamın artık ölmek üzere olduğunu anlar ve ona şöyle der: “Bu kapıdan başka kimsenin geçmesine izin verilmedi çünkü bu kapı sadece senin için belirlenmişti. Şimdi gidiyorum ve onu kapatıyorum.” (Kafka, 2015, s.148)
Kafka’nın “Kanun Önünde” kıssası pek çok yoruma ilham olmuştur. Ancak hiçbiri kıssanın kendi evreni içinde iktidarı eyleyen performatifliği bu kadar ifşa edememiştir. Eyleyici bir aktivite olarak performatifliğin en açık seçik örneği kanun ve iktidar arasındaki ilişkide ortaya çıkmaktadır. Kanunların -ve onun tarihsel varyasyonlarının- neleri eylediğini anlamanın elzem olduğunu düşünerek yazmaya karar verdim. Aynı zamanda bizi bekleyen post-hümanist krize dikkat çekmeye çalışacağım.
Bir gün yine toplu ulaşım ile seyahat ediyordum. Önümde genç bir kadın sessiz bir telefon görüşmesi yapıyordu. Yanında oturan yaşlı kadın kaş-göz hareketleriyle çılgınca şoförün üzerinde “Araç içinde yüksek sesle telefon ile görüşmek yasaktır” yazan kâğıda genç kadının dikkatini çekmeye çalışıyordu. Yaşlı kadının ısrarı karşısında daha fazla kayıtsız kalamayan genç kadın görüşmesini sonlandırdı. Yaşlı kadın ritüelini gerçekleştirdikten sonra kazanmışlığın yarattığı coşku ile memnun bir halde diğer tüm yolcuların tepkilerini süzerek önüne döndü. O artık kazanmıştı. Aslında yaşlı kadının ruhunu ele geçiren iktidar eyleyicisi kanun bekçisi kazanmıştı. Telefon görüşmesinin sonlandırılması ile düzen sağlanmış herkes hipnotize olmuş bir biçimde “sessizce” yolculuğun seyrine kendini bırakmaya devam etmişti. İktidar tüm “eşitliği” ile hepimizi sarmıştı.
İktidarı eyleyen kanunlara ilişkin ritüeller şahsım adına her zaman korkutucu deneyimler olagelmiştir. İlk okul günümde küçükten büyüğe doğru sıraya girmek zorunda kalmam, sünnet olurken kollarımdan birinin sıkıca tutması, “beden eğitimi” dersinde sağa-sola ve uygun adım yürüyüşler ile puanlandırılmam, tahtada yazan 180 dakika karşısında ezber yarışını kazanmaya çalışmam… Tüm bu ritüelleri üreten birbirinden eşsiz kanunların bir sonucu olarak doğumdan ölüme kadar kaç kanun önünde ömrümüzü harcadığımızı düşünmeden edemiyorum. Bu sorgu bir çıkış ya da kaçış noktası aratmıyor değil. Acaba ne tür bir muhalefet bedenimizi ebedi hipnozdan uyandırıp kanun önündeki bekleyişimizi sonlandırabilir? Acaba ihtiyar adam henüz gençken bekçiye sırtını dönüp kanun önünü terk etseydi ne olurdu? Bu devrimsel hareket karşısında bekçinin nasıl bir telaş içinde olabileceğini hayal dahi edemiyorum. Zaten tam da olası devrimsel hareketin ihtimali karşısında kanun ve iktidar performatif bir ilişki içinde değil midir? Zaten tam da bu sebepten yaşlı kadının ruhunu ele geçiren kanun bekçisi o an polisi oynamış ve karşısında duran kanunu otobüste oturan tüm “taşralılara” hatırlatmamış mıdır? Acaba kanun önünde yazılı durmasaydı yine de aynı tepkiyi verir miydi? Yine de telefon görüşmesinden rahatsız olur muydu? Yoksa kanunun varlığı ona rahatsız olması gerektiğini mi eylemişti? Yaşlı kadının kanun bekçiliğine bürünmesi yalnızca kanunun varlığı ile mi mümkün olmuştu? Bu anı aracılığı ile kanunun performatifliği karşısında direnmenin ne derece güç olduğunu hatırlatarak referandum meselesine geçiş yapmak istiyorum.
Referandum süreci ile birlikte toplumsal cephelerin hızla katılaştığına şahit oluyoruz. Zaten keskinleşen toplumsal kutuplaşmayı daha da körükleyen bu durum karşısında her iki eyleyici cephe, birbirinin ikizi niteliğinde devrimsellikten uzak kanun önüne geçmeye hazırlanıyor. Evet cephesinin kanun önündeki bekleyişi zaten bildiğimiz bir durumdu. İlk etapta tabi oldukları iktidar tarafınca iktidarın işaret ettiği kanun kapısı önüne oturtuldular. Bunu da kendilerinden önce gelen başka iktidarların günahları üzerinden başardılar. Ancak şimdi aynı günahlar mevcut iktidarın geçmişi oldu. Zaten bu kriz nedeniyle bugün referandum sürecine girmiş bulunuyoruz. Öte yandan hayır cephesinin de alternatif üretmeyen bir muhalefet içinde olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Nitekim toplum hayır der ise sırtını bekçiye dönmeden bir başka kanun kapısına yönelecek ve bu durumda başka türlü bir iktidarı eyleyen performatif muhalefet diri kalacaktır. Dolayısıyla toplumun yanıtı ne olursa olsun kargaşanın ve kısır döngünün kaçınılmaz olduğunu söylemek mümkün. Göreceli bir kurtuluş ancak oluşacak kargaşanın toplumsal bir çözülmeyi tetikleyip krizi bertaraf edecek devrimsel bir yeniden yapılanmayı tetiklemesi ile mümkün olabilir. Zira mevcut durum dikkate alındığında toplumu, aşılması zor bir küresel post-hümanizm krizi bekliyor. Sözünü ettiğim kriz bir dizi ekolojik ve felsefi çıkmazlar içermektedir. Sarsılmaz bir gerçek olarak küresel iklim değişikliği ve onun sonuçları karşısında son derece savunmasız; insan oluş felsefesinin çeşitlenen kabullenişleri karşısında hazırlıksız bir toplum olarak kanun önündeki bekleyişe devam etmekteyiz. Yakında yüzüncü yılına girecek olan toplum hala etnik krizleri aşamamışken post-hümanist krize uyum sağlaması ve aşması oldukça güç görünüyor. Şayet referandum etnik krizlerin çözülme sürecini tetiklemez ise… Aksi durumda seksüelliğin sınırsızlığını ifşa eden cinsiyet devrimini, kalbin iktidarını yerle yeksan etmeye hazırlanan kafa nakillerini, insanlığın uzay içindeki emperyalizmini yakalamak, ayak uydurmak ve son kertede geri kalmışlığın yaratacağı post-hümanist kriz ile mücadele etmek oldukça güçleşecektir. Bizler hala çakma modern-insan saplantılar ile kanun önünde ya da sandık başlarında oyalanmaya devam ederken tüm etnik krizlerini bertaraf etmiş ve post-hümanist krize karşı çözüm sürecine girmiş toplumlar –ekolojik sürdürülebilirliği yakalamaları şartıyla- başarının ikonları olarak kalacaklardır.
Ne referandum ne de başka eyleyici ritüeller… Sonuçları ya da kararları ne olursa hiçbirinin üreteceği kargaşa ve yeniden yapılanma bir anlam ifade etmeyecektir. Kanun önündeki bekleyişi bozacak devrimsel bir dönüşümü tetiklemedikçe…
Serhat Erdal
Sosyal Bilimler Platformu, Blog Yazarı
s.erdal@sosyalbilimler.org
Kaynakça
Kafka, F.(2015) Die Erzählungen, Frankfurt am Main: Fischer
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.