Çağlar boyunca Batı Anadolu’nun belki de en mühim yerleşimlerinden birisi olan İznik şehri hem Bizans hem de Osmanlı’nın erken dönemlerinde vuku bulan hadiseleri bilmek bakımından oldukça önem arz etmektedir. Bu önem elbette Roma’nın Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra bir kült merkezi haline gelmesi ile de ilintilendirilebilir. Bundan hariç elbette hac yolu üzerinde bir durak niteliği taşıması da şehri bir dönem önemli kılan diğer husustur.
Osmanlı İznik’inin özelliklerine geçmeden önce şehrin Bizans için ne ifade ettiğini ya da etmiş olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Hıristiyan teolojisinde özellikle III. ve IV. yüzyıllarda meydana gelen diyofizit-monofizit çatışması, Hıristiyan alemini bir kaosun içine sürüklemiştir. Bu çatışmalar sonrasında IV. yüzyılda şehirde büyük bir consil kurulmuş ve bu ayrılıklar giderilmeye çalışılmıştır. Şehir, günümüzde İznik’in hemen girişindeki Ayasofya Kilisesi’nin –bugün Gazi Orhan Camii– ev sahipliğinde gerçekleştirilen bu toplantılara şahitlik etmiştir. Yine klasik Roma-Grek şehirlerinin tipik bir örneğini gösteren şehrin cadde ve sokakları haç şeklinde ızgara planı ile yapılmıştır.
Resim 1, görüldüğü gibi kuşbakışı İznik’in haritası bu haç planın gözlemlenebilmesi açısından oldukça nettir.
Şehrin tarihinde bir kırılma noktası olarak 1204’te IV. Haçlı Seferlerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Nitekim Bizans İmparatorluğu, Konstantinopolis’in işgalinden sonra birçok parçaya bölünmüştü ve imparatorluk hanedanından olanlar başta Nicaea Grek İmparatorluğu’nu ardından da Trabzon Rum İmparatorluğu’nu kurmuşlardı. Nicaea bu dönemde imparatorların başkenti şeklinde örgütlenmiş ve Konstantinopolis’in tekrar ele geçirilmesine değin merkez olarak kalmıştır. [1]
Elbette şehrin Bizans dönemindeki olaylarına bu yazıda çok fazla yer verilmeyecektir nitekim bu olaylar başka bir müstakil yazı gerektirmektedir. İznik’in geçmişine kısa bir göz gezdirmeden sonra şehrin Osmanlılar tarafından nasıl fethedildiği ve fetih sonrasında ne gibi hadiseler meydana geldiğine geçebiliriz. Şehrin fethiyle ilgili diğer birçok erken dönem hadiselerinde olduğu gibi en geniş bilgiler şüphesiz Aşıkpaşazâde’nin tarihindedir. İşe onun İznik’in nasıl fethedildiğinin tasviriyle başlanabilir:
[Bu Bâb Onu Beyan Eder ki İznik Ne Suretle Fetholunup Alındı, Onu Bildirir.O Kara Tegin ki almışlardı, İzniğe havale olmuştu. Onun için ki bu Kara Tegin hisarı içinde olan gaziler İzniğin kapısın açtırmazlardı. Açlıktan gayet bunalmışlardı. Onun için memleketteki köyleri Müslümanlara tımar vermişlerdi. Türkler de asla bu köylerin kâfirlerini incitmezlerdi. Onlar da hisardakilere yiyecek virmezlerdi. Vakit oldur ki Müslümanlarla birlikte savaşa giderlerdi. İznik halkına da: “Gelin biçareler! Rahat olun ki rahat olduk” derlerdi. Şehrin halkı göle balık avlamaya çıkamaz olmuştu. Bazı kâfirler de gazilere gayet bunaldık deyü haber virirlerdi. O zamanda bütün ili Türkler almıştı. Toprak tımar erlerinin elinde idi. Orhan Gazi’ye kâfirlerin hallerini bildirdiler. O da İznik üzerine geldi. Kâfirler de bir güvendikleri kâfiri gönderdiler: “Bizimle andlaşın ki bizi kırmayasız. Gidenimiz gitsin. Duranımız dursun. Hisarı size teslim edelim” dediler. Orhan Gazi dahi kabul etti. Onun için ki yiğitlik gazâların en iyisidir dediler. Hem de bu yiğitliği görünce niceleri Müslüman oldu.
Tekfürünü İstanbul kapısından çıkardılar. Kendisi ve halkı beraber gittiler. Kalan şehir halkı ve sipahinin çoğu gitmediler. Orhan Gazi tekfürün yanına adam verdi, gemiye ilettiler. İstediği yere gitti. Tekfür kapıdan çıkınca Orhan Gazi, Yenişehir kapısından girdi. Kapının iç yanında bir bahçe vardır, İkülos[2] derler. Gayet güzel yerdir. Orhan Gazi’yi doğru o bahçeye ilettiler. Bu şehrin kâfileri karşıladılar. Sanki padişahları ölmüş de oğlunu tahta geçirir gibi oldu. Bilhassa kadınlar çok geldiler. Orhan Gazi: “Bunların erkekleri hani” diye sordu. “Kırıldılar. Kimi savaştan, kimi açlıktan” diye cevap verdiler. Aralarında pek güzel olanları çoktu. Orhan Gazi bunları gazilere paylaştırdı. Emretti: “Bu dul kadınları nikâh edin, alın” dedi. Öyle yaptılar. Şehrin mamur evleri vardı. Evlenen gazilere verdiler. Hazır kadın ve evler ola. Kim kabul etmeye?
Bu fethin tarihi hicretin 731’inde (milâdi: 15 Ekim 1330-Ekim 1331) vâki oldu.][3]
Aşıkpaşazâde’nin bu tasviri mühimdir çünkü kuruluş devrinin zihniyet yapısını bizlere aktarır. Şehrin tıpkı Bursa’nın alınışında uygulandığı gibi bir kuşatma modeli ile alındığı da yine bu pasajdan çıkarılabilir. Yukarıda geçen Bizans tekfurunun açlıktan kırılmakta olan halkını korumak için Orhan Gazi’ye bir anlaşma önermesi bunun en güzel kanıtıdır. Fethe ait olan bu pasajda diğer dikkat çekici bir husus ise Orhan Gazi’nin şehirde dul kalmış olan kadınları gaziler arasında paylaştırmasıdır. Aşıkpaşazâde bunu özellikle belirtirken belki de orada olmadığı bir hayıflanma duygusu ile şunu söylemiştir: “Hazır kadın ve evler ola. Kim kabul etmeye?”
Birkaç yıl süren bu kuşatmadan sonra Bizanslı Nicaea kenti 1331 yılında o dönemin sultanı olan Orhan Gazi’nin egemenliğine girdi. İznik olarak adlandırılan kent, kısa bir süre içerisinde Bitinya bölgesindeki Osmanlı beyliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı.[4] Peki ya fetihten sonra İznik’te ne oldu? Bu sorunun cevabını yine Aşık’tan öğreniyoruz:
[Bu Bâb Onu Beyan Eder ki Orhan Gazi İznik’te Ne eyledi, Kiminle Görüştü, Onu Bildirir.(Orhan Gazi) Bir ulu kiliseyi camii yaptı. Bir manastırı da medrese yaptı. Yenişehir Kapısının çıktığı yerde bir imâret yaptı. Yanında Hacı Hasan derler bir aziz vardı; dedesi, Ede Bal’nın müridiydi. Şeyhliğini ona ve ondan sonra da nesline olmak üzere verdi. Tâ bugüne değin onun elindedir. İmâret kapısı açılıp yemek pişirince Orhan Gazi evvelâ kendi mübarek eliyle yemek dağıttı. Çırağını da ilk gece kendisi yaktı. Medreseyi Mevlâna Dâvud Kayseri’ye verdi. O Konya’da Sirâceddin Urumî’nin talebesiydi. Hatibliği de Kara Hocaya verdi. Bir hayli zaman İzniği taht edindi.][5]
Bu pasajda ise dikkati çeken ilk husus ulu bir kilisenin camii yapılmasıdır. Bu kilise Ayasofya Kilisesi’dir ve fethin ardından Orhan Gazi burayı kendi adına hutbe okutturduğu ve kendi ismini verdiği bir camiye çevirmiştir. İkinci bir husus ise şüphesiz Orhan’ın kendi eliyle ta’am yani aş dağıtmasıdır. Bu aşların Osmanlı’nın özellikle kuruluş devrindeki imaret yapısının önemli olan yerini bir kez daha yadsınamaz şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu imaretler Osmanlıların yerli Rum halka karşı olan tutumunu göstermesi açısından yine önem arz etmektedir. Bunun yanında genellikle ilk Osmanlı medresesi olarak bilinen medresenin de yine burada kurulduğu ve başına Davud-ı Kayseri’nin geçirildiği zikredilmektedir. Bu Osmanlıların kuruluşundaki sistematiği gösterir, hiçbir şey tesadüf eseri değildir. Fethedilen yeni bölgelere yapılan imaretler ve medreseler bunun en açık kanıtıdır.
1331 yılında İznik’in alınmasından sonra bölgeye ait idari kayıtlardan nüfus, yerleşme vs. şeyler için sınırlı bir şekilde çıkarım yapılabilmektedir. Bunun en güzel örneği ise Heath W. Lowry tarafından İznik’in hem idari kayıtlardan hem de bölgeye gelmiş olan seyyahlar üzerinden yapılan çıkarımlar teşkil etmektedir. Osmanlıların erken dönemlerine ışık tutan belki de neredeyse en erken bilgileri muhtevasında saklayan İbn-i Battuta, İznik’in geçmişini aydınlatma yolunda yine vazgeçilmez bir durak noktası olma niteliğini koruyacaktır.
İbn-i Battuta, İznik’i, kentin yeni kurulan Osmanlı beyliği sınırlarına dahil olmasından iki yıl sonra yaklaşık olarak 1333’de ziyaret etti. Fetih sonrasında kendini yeni toparlamaya başlayan şehri ziyaret ettiğinde tasviri “yıkıntılar içinde ve sultanın hizmetindeki birkaç adam dışında terk edilmiş” olarak tarihe geçmişti. Bunun yanı sıra Battuta “(surlarla çevrili) kentin içinde meyve bahçeleri, çiftlikler, otlaklar ve işlenmiş tarlalar var ve kentte yaşayan herkesin kendine ait bir çiftliği, tarlası ve meyve bahçesi bulunuyor” olarak anlatmıştır İznik’i.[6]
Battuta’nın gözleminden çıkarılacak ilk yorum nadir olarak gördüğü ve genellikle tüm yerleşkelerin, bahçelerin, otlakların ya da çiftliklerin sur içerisinde olmasıdır. Tüm bu unsurların sur içerisinde olması akıllara doğrudan şehir nüfusunun azlığını getirir ki daha sonraki yüzyıllardaki seyyahların yazdıklarından da anlaşılacağı gibi genel kanı İznik’in nüfusunun hiçbir zaman fazla olmadığı yönündedir.
Osmanlı İznik’ine giden ve günümüze ulaşan ikinci kayıt Gregory Palamas ’ın bir esir iken yazdığı mektuplardır. Bu mektuplarda İznik’te bir süre kalmış olan Palamas gözlemleri kentte büyük yapıların olduğu fakat bunların artık terk edilmiş olduğu gerçeğini ihtiva eder. Palamas burada İznikli Rumlar tarafından bir manastırda ağırlanmıştır, bu ise bizlere kentteki gayrimüslim unsurların tamamen yok edilmediği sonucunu vermektedir.
Sonraki 175 yıl boyunca Osmanlı kayıtlarında ve herhangi bir seyyah tarafından da şehirden bahsedilmemesi hem ilginçlikleri hem de bilinmezlikleri doğurur. İznik için ilk kez 1530 yılında hazırlanan bir icmal defteri XVI. yüzyılda kentteki nüfus ve yaşam hakkında gerçekçi bilgiler sunmaktadır. Bu İznik için hazırlanmış olan toplamda üç kadastrodan ilkidir. Bu kadastrolarda kentte halka açık yapıların yani kamusal alanların olduğundan bahsedilmektedir. Camiler, okullar vs. gibi yapılar şehirde vardır ve vergi mükelleflerinin bir listesi de mevcuttur.
Gezginlerin gözlemleri ise kimi zaman tahrirlerle örtüşmekte kimi zaman ise farklı bilgiler içermektedir. Bunlardan ilki 1585 yılında şehri ziyaret eden Mehmed Aşık’tır. Bir Osmanlı gezgini olan Aşık şehirde bulunan imaretler hakkında bazı bilgiler vermektedir. Bu bilgiler genel olarak şehirde bulunan aşevlerinin Müslüman ya da gayrimüslim ayrımı yapmadan hizmet vermesi şeklindedir. Ondan sonra şehre gelmiş olan XVII. yüzyıl gezgini Evliya Çelebi ise bunu tekrarlar, Çandarlıların yaptırdığı imarethanenin hala işlemekte olduğunu gözler önüne serer ve İznik’te toplamda yedi imaretin bulunduğundan söz eder.[7]
Bir diğer mühim husus ise şüphesiz İznik şehrinin çini sanatı ile özdeşleşen yapısıdır. Şehir gerçekten çini imalatı konusunda ün salmış adeta bir marka niteliğindedir. Fakat ilginç bir husus ise 1530 tahrir defterinde İznik’te ne çini ne de seramik üretimine ilişkin herhangi bir bilginin olmayışıdır. Bu kayıtlar şehirde herhangi bir seramik üretiminin olduğuna ilişkin bir kanıt sunmamaktadır. Oysa bu tarihlerde İznik çini ve seramik üretimi açısından önemli bir yer tutuyordu, öyle ki Arap seyyah Bedrüddin El-Gazzi bu konuda şunları söylemiştir:
“Burada yapılan ve kentin adıyla anılan seramikler, Çin seramiklerinden çok daha güzeller.”[8]
İznik çinileri hakkında bilgi veren tek kaynaklar bölgeye gelen gezginlerdir ve sırasıyla şöyledir:
Evliya Çelebi (1650): “Dokuz yerde usta çömlekçilerin işyerleri bulunmaktadır. Sultan Ahmed zamanında (1603-1618, sonradan sıkıntı nedeniyle kapanan 300 işyerinin bulunduğu söylenmektedir. Mermerden (kuartz) yapılan kaseler, tabaklar ve sürahiler değerlidir.
Menâzil üt-tarik, adlı anonim bir yapıtta adı bilinmeyen biri 1654’te şunları yazmıştır: İznik’te on iki adet kaşıhane (çömlek imalathanesi) bulunmaktadır.
Kâtip Çelebi/Hacı Halife: 1657 yılında şöyle der; burada bazı imalathanelerde çeşitli kaşi elvanileri üretilmektedir.[9]
Bunlardan başka bölgede seramik ve çini işiyle uğraşanları İngiliz seyyah John Covel ayrıntılı bir biçimde işler. Yine bölgeye uğramış birçok yabancı seyyahın muhayyileleri geldiklerinde yıkıntıya uğramıştır. Onların muhayyileleri yazının başında aktarıldığı gibi Hıristiyan aleminin mühim bir kenti olarak gördükleri İznik’i görmek ve ihtişamlı yapıları aramaktı. Fakat Lubenau, Simeon gibi diğer seyyahların bahsettiği ve gördüğü tek şey İznik’in yıkık, harap halde olduğuydu. Gerçekten de bölge XVI. yüzyıldan itibaren önemini yitirmiş ve küçük bir nüfusun barındığı bir mesken haline gelmiştir.
Sonuç olarak bu yazıda İznik şehrinin Osmanlı’dan önceki ve sonraki yüzyıllarda, maddi ögeleri özet olarak anlatılmaya çalışıldı. Bunu yaparken Heath W. Lowry’nin İznik hakkında hem tahrirlerden hem de bölgeye uğramış olan seyyahların gözlemlerinden yararlandığı makalesinden oldukça faydalanıldı. İznik Osmanlıların kuruluş yıllarında mühim bir merkez olmasına rağmen önemi ekseriyetle azalan, bölgede yaşayanların sur dışına dahi çıkmaya gereksinim duymadığı, küçük bir kasaba haline gelmiştir.
Gökhan Toka
Sosyal Bilimler / Yazar
gokhan.toka@sosyalbilimler.org
Dipnotlar
[1] Timothy E. Gregory, Bizans Tarihi, Y.K.Y. Yayınları, İstanbul: 2008, s.277-284.
[2] Diğer şekilleri: Aya Kelsos, Ebkelos, İlküs, Eykelse. (Aktaran N. Atsız.)
[3] Hüseyin Nihâl Atsız, Âşık Paşaoğlu Tarihi, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1992, s. 41-42.
[4] İ. Akbaygil, H. İnalcık & O. Aslanapa, Tarih Boyunca İznik, içinde Heath W. Lowry, “Gezginlerin Gözünden ve İdari Kayıtlardaki Bilgiler Işığında Osmanlı Döneminde İznik, 1331-1923”, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2004, s. 136.
[5] Atsız, age, s.42.
[6] Lowry, age,136.
[7] Lowry, age, s.143.
[8] Lowry, age, s.147.
[9] Lowry, age, s.150.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.