Bilindiği üzere, Osmanlı hanedanının tarihi olarak nitelendirdiğimiz anonim kronikler serisi “Tevârîh-i Âl-i Osmân” adıyla vücuda getirilmiş son derece mühim kaynaklardır. Bu kaynakların başında şüphesiz Âşık Paşazade gelmektedir. Oruç Beğ de çağdaşı Âşık Paşazâde ve bu dönemin diğer tarih yazarları gibi, Osmanlı devletinin kuruluşundan kendi zamanına değin olan olayları kendine has üslubuyla kaleme alan bir yazardır.
Oruç Beğ, Osmanoğulları’nın şeceresine, Ayasofya’nın efsanevi tarihine, Hz. Peygamber’e, Hulefâ-yi Raşidîn olarak anılan dört halife devrine ve İslam tarihine eserinde yer vermiş olmakla birlikte II. Bayezid döneminin olaylarına daha bir önem atfetmektedir. Çünkü bu dönem, kendi tanıklıklarından mütevellittir.
Metne ait kronoloji Prof. Dr. Necdet Öztürk tarafından Miladi 1215 yılında Mevlâna Celâleddin’in Belh’te doğumu ile başlatılıp, 1502 tarihinde Gedik Ahmed Paşa tarafından fethedilen Arnavutluk’taki Aymeriyye hisarının düşman tarafından geri alınması ile bitirilmektedir. (Öztürk, 2008)
Metninde yararlandığı eserleri de belirten Oruç Beğ, Elvan Çelebi’nin ardından, Âşık Paşazâde’den de yararlandığını zikretmektedir. Âşık Paşazade’nin kaynağının da Orhan Gazi’nin imamı İshak Fakı’nın oğlu Yahşı Fakı olduğunu söyler ve Âşık Paşazade’nin Çelebi Mehmed devrine kadar (1413) olan olayları ondan naklettiğini söyler. Yani Oruç Beğ, Elvan Çelebi’ye ait olan Menâkıbı ve Âşık’a ait olan Âşık Paşazade Tarihi ve Osmanlı Takvimleri adlı eserlerden yararlanmıştır
Bu giriş mahiyetinde belirtmiş olduğum bilgilerden sonra Oruç Beğ’in kim olduğu sorusunu yanıtlamak istiyorum. Eserinde kendisini “Oruç b. Âdil el-kazzâz kâtibü’l-Edrenevî” şeklinde tanıtmıştır. Bu ibareden anlaşılacağı üzere Oruç’un kendisi Edirne doğumlu olabilir. Tahminî olarak XV. yüzyılın ikinci çeyreğinde doğduğu tahmin edilebilir. Eserinin dilinden ise gördüğü tahsili tahmin edebiliriz. Nitekim üslubuyla dönemin geçerli ilimlerini tahsil ettiği yani Arapça ve Farsça bildiği yorumu yapılabilir.
Yine Oruç Beğ’in Edirne’deki vakıflarına dair B.O.A.’da bulunan 1070 Nolu Tapu Tahrir Defteri’ndeki kayda göre: “Âdil’in oğlu Oruç 905/1499-1500 yılında Edirne’de kâtib idi”.
Kendisine atfettiği “Kazzâz oğlu” ifadesi babasının bir ipekçi olduğunu kanıtlar niteliktedir. Babasının ipekçilik yapması nedeniyle Babinger, Oruç’un ailesinin önce Bursa’da olduğunu ve sonradan Edirne’ye göçmüş olabileceği fikrini öne sürüyor. (Babinger , 1982)
Yine Oruç Beğ’in yazmalarının filolojik olarak karşılaştırılmasını yapan Menage, bu kroniğin II. Mehmed zamanında değil, yazımın başında belirttiğim gibi II. Bayezid zamanında yazılmış olduğunu saptamıştır. Yazmaya göre 1502 yılı olaylarıyla anlatımını bitiren Oruç Beğ, eserini yılın hangi mevsiminde ve ayında tamamladığını da belirtmektedir. Şöyle demektedir:
“Ak gül ve kızıl güller bitdi. Âlem cennet-sıfat oldı. Kudret Allah ’undur. İş anun kudret anun. Kudretine hikmetine akıllar irmez.”
Bundan başka Oruç Beğ’in eserini yazarken kullandığı kaynakları şöyle bir tasnife tabi tutabiliriz;
- Elvan Çelebi Menâkıbı
- Takvimler (XV. yüzyıl Osmanlı takvimleri)
- Gazavatnâme (Emin olunmamakla birlikte)
- Âşık Paşazâde Tarihi
- Raviler, Görgü Şahitleri ve Kendi Gözlemleri.
Osmanlı tarihi bakımından Oruç Beğ’in kaynak değeri oldukça mühimdir. Kroniğinin, özellikle çağdaşı olduğunu daha öncede belirttiğimiz II. Bayezid devri ile ilgili kısmının, haber ve kronoloji bakımından oldukça zengin olduğu gözlemlenmektedir. Oruç Beğ, II. Bayezid’in ikinci payitaht şehri olan Edirne’de günlük olayları bir bir kaydeden, çalışkan ve titiz bir müverrih görünümü sunmaktadır. Bu olayları naklederken kimi zaman kendi tanıklıkları, başkalarının rivayetlerini referans almaktadır. Bunun yanında belirttiğimiz gibi Edirne ve çevresine dair olan haberleri kronolojik ayrıntılarıyla vermekle birlikte Osmanlı şehir hayatıyla ilgili doğrudan gözlemlerini de araştırıcıya bildirmektedir.
Oruç Beğ’in eserinin dili için ise yaşadığı dönem hesaba katılırsa XIII.-XV. yüzyıl Anadolu Türkçesinin neredeyse son temsilcilerinden birisi olduğu yorumu yapılabilir. Onun siyasi duruşu, diğer Osmanlı kronikçileri gibi İnalcık’ın deyimiyle bir “şair-patron” ilişkisine dayandığı için, merkez harici diğer güçlere pek paye vermemektedir. Örneğin, II. Bayezid’in vezir Gedik Ahmed Paşa’yı idam etmesine (Aralık 1482) doğrudan karşı çıkmadığı gibi, paşanın başına gelenlerin hak ettiği bir ceza mahiyetinde olduğunu söyleyerek halkın paşa lehindeki tutumuna mukabil padişahı himaye eder. Yine bunu gerekçelendirirken, ağır suçların sultan tarafından cezalandırılmasını düzenin ve ahlakın korunması, nizamın devamı için gerekli bulduğunu söylemekten çekinmemektedir.
Bu genel bakışın ardından eserin neleri ihtiva ettiğini belirtmekte fayda vardır. Metnin girişi, Türklerin Horasan’dan Anadolu’ya göçü ve yerleşmeleriyle ilgili anlatıyla başlamaktadır. Hemen ardından Ertuğrul Gazi -ki Osman’ın atası olarak zikreder- Selçuklular tarafından Söğüt’ü yurtluk olarak alması, yaylak ve kışlakların tahsisi ve onun ölümü olaylarının anlatısı gelir.
Oruç’un anlatımında meşhur Osman Gazi’nin rüyası Ertuğrul’a atfedilir. Bu ise önemli bir noktadır. Nitekim Âşık Paşazade’de ya da daha sonraki kronikçilerde -Hoca Sadeddin gibi- Osman’a atfedilmiş bu düşün, onun tarafından görüldüğünü zikretmişlerdir. Oruç Beğ, bu düşü şöyle kayda geçmiştir:
“Meger Er-tonrul bir gice bir düş gördi, bir aceb vâk’ıa. Ol vâk’ıadan uyanur. Düşüni fikr iderek Allah’ı zikrederek sabâh turup, subh namâzını kılup, ata süvâr olup togru Konya’ya gelür, sûret değşürüp (değiştirip). Meger Konya’da bir mu’abbir şeyh kişi vardı. Adına Şeyh Ede Balı dirlerdi, sâhib-kemâllerden idi. Er-tonrul rüyasını eyitti: “Ya şeyh! Düşümde gördüm. Senün koynundan bir ay togar, gelür benüm koynuma girür. Ve girü göbegümden bir ağaç biter, gölgesi âlemleri dutar. Gölgesinün altında taglar olur. Her tagun dibinden sular çıkar. Bu çıkan sulardan kimi içer… Ol uykudan uyandum.”
Şeyhin, Ertuğrul Gazi’ye cevabı ise şu şekildedir:
“Şeyh eyitti: Yâ yiğit! Düşünün ta’abîri budur kim: Senün bir oğulun ola, adı Osmân ola. Ve benüm dahı bir kızum ola, adı Râbi’a ola. Andan ol kızumı senün oğulun Osmân ala. Ol kızumdan anun oğulları ola. Andan bir oglı ola, adı Orhan ola. Ol Orhan’dan ced-ber-ced pâdişâh olalar. Pâdişâhlık senün nesline didi…”
Daha sonrasında Şeyh Edebali’nin kızının, Osman Gazi ile evlendirilmesi meselesi yaygın olarak bilinmektedir. Oruç Beğ’in eserinde görüldüğü gibi Âşık Paşa etkisi oldukça nettir. Yalnız dediğim gibi rüya meselesi, burada Ertuğrul Gazi’nin kendisine atfedilmiştir.
Oruç Beğ, bundan sonra olayların gidişatında Osman Gazi’nin saltanatına geçiş yapar ve yıl olarak H. 687-726/M. 1288-1326 tarihini verir. Yine bu sürede Köse Mihal’in müslüman oluşunu anlatır. Bilecik, İnegöl, Karahisar ve Yarhisar’ın fethi, Osman Gazi adına hutbe okunmasıyla devam eder.
Burada mühim olan diğer bir husus, Oruç Beğ’in, Bursa fethini Osman Gazi’nin döneminde olduğunu varsaymasıdır. Yalnız bu husus Osmanlı kuruluş tarihi üzerine çalışan tarihçiler tarafından artık kesinliğe kavuşturulmuş olmakla birlikte, Bursa fethinin Gazi Orhan döneminde gerçekleştiği netlik kazanmıştır.[1]
Osman Gazi’nin vefatının ardından Gazi Orhan devri H. 727-759/M. 1326-1358 yılı olaylarıyla kronik devam eder. Orhan bey dönemine dair olan anlatılar şu şekildedir; Akyazı, Konurapa, Bolu, Mudurnu ve Kocaeli/Kocaili’nin fethi. Bu sırada ünlü dervişlerden Geyikli Baba’dan bahis söz konusudur. Ardından İznik’in fethi, Yenice ve Göynük’ün fethi, Bergama, Edremit, Ulubat ve sonrasında Rumeli’ye ilk geçiş, Gelibolu ve Bolayır’ın fethiyle bu dönem kapatılır. Anlaşıldığı gibi Osmanlıların, Marmara havzasına yayılışının öyküsüne yer veren Oruç Beğ, buradan hareketle Sultan Murad Hüdâvendigâr’ın saltanatına geçer.
Sultan I. Murad’ın devrini H. 760-789/M. 1359-1388 yılları arasında vuku bulan anlatılar ve bu devirde özellikle Balkanlara geçiş, Edirne, Zağra ve Filibe’nin fethi yine Yunanistan’ın Kavala ve Manastır bölgelerinin fethi anlatılır. Sultan Murad’ın şehit düştüğü I. Kosova Muharebesi’ni ve sonrasını şöyle anlatır Oruç Beğ:
“Leşkerler her tarafa tagılup gitmiş iken Murâd Han Gâzî yalunuz kalmuş iken meger bir fidâî mel’ûn kâfir, ölüler arasından çıkup pâdişahun elini öperin diyü yüridi. Meger salâbetlü kâfir beglerden imiş, bilmediler gâfil düşdiler… Ol mel’ûnun hod yeni içinde âbdâr hançeri varımış. Gelüp pâdişahı at üzerinde tururken hançer ile urdı. Gâzî Murâd Han ol arada şehîd oldı rahmeten vâsi’an. Gâfil düşdiler bilmediler.”
Son olarak Oruç Beğ, Sultan I. Murad devrine ait pençik ihdasını yani devşirme ve kapıkulu askerlerinin temelinin atıldığını da vurgulamaktadır. Bundan sonra Sultan I. Murad’ın oğullarından Yakup Çelebi’nin nasıl Osmanlı uleması ve Bayezid tarafından saf dışı bırakıldığını anlatmaktadır. Ulema, şehzade Bayezid’e savaş alanında gizlice haber yollar, Yakup Çelebi’ye ise babasının onu çağırdığını iletirler. Oruç’un ifadesiyle “çadır içinde kaydını gördiler. Hak emrine ulaştırdılar”. Yani Yakup Çelebi, çadırın içerisinde idam edilmiştir. Böylece Osmanlı tarihinin ileriki dönemlerinde görülecek olan “nizam-ı âlem içün karundaşunu katl itmek câizdir” anlayışının ilk örneklerinden biri yaşanacaktır.
Böylece Osmanlı tarihinde Sultan I. Bayezid’in saltanatı başlamış oldu (H. 789-805/ M. 1388-1402). Bu devire ait olaylar silsilesi ise Üsküp, Vidin ve Çitroz’un fethi ile başlamaktadır. Görüldüğü gibi Balkanlardaki ilerleyiş hız kesmeden devam etmekte ve fetihlerin ardı arkası kesilmemektedir. Elbette devrin en mühim akıncı beylerinden Evrenos Beğ’de bu fetihlerde diğer akıncı beğleri gibi başrol oynamaktadır.
Belgrad’ın kuşatılması, Mora seferi, İstanbul’un kuşatılması, Niğbolu zaferi ve Bizans ile yapılan barış, Oruç Beğ’in dönemden naklettiği diğer olayların başında gelmektedir. Burada en mühimi yine kuşkusuz 1402’de Timur’a yenik düşen Bayezid’in, intiharı ve ardından esir düşüp kendine kıyması ile başlayacak olan fetret devrinin başlamasıdır. Bilindiği gibi Yıldırım Bayezid’in şehzadeleri Emir Süleyman, Musa Çelebi, İsa Çelebi ve Mehmed Çelebi arasındaki saltanat mücadelesi Osmanlıları 11 yıl sürecek olan bir iç savaşa sürükleyecektir (H.805-816/M. 1402-1413).
Fetret devrinde vuku bulan hadiselerin anlatımını sunan Oruç Beğ, burada yine bir Osmanlı kazaskeri olan Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin’in nasıl idam edildiğine yer verir:
“… Âkıbet Mevlânâ Haydar sözi ilerü geldi. Ol fetvâyı virdi kim, kan[ı] helâldür mâl[ı] harâmdur didi. Şeyh Bedreddin dahı insâf itti. Kendü dahı fetvâ virdi. İkisi dahı ittifakıyla Siroz’da bir çârşû başında berdâr ittiler rahmeten vâsi’an. Mezârını anda ittiler. Defn olundı, hicretün sene 820…”
Sultan I. Mehmed Çelebi’nin kardeşleriyle olan iktidar kavgasından galip çıkmasından sonra saltanatı süresince yukarıda belirttiğim Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa gibi iç isyanların sonunda devleti bir şekilde galip çıkarmış ve yine Oruç Beğ’e göre Edirne’deki vakıflarını tamamlayamadan vefat etmiştir.
Çelebi Mehmed’in sonrasında tahta çıkan Sultan II. Murad H. 824-855/M. 1421-1451 olaylarının anlatısı ise Anadolu beyliklerinden Menteşeoğlu, Aydınoğlu, Saruhanoğlu ve Hamidoğlu’nun başkaldırıları ile başlamaktadır. Bu başkaldırıların ezilmesinin ardından, Düzmece Mustafa’nın isyanı ve katledilmesi ki Osmanlı tarihinde oldukça ilginç bir hadisedir. Nitekim, Mustafa aslında düzmece değil bilakis I. Bayezid’in oğullarından birisi olup, saltanatın ortağıdır. Osmanlı kronikçilerinin şair-patron ilişkisi içerisinde yazdıklarını varsayar isek, Mustafa’nın niçin düzmece olarak zikredildiğini anlamak pek de güç değildir. Buna paralel olarak zaten Oruç Beğ, yazdığı eserini Sultan II. Bayezid’e özel takdim edecektir.
Yine bundan sonra gelişen olaylara bir göz attığımızda Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturan Varna Muharebesi hakkında verilen bilgiler, Buçuktepe Vakası ki Sultan Mehmed’in (sonradan Fatih’in birinci saltanat devri) tahttan Çandarlı önderliğinde başlatılan Yeniçeri ayaklanmasıyla indirilmesi olayı ile son bulur. Bundan sonra yine Sultan II. Murad’ın Arnavutluk’un fethi, II. Kosova Muharebesi ve yine Arnavut yöresi üzerine yürüyüşü anlatılmaktadır. Sultan II. Murad’a ithaf edilen bir mersiyede kayda geçen Oruç Beğ, anlatımına Sultan II. Mehmed’in tahta çıkışıyla devam etmektedir.
“Tarih: Sultân Muhammed ibn-i Sultân Murâd tahta cülûs kıldı, Muharrem ayınun on altısında Pençşenbih güninde Edrene’de sene 855.” Sultan II. Mehmed devrine ait meseleler oldukça geniştir malum. (H. 855-886/M. 1451-1481)
Boğazkesen hisarının yaptırılması, İstanbul’un fethi ve Balkanlarda yapılan diğer fetihlerin uzunca bir anlatımından sonra Anadolu’da Karaman seferi, Ereğli ve Aksaray’ın alınmasına yer verilmektedir. Bunlardan hariç Midilli adasının fethi, yine Eflak’ın fethi -ki Osmanlıların balkanlardaki en mühim harekât noktalarından birisi olacaktır ileride- Mesih Paşa’nın Rodos seferi, Gedik Ahmed Paşa’nın Polya’yı fethi yine devrin önemli hadiselerindendir.
Oruç Beğ, yazımın başında bahsini ettiğim Konstantiniyye ve Ayasofya Efsaneleri’ni, İslam Tarihi ve Hz. Peygamber ile birlikte Dört Halife devrini araya sıkıştırmıştır. Yine Ayasofya’nın inşası hakkında da oldukça ilginç bilgiler verir.
Nihayet müverrihimiz, devrinin sultanı olan II. Bayezid’in saltanatına gelir: H. 886-908/M. 1481-1502. Bilindiği gibi dönemin en büyük hadisesi, II. Mehmed’in oğulları arasındaki yani Şehzade Cem ile II. Bayezid arasında geçen kıyasıya iktidar mücadelesidir. Cem’in Bursa üzerine yürümesi, Yenişehir’de yenilmesi ve Mısır’a kaçması titiz bir kronoloji izlenerek anlatılmıştır. Oruç Beğ’in siyasi duruşu burada kendini belli eder. Nitekim II. Bayezid’den bahsederken onu “sultanumuz” diye anmaktadır. Yine II. Bayezid devrinin önemli hadiselerinden Osmanlı-Memluk Savaşlarının başlaması, Kili ve Akkirman’ın fethi, Modon ve Koron’un fethi ve son olarak da Navarin’in fethini anlatmaktadır.
Sonuç Yerine
Oruç Beğ tarihi hem kendi devri, yani II. Bayezid dönemi için hem de daha öncesinde -diğer isimlerini zikrettiğimiz Osmanlı kronikçilerini referans alarak yazdığı- son derece ehemmiyete malik bir eserdir. Bilhassa Edirne ve çevresinde meydana gelen olayları, Osmanlıların Rumeli’ye düzenlediği seferleri, fırtına, sel, deprem, salgın hastalıklar, ay ve güneş tutulmaları gibi tabii ve astronomik olayları büyük bir özen göstererek aktarmıştır.
Daha sonrasında Kemal Paşazade, Hoca Sadeddin ve Gelibolulu Mustafa Âli gibi XVI. yüzyıl âlim tarihçilerinin bazı bilgileri, isim vermeden de olsa onun eserinden doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanmış olmaları Oruç Beğ’in eserinin güvenirlik derecesinin yüksek olduğunu göstermektedir. 1288-1502 yılları arasındaki olayların tasvir edildiği bu eser, Osmanlı tarihi araştırmaları için ihmal edilmemesi gereken bir neşriyattır.
Gökhan Toka
Sosyal Bilimler / Yazar
gokhan.toka@sosyalbilimler.org
Dipnot
[1] Karşılaştırınız: İ. Hakkı Uzunçarşılı, “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi 724 rebiülevvel-1324 Mart”, Belleten, Cilt: V Sayı: 19, Ankara, 1941 Temmuz, s.277-288.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.