San Francisco kentine ve şimdiki papaya adını veren kişi, Aziz Francesco (it.) veya Francis (İng.) veya François (Fr.) . İtalya’daki Assisi’de zengin çocuğuyken İsa çağırmış, 1205 veya 1206’da malı mülkü terk edip dilenci ve derviş olmaya karar vermiş. Babası dava edince mahkeme huzurunda giysilerini de çıkarıp çıplak kalmış, bir çuval parçası ile örtünmüş, beline ip bağlamış. Şehir dışında bir kilise yıkıntısına sığınmış. İnşaatlarda ücretsiz çalışma karşılığında verdikleri bir tas yemekle karnını doyurmuş.
Çoğu kentin zengin ailelerinden gelen on bir müridi ona katılmış. Kural koymuşlar: Bireysel ve kolektif, asla mal ve mülk edinilmeyecek. Paraya el sürülmeyecek. Birine amir pozisyonda asla çalışılmayacak. Yollara düşülüp insanlar tövbeye davet edilecek. Her yere yayan gidilecek. Yola çıkarken asla eşya alınmayacak. Fratres Minores, yani “uşak kardeşler” veya “ ufak kardeşler” adını seçmişler; Tevazu, Sadelik, Fakirlik ve Dua’yı ilke edinmişler. Peşlerinden gelenlere postulantes, yani Taliban adı verilmiş.
Hareket çığ gibi büyümüş. Önce İtalya’yı, sonra tüm Avrupa’yı sarmış. Her sınıf ve tabakadan on binlerce insan çul giyip dervişlere katılmış. İki üç yıl sonra İspanya’lı Aziz Dominik’in, tebliğ ve irşada biraz daha fazla ağırlık veren rakip hareketi ortaya çıkmış. Onlar da eşit ölçüde yaygınlık kazanmışlar.
Papa önce biraz tereddüt ettikten sonra 1210’da Fransiskenleri, 1215’te Dominikenleri birer ordo, yani tarikat olarak tescil etmiş. Böylece dervişler din görevlisi olarak tanınmışlar; vergiden ve feodal yükümlülüklerden muaf olmuşlar; kendi teşkilatları üzerinden direkt papaya baş vurma hakkı kazanmışlar. 1215’te Azize Clara’nın önderliğinde kadınlar şubesi de kurulmuş. Dervişliği göze alamayan fakat onlara özenen siviller için 1221’de bir de Üçüncü Yol teşkilatlanmış. Bu yola mensup olanlar için şehirlerde birer cemaat evi açılmış. Hafta içi gelemeyenler Pazar günleri o evde ibadet ve zikir için bir araya gelmişler.
Dağlar dereler başıbozuk vaizlerle dolunca önce disiplin, sonra barınma meselesi gündeme gelmiş. 1217’de ilk kez yerel ve bölgesel yöneticiler atanmış; yetkileri, atama ve azil koşulları belirlenmiş. 1220’de derviş çulu giymeden önce bir yıl acemi eğitimi (novitiatus) zorunlu kılınmış. Çalı çırpıdan barınaklar yerine her şehir ve kasabada düzgün birer konukevi (conventus) yapılmasına veya edinilmesine karar verilmiş; Türkçesi tekke olsun. Bunlardan ilkini Azizin kendisi, Compostela’da, yılda bir sepet balık karşılığında almış. Sonrakilerde mülkiyet sorunu çeşitli şekillerde çözülmüş. Kiminde vakıf kurulup kullanımı kardeşlere tahsis edilmiş; kiminde sivil kişiler mütevelli sıfatıyla mülkü üstlerine almışlar. Bakım ve onarım için ayrıca fonlar oluşturulması gerekmiş; dolayısıyla her konvent’e bir hazinedar bir de acemilerin eğitimi için hoca kadrosu ihdas edilmiş. Normal kilise papazlarıyla derviş vaizler arasındaki çekişmeler ayyuka çıktığından, 1230’lara doğru papa derviş tarikatlerine kendi kiliselerini edinme veya inşa etme yetkisi tanımış. Bunların finansmanı ister istemez sivillerden toplanan bağışlarla sağlanmış. Kardeşlerin bağış toplamak için bazen zorlayıcı yöntemlere başvurduklarına, ölümü yaklaşan mülk sahiplerinin etrafında “ akbaba gibi” beklediklerine ilişkin şikâyetler sıklaşmış.
1223’te papanın onayladığı tarikat tüzüğü (regula) birçok yenilik getirmiş. Mesela tekkelerin eğitim amacıyla kitaplar edinebileceği (ki o devirde kitap, olağanüstü pahalı bir lükstür), ileri gelenlerle seçkin konukların kardeşlerden ayrı odada yemek yiyebileceği, yolculukta kitap ve diğer gerekli eşyanın taşınabileceği, sağlık durumu gerektirirse ata binilebileceği, şahsi olmamak şartıyla mülk, borç, ipotek ve kira işlemleri yapılabileceği, görevli kardeşlere yolluk ve tahsisat verilebileceği vb. karara bağlanmış.
Aziz Francis bu gelişmeler üzerine derin bir yeise kapılmış. “Benim yolum, benim kardeşliğim, benim idealim bu değil” diye isyan etmiş. “Ben” diye ısrar etmenin kibir olduğunu, bunun da bir dervişe yakışmadığını kendisine hatırlatmışlar. Bunun üzerine üç yoldaşını yanına alıp La Verna dağının tepesindeki kayalarda inzivaya çekilmiş. Çalı çırpıdan yapılmış kulübesinde bir yıl aralıksız dua etmiş. O kadar derin bir acı çekmiş ki el ve ayaklarında Hz. İsa’nın çarmıhının izleri (stigmata) belirmiş. Ama nedense hayattayken bu husus gizli tutulmuş. 1226’da vefatının ertesi günü müjdeli haber müminlere iletilmiş.
Stigmata mucizesinin de etkisiyle Francis ölümünden hemen sonra aziz ilan edilmiş. Cenaze töreni papanın ve çeşitli hükümdarların katılımıyla büyük bir şaşaa ve debdebeye sahne olmuş. Mezarının olduğu Assisi’de muhteşem bir türbe ve kilise inşası için kollar sıvanmış. O kilise Ortaçağ İtalyan mimarisinin şaheserlerindendir. Duvar resimleri Rönesans sanatının ilk kıpırtıları arasında sayılır. Halen Avrupa’nın önemli dini ziyaret merkezlerindendir. Yapının finansmanı doğal olarak bir servet gerektirmiş. Güçlü kişilerden himmet parası toplamışlar. Tarikatın o dönemki yöneticisi olan Cortona‘lı Elias daha sonra yolsuzluk iddiasıyla görevden alınmış. Bunun üzerine papaya karşı savaşan Alman imparatoru 2. Frederik’in hizmetine girmiş; Bizans hükümdarına o koalisyona dahil etmek amacıyla 1241’de İstanbul’a bile gelmiş. İstanbul’da kendisine Hakiki Haç’ın bir parçasını hediye etmişler, ya da satmışlar, tam anlamadım; halen Cortona’daki kilisede durur.
Tarikat içinde Aziz Francis’in sadeliğini savunanlar hep olmuş. Bazen yatıştırmışlar, bazen baskı görmüşler. Bir kısmı zındık ve isyancı ilan edilip idam edilmiş. Bir süre sonra Observant‘lar adıyla ayrı bir tarikat kurup ayrılmışlar, ama onun da akıbeti öbürlerinden çok farklı olmamış sanırım.
John Moorman, A Historyof the Franciscan Order, (Oxford Univ. Press 1968) 1517 yılına kadarki tarikat – içi çekişmeleri 600 küsur sayfada anlatılıyor. Siyasi hizipleşme ve entrika hikâyelerine meraklı olanlar için derslerle dolu bir öykü.
Kıssadan Kisse
Çıkaracağımız dersler neler?
- Bir, bu dünyada temiz kalamazsın.
- İki, kazanan kaybeder.
- Üç, gücün mantığına direnemezsin.
Bazı dini önderler diğerlerinden daha temiz kalabilmiş. İktidar şansını bulunca hemen atlamamış; dünyevi hakimiyetin tuzaklarından kendini sakınmış. “Allahım ben ne yaptım” diye kendine sorma erdemini koruyabilmiş. Bu da övgüye değer bir şey sanırım.
Doğu Bağlantısı
1219’da Francis İslam diyarına seyahat edip, bir yılı aşkın bir süre Mısır ve Suriye’de bulunmuş. Görünürde amacı Müslümanları İsa dinine davet etmek, ama bunun daha ziyade içe dönük bir söylem olduğu anlaşılıyor. Kahire’de Selahaddin Eyyubi‘nin oğlu Melih el–Kâmil ile görüşmüş, onun konukseverliğini ve yardımlarını görmüş. Amaç tebliğ olsa şüphesiz öyle olmazdı. Uzun süre kalıp belki oralara yerleşmeyi de düşünmüş, ama İtalya’dan elçi gelen kardeşlerin ısrarlı ricasını kıramayıp dönmüş.
Yazık ki elimin altında kaynak yok, tam kronolojiyi çıkartamıyorum. Ama hatırladığım kadarıyla İslam aleminde derviş tarikatlerinin, Kalenderiliğin, Melamîliğin, Ahiliğin patlama halinde geliştiği, Sühreverdi’nin (1191), Sadreddin Konevî’nin (1274) etkin olduğu yıllar tamı tamına bu yıllardır. Mevlana Celaleddin birkaç yıl sonra belirir; Baba İlyas ve Baba İshak derviş hareketleri aşağı yukarı o yıllarda patlak verir. Hacı Bektaş büyük ölçüde efsanevi bir karakter de olsa, yaşadığı rivayet edilen dönem o yıllara tarihlenir.
Rastlantı olamayacak kadar büyük bir paralellik var ortada. Ama etki yönü hangisidir, iletişim kanalları varsa nelerdir, ya da benzer hareketler iki tarafta ortak sosyal ve ekonomik koşulların ürünü olarak mı ortaya çıktılar, onu bilmiyorum. Ciddi bir şekilde bu soruları soran, araştıran, cevap bulan çok fazla tarihçi olduğunu da sanmıyorum.
Batıda bu mevzulara ilgi gösterenler genellikle Katolik öğretisine bağlı dindar insanlardır; Şark kaynaklarına vukuf ve ilgileri kısıtlıdır. Doğuda durumlar malum. Bu şartlarda kim çıkıp da bu denli ilginç ve önemli bir konuyu inceleyip önümüze koyacak, şimdilik bilmek mümkün görünmüyor.
Sevan Nişanyan, Cemaat ve Tarikatler Tarihinden Bir Sayfa, Nişanyan Blog, 18 Mart 2017
Yorum Yazın