Son dönem Bizans tarihçileri arasında sınıflandırılan Mikhael Doukas, Türkler hakkında neredeyse en fazla ayrıntı ve bilgi veren bir tarihçi olması bakımından özellikle Türk tarihi için ayrı bir ehemmiyet arz eder. Doukas, orijinal adıyla Historia adlı eserini takriben 1453 ile 1462 yılları arasında kaleme almıştır.
İstanbul’un fethinden önce Bizanslı okur-yazar tarihçilerin eserlerinden mümkün mertebede yararlanarak eserinin başlangıcını aynı gelenekten yola çıkarak Âdem’den alıyor. Başlangıçta Âdem’den Palaiologoslara kadar olan olayların bir özetini yapmaktadır ve ardından Anadolu Beyliklerinin kuruluş sürecine değinir. Doukas, aslen 1326’dan sonra Osmanlıların Rumeli’ne geçişini ve buradaki faaliyetlerini bolca kayda geçmiştir ve bu yüzden erken dönem için sürekli başvurulan bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Eserinde zikrettiklerinden anlaşıldığı kadarıyla büyük babası Mikahel Doukas, İstanbul’un o dönemki ileri gelen ailelerinden birisine mensup, İonnes Kantakuzenos ile V. İoannes arasında cereyan eden taht mücadelesinde Kantakuzenos tarafında konuşlanmış olduğundan, kaybedince hapse atılmış ve daha sonra 1345 yılında Aydın Emiri İsa Bey’e sığınmıştır.[1] Bu bilgiye göre de Doukas da muhtemelen büyük babasının sığındığı Efes civarında doğmuştur.
Doukas’ın yukarıda belirtildiği gibi okur-yazar ve aristokrat bir aileden gelmesi şüphesiz bu eseri kaleme almasının en büyük nedeni sayılmaktadır. Ayrıca belirtilmelidir ki, Doukas, bir Hristiyan ve Grek olması nedeniyle de Müslümanlara ve Türklere karşı olan nefretini açıkça dile getirmiştir. Nitekim Türklerden bahsederken çoğu kez “barbar” nitelemesini kullanır. Buna rağmen çağdaş bir tarihçinin olabildiği kadar tarafsız davranmaya da çalışmıştır. Örneğin, II. Murad’ın ölümünü şu şekilde karşılamıştır:
“Murad’ın ölümü, çok hasta olmasından ileri gelmemişti; acılı da olmadı. Babası (I. Çelebi Mehmed) gibi o da pek az acı ve hastalık çekti; çünkü kanımca Tanrı bu adamı halka iyi davranışı ve yoksullar hakkında -üstelik yalnız kendisinin dinsiz soyundan olan yoksullar için değil Hristiyanlar için de- gösterdiği, hâlinden anlayıp acıma tutumu nedeniyle (onun hakkında kayırıcı davranarak) hükümlendirdi.”
Yukarıdaki ifadeden de anlaşıldığı gibi Sultan II. Murad’ın Müslüman yahut Hristiyan gözetmeksizin özellikle Rumeli’ndeki yoksul halklara son derece ılımlı yaklaşıp onlara yardım için kurulan imarethaneleri tekrar hatırlayıp değerlendirme yapabiliriz.
Fakat aynı Doukas, Sultan Murad’ın oğlu, Sultan II. Mehmed içinse şu ifadeleri kullanmıştır:
“Gerçekte kıyamet günü Şeytan’ın ortaya çıkmasından önce de Şeytan, Mesih-İsa sürüsünün mahvedicisi, Haçın ve ona inanıp and içenlerin düşmanı olan bu kişi, sanki Şeytan-Yılanın öğrencisiymiş gibi, ondan öğrenim görmüş gibi, dostluk maskesi takmıştı…”
Görüldüğü gibi Doukas kendi halkına ya da dinine yönelen herhangi bir tehditte üslubunu değiştirip, doğal olarak objektiflikten uzaklaşabilmiştir.
Ephesos’da yetişen Doukas Türkçeyi oldukça iyi öğrenme fırsatı bulduğundan ve Türklerle olan yakın ilişkilerinden ötürü birçok ayrıntıyı bizlere aktarmıştır. Aslında Doukas’ın eserini tamamladığı XIV. ve XV. yüzyılda Bizans-Türk münasebetlerinin bir tarihi olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Osmanlıların, Bizans toprakları üzerinde yerleşmelerini ve bunu nasıl yaptıkları hususunda birçok bilgi vermektedir. Yine 1389 yılında Bayezid’in hükümdarlığından sonra çok tafsilatlı bir şekilde ele alınan olaylar en son 1462’de Midilli’nin Türkler tarafından fethedilmesine kadar getirilmektedir. Türk-Bizans münasebetlerinin haricinde eser yine Macarlar, Sırplar ve Rumenler hakkında da oldukça kapsamlı bilgiler ihtiva etmektedir.
Eserin belki de en mühim bölümü İstanbul’un fethi için Fatih tarafından başlatılan ve şehrin düşmesiyle sonlanan sürecin olduğu bölümdür. Ayrıca burada belirtilmesi gereken önemli bir husus ise, Doukas’ın fetih sırasında İstanbul’da olmayışıdır. O, eserini fetihten sonra gelecek olayları yaşamış olanlardan dinlemiş ve duygularını dile getirerek şehrin Türkler tarafından nasıl zapt edildiğini anlatmıştır. Fakat öncesinde yapılan hazırlıkların hepsini birer birer kayda geçirmiş, hatta Sultan Mehmed ile XI. Konstantin arasında şehzade Orhan hadisesinden, şehrin alınacağına dair ilan edilen söylemlere kadar.
Birkaç örnekle somutlaştırmak gerekirse Doukas süreci şöyle aktarmıştır:
“Mehmed ise, artık bahar gelmiş ve Mart ayı geçmiş olduğundan, kireci hazır etti. Sığınaklar’da (Sığınaklar denen yer) ocaklarda her gün çalışan işçiler kirecin hepsini tamam ediyorlardı. Nikomedia (İzmit) ve Karadeniz Ereğlisi’nden de keresteler, Anadolu’dan ise taşlar geliyordu. Buyruk gereğince Anadolu’nun ve Batı’nın (Rumeli’nin) illerindeki tüm Beyler, angarya (zorunlu çalışma) yükümlüsü kişileri de yanlarında getirerek, oraya sökün etmişlerdi. O zaman Sultan, Edirne’den yola çıkıp, kale temellerinin atılması için gösterdiği yere vardı. Ve İstiridye aşağısında, eskiden Phoenas (=Câni) denen bir sırtı işgal edip, orada temellerin üçgen biçiminde kazılmasını buyurdu; öyle oldu (emir yerine getirildi), kalenin adı da Paskesen (=Başkesen) olmasını buyurdu ki bunun tam karşısında da dedesinin (doğrusu: Çelebi Mehmed’in babası Bayezid’in) yaptırdığı diğer kale (yani Anadolu Hisarı) bulunur.”
Tüm bu aktarılan gözlemlerin haricinde şehrin muhasarasında daha sonradan kullanılacak olan meşhur şahi toplarının ustası olan Macar Urban ustanın, Fatih’in hizmetine nasıl girdiği de aktarılmaktadır. Bu süreçten sonra İstanbul’un papalık yani Roma ile birleşme kararı alması, bu girişimlerin nasıl gerçekleştiği ve şehre nasıl bir endişe havasının hâkim olduğu anlatılmaktadır.
Fetih sırasında Greklerin en son Ayasofya’ya sığınıp, Tanrı’dan nasıl yardım dilediklerini, kargaşa ve kaosun vuku buluşunu, insanların çaresizliği ve ümitsizliğinin bir yansıması olarak birbirlerini ezerek sığınacak bir yer bulmaya çalışmaları, yine Doukas’ın fetih hakkında kaleme aldığı diğer hadiselerdir. Buradan hareketle Sultan Mehmed’in ordularının Ayvansaray ve Edirnekapı’dan girişini, Ayasofya’ya adım atıp tüm Rum yöneticilerin öldürülüşünü -ki içlerinde Notaras’da vardı- dehşetle anlatmıştır. En son Konstantin’in kentine ağıt olarak şunları yazmıştır Doukas ve oldukça içlidir:
“Ey kent, kent, bütün kentlerin başı. Ey kent, kent dünyanın dört bucağın orta yeri: Ey kent, kent, Hristiyanların övüncü ve barbarların silinip yok olduğu yer: Ey kent, Batı’da filiz sürgünü veren, her türlü fidanla kültür ürünleriyle dolu yeni cennet! Cennetim, nerede güzelliğim…”
İşte Doukas’ın fethe giden süreci ve şehir surlarından Türklerin girişine ve şehri alışına dair olan bilgiler bunlardan ibarettir. İstanbul artık fethedilmiştir ve 1000 yıllık kadim Roma İmparatorluğu’nun varlığı ortadan kalkmıştır…
Sonuç Yerine
Mikhael Doukas’ın tarihi, özellikle Osmanlı ilerleyişinin ne safhalarda gerçekleştiğini anlamak açısından tarihçilere bir armağan niteliğindedir. Belirtilmesi gereken diğer bir husus yine Doukas’ın eserinin dilinin, zamanın konuşulan Yunancası yani halk Yunancası (dimotiki) ile yazılmış olduğudur. Bu eserin daha önce kimler tarafından çevrildiği ya da değerlendirmeye tabi tutulduğunu da belirterek yazımı sonlandırmak istiyorum. Yazar ve eser adları aşağıdaki gibidir:
- Baştav, Ş., “Türk Tarihi Bakımından Dukas’ın Eserinin Değeri”, Türk Kültürü ve Araştırmaları II, 1965.
- Mırmıroğlu, V., Bizans Tarihi (Dukas), İstanbul: 1956.
- Grecu, V., Historia Turco-Byzantina (1341-1462), Bükreş:1958.
- Magoulias, J.H., The Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks by Dukas, Detroit: 1975.
Gökhan Toka
Sosyal Bilimler / Yazar
gokhan.toka@sosyalbilimler.org
Dipnot
[1] Melek Delilbaşı, İki İmparatorluk Tek Coğrafya: Bizans’tan Osmanlı’ya Geçişin Anadolu ve Balkanlar’daki Ayak İzleri, İthaki Yayınları, I. Baskı, İstanbul:2013, s.48.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.