Hem anlatı kapsamının kısıtlı olduğu hem de peygamberin yüzünün gösterilmesine ilişkin dini yasaklarla boğuşan filmde Mecidi, mümkün olduğunca sık kullandığı aksiyon sahneleriyle konuyu canlandırmaya çalışıyor; efsanevi savaşlar, pazardaki kovalamaca, Kâbe’yi çevreleyen hacılar, birebir dövüşler, deve kervanları, çölde dört nala koşan atlar…. Fakat aksiyon, Mecidi’nin harcı değil. Bu klişe sahneler, ayrıntıyla donatılmış fakat kalitesiz görünen özel efektlerle birleşince, Batılı sinematik eğilimlerin ikinci sınıf kopyaları gibi görünmekten kurtulamıyor.
Aynı zamanda, İslam’ın ve son peygamber kabul edilen Muhammed’in hikayesine aşina olmayan denizaşırı seyirciler için anlamsız olan bir başka detay da bu yapay şaşaa içinde kaybedilmiş olabilir: Son yıllardaki terör olaylarıyla yükselen, İslam’ın özünün ne olduğuna dair küresel ilgi göz önüne alınarak ve İran’ın bu filmle uluslararası bir platformda yarıştığı düşünülerek daha ayrıntılı bilgilendirici posterlere, arka plan bilgilerine daha fazla yatırım yapılabilirdi. Böylece Müslüman olmayan seyirciler de filmdeki karakterler arasındaki ilişkileri çözümleyebilirdi. Örneğin (her ne kadar bu konudaki kaynaklar yabancı dilde olsa da) Bani Haşimi aşiretinin Kuveyş kabilesiyle bağlantısı ya da kimin neye taptığı ve kimin yönetimde olduğu net olarak anlaşılamıyor. Filme dair akılda kalması gereken en önemli kısım, İslam, Musevilik ve Hristiyanlığın benzer değerleri ve kökleri paylaştığı konusu.
Mecidi, peygamberin yüzünü hiç göstermeyerek (genellikle sırtını göstererek) İslami geleneğe saygısını belirtiyor. Filmin basın konferansında, olayları peygamberin bakış açısından göstermek için Steadicam kullandığını söylemişti. Yine de filmin büyük bölümünde Muhammed’in peygamber olmadan önceki yaşamı konu alınıyor. Ve bu sahnelerde çocuk aktörlerin sesini duyuyoruz. Fakat, başlangıçtan 50 yıl önce ve sonrayı anlatan sahnelerde, peygamberin sözleri amcası Ebu Talib’in ağzından veriliyor.
Muhammed’in doğduğu 570 yılını, acımasız ve gösterişli Habeş General Abrahe ve onun korkutucu fil ordusunun Mekke’yi işgal etmeye yönelik başarısız girişimi izler. Bu, filmdeki ‘özenle’ hazırlanmış aksiyon sahnelerinden sadece biridir; gülünç fakat hiç şüphesiz pahalı bir efektler yumağı. Bu durumda, bilgisayar ortamında oluşturulmuş bir kuş sürüsü, usta savaşçıları keskin taşlar atarak püskürtüyor.
Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib Şeybe bin Haşim, Kureyş kabilesinin bir kolu olan Bani-Haşimi aşiretinin lideridir. Tek bir tanrıya inanan biriydi, aynı zamanda Kâbe, ibadet ve Hac şehri koruyucusudur.
Muhammed’in doğumunu tasvir etmek için kullanılan basmakalıp görsel canlandırma, genellikle İsa’nın doğumuna eşlik eden parıldayan yıldızlarla dolu gökyüzü, parlak ışıklarla benzerlik gösterir. Muhammed’in gelişi, Haşimi klanında bir hoşnutsuzluk havası estirir. Amcası Ebu Leheb ve kıskanç eşi Ümmü Cemil hizmetçilerinin bebeğin süt annesi olmasını istemezler.
Abdülmuttalib özel bir çocuk olduğunu düşünerek Muhammed’i Bedevi bir aile olan Hamza ve Halime’nin bakımına bırakır. Bebeğin gelişiyle, çorak doğa yeşil ve bereketli bir vahaya dönüşür. Bu arada, Yahudi cemaatinin büyükleri de Muhammed’in doğduğu çevredeki alametleri gözlemleyerek nereden geldiğini bulmaya çalışırlar. Buna benzer olarak, filmin ilerleyen dakikalarında bir rahip de Muhammed’de İsa’nın ışığını gördüğünü söyler.
Bebeklerin yapabileceği ilginç şeylerin bir sınırı olduğunu düşünürsek, yönetmenin sonraki hamlesinin hikâyeyi canlandırdığını söyleyebiliriz. 6 yaşındaki Muhammed (her zaman parlak beyaz bir ışığa bürünmüş olarak), Pagan putları kırıyor ve ölüm döşeğindeki Halime’yi iyileştiriyor. Özel güçlerine dair söylentiler yayıldıkça birtakım insanların hedefi haline geliyor. Çölde çılgınlar gibi at süren Hamza, Emine’yle yeniden buluşuyor ancak Emine yolculukları sırasında ölüyor. Abdülmuttalib bir koruyucu ve öğretmen olarak duruma hâkim oluyor ve onun ölümüyle de Ebu Talib henüz bir çocuk olan Muhammed’in bakımını üstleniyor.
Genç olmasına rağmen, Muhammed, Ebu Talib’le birlikte gezici bir tüccar olarak seyahat ediyor. Bu sırada dürüstlüğü ve iyilikseverliğiyle ün salıyor. Ayrıca zayıflara ve zulüm görenlere belirgin bir sempati besliyor. Genç Muhammed’in merhametli tavrı, deve kervanlarıyla yoksul bir kıyı kentine vardıklarında gösterişli şekilde vurgulanıyor: Muhammed’in insan kurbanları putperestlerden kurtarıp denizden karaya balık yağdırdığı sahne Musa’nın denizi yarıp Yahudileri kurtarması sahnesine atıf olarak düşünülebilir.
Her ne kadar, Mecidi, önceki filmlerinde, koşulsuz sevgiyle gelen bir çeşit dini vecd halini, ruhani saflığı odağına almış olsa da “Muhammed: Allah’ın Elçisi”, gergin ve hantal, ağır temasının getirdiği imkanlarla gelişmek yerine, onun ağırlığıyla dibe çöküyor. Film, karakterlerin tarihi figürlerin kötü birer imitasyonu olarak kalmasını engelleyemiyor. Hiçbir karakterin psikolojik ya da duygusal hayatına dahil olamıyoruz. Aktörler ya çok abartılı performanslar sergiliyorlar ya da durumları yansıtmada zayıf kalıyorlar.
Görüntü yönetmeni Storaro, çölde çektiği sahnelerde, Univisium olarak adlandırdığı 1:2 görüntü oranını kullanıyor ancak film sanki sinemaskop’a daha uygun görünüyor. Dahası ne bu lens kullanımı ne de Rahman’ın (film müziğinin bestecisi) yapay Orta Doğu havaları hikâyeye ya da ortama uyumlu görünmüyor, daha çok gösterişli, piyasa odaklı eklemeler gibiler. Filmin teknik açıdan en zayıf yönü, karakterleri ya da ilişkileri anlamlandırma konusunda gerçek bir yaklaşım geliştiremeyen ağır sıkıcı ve karmaşık kurgusu.
Tabii kamuoyunda tartışmalara yol açan bazı tarihsel ve teolojik yorumları da filmin etkisini zayıflatan diğer unsurlar olarak görülebilir. Örneğin, bugünlerde ‘muhafazakâr’ kesimden birçok kişi, Ebu Leheb’in eşi Süveybe’nin emzirmeye itiraz ettiği, Haşimilerle Emeviler arasında bir kavga olduğu konuları ve Muhammed’i İsa’ya benzeten rahip gibi anektotlarla diğer dinlerin de peygambere sahip çıktığı önermelerine ve filmin Şii ağırlıklı mesajına karşı çıkıyorlar. Radikal bir kesim bunun ‘İran’ın son fitnesi’ olduğunu düşünüyor. Buna rağmen (galaya katılan isimlerden de anlaşılacağı gibi) havuz medyası filmi destekliyor. Bütün bunların yanı sıra, Mecidi’nin filmin yeni bir hareketin ateşleyicisi olması dileği de gerçek olacak gibi görünüyor. Şimdiden yarattığı ayrılıklarına bakılırsa, seri ilerledikçe en azından kendilerini muhafazakâr olarak adlandıran kesim arasında, daha çok tartışmaya ve bölünmelere yol açacak bir yapımla karşı karşıyayız. Mecidi’nin bombasının etkisini ise zaman gösterecek.
Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler Platformu, Sinema Editörü
z.s.gencer@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.
- Muhammed: Allah’ın Elçisi / Muhammad: The Messenger of God
- Biyografi, Drama, Tarih
- 29 Ağustos 2015 (İran)
- Yönetmen: Majid Majidi
- Senaryo: Majid Majidi, Kambuzia Partovi
- Başrol Oyuncuları: Mahdi Pakdel, Sareh Bayat, Mina Sadati