Ancak iktidar kendiliğinden kurulmaz, bir söylem varsa elbette bir söyleyen de vardır. Sabahtan akşama açık TV ekranlarında durmadan konuşan politikacılardan, gazetelerin ucuz manşetlerinden ve köşe kapmak veya köşe dönmek arasında kalmış köşe yazarlarından dalga dalga yükselen bu söylence ile meşru siyasal merkez/alan oluşturulmaya çalışılır. Özellikle ekonomik ve askeri iktidarın görülmez olduğu modern toplumda siyasal alan, biz ve öteki arasındaki ideolojik bir hegemonya mücadelesine dönüşür. Bu nedenle iktidar, kamuoyunu etkileyip toplumun rızasını almak için okul, ordu, medya gibi araçları kullanarak kendi ideolojik gerçeğini yeniden üretir ve toplumsal gerçeği olduğundan farklı kılmaya çalışır. Günümüzde bu hegemonya mücadelesi, devletin ideolojik aygıtları kapsamında belki de en işlevsel olan medya aracılığıyla daha etkili bir şekilde gerçekleştirilmektedir. İktidarın meşruluğu, öne sürdüğü ideolojinin meşruluğuna bağımlı olduğu için gerçeklik de bu yolla tamamen medyanın kurguladığı/ürettiği bir toplumsal alan/anlam haline dönüşmektedir. İktidar karşısında duran ve iktidarın meşruluğunu yıkıp ilk fırsatta kendi hegemonyasını inşa etmek için bekleyen muhalif gruplar için de medya oldukça önemlidir. Her ne kadar iktidarın esirgeyen (reklam gelirleri) ve bağışlayan (vergi afları) nazarından mahrum da kalsa, muhalif yapılar için sesini duyurmanın ve kendi siyasal sınırlarını silik ya da kesik kesik de olsa çizmenin bir aracıdır medya ve özellikle yazılı basın olarak gazetecilik. Ancak gündem iktidartarafından inşa edildiği için, muhalif gruplar iktidarın çizdiği siyasal sınırların kendi mevzilerini ele geçirmesine engel olmaktan başkaca da bir refleks gösterememektedir.
Ülkemizde de birçok darbeyle, katliamla, cinayetle paramparça olmuş siyasal sınırların saflar arasında her daim yeniden çizilmesi gerekmektedir. Hangi taraftan olduğumuz, kimin dost kimin düşman olduğu sürekli bir şekilde aklımıza kazınmalıdır. Bunun için en sık kullanılan temalar olarak da türban/başörtüsü, 27 Mayıs Darbesi, başkanlık sistemi/parlamenter sistem ve Dersim olayları öne çıkmaktadır. Kendini günahsız olarak gören iktidarın ilk taşı atmasıyla başlayan bu ağız dalaşı aslında tarihe referanslarla dolu bir bombardıman savaşının başlangıcıdır. Sözün bir silah olarak ele alındığı bu ortamda temalar bağlamlarından koparak birer kuklaya dönüşmektedir. Artık siyaset sahnesi bir gölge oyunudur; böylelikle siyasi figürlerin/oyuncuların durmadan yineledikleri replikler birer ayet haline gelerek yığınların diline pelesenk olur. Meşru olanın kutsallaştırılmasıyla, meşru olmayanın şeytanlaştırılması da aynı dil üzerinden gerçekleşir. Tek perdelik oyunlar şeklinde akşam haberlerinde (suare) sahnelenen bu ayinlerin sadık müritleri büyülenmiş şekilde ekrandan kendilerini alamazlar. Bir gün sonraki gazete manşetlerinden gazetenin iç mekânına doğru yayılan bu kutuplaştırıcı söylemler gazete köşelerinden fitili ateşlenen bir meydan savaşını başlatırlar. Köşelerin süngü, gazetelerin kışla olduğu bu savaşın aslında bir sonu ya da nihai hedefi yoktur. Amaç yalnızca biz ve ötekinin sınırlarını her daim tahkim etmektir.
Parlak ve Yıldırım da, Medya Aracılığıyla Siyasal Sınırlar Üretmek: Köşe Yazılarında CHP-AKP Karşıtlığının İnşası adlı ortak çalışmalarında Hüseyin Aygün’ün Dersim olayları ile ilgili yaptığı açıklama (Zaman Gazetesi, 10 Kasım 2011) sonrasında CHP (Kemalist-laik) ve AKP (İslamcı-muhafazakâr) ideolojisinin medya üzerinden nasıl yeniden üretildiğini göstermeye çalışarak bu kutuplaştırıcı söylemin somut bir analizini yapmaya çalışmışlardır. AKP üzerinden İslamcılık söyleminin, CHP üzerinden de Kemalizm söyleminin kodlarının deşifre edildiği bu çalışmada aslında tartışılan ana konunun (Dersim olayları) bir paravan olarak kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Cumhuriyet ve Yeni Akit gazetelerinde bu konu hakkında yazan köşe yazarları, bir bakıma, medya aracılığıyla Türk siyasetinin koordinatlarının üzerinden kalın çizgilerle tekrar geçmekten başka bir amaç gütmemektedirler. Bu saptamaya bağlı olarak yazarların işaret ettiği temel husus, Cumhuriyet ve Yeni Akit gazetelerinin CHP ve AKP’yi karşılıklı olarak/dikotomik biçimde konumlandırdıkları ve bu konumların ise değişmeyeceği düşünülen kalıplara döküldüğü yönündedir. Kısacası Hüseyin Aygün’ün mülakatı üzerine gelişen Dersim tartışmaları, bu kitapta da belirtildiği gibi Türkiye siyasetinde ikiliklerin nasıl işlediğine, bunun ideolojik temellerinin nasıl kurulduğuna, iletişim teknolojileri aracılığıyla nasıl gündelik hayatın içine girdiğine dair güncel bir örnektir (s. 2). Ancak belirtmekte yarar var ki ilk 70 sayfasındaki Giriş bölümünde oldukça ayrıntılı bir şekilde ortaya konan teorik alt yapı sadece Hüseyin Aygün ve Dersim olayları üzerinden kurulan bir dikotomi için değil ideoloji ve söylem üzerine genel bir Türkiye siyaseti okuması için de oldukça faydalı bilgiler içermektedir.
Dersim tartışmasında olduğu gibi benzer şekilde bir başörtüsü konusunda, bir kürtaj polemiğinde ya da başkanlık tartışmasında medya üzerinden mevcut siyasal sınırların üzerinden kalın çizgilerle yeniden geçildiği görülmektedir. Ancak bu medyatik köşe yazarlarının, safları sıkılaştırmak için birer amigo edasıyla siyasi söylemleri sloganlaştırmasının en önemli sonuçlarından biri, toplumu biz ve öteki şeklinde parçalayarak günden güne fanatizm batağına çekmesidir. Bu kitapta ayrıntılı bir şekilde gösterildiği gibi, kanaat teknisyenleri olarak kendi ideolojilerini meşrulaştırmaya çalışan iki cephe, flashback’ler aracılığıyla insanların zihinlerine fısıldayarak kendi söylemlerini inşa etmektedirler. Birer sembolik seçkin olarak köşe yazarları, kaleme aldıkları köşe yazıları aracılığıyla söylemin üretilmesine katkıda bulunmakta, söz konusu söylem ise toplumsal ya da siyasal anlamda düşünce ve eylemler üzerinde bir denetim/kontrol ağı oluşturmayı mümkün kılmaktadır (s. 38). Zira van Dijk’ın da belirttiği gibi söylemi kontrol etmek hâkimiyet ve hegemonyanın yeniden üretimi için gerekli olan temel yoldur (s. 251).
Parlak ve Yıldırım’ın bu kitapta Eleştirel Söylem Analizi (ESA) aracılığıyla çözümlediği, Dersim teması üzerinden ilerleyen ama Dersim konusu ile alakasız söylemler, aslında gerçekliğin yalnızca “söz”de kaldığının bir delilidir. Cumhuriyet ve Yeni Akit gazetesine göre, tarihsel süreç boyunca değişen biz ve öteki’nin ayrıntılı bir şekilde listelendiği bu kitapta (s.233-234), yazarlar aslında medya aracılığıyla çizilen siyasal sınırların siyaset imkânını ortadan kaldırarak bir mahpus alan yarattığını ortaya koymaktadırlar. Her iki yaklaşım da toplumdaki heterojenliği ya da karmaşıklığı kendi homojenliklerine ya da kimliklerine dönüştürme yönünde girişimlerde bulunmaktadırlar. Türk siyasi kültürünün, Mouffe ve Laclau’nun vurguladığı ötekinin varlığını kabul eden antagonistik yaklaşımdan ziyade Schmit’çi dost/düşman ayrımına dayalı oluşu, Türkiye’de siyasal sınırların diğerinin/ötekinin şeytanlaştırılarak üzerinden geçecek şekilde çizilmesine neden olmaktadır. Bu kitapta da gazete köşe yazıları aracılığıyla Türkiye örneği üzerinde ayrıntılı bir biçimde gösterildiği gibi Schmit’in düşman odaklı bizlik inşası olumsuz bir yapıdır. Düşmana rağmen değil düşman ile beraber oluşturulan “olumsuz biz” bu nedenle hep eksiktir. Kitapta da (s. 228) belirtildiği gibi bizi tanımlamanın yolu ötekini anlamlandırmaktan geçmektedir. Erken Cumhuriyet döneminde baskın olan Kemalist-laik ideolojinin söylemi için İslamcı-muhafazakâr özne ne kadar elzem ise 2000’li yıllardan itibaren hegemonya kurmaya başlayan İslamcı-muhafazakâr ideoloji için de Kemalist-laik özne bir o kadar yararlıdır. Aslında her iki ideolojinin amacı, söylemin kurbanı olan öteki üzerinden bir biz inşasından ziyade henüz modern anlamda tamamlanmamış olan Türkiye devletinin inşasıdır. Devletin meşru olarak şiddet uygulayabileceği tekellerin belirlenme süreci olarak ortaya çıkan bu hegemonya savaşı, siyaset alanını bir tür savaş alanına çevirmektedir. Herhangi muhtemel siyasi bir konuda görüş bildirmek ya da bir müzakere alanı oluşturma çabaları Türkiye siyasi kültürünün bu şizofrenik yapısı nedeniyle daha ilk adımda güdük kalmaktadır. Şubat 2015’te Suriye sınırları içinde bulunan Süleyman Şah türbesinin IŞİD tehdidi nedeniyle Suriye toprakları içinde kalacak şekilde Türkiye sınırına çok yakın bir yere nakledilmesi olayında da olduğu gibi medyadaki tartışmalar yine biz ve öteki dikotomisi üzerinden kendini göstermiştir. Bayrak inmeden dikilen bayrak aynı anda iki bayrak demektir; bir bayrak yeni bir efsanenin şafağıyken, diğer bayrak yere düşen vatanın kefeni olmuştur [Bkz. Cumhuriyet Gazetesi için; Link. Yeni Akit Gazetesi için; Link]. Kitapta da (s. 11) belirtildiği gibi Dersim ve Hüseyin Aygün göstergeleri de sadece söylemsel düzeyde değil, onu şekillendiren ideolojik düzlemde ortaya çıkmaktadır. Bayrak hangi homojen bütünün bayrağı olacaktır, işte bütün mesele budur.
Ötekileştirmenin şeytanlaştırmaya dönüşmesi, siyasal/toplumsal/kültürel/cinsel zıtlıkların basit birer zıtlık olarak kalmalarını engelleyerek bunların bizatihi düşmanlaştırmayı üretmesini ve düşmanlaştırmanın ise nefret söylemi dolayımıyla uzlaşıyı, müzakereyi, dolayısıyla da demokratik süreçleri kesintiye uğratma tehlikesini barındırmaktadır. Türk demokrasisinin gelişmesinin sağlanmasının yanı sıra geri döndürebilirliğini durdurmak için Parlak ve Yıldırım’ın bu çalışmasının dikkate alınması gerekmektedir. Son söz olarak denilebilir ki, “Medya Aracılığıyla Siyasal Sınırlar Üretmek” adlı eser, politik krizlerle çok fazla iç içe olan Türkiye siyasetinde buna karşın neden bazı şeylerin hiç değişmediğini ve süreklilik kazandığını anlamak adına yardımcı olma iddiasındadır.
Künye — Parlak, İsmet ve Yıldırım, Yavuz (2014), Medya Aracılığıyla Siyasal Sınırlar Üretmek: Köşe Yazılarında CHP-AKP Karşıtlığının İnşası. Bursa: Dora Yayınları.
Erdem Kaftan
Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi
Bu metnin kısa ve farklı bir hali 23 Mart 2015 tarihinde Kutuplaşmış Toplum adıyla Birikim Güncel’de yayınlanmıştır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.