Sosyolojinin bugüne gelene kadar yaptığı yolculukta kılavuzluk yapanlar da eleştiri süzgecinden geçiriliyor. Yaşamları, fikri bağlamları irdelendikten sonra dört temel soru ışığında değerlendirme yapılıyor. Sorular ilginç:
- Toplumsal düzen/dayanışmanın ve/veya çatışmanın kaynağı olarak neyi görür?
- Bilinç (içeri) ve toplum/toplumsal yapı (dışarı) arasında nasıl bir ilişki görür?
- Çalışmasında hangi metodolojik sorunları ortaya koymuş, bunları nasıl ele almış ve cevaplandırmıştır?
- Sosyoloji anlayışı özgürlüğün en iyi biçimde gerçekleşebileceği bir toplumu geliştirmekte yardımcı olabilir mi?
Kitapta kimler yok ki? Adları asla gündemden düşmeyenler kadar unutulanlar, unutturulanlar…
Sosyolojinin babası, bilimden yola çıkarak laik bir insanlık dini kurmaya çalışan Comte; insan davranışının bilimsel olarak araştırılabileceği düşüncesini benimseyen ilk toplum felsefecisi Saint-Simon. Aktif ve dinamik bir benlik fikrini savunan Mead. Hayatı ve çalışması insanlıktan uzaklaşmayı, yabancılaşmayı ve insanların şeylere dönüştürülmesini protestoyu yansıtan, yabancılaşma, sömürü, sefaletin ve bunlara yönelik küresel tepkilerin artmasıyla gündemde olan Marx. Marx’ın antitezini savunan, ulusların ve ulusal kimliklerin ortadan kalkacağına ilişkin düşünceleriyle günümüzde yeniden keşfedilen ve ulusların homojen bir organizmadan devasa heterojen bir organizmaya doğru evrimleştiğine inanan, düşüncede uzak olmasına karşın Marx’ın mezarlıktaki yakın komşusu Spencer.
Türkiye’de sosyolojinin esin kaynağı olan sosyoloğa gelince. Tanıdık bir ad. Hoşgörüye dayalı bir toplum, insanın özgürlüğü ve kişiliğinin saygınlığını en üst düzeye çıkarmaya yönelik bir ahlak girişimi olarak gördüğü sosyolojiye büyük bir ivme kazandıran, Adalet, özgürlük, insan hakları ve saygınlığının önemini, Dreyfus’u savunduğu için kendisini suçlayanlara karşı anımsatan, sosyolojinin toplumu göklere çıkmak yerine değişimini sağlamak olduğuna inanan, Durkheim.
Toplum “ne kolektif bir kendilik ne de bir kurgu… toplum bireyler arasındaki etkileşim” olarak gören; hem çatışmanın hem işbirliğinin insanları tamamen insan kılacak biçimde işlediğini savunan Simmel ve etkilendiği iki ünlü: Darwin ve Kant.
Sosyolojide erkek egemenliği ya da bilimde cinsiyet ayrımcılığı ve dahası bilimde ırkçılık: İlk kadın sosyolog, Harriet Martineau, öngörüleri erkekleri aşan ve erkeklerinkinden çok daha önce gerçekleşen ancak “ilk önceleri açıkça başarıları ortaya çıkmakta olan bir disipline zarar verdiği düşünülen bir kadındı!”
Sosyolog sözcüğünün olmadığı muğlak bir dönemde ABD’de disipline katkıda bulunan, “gerçekte istatistiklerin toplanması kadınların işi görülmekte ve küçümsenmekteyken” kadınların nicel ve nitel araştırmalarda yer almasını sağlayan, sosyolojinin iç dünyasındaki kadar hizmet aldığı ve sunduğu dünyadaki cinsel ayrımcılığa karşı “insanlar için sosyoloji” ilkesini geliştiren Nobel Barış ödülü sahibi, Uluslararası Kadınlar Barış ve Özgürlük Birliği Başkanlığı yapan bir kadın: Jane Addams ve tanışmak için Rusya’ya gidip gördüğü Tolstoy ve barışçılık.
Cinsiyetinden dolayı üniversiteye kabul edilmediği için Avrupa’ya gidip okuyan, Marx ve Engels ile tanışan ancak yapıtını İngilizceye çevirdiği Engels ABD’ye geldiğinde onu göz ardı ederek sadece erkek sosyalistlerle görüşmesi üzerine kadın işçiler ve çocuklar konusunda çalışmaya yönelen Florence Kelly sosyolojiye düşünsel katkılar sunmakla yetinmedi. Kelly kadınların çalışma saatlerini düşüren, çocuk işçilerin çalıştırılmasını yasaklayan ve kötü işyerlerini denetleyen bir yasanın yürürlüğe girmesini sağladı. Sosyal reformları desteklemek için bilimsel verilerin kullanılmasının öncüsü olmakla kalmadı, Mahkeme kararlarını etkilemek için sosyal bilimsel verileri kullanan ilk sosyal bilimci oldu.
Depresyonla savaşarak kadın hakları ve sosyolojiye büyük katkılar sunan Charlotte Perkins Gilman, kadınlar üzerindeki toplumsal baskı ve onların entelektüel kapasitelerini tam olarak geliştirmelerinin önündeki engelleri ele aldı. “Kadınlar sadece cinsel-işlevlere hapsedildikleri, bütün ekonomik faaliyetlerle bağları koparıldığı ve hayatlarını sürdürebilmek için sadece cinsel-ilişkilere tabi kılındıkları ölçüde kadının anneliği giderek daha patolojik hale gelir.
Siyasal ve toplumsal radikalizm ile tanınan kadın sosyologların başına gelenleri siyah olarak yaşayan, beyaz sosyalbilimciler ve aydınlar dünyasında bir siyah olarak marjinal statüsü nedeniyle göz ardı edilen, sosyolojinin vaadini sadece kavrayan değil, aynı zamanda bizzat hayata geçiren bir sosyolog: Du Bois.
Sosyolojiye gelenekler, töreler, iç-grup, dış-grup, etnosentrizm kavramlarını kazandıran, dinsel inançlarını “bırakınız yapsınlar felsefesi” ile bağdaştırarak “Sosyoloji toplum içindeki davranışların bilimidir. Sosyoloji bir doğabilimi ve toplum da bir doğal olgudur” düşüncesindeki Sumner.
İnsanın ilerlemesi karşısında engeller yaratan bütün çağdaş dinlere karşı çıkan, bunun yerine insanoğlunun aklı, bilgisi ve zekâsıyla kendi kaderi üzerindeki kontrolünü sürekli olarak genişlettiğine inanan Ward. Amerikan Aristoteles adı verilen Ward, bütün erkekler ve kadınların kapasitelerini tamamen kullanabilecekleri ve kaderlerine yön verebilecekleri sosyokrasi adını verdiği bir toplum istiyordu. Bırakınız yapsınlar öğretisini ideolojik temellerden ziyade bilimsel olarak sorgulayan ilk sosyologdu.
Kuşkusuz sosyolojiye en büyük katkıyı sunanların başında Weber geliyor. Kitaptaki Weber değerlendirmesi ise IŞID terörü ile art arda şoklar yaşayan dünya açısından önemli.
— Yaşar Öztürk
- Glenn A. Goodwin ve Joseph A. Scimecca — Klâsik Sosyolojik Teori, Sosyolojinin Vaadinin Yeniden Keşfi
- Hazırlayan: Ümit Tatlıcan
- Çeviri: Kolektif
- Say Yayınları — Ekim 2015
- 392 Sayfa
- ISBN: 9786050204643