I.
Sosyalizm, kapitalizm ile sürdürdüğü bir yarışı kaybetti. Ardından Sovyetler Birliği çöktü. Acaba onunla birlikte Marx’ın fikirleri de eskidi mi? Karl Marx iki devrin birleştiği bir noktada duruyor: Yükselen burjuvazinin ve doğan proleteryanın kesiştiği bir yol ayrımında. Bu nedenledir ki Georg Lukács onun baş eseri Das Kapital’i »yalnızca olmak« ve aynı zamanda »henüz olmamak« şeklinde yorumlar.
Örgütlü toplumsal bir güç keşfeden Marx, sosyalist bir devrim öngördüğü ve talep ettiği hâlde sosyalizm hakkında fazla bir şey yazmadı, onun yerine kapitalist piyasa ekonomisinin işleyişi üzerine yoğun şekilde kafa yordu. Marx’ın iddialarının birçoğu 20.yüzyıl iktisat teorisi tarafından ya yok sayıldı ya da red edildi. Öyle ki onun analizlere dâhil ettiği değer yargıları, Max Weber ile birlikte yürüyen sosyal bilimler ve onun geliştirdiği bilim anlayışıyla uyuşmaz. Yine de Marx, ekonomi ve toplumsal konularda kalıcı etkiye sahip birçok ilginç görüş ortaya atmıştır. Hegel’in aksine; bilincin varlığı değil, varlığın bilinci belirlediği yönündeki temel tezi bunların başında gelir. Nesnel üretim ilişkileri sonunda; devlet, yasalar ve medya biçiminde bir ideolojik üstyapının ortaya çıktığı, ileri sürdüğü bir başka ana fikirdir. Kısaca, ekonomi yasaları üzerinde siyasetin hiçbir önceliği yoktur. Aksine ekonomik yasalar, siyasetin içinde hareket edebileceği çerçeveyi belirler. Davranış kuralları ve kaynakların kıtlığı yerine ideolog ve teologların çıplak tasavvurlarına dayandırılan düzenler eninde sonunda çökerler, çünkü ekonomik alanda yürümedikleri gibi diğer sistemler ile rekabete girmeye cesaret edemezler.
Bugün; piyasaya müdahale etmek için fırsat kollayan politikacıların karşısına, siyasal müdahalelerin piyasayı olumsuz etkileyeceğini savunan ekonomistler geçiyor. Onlar tıpkı Marx gibi, ekonomi yasalarının siyasetin ve politik arzuların üzerinde olması gerektiğine -yaşanılan onca krizden sonra- öyle ya da böyle ikna olmuş durumdalar. Bir anlamda, ona sürekli ideolojik atıfta bulunan aydınlardan çok, politikacılara direnen ekonomistler Marx’a daha yakın duruyor.
Marx, egemen sınıfın görüşleri biçimindeki ideolojik üstyapının, yani yeni modern yüzüyle ‘siyasi-medya kompleksi’nin esnek olamayacağını iddia ederken, ekonomik altyapının sürekli olarak geliştiğini ve değiştiğini savunur. İdeolojik üstyapıda görülen ‘esneklik’ eksikliği zamanla toplumsal gerilimin artmasına yol açmakta ve bu gerilimler giderek siyasal karışıklığa neden olmaktadır. Şimdi bu ifadeden daha güncel ne olabilir? Bugün Avrupa’da, küreselleşme ve göç tarafından kuşatılmış olan alt ve orta tabakanın iktidarlara karşı isyan ettiği düşünüldüğünde, Marx’ın tezleri hemen netlik kazanır.
Batı medyası, halkın popülistlerin kurbanı haline geldiğini iddia ederek, seçim sonuçlarına tepki gösteriyor; sanki popülistlerin demokrasilerde her zaman söz sahibi olduğunu bilmiyorlar! Onlara göre, popülistler henüz iktidara gelemeyen ya da devlet kurumları içinde makam kapma peşine düşen ‘ötekiler’dir. Bu yaklaşımın saçma olduğunu Batı’da yaşayan insanlar olarak yakından biliyoruz. Bu yanlış tutumu (ve anlayışı) egemen sınıfların konumlarını ciddi olarak sorgulayan toplumsal hareketler karşısında medya her zaman sergilemiştir. Ancak biz bugün, Marx’ı ekonomist olarak anlamaya çalışmalıyız, her şeyden önce. Marx’ın bir ömür çürüterek çözmeye çalıştığı bir soru(n) hâlâ tazeliğini koruyor: Kapitalistler, bir bütün olarak, üretim süreci ve satıştan, yatırdıklarından daha fazla para nasıl elde edebiliyorlar?
Evet, yeryüzünde hiçbir hükümet Marx’ın fikirlerinin peşine düşmesin ama birçok noktada onu ciddiye alsın, zira onunla aynı sonuca bir başka iktisatçı Joseph Schumpeter de ulaşıyor: “Kapitalizm başarısından ötürü çökecek.“ Peki, bu neden böyle?
Kapitalizm için asıl olan tek şey paradan para kazanmaktır. Ürün ya da hizmet burada yalnızca amaç için araçtır (G -> W -> Gˈ). Para düzeninin yaşadığı devirde altına dayanıyor olması belki Marx’ı bu yalın gerçeğe erişmekten alıkoydu ki sonuçta bunun, yani kamu borçlarının Merkez Bankası’nın ‘yarattığı’ para ile ödenerek gerçekleştiği artık çok rahat görünüyor. Kapitalizmin itici gücü, aşırı sermaye birikimi ve seküler durgunluk vasıtasıyla yok olursa, o zaman – artı değeri de içeren – Gˈ ek mali destek olmaksızın uzun vadede mümkün olamayacak ve sistem çöküşü gerçekleşecektir. Pek uzak olmayan gelecekte devletlerin son çare olarak herkese ‘vatandaş maaşı’ bağladığını göreceğiz, çünkü nominal bir büyüklük sonlu bir dünyada da sonsuz büyüyebilir.
Marx ufku ve zihni açık bir düşünür idi. Onun bu yönüne itirazımız yok elbette. Ancak ‘sosyal piyasa ekonomisi’ ismi altında yürütülen bir mali politikayı tasavvur edemedi. Yine zenginlerden ‘Büyük Buhran’da %63, II. Dünya Savaşı’nda %94 oranında gelir vergisi aldı Amerika. Bu da Kapital‘den çıkaracağımız yeni bir öğretidir. Ama bugün merkez bankaları mali politika yerine para politikası uyguluyor. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Draghi sırf bu yüzden “Euro’nun değerinin düşmesinden, —İspanya ve Yunanistan yüzünden— borç yükünün artmasından kaygı duyduğunu” açıklıyor. Piyasalara hakim olan duygu ise büsbütün farklı: It takes two to tango. En azından kamu borçları azalmadığı sürece Avrupa’da aşırı ve ırkçı sağın yükselmesi kaçınılmaz bir sonuç olacak…
II.
David S. Landes, The Wealth and Poverty of Nations (1999) isimli kitabında şu soruyu sorar: “Niçin zenginler zengin, yoksullar yoksul?” ve hemen ekler: “Neden yeryüzünde ekonomik krizler çıkıyor?” Ne yazık ki günümüz iktisatçıları bu soruları pek dikkate almaz, aksine sosyal gerçekler ile örtüşmeyen matematiksel modellere yönelirler. Ancak ekonomik krizler hayatımızdan bir türlü eksik olmaz. Mevcut iktisat teorilerinin tutarsızlığı iktisat fakültesi öğrencilerinin bile gözünden kaçmamaktadır. Peki öyleyse, ortada duran sorun nedir?
2008 yılında yaşanılan ‘financial crash’ sonrasında İngiliz kraliçesi II. Elisabeth, London School of Economics’i ziyaret eder. Ve orada ekonomistlere şu soruyu sorar: «Why did nobody foresee this?» Ekonomik krizi niçin öngöremediklerini iki hafta sonra yazılı olarak şöyle yanıtlar İngiliz uzmanlar: «Çünkü ülkedeki ve dünyadaki bir çok akıllı insanın ortak hayal gücünün başarısızlığa uğraması söz konusudur.» Bu tarihe geçen ibretlik bir yanıttır bir bakıma. Aradan çok zaman geçmeden British Academy, Küresel Mali Kriz: Niçin Kimse Öngöremedi? başlıklı uluslararası bir forum düzenleyecektir.
Elbette »bir çok akıllı insanın« niçin bu konuda iyi bir teori geliştiremediği hususunda şaşıran tek kişi İngiliz kraliçesi değil. Bu durumdan rahatsızlık duyan başka bilim insanları da British Academy’deki arkadaşlarını kraliçeye şikayet etmişler ve onları ‘basiretsizlik’ ile suçlamışlardır. Ardından Avustralyalı akademisyenler “Madam” olarak hitap ettikleri kraliçeye sundukları raporda iktisat dalının matematik deryasında boğulduğunu ve yeniden yapılandırılması gerektiğini iletirler. İstenilen yeni bir ekonomi bilimdir.
Aynı şekilde Almanya şansölyesi Merkel, Nobel Ödülü almış tüm ekonomistleri ‘Lindau Nobel Laureate Meeting‘ kapsamında her yıl Almanya’ya davet etmeye başladı. Avrupa Birliği’nin içine düştüğü ekonomik krizi onlarla konuşmak istedi. Hatta 2015 yılında ileri giderek onları aşırı soyut düşünmekle, gerçeklerden uzak kalmakla suçladı. “İktisatçılar, eğer kesin bir şey bilmiyorlarsa, hata payını ve bulanık ortamı bildirmekte dürüst olmalılar“ dedi. Ana akım ekonomistlerin durumunu onların gerçek alternatifini tanırsak anlayabiliriz belki: Karl Marx. O da her teorisyen gibi çağının çocuğu idi. Görüşleri ve öngörülerinin çoğu zaman içerisinde yanlışlanmış olabilir. Onu günümüz ekonomistlerinden ayıran tek nokta sorduğu soruların esaslı ve dünya gerçeğini kavramış olmasıdır. O yüzden analizleri hâlâ güncel, yanılgıları bile kapitalizmi ve onun tarihini yeni teorilerden daha iyi açıklayıcıdır.
Leipzig Üniversitesi’nin 22 Haziran 2016 günü düzenlediği bir sempozyumda konuşan Almanya’nın aksakalı Prof. von Weizsäcker de işte tam bu noktaya işaret etmektedir: “Finansal kriz bitmek bilmiyor. Merak ediyoruz: Kapitalizm bir kökten kriz mi yaşıyor? Kapitalizmin de mi sonu geldi? Yoksa bir kapitalizm anlayışının buhranı ile mi karşı karşıyayız? Bu sistem hakkında ‘yeni bir düşünce’ye mi ihtiyacımız var? Aslında reel dünyada ve düşüncede yaşanılan bu kriz makro-ekonomik yönetişimin henüz hazır olmadığı bir olguya dayanmaktadır: Refah koşullarında ve düşük faizlerde bile, tasarruf arzusunun yatırım iradesinin üzerinde olduğu yapısal bir olguya.”
Evet. Kapitalizm tarihi buhranlar tarihidir. Bu tespitinde Marx yerden göğe haklıdır. Ancak buradan yanlış çıkarımlar yapmıştır, çünkü piyasaların krize yatkınlığı ‘error’ değil, aksine sistemin özüdür. Marx’ın altını çizerek belirttiği gibi, bütün gerçek bunalımların nihai sebebi “kitlelerin yoksulluğu” ile “sınırlı tüketimi“dir (MEW, Cilt 25, sayfa 501). Ona göre; üretim ve tüketim aynı anda olur. Üretim eylemi aynı zamanda bir tüketim eylemidir. Bu olayın tam tersi de doğrudur. Aşırı üretim ile eksik tüketim arasında bozulan her denge ekonomik krizi tetiklemektedir. Küreselleşen piyasa şartlarında da müteşebbisler tüketebileceğimiz miktardan çok üretmek istemektedirler. Marx’ın bahsettiği ‘sistem hatası’ budur.
Piyasayı iyileştirmek isteyenler bu ilintiyi kavrayamadıkları ya da itiraf etmek istemedikleri için, kriz yönetimine ilişkin tanımları da boşta kalıyor. Bu nedenle hata, sistem içinde oluştuğundan ve yönetici kusurlarından veya servetin haksız dağılımından kaynaklandığı sanıldığından, aşırı üretim belli aralıklarla sürekli kriz üretmektedir. Marx bu krizi tüketiciye bağlamaz. Çünkü müteşebbis satın alabileceğimizden, yani tüketebileceğimizden çok üretmektedir ki —Marx’a göre— sorun da tam burada yatmaktadır. Bu ilişkiyi görmek istemeyen siyasetçi ya da iktisatçı yaşadığımız krizlere kesin bir çözüm bulamıyor.
Peki, ödeme vaadiyle aç gözlü birileri ortaya çıkarsa ne olacak? Yani daha fazla faiz elde etmek için ‘ödeme vaadini‘ satın almak, ödünç vermek ya da biriktirmek isterse serbest piyasa nasıl tepki verecektir? Sonucun ne kadar tehlikeli olacağını Marx şöyle açıklıyor: “Aynı sermaye ve aynı borcun kendini değişik ellerdeymişçesine sunması işlemleri sonucunda, her sermaye ikiye hatta üçe katlanmış gözükür. Bu ‘para-sermayenin’ büyük kısmı tamamen hayalidir.” (MEW, Cilt 25, sayfa 488)
Özetle; günümüz şartlarında kapitalizmi ortadan kaldırmak olası gözükmemektedir. Sistem içinde kalarak ekonomik krizi atlatmak ya da ertelemek için siyaset kurumunun elinde yalnızca üç seçenek kalmıştır:
- Birkaç sıfır atarak para ‘hafifletilir’ ki sonuçta zengin yine zengin, yoksul yine yoksul kalır,
- Döviz fiyatlarının yükselmesine göz yumarak örtük enflasyon amaçlanır,
- Tasarruf paketleri ve dolaylı vergileri artırmak yoluyla kamu borçları finanse edilir.
Bu yazı Alaatin Diker tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere kaleme alınmıştır.
Atıf Şekli: Diker, Alaattin. (2017, Kasım 27). “Karl Marx’tan Geriye Ne Kaldı?” Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/karl-marxtan-geriye-ne-kaldi Kapak Resmi: Mikhail Dzhanashvili – Before the Sunrise (Karl Marx and Friedrich Engels walking in night London) (Undate) Yayıma Hazırlayan: Talha Dereci | Editöryal Güncelleme: 2022, Eylül 25 Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir. |