“Karizma” kavramı, bireysel olarak bir şahsı sıradan insanlardan ayıran ve onun doğaüstü, insanüstü ya da en azından bazı özel istisnai güçlere ya da niteliklere sahip sayılmasına yol açan belli bir nitelik anlamında kullanılacaktır. Bunlar sıradan insanların ulaşamadığı ancak kutsal, ilahi kökenleri olan ya da örnek oluşturan özelliklerdir ve bir kişi, bu özellikler temelinde lider sayılır. İlkel şartlarda bu özel saygı biçimi peygamberlere, tedavi edici ya da hukuki bilgelik sahibi olmakla meşhur kişilere, avda liderlik edenlere ve savaş kahramanlarına gösterilir. Çoğunlukla karizmatik kişinin sihirli bir güce sahip olduğu düşünülür. Söz konusu niteliğin etik, estetik ya da buna benzer daha başka açılardan uygun sayılıp sayılmayacağı, kuşkusuz bu kavram açısından önem taşımaz. Önemli olan tek şey, söz konusu bireyin karizmatik güce konu olanlar ve “izleyiciler” ya da “taraftarlarca” gerçekte nasıl görüldüğüdür.
Buradaki amacımız açısından, bu anlamda karizmatik güçle donanmış birçok değişik türe değinmek gerekecektir. Çılgınca tutkulu güçleri bazen, görünüşe göre yanlış olarak, uyuşturucu kullanımına bağlanan “berserkerin”1 durumu bu kapsamda değerlendirilebilir. Ortaçağ Bizans Devleti’nde böyle karizmatik, savaşçı, tutkulu bir insan grubu bir tür silah gibi elde tutuluyordu. Saf biçiminde, trans haline gelmenin bir yolu olarak sara benzeri kasılmalara yakalanan büyücü “şaman” da bu kapsamdadır. Bir diğeri de, Mormonluk’un kurucusu olan, ancak çok usta ve işini bilir bir dolandırıcı olma olasılığı da bulunduğu için bu türler arasına alınıp alınamayacağını kesinlikle söyleyemeyeceğimiz Joseph Smith’dir. Son olarak, kendini, kendi demagojisine kaptıran Kurt Eisner2 gibi aydın türlerini de ihtiva eder. Değer yargılarından kaçınması gereken sosyolojik çözümleme tüm bunları, alışılagelen yargılara göre “en büyük” kahramanlar, peygamberler, kurtarıcılarla aynı düzeyde değerlendirilecektir.
1- Karizmatik gücün geçerliği için belirleyici olan şey, güce bağımlı olanların kabulüdür. Bu tanıma gönüllü olup, başlangıçta her zaman bir “belirti” ya da delil sayılan bir mucizeden kaynaklanır ve söz konusu vahye kendini kaptırma, kahramana tapma ya da lidere mutlak bir güven duyma biçimini alır. Ama karizmatik gücün gerçek olduğu yerde de meşruluk iddiasının temelini oluşturan bu değildir. Bu temel daha çok, karizmatik bir göreve çağrılanların, görevin bu niteliklerini bilmelerinin kendi görevleri olduğunu kabul eden anlayıştır. Psikolojik olarak bu “tanıma”, söz konusu niteliğin sahibine karşı, coşku, umut ya da umutsuzluktan kaynaklanan tam bir kişisel adanma manasına gelir.
Hiçbir peygamber, bu niteliğinin kitlelerin kendisine karşı olan tutumuna bağlı olduğunu düşünmemiştir. Seçilmiş hiçbir kral, hiçbir askeri lider, kendisine karşı direnenleri ya da kendisini tanımayanları görev suçlusu saymamazlık etmemiştir. Böyle bir liderin komutasında savaşa katılmayı kabul etmemek, katılmak resmen gönüllü bile olsa, her yerde, her zaman olumsuz karşılanmıştır.
2- Eğer karizmatik niteliklerinin kanıtı uzun süre görülmezse, tanrısının ya da sihirli veya kahramanlık güçlerinin kendisini terk ettiği düşüncesi ortaya çıkar. Eğer uzun süre başarı gösteremezse ve her şeyden önemlisi, eğer yönetimi altındakilere herhangi bir yarar sağlamıyorsa, karizmatik güç ortadan kalkar. “İlahi Hediye”3 (seçilmişlik) kavramının gerçek karizmatik anlamı işte budur.
Eski Alman kralları bile bazen küçük görülerek reddedilmişlerdir. “İlkel” denilen topluluklarda da benzer olaylar sık görülür. Çin’de kralın, soya bağlı olarak hiç değişmeden kalıtsal olarak devredildiğine inanılan karizmatik niteliği öylesine mutlaktı ki, yalnız savaştaki bir başarısızlık değil; kuraklık, sel, uğursuz olaylar gibi her türlü olumsuz durumda dahi kamu önünde günah çıkarmak zorunda kalır, dahası tahtından bile indirilebilirdi. Çünkü, böyle şeyler ortaya çıktığı takdirde, onun gerekli karizmatik niteliğe sahip olmadığı, dolayısıyla da “Göklerin meşru oğlu” olamayacağının göstergesi sayılıyordu.
3- Karizmatik otoriteye konu olan kuruluş / grup, duygusallığa dayalı topluluk ilişkileri temelinde ortaya çıkan bir gruptur. Karizmatik güç sahibinin idari memurları “resmi memurları” ihtiva etmez; en azından üyeleri bir uzmanlık eğitimi almış kişiler değildir. Bu konuma seçilmeleri ne bir toplumsal ayrıcalık, ne de ailesel ya da şahsi bağımlılık temeline dayalıdır. Seçim kriteri üyelerin karizmatik nitelikleridir. “Peygamber”in havarileri, komutanların bedenleri, liderlerin de takipçileri vardır. ”Atama” veya “azil”, kariyer, terfi gibi bir şey yoktur. Sadece liderin, karizmatik niteliklerinden dolayı yaptığı bir “çağrı” söz konusudur. Burada hiyerarşi yoktur. Lider, memurlarından kimilerinin verilen iş için yetersiz olduğunu düşündüğünde, genel ya da özel olarak konuyla ilgilenir. Ortada ne belirli bir yetki alanı, ne de sosyal imtiyaza dayalı bir güç tahsisi mevcuttur. Ancak kimi durumlarda karizmatik güç ve “üstlenilen görev” için yalnızca bulunulan yere ait ya da işlevsel sınırlamalar getirilebilir. Ücret ya da çıkar diye bir şey söz konusu değildir. Tilmiz ya da taraftarlar, liderle birlikte, asıl olarak komünist bir ilişki içinde, bağışlardan oluşan kaynaklarla yaşarlar. Kurulmuş idari organlar yoktur. Bunların yerine, başkanlarınca karizmatik güçle donatılmış olan ya da kendi başlarına böyle bir güce sahip bulunan memurlar vardır. Herhangi bir resmi kural, soyut meşru ilkeler sistemi, dolayısıyla da bunlara yönelik herhangi bir hukuki karar süreci yoktur. Bununla birlikte yasal sistem oluşturacak hukuki bir bilgelik de yoktur. Somut yargı kararları olaya bağlı olarak yeniden oluşturulur ve başlangıçta kutsal yargılar ya da vahiyler olarak görülür. Objektif bir gerçek olarak, tam anlamıyla karizmatik nitelikteki her egemenlik durumunda geçerli olan kural şudur: “Kitapta şöyle yazıyor ama ben size diyorum ki.” Gerçek peygamber, gerçek bir komutan ve buradaki anlamıyla her gerçek lider gibi, yeni yükümlülükler öğütler, yaratır ya da ister; ve bunu Tanrısal vahiy, tanrısal ilham, içine doğma adına ya da kendi somut düzenleyici iradesi adına yapar, çünkü dini, askeri ya da siyasal grubun üyeleri söz konusu yükümlülüklerin kaynağında bunların bulunduğunu kabul eder. Kabullenme bir görevdir. Böyle bir güç; kendisiyle rekabet eden, karizmatik olma iddiasındaki bir başka güçle çatışmaya girdiğinde, tek çıkış yolu söz konusu liderlerin ya sihir kullanması ya da doğrudan doğruya fiziksel kavgaya girişmeleridir. Böyle bir çatışmada ilke olarak, sadece bir taraf haklı olabilir; diğer tarafın cezalandırılması gereken suçlu olması şarttır.
Dolayısıyla, karizmatik otorite günlük rutin ve din dışı hayatın dışındadır. Bu açıdan, hem rasyonel ve özellikle bürokratik güce, hem de ataerkil, patrimonyal, feodal biçimiyle olsun geleneksel güce kesin olarak zıttır. Bürokratik otorite, zihinsel yolla çözümlenebilir kurallara bağlı olmak anlamında özellikle rasyoneldir; karizmatik güç ise, her türlü kurala yabancı olması anlamında, özellikle rasyonel değildir. Geleneksel otorite, eskiden kalma örneklere bağlıdır ve bu açıdan kurallara da bağlıdır. Karizmatik otorite ise, kendi egemenlik sınırları içinde geçmişi reddetmekte ve bu anlamda özel bir devrimci güç niteliği taşımaktadır. Ne lidere ne de toplumsal bakımdan ayrıcalıklı gruplara mülkiyet sahipliğine dayalı hiçbir mevki tahsisi tanımaz. Onun için tek meşruluk dayanağı, kanıtlandığı sürece, başka deyişle kabul gördüğü ve taraftarlarla öğrenciler arasında karizmatik biçimde etkili olduğu sürece, kişisel anlamda karizmadır.
Yukarıdaki konular üzerinde daha fazla tartışmak gereksizdir. Burada söylenenler halkoyuna başvuran Napolyon gibi seçilmiş monarkların otorite konumu için de geçerlidir. Bu durum, din peygamberleri ve savaş kahramanları için nedenli geçerliyse, aşağı sınıf kökenli insanları tahtlara ve yüksek askeri komutanlıklara çıkaran “dehanın üstünlüğü” için de o ölçüde geçerlidir.
4- Saf karizma özellikle ekonomik varsayımlara yabancıdır. Ortaya çıktığı her yerde, sözcüğün en güçlü anlamında bir “çağrı” ve “misyon” dur. Saf halinde, kendi çekiciliğini ekonomik açıdan kullanıp bir gelir kaynağına dönüştürmeyi aşağılık bir şey sayar ve reddeder; ancak bu saf türün çoğu kez gerçekten ideal olarak kaldığı da doğrudur. Bu, karizmatik gücün her zaman, kimi kez peygamberlerin ve tilmizlerinin yaptığı gibi zenginliği reddettiği anlamına gelmez. Kahraman savaşçılar ve askerleri “ganimeti” aktif bir şekilde ararlar; seçilmiş başkan ya da karizmatik parti liderinin maddi güç araçlarına ihtiyacı vardır. Buna ilaveten seçilmiş başkanın, prestijini arttırmak üzere parlak güç gösterilerine ihtiyacı da vardır. Gerçekten karizmatik olan güç türünde aşağılık görülen şey, geleneksel ya da rasyonel biçimiyle günlük kazanç kaygıları, düzenli bir gelir sağlamak için sürekli olarak ekonomik etkinlikte bulunma durumudur. Bir yandan hediyeler, kimi kez büyük çaplı vakıf gelirleri, dahası rüşvet ve büyük miktarda bağışlarla ya da dilenme gönüllü desteği oluşturur. Öte yandan “ganimet”, kaba güç ya da başka yollarla yapılan gasplar karizmatik gücün başlıca gereksinim giderme yollarıdır. Rasyonel iktisadi faaliyet açısından karizma, tipik olarak ekonomi karşıtı bir güçtür. Günlük rutin hayatın etkinliklerine ancak katlanır. Mülk gelirleriyle geçinme, kimi karizmatik güç gruplarının ekonomik temelidir; ama bu genellikle sıradan karizmatik “devrimci” için kabul edilebilir değildir.
Cizvitlerin kilise görevleri almalarının yasaklanması, şakirtlik ilkesinin rasyonel hale getirilmiş bir uygulamasıdır. Her çeşit sofuluk gösterisinin, dilenci rahiplerin ve inanç için savaşanların bu tür kapsamına gireceği aşikardır. Hemen tüm peygamberler gönüllü bağışlarla desteklenmiştir. Aziz Paul’ün meşhur “Bir insan çalışmazsa, yiyemez.” sözü, karizmatik din adamlarına dönük bir eleştiridir. Elbette bu sözün, kendi başına ekonomik etkinliği olumlu olarak, değerlendirici bir yönü yoktur; ancak her bireyin herhangi bir şekilde kendi geçimini sağlamakla yükümlü olduğunu vurgulamaktadır. Bunun sebebi, tamamen karizmatik, manevi anlatıların gerçek hayatta kesin uygulanma imkanı olmadığını, en iyi ihtimalle “yarın endişesinden” kurtulmanın umulabileceğini anlamış olmasıdır. Öte yandan sanatsal açıdan karizmatik tilmizliğe, başka deyişle ekonomik çaba harcama zorunluluğunun bulunmadığı bir konuma çağrının “ekonomik açıdan bağımsız” olanlara, yani akar gelirleriyle geçinenlere yapılması anlaşılabilir bir şeydir. Bu, Stefan Georg topluluğu için, en azından başlangıçtaki niyetleri açısından doğrudur.
5- Geleneksel olarak sıradanlaşmış dönemlerde karizma en büyük devrimci güçtür. ”Aklın” eşit derecede devrimci gücü, eylem ve problemlere dönük insan davranışını değiştirir veya bireyi aydınlatır. Öte yandan karizma acı, çatışma ya da coşkudan ileri gelen bir subjektif ya da içsel dönüşümü ihtiva eder. Dolayısıyla temel tutumlar ve eylemlerin yöneldiği merkezi sistemdeki köklü bir değişmeyi ve yaşamın tüm özel biçimlerine, kısacası “dünyaya” ilişkin tutumlarda yepyeni bir yönelimi anlatır. Rasyonellik öncesi dönemlerde gelenek ile karizma, tüm eylem yönelimlerini aralarında paylaşırlardı.
Max Weber, Bürokrasi ve Otorite, Çev. H. Bahadır Akın, Adres Yayınları, 2005, s. 75-81.