Bir zamanlar, ilkel komünal toplum döneminde, insanlar özel mülkiyet diye bir şey tanımıyordu; daha sonra, özel mülkiyetin, insanların duygu ve düşüncelerine egemen olduğu bireysel üretim dönemi geldi. Şimdi artık yeni bir dönem, sosyalist üretim dönemi geliyor. (Josef Stalin)
Stalin (2014), “ilk önce bir insanın durumu değişir ve ardından buna uygun olarak bilinci değişir” (s. 27) der. Bununla insanın bilişsel bir değişim yaşaması için öncelikle dış koşulların, maddi koşulların değişmesi gerektiği anlaşılır. Ardından insanların düşünceleri, gelenekleri, alışkanlıkları ve dünya görüşleri de değişecektir. İlkin şu saptanmalı: İnsan her zaman kapitalist düzen içerisinde mi yer almıştır?
“Bir zamanlar insanlar doğaya karşı, ilkel komünal toplumda kolektif olarak mücadele etmiştir. (…) Ardından öyle bir zaman geldi ki ‘benim’ ve ‘senin’ arasındaki ayrım üretimin içine işledi ve mülkiyet de özel, bireyci bir nitelik kazandı. İnsan bilinci, özel mülkiyet duygularıyla doldu” (Stalin, 2014, s. 27).
Öyle anlaşılıyor ki insan her zaman özel üretim araçlarına sahip olmamıştır. Birlikte iş yaptığı, yardımlaştığı, kolektif bir emeğin ürünü olarak kazancın ortak olduğu dönemler olmuştur. İnsan ne zaman ki bu benim, demiş, o zaman aralarındaki ortaklık son bulup, benim ve senin ayrımına düşülmüştür. Bir anlamda üretim ve mülkiyet kişiselleşmiş, mülkiyet edinmede yapılan hırs, insanı mal mülk edinmede artırma yoluna götürmüştür.
Ekonomik sistemin toplumsal yaşayışı belirlediği söylenebilir. Başka bir deyişle maddi koşullar; insanın düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını etkiler. Stalin’in deyişiyle (2014), “eğer koşullar insanı biçimlendiriyorsa, bu koşulları insanca biçimlendirmek gerekir” (s. 31). Yani insana yaraşır yaşayış biçimi ortaya koyulmalıdır. Aksi takdirde toplumda anlaşmazlıklar son bulmaz. İnsanı böyle düşünmeye sevk eden şey, vahşi kapitalizm koşullarıdır. Kapitalizmde sürekli bir çalışma söz konusudur. Her sabah alacakaranlıkta insanı evinden alan ekonomik sistem, akşam karanlığında, saatler sonra tekrar karşılamak üzere insanı evine uğurlamaktadır. Stalin (2014), işin tuhaf yanını şöyle açıklar:
“Proleterler gece gündüz çalışırlar ama gene eskisi gibi yoksul kalırlar. Kapitalistler çalışmazlar ama gene de zengindirler. Böyle olmasının nedeni, proleterlerin yeterince zeki olmamaları ve kapitalistlerin dahi olmaları değil, kapitalistlerin proleterlerin emeğinin meyvesini toplamaları, proleterleri sömürmeleridir” (s. 40).
Gecesini gündüzüne katan işçi oluyorken, açlık sınırında olanın işçi sınıfının olması da neyin nesi? Stalin’in de dediği gibi, işçinin zekâca geri olması ya da burjuvazinin ileri zekâlı olması değildir mevzubahis. Kapitalistler, insanlar arasındaki ortaklığın bozulup, özel mülkiyetin, özel üretim araçlarının ön plana çıktığı o kırılma döneminde, ekonomik sistemin nasıl işleyeceğini belirlemişlerdir: Az para, çok iş.
Kapitalizm, insanın yazgısı mıdır? Öyle olmadığı düşünülüyor. Zira bu şekilde yaşamak insanın geçmiş dönemde yaptığı bir tercih olarak görülüyor. Kapitalizm bir zorunluluk değil, olsa olsa zengin sınıfın işine gelendir. Sermayesini artırmak ve piyasada yaşanan rekabette üstünlük sağlamak isteyen sermaye sahipleri, var olan insanlık dışı çalışma koşullarını, işçiler üzerinde daha da yoğunlaştırır.
Özel üretim araçlarına sahip olanların hüküm sürdüğü kapitalizm dünyasında, herkesin sermaye sahibi olması beklenemez. Bunun içindir ki işçi sınıfı, emeğini satmak zorunda kalır. İnsanın hayatını idame ettirme zorunluluğu, proleterlerin iş gücünü kapitalistlere satmasına, yani kapitalistlerin işçinin emeğini kendi hizmetine sokmasına neden olur. Stalin şöyle der (2014): “Kapitalist düzen, meta üretimine dayanmaktadır: Burada her şey meta biçimini alır, her yerde alım satım ilkesi geçerlidir. Burada yalnızca tüketim ve gıda maddelerini değil, insanların iş gücünü, kanını ve vicdanını da satın alabilirsiniz” (s. 41).
Arabesk yapmak bir kenara, kapitalizmde paranın satın alamayacağı şey yoktur. Para, insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini de belirler. Çıkara dayalı arkadaşlıklar, dostluklar, hatta akraba ilişkileri kurulur. Onlar insanın değil, paranın dostudur. Öyle ki parayla ilişkileri kesildiği gibi dostlukları da son bulur. Bununla birlikte para, insanın vicdanını köreltmiştir. Emeğin sömürülmesinden başka ne anlamalı?
Mevcut koşullarda, proleterlerin iş güçlerini kapitalistlere satmaktan başka, bir de açlıktan ölme seçeneği vardır. Buna karşılık sosyalizm, insanca bir yaşam olarak hayata geçirilmeyi bekler. Peki, sosyalizm nedir?
“Geleceğin toplumu, sosyalist toplumdur. Bu, her şeyden önce,, o toplumda hiçbir sınıfın olmayacağı anlamına gelir: Ne kapitalistler, ne de proleterler olacak, doğal olarak sömürü de olmayacaktır. Orada yalnızca, kolektif emek yaratanlar bulunacaktır” (Stalin, 2014, s. 42).
İnsanın ille de bir sınıfın içerisinde olması gerekmez. Sosyalizm bunu böyle ifade eder. Kolektif emekte herhangi bir sahiplik değil; işbirliği, birliktelik, ortaklık ve müşterek olma gibi durumlar vardır. Sınıfların olmadığı, insanların zengin ya da fakir olarak birbirlerinden ayrılmadığı durumda, zenginleşmenin toplumsal olarak gerçekleşeceği düşünülür. Sosyalizmle birlikte dağınık üretim, iş piyasasındaki rekabet, insanın bunalımları ve işsizlik gibi sorunlar ortadan kalkacaktır. Zira bu yeni düzenin, “toplumun gereksinmelerini dikkate alacak ve yalnızca toplumun gereksindiği kadar üretecek olan, sosyalist temelde örgütlü, son derece gelişmiş bir üretim olacağı açıktır” (Stalin, 2014, s. 43). Öyle ki sosyalizmde hedef, kapitalizmde olduğu gibi kâr elde etmek ya da sermayeyi artırmak için satış yaptırmak değil, ancak ve ancak toplumun gereksinmelerini karşılamaktır. Diğer bir ifadeyle para, artık amaç olmaktan çıkıp, araç haline gelecektir. Ayrıca fabrikalar, işletmeler, toprak ve madenler; ormanlar, demiryolları, makineler ve diğer üretim araçları kişilerin tekelliğinden kurtulup, kolektif emeğe ortak olacaktır.
Sosyalist düzende insanın arzu, istek ve iştahlarının dizginlenmesi gerekir. Aksi takdirde kıskançlık, açgözlülük, hırs, rekabet, güç istenci gibi etkilenimler bu yeni düzende insanların birlikteliğine halel getirir. Stalin, sosyalist düzene denk düşen o biricik ilkeyi açıklar (2014): “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!” (s. 44) Yani toplumun her üyesi, harcayabildiği kadar çalışma talep edip, ona gereksinimi kadar ürün verilecektir. Stalin’e göre geleceğin kolektif düzeni, bu temel ilke üzerine kurulmalıdır.
Kapitalizmi deneyimleyen ve sahiplik duygusunun verdiği hazzı yaşayan insanın, bu yeni sisteme hemen ayak uydurması beklenemez. Yahut kapitalizm, insanlar üzerindeki etkisini kolayca sonlandırmayacaktır. Fakat “geleceğin toplumu normal bir akış kazandığında ve kapitalizmin artıklarının kökü kazındıktan sonra, sosyalist topluma uygun düşen biricik ilkenin yukarıda adı geçen ilke olacağı açıktır” (Stalin, 2014, s. 44).
Umut Tuna Doğaner
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
blog@sosyalbilimler.org
Kaynakça
Stalin, J.V. (2014). Anarşizm mi Sosyalizm mi? (çev. A. Fırat). İstanbul. Evrensel Yayın.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.