Taylor-Wood gibi avant-garde bir sanatçının yalın ve deneysel bir biyografiye; örneğin Julian Schnabel’in Fransız yazar Jean-Dominique Bauby hakkındaki Kelebek ve Dalgıç (2007)’ı ya da Steve McQueen’in Açlık (2008)’ı ile karşılaştırılabilecek bir yapıma imza atacağı düşünülebilirdi. Bunun yerine yönetmen, en çok da David Essex’in başrolünde oynadığı That’ll Be the Day (1973) filmini anımsatan bir yapım ortaya çıkararak herkesi şaşırttı. Filmin başkarakteri Jim Maclaine, kısmen John Lennon’u modelleyen ve müzikal bir kariyer için okulu bırakan kompozit bir kişiliktir. Film, karakterin ünlü olmanın eşiğinde olduğu noktada sona erer ve bir devam filmi olan Stardust’da Jim’in, hızlı yükseliş ve düşüşü konu alınır.
Senaryosu Matthew Greenhalgh tarafından yazılan Sınır Tanımayan, sanatçının 1955’de mandıra işçiliği yapan amcası George’un ölümünden 19 yaşında Beatles’ın çekirdek kadrosuyla Hamburg’a gittiği döneme kadar olan zamanı, yani Lennon’ın hayatının beş yılını konu alır. Amaç, Beatles ve Stones liderliğindeki İngiliz orta sınıf hayatının sıradanlığını ikinci rock’n roll dalgası kültürel devrimin bir parçası olarak Britanya’yı etkisi altına almadan önce-ki hala yaşıyoruz- yeniden anımsatmaktır.
Seamus McGarvey’nin sade sinematografisi, o dünyanın savaş sonrası güçlüklerden kaynaklanan belirsizliğini gereğinden fazla dramatize etmeden tasvir eder. Film, idealist John’un bisikletiyle okula giderken Çilek Tarlası’na [New York Central Park’da 10117m2 lik alan. John Lennon’ın anısına düzenlenmiştir. Beatles şarkısı “Strawberry Fields Forever”dan esinlenilerek adlandırılmıştır.] girerek bir grup kızla sohbet etmesiyle başlar. Filmin başında, büyüleyici bir sahnede oyunbaz George Amca’nın radyo programlarının Mimi Teyze’nin klasik müzik konseri dinlediği aşağı kattan da duyulabilmesi için John’ın odasına bir hoparlör sistemi kurduğu zamanları zarifçe tanımlar. Radyoların pahalı eşyalar olduğu ve transistörlerin geleceğe ait bir parça olduğu bir dönemde her evde bunun gibi bir cihaz kullanılmıştır.
Film, iki önemli cenaze töreniyle çevrilidir ve olaylara hâkim olan iki dominant kadın figürü vardır. Birincisi, kalp krizinden ölen George Amca’nın, ikincisi John’ın bir kazada ölen annesinin cenazesidir. Kadınlar, John’ın dört yaşından beri beraber yaşadığı Mimi Teyze ve onu 1944’de neredeyse terk etmiş olan Julia’dır. Birinci cenazeden sonra, John hayatına yeniden dahil olarak dominant bir figür haline gelen annesine tekrar kavuşur. İkincide, evden ayrılıp müzisyen olarak bağımsız bir yaşam sürmesi gerektiğini fark eder. Sanatçının hayatında önemli bir yer edinmiş olan Liverpool filmde, her ikisi de Julia’yı içeren birbirine zıt iki hatırayla anılır: Bunlardan biri John’ın çocukluğudur.
Mimi Teyze, çocuğu olmayan ve John’ı oğlu olarak yetiştiren ilkel, alt-orta sınıf bir ev hanımıdır, ona küçük burjuva değerlerini aşılmaya çalışmakla birlikte ciddi hırslara şiddetle karşı çıkan biridir. John’ı kısa süre önce iki saygın entelektüel (müstakbel Çalışma Bakanı Peter Shore ve Bill Rodgers) yetiştirmiş olan katı bir ilkokul olan Quarry Bank’a kayıt ettirir. Mimi’nin sade, derli toplu evi, iki kızı ile yeniden evlenmiş annesi Julia’nın canlı, dağınık eviyle tezat oluşturur; eşi, George amca gibi uzun süredir acı çeken, terbiyeli sessiz bir adamdır.
Çılgın, gösterişli Julia, oğlunun müziğe olan ilgisini teşvik eder, ona rock’n’roll’u tanıtır ve okuldan koptuğunda onu korumak için neredeyse ensest bir ilişkiye sürükler. Freudiyen anlamda, “hoşgörüsüz sevgi” denilen kıyılarda gezinen müsamahadan yoksun Mimi, John’un süper egosu üzerinde önemli bir etki yaratır; ona koşulsuz sevgi sunan asi Julia ise sanatçının alt benliğine hitap eder. Bu kadınlar onun kişiliğinin iyi ve kötü yanlarını temsil ederler. Sonunda, her ikisine de zalim şimdilerde tipik olduğunu bildiğimiz küçümseyici bir tavırla karşılık verir.
Garip bir şekilde, filmde müzik, ikinci planda kalır. John’un,”Penny Lane” şarkısında dolaylı olarak kutladığı, unutulmayacak bir ilişkiye atıfları, sanatçının daha sonraki çalışmalarında da bulmak mümkündür. Julia’dan banjo dersleri aldığını, ilk gitarını satın almasını, Quarrymen’i [İngiliz Halk müziği grubu.] kurduğunu, saçını Elvis gibi kestirdiğini, Buddy Holly tarzı bağa çerçeveli gözlüklerini, Paul McCartney ile görüştüğünü, Cavern’e [Liverpool’da Beatles’ın doğduğu yer olarak bilinen bir gece kulübü.] alınmadığını öğreniriz. Bu film, müzikal bir dehayı üreten benzersiz koşullardan ziyade, büyümenin ve aile evinin güvenli hayatını terk etmenin destanı, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’ndan 60’lara İngiliz sosyal hayatındaki radikal değişimlere odaklanan son derece çarpıcı bir belgeseldir.
Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler Platformu, Sinema Editörü
z.s.gencer@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.