John Berger sakinleşti mi? Görünüşe göre hayır. Bir zamanlar Man Booker Ödülü’nün[1] parasını Kara Panter Partisi ile paylaşan tutkulu, dik başlı ve kavgacı İngiliz yazar, yeni kitabında[2] Londra’daki National Gallery’den kovulduğunu hatırlatıyor. Güvenlik şefi Berger’a “Adamlarımdan birini aşağıladınız” der. “Bir kamu kuruluşunda bağırarak müstehcen sözler söylediniz. Şimdi önümüzde ana çıkışa doğru yürüyeceksiniz.” Berger’ın suçu ne mi? Güvenlik görevlisiyle yaşadığı bir münakaşanın ardından sevilen bir tablodan, Antonello da Messina’nın Çarmıha Gerilişi’nden, bir karalama yaptığı esnada çantasını omzuna takmayı reddetti. Şimdi neredeyse doksanında olan Berger[3], birinci sınıftaki bir sanat öğrencisine yakıştırabileceğiniz tepkisel bir otorite karşıtlığının yanı sıra, resimlere hâlâ derin bir duygusal bağlılık duymaktadır.
Bu kural tanımaz tahammülsüzlük; erken sergi incelemelerinden romanlara, senaryo ve evin dışındaki tuvaletinin[4] temizliği üzerine parlak bir tefekkürü de içeren (özeti, uygun başlığı burada yazılamamaktadır) denemelere kadar Berger’in yazdığı her şeye canlılık kazandırmaktadır. Berger’in kısa düzyazıları birçok kez derlendi, en kapsamlısı 2001 yılında, editörlüğünü Geoff Dyer’in yaptığı, Selected Essays adlı çalışmasıydı. Yeni derleme Portreler hatırlanmaya değer denemeleri ihmal ederken (Bonnard üzerine, Magritte ve fotoğraf) aynı içeriğin bir kısmına yer vermektedir. Fakat bu odaklanılmış, yeniden düzenlenmiş bir seçenek değildir yalnızca. Daha ziyade editör Tom Overton; Berger’in, sanat tarihi içerisinde birbiri ardına sıralanan, resim ve heykel ile ilgili yazılarını sunarak mağara çizimlerinden günümüze dek “Berger’in sanat tarihi” olarak betimlediği şeyi oluşturmuş oldu.
Gel gör ki hiçbir şey bir sanat tarihi ders kitabına bundan daha az benzeyemez. Kitabın bölümlerinin birçoğu mektup biçimindedir. Diğerleri kişisel arasözler, lirik açıklamalar ve Berger’in öykü ve şiirlerinden pasajlar içerir. Terkip etkisi azimli hatta hoşgörülü bir okuyucuyu varsayar. Fakat aynı zamanda da Rembrandt, Goya, Henry Moore ve Francis Bacon gibi sanatçılar ile ömür boyu süren bir ilişkinin izini sürmemize imkan verir.
Örneğin Moore bölümü öfkeli bir çıkış ile başlar. “Bu çalışmaların garipliği manasız” diye yazar genç Berger, İngiltere’nin en sevilen sanatçısıyla şevkle kapışır. İkinci bir deneme, heykeltıraşın son çalışmasını isteksizce metheder. Moore’un ölümünden sonra yazılan üçüncüsünde ise Berger, dokunaklı ve radikal bir hürmet gösterir: “Henry Moore’un sanatı ne hakkındadır?” diye sorar. Yanıtı ise şöyledir: “Sakınma, beşikte sallama ve kucağına sokulma”nın; bebeklik deneyiminin duygusu.
Berger şu apaçık soruyu tekrar tekrar sorar: Belirli bir sanatçı için “yuva” olan konu, anahtar tema nedir? Cevapları yaratıcıdır ve mesleki dil içermez. Çoğu zaman da patavatsızlık derecesinde doğrudandır. Kendi parodisini yaptığı bir ana yakın şu notu düşer Berger; “Fanilik, Watteau’nun tekerrür eden temasıydı, Rodin’in tevekkül, Van Gogh`un çalışma.” Berger bir özcüdür; her zaman özüne inmeye, berraklaştırmaya, aydınlatmaya can atar. Çözümleri zaman zaman taraflı ya da fazla yalın görünür. Michelangelo gerçekten de “derin arzusunun son uğrağında”, “doğum yapan erkek fantezisi” mi düşlemiştir? Matisse sahiden de yalnızca “ipekler, muhteşem mobilyalar, Côte d’Azur’ün kepenklerinden sızan günışığı çerçevesinde” mi düşündü?
Berger, kendi haşin ve hiddetli tarzıyla müthiş bir üslupçudur ve Robert Hughes gibi haleflerinin ona ne kadar borçlu olduğunu görmek kolaydır. Bu kitabı diğer eleştirmenlerin derlemeleriyle kıyaslamak devasa bir boşluğu gözler önüne seriyor; çağdaş sanat. Berger kariyerinin başlangıcında yeni olandan, özellikle de onun politik olarak bilinçli modernizm vizyonu ile asla bağdaşmayan yeni Amerikan sanatından uzaklaştı. Rothko’yu severdi fakat Pollock’u ziyan olmuş bir yetenek olduğu için ciddiye almadı. Bundan sonrasında Berger, Atlantik’in öte tarafıyla nadiren ilgilendi. Kitabın sonraki bölümleri, birkaçı tanınmış olmak üzere, çoğu az bilinen Avrupalıları resmeder. Elbette bunda yanlış bir şey yok. Fakat Berger’in Johns’tan itibaren tüm bir sanatçılar dizisini Koons ile ilişkilendirmek konusundaki isteksizliğinde melankolik bir şey var. Muhtemelen Berger, Salvator Rosa’nın bir oto-portresinden alıntıladığı nasihate uyuyor: Aut tace, aut loquere meliora silentio. “Söyleyeceklerin sessizlikten daha iyi değilse sessiz kal.”
Çeviri: Gamze Doğan
Sosyal Bilimler / Çevirmen
Kaynak: Alexi Worth / The New York Times
‘Portraits: John Berger on Artists’
Notlar
[1] Man Booker Ödülü, dünyanın en saygın edebiyat ödüllerinden biridir. İngiliz Milletler Topluluğu veya İrlanda Cumhuriyeti vatandaşı olan yazarların, İngilizce olarak kaleme aldıkları eserlere verilir. 1969 yılından beri verilen söz konusu ödülü Berger, 1972’de G. adlı eseri ile kazanmıştır. [Editör Notu]
[2] Kitabın yayımlandığı tarih Kasım 2015. Metnin yazıldığı tarih, Aralık 2015. E.N.
[3] Berger, Ocak 2017’de 91 yaşında vefat etmiştir. E.N.
[4] outhouse, [Çeviren Notu]
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.