“İslam, modernite ile uyumlu mudur?” Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca bu sorunun cevabı, hararetle tartışıldı. Bu tartışma büyük oranda, siyasi özgürlük konusuna (yani demokrasi, çoğulculuk ve düşünce özgürlüğü konusuna) odaklanmış bulunuyor. Oysa modernitenin bir başka önemli saca yağı daha var: Ekonomik özgürlük. Öyleyse İslam’ın ekonomik özgürlüğe (yani mesela serbest piyasa ekonomisine veya kapitalizme) uygun olup olmadığını da sorgulamamız gerekmez mi?
Çoğu İslamcı bu soruya cevaben “hayır!” diye kestirip atacaktır. Onlar, İslam’ı her şeyi kapsayan bir sosyo-politik sistem olarak ta savvur ettikleri için, kapitalizmi bir rakip hatta bir düşman olarak görürler. Hem komünizme hem de kapitalizme karşı mücadele İslam literatürünün standart konularından birisidir. Mısırlı Müslüman Kardeşler’in ünlü ideoloğu Seyyid Kutub 1951 yılında Ma’arakatu’l İslam ve’r-Re’sumaliyye (İslam ve Kapitalizmin Savaşı) isminde bir kitap yazmıştı. Temmuz 2003’te ise, İspanya’nın Granada kentinde iki bin Müslümanın katıldığı bir konferansta “kapitalist sistemin nihayete erdirilmesine” yönelik bir çağrı yapılacaktı.
Ancak, kapitalist ekonominin böyle radikal bir biçimde redde dilişi, İslam’ın iktisadi faaliyete ve kar etmeye yönelik teolojik tutu muyla ve tarihi tecrübesiyle pek uyumlu gözükmüyor. Doğrusu, bir işadamı tarafından tebliğ edilen (Hz. Muhammed hayatının büyük bir bölümünde başarılı bir tüccardı) ve ticareti ta en başından beri aziz tutan bir din olan İslam, yoksulların ve muhtaçların ihtiyaçları nın karşılanmasına yönelik ahlaki değerlerle desteklenmiş bir kapitalist sistemle oldukça uyumludur.
Ticaret, Zekat ve Kur’an
İslam ve kapitalizm arasındaki bu uyum, çeşitli eserlerde yoğun bir biçimde incelenmiştir. Bu konuyla ilgili en fazla öne çıkan eser Maxime Rodinson’un ünlü kitabı İslam ve Kapitalizm’dir (1966). Fransız bir Marksist olan Rodinson; İslam’ın yazılı metinleri ve İslam ekonomisi tarihi üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda, Müslüman ların para kazanmakla ilgili hiçbir sorunlarının olmadığını açık bir biçimde gösterir. Rodinson, “Kutsal metinleri ekonomik faaliyetleri desteklemeyen bazı dinler vardır. Ancak bu durum, genel itibariyle ticari faaliyetlerden yana bir tutum sergileyen ve bunu sadece hileli uygulamaları yasaklayarak ve belirli dini bayramlarda ticaret yapılmamasını emrederek sınırlayan Kur’an için geçerli değildir.” der.
Kur’an’ın sosyal adalete vurgu yaptığı ve bu durumundan dolayı bazı Müslüman aydınların sosyalizm ve onun “sınıfsız toplum” va adine sempati duyduğu doğrudur. Ancak Kur’an dikkati bir şekilde okunursa, onun “İslam Sosyalizmi”ne karşı olduğu görülecektir. Müslümanların kutsal kitabı, toplumda zenginler ve yoksulların olacağını kesin olarak belirtir ve açık bir biçimde özel mülkiyet ve miras haklarını savunur. Bununla beraber, zenginlerden yoksullara yardım etmelerini ısrarla talep eder. Bu noktada infak ve zekat, kurumlaştırılmış bir yardımseverlik şekli olarak öne çıkar. Her Müslüman zengin, servetinin belirli bir miktarını fakir kardeşleri için infak etmek zorundadır.
Zekat, merkezi bir otorite tarafından toplanmaz, gönüllü bir ha yırseverlik eylemidir. “İslam ve Modern Ekonomik Değişim” isimli akademik tezin ortak yazarları olan John Thomas Cummings, Hos sein Askari ve Ahmad Mustafa’ya göre “Zekat, her şeyden önce gö nüllü bir ibadettir ve çağımızın vergi mükelleflerinin tecrübe ettiği gelirlerinden alınan yüksek vergilerden ve karmaşık düzenlemeler den oldukça farklıdır.” Dahası mezkur yazarlar, “Piyasa güçleri üze rinde ekonomik planlama yapılması yönündeki Marksist vurgu, bir özel İslami tercih olarak mevcut değildir” diye de eklerler.
Doğrusunu söylemek gerekirse bazı tüccarlar mallarını aşırı pahalı bir fiyattan sattığı için Hz. Muhammed’den piyasa fiyatları nı sabitlernesi istendiğinde “Şüphesiz fiyatı tayin eden… Allah’tır” diyerek bu istekleri geri çevirmiştir. Burada Adam Smith’in “görünmez el”iyle benzerlikler kurmak akıl dışı olmaz. Bu konuda Hz. Peygamber’in ticareti, para kazanmayı ve hayatın güzelliklerini öven birçok sözü olduğunu da unutmamak gerekir. Maxime Rodinson’un da belirttiği gibi Hz. “Muhammed, sosyalist değildi.”
İslam’ın kavramsal olarak ticarete açık oluşu, onun Ortaçağ’da son derece görkemli bir medeniyet oluşturmasının en önemli sebep lerinden birisidir. İslam dünyası o günlerde dünya ticaret yollarının merkezindeydi ve Müslüman tüccarlar bu durumdan oldukça başa rılı bir biçimde yararlanmışlardı. Günümüzün bankalarına benzer bir takım kurumlar bile kurmuşlardı: Ortaçağ Müslüman tacirleri kolayca çalınabilen, ağır ve taşıması zor olan altın yerine kağıt çek ler kullanıyorlardı. Kredi transferindeki bu yenilik, Haçlılar ve özellikle de Tapınak Şövalyeleri tarafından Avrupa’ya da taşınacaktı.
Ticaret, İslam medeniyeti için son derece önemliydi. Hatta bu parlak medeniyetin çöküşü de, küresel ticaretin niteliğinin değiş mesine bağlanabilir. 1497’de Vasco da Gama (kısmen Müslümanların usturlabı icat etmesi sayesinde) Ümit Burnu’nun etrafından do laşarak, dünya ticaretinin Orta Doğu’dan ve Akdeniz’den okyanuslara doğru kayacağı, tarihin yeni bir sayfasını açtı. Sonuç olarak iki yüz yıl önce Moğol istilasıyla sarsılan ve bir daha da toparlanamayan Orta Doğu, ölümcül bir durgunluğun içine girdi. Sonrasındaki birkaç yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu yükseldiyse de, çöküş onlar için de kaçınılmaz olacaktı. Ticaretin kaybedilmesi kozmopolitliğin de sonu anlamına geliyordu. Bunu da dini bağnazlığın takip etmesinde şaşılacak bir yön olmasa gerek. Kur’an’ın ilk tefsircileri ticareti ve zenginliği Allah’ın hediyesi olarak yorumluyorken Ortaçağ sonlarına doğru İslam literatürü artık çileciliği övmeye başlamıştı.
Eğer işler yolunda gitseydi, İslam’ın ticaret yanlısı karakteri onu tarihte, Max Weber’in ısrarla iddia ettiği gibi kapitalizmin yükselişine öncülük eden Kalvinizm’in yerine geçirebilirdi. Elbette Weber’in kendisi bu yoruma katılmazdı, çünkü o İslam’ı çalışkan emekçilerden ziyade işgalcilerin ve yağmacıların dini olarak görü yordu. Weber’e göre İslam, kapitalizmin önünde bir engeldi, çünkü yalnızca cihadı ve dünyevi zevklerden uzak bir yaşamı teşvik ediyordu.
Ne var ki Weber, Confucianism and Taoism (Konfüçyüsçülük ve Taoculuk) (1915), adlı yapıtında Çin’in aşırı nepotist kültüründen dolayı hiçbir zaman iyi bir ekonomiye sahip olamayacağını da iddia etmişti. Japonya’nın ekonomik alanda başarılı olacağı konusunda da oldukça kötümserdi. Hıristiyan olmayan bu toplumlar üzerinde ki analizlerinde yanıldı, çünkü yöntemlerinin daimi olacağını sa nıyordu ve kısmen de tarihlerini yanlış analiz etmişti. Büyük Türk sosyologlarından biri olan Sabri F. Ülgener (Weber’in hem öğrencisi hem de muarızı) Weber’in Batı kapitalizminin kaynaklarını incelemede sergilediği dehaya rağmen, İslam’ı nasıl yanlış değerlendirdiğini ve serbest piyasa sistemiyle fıtri bağdaşıklığını nasıl küçümsediğini ayrıntılı bir şekilde yazdı.
Ancak bu bağdaşıklık tamamen sorunsuz değildir. Modern kapitalizmin İslam’la çatışan en kemikleşmiş yüzü faiz konusudur. Kur’an’da, “Allah ticarete izin vermiştir, ama ribayı yasaklarnıştır” ayeti vardır ve riba paradan faiz almak olarak bilinir.
Bu sebeple Müslümanlar faiz temelli bankacılığa alternatif ola rak İslami bankacılık sistemini geliştirrnişlerdir. Bu, aslında Batı’da geliştirilen “riskli sermaye”nin naklinden başka bir şey değildi; İs lami bankacılığın nitelikleri, Batı’daki leasing, partnership (muşaraka), mark-up financing (murabaha), profit-sharing (kar ortaklığı) uygulamalarının uyarlanmasıdır.
Bu haliyle İslami bankacılık, faizsiz kapitalizme kapıları açacaktır. Gene de bazı Müslümanlar ribanın makul sınırlarda bir faizi de kapsayıp kapsamadığını sorgular. Bu liberal yorum, 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında şeyhülislam olan Ebusuud Efendi, toplumun iyiliği için çalışan kurumların faiz almasına izin vermişti. Modern zamanlarda da ribayı yeniden yorumlayan bazı Müslüman bilginler var. Örneğin Minaret of Freedom Institute’dan lmad-ad-Dean Ahmed, riba teri minin aslında herhangi bir ticari malın peşin satışından elde edilen insafsız kar veya paradan alınan fahiş oranda faiz anlamına geldiğini ve piyasanın gerektirdiği oranda faiz almanın riba sayılmaması gerektiğini ileri sürmüştür.
Faize izin verilsin ya da verilmesin, İslam’ın ticarete karşı tari hi ve teolojik tutumu kuşkusuz pozitiftir. Maxime Rodinson’un da belirttiği gibi İslam’ın kapitalizme temelden karşı olduğu iddiası yalnızca bir efsanedir.
Sentez
Öyleyse Seyyid Kutub gibileri tarafından tasavvur edilen “İslam ve kapitalizm arasındaki çatışma” savı nereden kaynaklanıyor?
Cevap, bugünün birçok tutucu Müslümanı arasında da varlığını sürdüren Ortaçağ sonu İslam düşüncesinin çileci karakterinde ve de İslami radikalizmin İslami olmayan kökeninde yatıyor olabilir. İslami radikalizm, temel amacı bir sosyo-politik sistem kurmak ve bu sayede Batı’ya meydan okumak ve onu mağlup etmek olan sömürge karşıtı bir hareket olarak doğmuştur. Batı demokratik bir kapitalizm üzerine inşa edildiği için, İslami radikaller, ona karşı çıkanların da alternatif bir siyasi/ekonomik vizyona sahip olmaları gerektiğini ile ri sürerler. İşte bu sebeple radikal İslam’ın Kutub ve Mevdudi gibi kurucu babaları görüşlerini; zamanında Japon faşistlerini, Nazileri, Kızıl Kınerieri ve günümüzde de El-Kaide ve benzerlerini etkileyen ve Heidegger’in Batı’ya karşı eleştirilerinden esinlenen, Ian Suruma ve Avi Margalit’in “oksidentalizm” olarak adlandırdıkları bir ideolo jiden ödünç almışlardır.
Ancak hayatları “oksidentalizm” etrafında değil de bireysel din darlık ve tabiatlarının gereği olarak iyi bir yaşam arzusu etrafında şekillenen diğer Müslümanlar içinse demokratik kapitalizm, ideal bir seçim olarak öne çıkmaktadır.
Bu fenomenin çarpıcı örneklerine geride bıraktığımız yirmi yıl da Türkiye’de rastladık. Türkiye İslam dünyasının en zengin ülke si değil ama en gelişmişidir. En zengin Müslüman ülkeler petrol sahibi Arap ülkeleridir; ancak petrolden elde ettikleri dolariara rağmen sosyal açıdan modernleşememiş ve kabile devleti olarak kalmışlardır. Petrol zengin eder ama ne yazık ki modernleştirmez. Modernizm; organizasyon, düzen ve hedeflere ulaşmak için risk alma yoluyla ulaşılan bir akılcılık vasıtasıyla elde edilebilir. Bunu gayet iyi anlayan merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal, “Petrolümüz olmadığı için şanslıyız; bu yüzden para kazanmak için çok çalışmaya mecburuz,” demişti.
Özal Batı yanlısı bir siyasetçi ve aynı zamanda dindar bir Müslümandı. Özal’ın 1980’lerdeki yenilikçi, Reagan tarzı reformları, Türk ekonomisini yarı sosyalist bir yapıdan kapitalizme taşıdı. Bu yeni ortamda Anadolu’nun muhafazakar kitleleri, gerçekleştirecekleri sosyo-ekonomik patlamaya izin veren çok verimli bir alan bulmuş oldular. Sonraları bu muhafazakar işadamları, ticaretteki baş döndüren başarılarından dolayı “Anadolu Kaplanları” olarak adlan dırılacaklardı. Böylece onlar, uzun zamandır var olan, ayrıcalıklı, oldukça laik ve kibirli İstanbul burjuvasıyla rekabet eden yeni bir sınıf kurdular.
Avrupa İstikrar Girişimi (ESI) (Berlin kaynaklı bir think-thank) 2005 yılında Anadolu kaplanlarıyla ilgili geniş kapsamlı bir araştır ma yaptı. Kayseri’de yüzlerce muhafazakar işadamıyla görüştüler. “Türk islamı içerisinde, bireysel ve ticaret yanlısı akımların önem kazanmaya başladığını” ve Müslüman girişimcilerinin eliyle “sessiz bir İslam devriminin” yaşanmakta olduğunu keşfettiler. Bu dindar kapitalistleri tasvir etmek için kullandıkları terim ise raporlarının başlığıyla aynıydı: İslami Kalvinistler.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Türkiye’deki İslami Kalvinizmin yükselişinin siyasi bir yansıması olarak görülmektedir. Pek çok AKP üyesinin ticari bir geçmişi vardır ve parti ta ilk gününden bu yana ticaret yanlısı bir tutum sergilemiştir. Erdoğan, İsrail de dahil olmak üzere tüm ülkelerden gelen yabancı yatırımları kabul etmekten çekinmez. Uluslararası bir konferansta; Erdoğan, Arap liderlerini faizle ilgili İslami yasağı yeni den tanımlamaya çağırdı ve İslami bankacılık sisteminin Müslüman dünyanın gelişiminin önündeki bir engele dönüşmemesi konusun da uyarılarda bulundu. Müslüman liderlerden, uzmanlardan ve entelektüellerden bu tip sesler yükseldikçe Orta Doğu’da daha serbest pazarlar (ve elbette fikirler) neşvünema bulacaktır.
İnatçılık
Hala birçok Müslüman kapitalizmi hor görüyor ve onu İslam’a ters ve yıkıcı bir şey olarak nitelendiriyor. Müslüman çevrelerdeki antikapitalist söyleme baktığınızda, bu söylemin Batı toplumlarındaki cinsel serbestlik, fuhuş, uyuşturucu, suç ve bencillik üzerine odaklandığını görürsünüz. Oysaki bunlar, kapitalizme özgü kavramlar değildirler ve varoluş sebepleri kültürel materyalizm (sadece maddi şeylerin önemli olduğunu savunan bir düşünce tarzı) ile daha iyi açıklanabilirler. Kapitalizmden nefret eden pek çok Müslüman, aslında onu materyalizmle karıştırmaktadır.
Bu kaygılı Müslümanlar, Batı’daki pek çok samimi serbest piyasa taraftarının aynı zamanda dini inanç, aile değerleri ve bunların toplum hayatındaki olumlu rollerinin sıkı savunucuları oldukları nı öğrenince epey şaşırıyorlar. Ne yazık ki demokratik kapitalizmin Yahudi-Hıristiyan değerleri ile birleşimi, İslam dünyasında pek az bilinen bir mevzu. Kilise ve hayır kurumlarının Amerika’sı küresel medyada yeterince tanıtılmamakta… Böyle olunca da, birçok Müslüman ortalama bir Amerikalıyı, MTV ve Hollywood’un tanıttığı gibi vurdumduymaz ve zevk düşkünü zannediyor.
Başka bir deyişle kapitalistlerin hepsi, sadece servet peşinde koşan, gözlerini hırs bürümüş insanlar değildir. Müslümanlar bu gerçeği fark ettikleri ölçüde toplumlarını ekonomik gelişmelere açmaktan korkmayı bırakacak ve şu Kur’an emrini hatırlayacaklar: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın! Allah’ı çok anın ki kurtuluşa erebilesiniz.”
Sermayeyi ahlaki yollardan aramak, onunla nefret dolu bir sa vaştan daha barışçıl bir yoldur ve üstelik bu şekilde dünya, çok da ha güvenli bir yer haline gelecektir.
Mustafa Akyol
Bu yazının telif hakları Ufuk Yayınları’na aittir. İzin almaksızın kullanılamaz.
Yorum Yazın