Geçtiğimiz günlerde meslektaşım Ilan Pappe ile Filistin üzerine bir konferansa katılmak üzere Mexico City’deydik. Tüm dünyada gerçekleşen son mezalimden haberdar olarak birlikte geçirdiğimiz unutulmaz birkaç gün boyunca (Filistin’deki Siyonist yerleşimci kolonisinin alışılmış hilekârlıkları hakkında sırayla yaptığımız konuşmalar arasında), belki de hatırladığım en unutulmaz cümle, Ilan’ın atıfta bulunduğu ortak arkadaşımız, ünlü Hint bilim insanı Marksist Aijaz Ahmed’in bir zamanlar ona söylediği, “bir millet olarak tek tarihî başarısızlığımız 200 yıllık İngiliz sömürgeciliğinin ardından, İngilizlere nasıl yemek pişirileceğini öğretememektir!” cümlesidir.
Bu unutulmaz cümleden kısa bir süre sonra, İngiliz ve diğer Avrupa aristokrasilerini öven, bu kez İngilizlerin “çay” dedikleri mutfak faciası hakkında, “İngiltere’nin çay takıntısının arkasındaki gerçek hikâye” başlıklı, tipik bir zevksiz BBC haberine denk geldim.
“Düşünebildiğiniz en İngiliz-İngiliz kişiyi hayal edin” şeklinde, yazı başlıyor. “Şimdi, nasıl bir resim hayal etmiş olursanız olun, kesinlikle eminim ki bu kişi, gergin bir üst dudak ve elinde bir fincan çay ile eksiksiz hale gelmekte”. Biçimsiz dilbilgisi diyebilirsiniz, ama asıl nokta ortada; çayın kökeni gerçekten de Çin olabilir, ancak çayı İngiltere’de popüler hâle getiren Portekiz kralı IV. John’un kızı, Braganzalı Catherine’di. Makalenin tamamı, çayın etrafında dönen İngiliz emperyalizminin oldukça çirkin küresel tarihini gizleyen İngiliz aristokrasisi hatıratının saçma bir ürünü.
Lafı Dolandırmayalım
Öncelikle, hadi çayı konuşalım. İngilizler nasıl çay demleneceğini bilmiyorlar. Onların “çay” dediği şey bir kandırmaca. Bunu kibar söylemenin bir yolu yok. Çay demlemek konusunda berbatlar, o kadar. Evet, “beş çayı” dedikleri şeyin etrafında inşa ettikleri şatafatlı bir merasimleri var, ama ritüelin merkezinde, hakkındaki en basit gerçekleri bile anlamadıkları güzel ve mucizevi bir bitkiyle yaptıkları saçma sapan bir felaket durmakta.
Henry James, Bir Kadının Portresi’nde, “Hayatta, beş çayı olarak bilinen merasime adanan saatten daha fazla hoşa giden çok az saat vardır.” der, meşhur bir şekilde. Belki de öyledir – ki Japon Çay Seremonisi / Çay Usulü mutlaka daha da zarif ve asildir. Öyle olsa bile, çay etrafında dönen İngiliz yapmacıklığı, kesinlikle sefilce suistimale uğrayan yaprakları hiçliğe varacak derecede katletmelerinden dolayı değil, Henry James ve diğerlerinin bu merasim etrafında inşa edilmesine yardım ettiği edebi auradan dolayıdır.
Şüphesiz, İngilizlerin çay düşüncesi için küresel bir utanç oldukları gerçeğine dikkat çeken ilk kişi ben değilim. “Çay boktan”. Bunu ben demiyorum. Başka insanların mutfak alışkanlıklarıyla ilgili asla böyle bir şey söylemem, ne kadar berbat olsalar da. Bu ifade yazar Joel Golby’nin. Kendisi ortaya çıkıp, İngilizlerin çay dedikleri şeyi “ulusal bir utanç” ilan eden, kendi “çaylarının boktan” olduğunu tüm dünyaya itiraf eden gerçek bir İngiliz. Daha ayrıntılı olarak:
Bunu İngiltere’de yeterince incelemiyoruz. Çayın güzel olduğunu düşünüp, öylece oyalanıp duruyoruz. Ama çay güzel değil. Hayatın tüm sorunlarına bir ilaç gibi sunulan, bir fincan ılık yaprak suyu sadece. Gözünüzün önünde bir trafik kazası olduğunda ya da size ölümcül bir teşhis konduğunda veya yürüyüşe çıktığınızda, yağmur yağmaya başlayınca, “güzel bir fincan çay” der, insanlar. Mafya sizi kaçırıp, özgürlüğünüzü kazanmanız için silahla birini öldürtse ya da sınavda çok kötü yapmış olsanız, biri çıkıp “Sana güzel bir fincan çay vereyim” der.
Peki sorun ne, İngilizler nerede hata yaptılar da çayı lezzetsiz biçimde suistimal ettiler? Şimdi sıra geldi usulleri saymaya!
Çay, sevgili arkadaşlar, mucizevi bir iksirdir ve mükemmel şekilde demlenirse, insan yüzünün fizyonomisinden oluşur. Böylece, Tanrı vergisi özelliklerini açığa vuracak, en değerli beş duyumuzun üçünü baştan çıkaracaktır. Mükemmel demlenen bir çay, insan yüzündeki nizamı takip ederek, yüzümüzün üst kısmında, görmek için yaratılmış gözlerimizdeki görme ihsanı ile başlar, aromayı koklamak için ortadaki buruna inerek, damağımızın hazine dairesini bilgilendiren tat alma duyumuzun olduğu dudaklar ve ağız ile sona erer.
Küçükken, rahmetli anneme Hacı Abduh’un (ikisi de huzur içinde yatsın) Ahvaz’daki bakkalına eşlik ettiğim zamanlardan beri, bu dünyevi ikametgâhtaki hiçbir çayın renk, aroma ve tat şeklindeki bu üç özelliği bir arada taşımadığını biliyorum. Bu yüzden, güzel bir çay en az üç çeşit çaydan mantıklı bir şekilde yapılan karışım bir çaydır.
Postkolonyal Bir Çay Kuramına Doğru
Daha açık konuşayım; güzel bir fincan çay düşünün. Bu fincanla ilgili ilk fark edeceğiniz şey nedir; tabii ki muhteşem yakut rengi. Bu, İngilizlerin şeffaf olmayan o saçma fincanlarında çaylarını içerek korkunç şekilde ihlâl ettikleri ilk çay kanunudur. Düzgün bir fincan çay, her medeni Hintli, İranlı, Türk ya da Orta Asyalının size söyleyeceği gibi, şeffaf bir fincana dökülmelidir. Çayınızdan zevk almaya önce ona bakarak, adeta o mucizevi kıpkırmızı rengini “içerek” başlarsınız. Sonra, içmek için şeffaf fincanı yüzünüze yaklaştırdıkça fincan, aromayı (burun) ve nihayetinde çayın tadını (ağız) coşturur.
İşte karşınızda İngilizlerin sonraki faciası; sefil çaylarını süt ile boğmak! Tam bir dehşet! Her nezih çayın zarifçe bir araya gelen renk, aroma ve tat kısımlarının tümünü, süt aynı anda edepsizce yok eder.
Cömert Al Jazeera editörlerimin bana sağladıkları birkaç değerli kelime, çayı aslında ağzınızın köşesine stratejik bir şekilde yerleştirdiğiniz, dişleme (kıtlama) veya ghand-pahlo denen, küçük bir parça küp şeker eşliğinde içtiğiniz zamanki en değerli anlar hakkında ayrıntılı konuşmama yetmiyor. Bu, İngilizlerin içtikleri zavallı çayı acımasız kaşık dolusu şekerle ağzına kadar doldurup zehirleyerek işledikleri cani hunharlığın tam bir anti-tezidir.
Çay içmenin tüm zevki, her Türk, Rus, İranlı veya Orta Asyalı çayhane ustasının size söyleyeceği gibi, diplomatik olarak ağzınızın içinde gerçekleşen, çayın acılığı ve şekerin tatlılığı arasındaki barışçıl, işbirlikçi ve enfes birlikte var olma müzakeresinin seçkin nezaketidir. Donald Trump, Benjamin Netanyahu ya da Theresa May’i, ağzınızda muhabbet eden çay ve küp şeker arasındaki barışçıl birlikte yaşamanın olağanüstü duygusunu anlamaya çalışırken hayal edebiliyor musunuz? Tabii ki hayır. Onlara dişleme nedir diye sorun, Fransız kalırlar.
Çayın Sömürgeyle Boyanması
Peki “ters giden neydi” – meşhur Siyonist, Oryantalist Bernard Lewis’in diyeceği gibi. İngilizler nasıl oldu da zavallı çayları ile kalakaldılar?
İngiliz çayının tarihi saçma bir aristokratik evlilik ile değil, kölelik ile başlar. Keskin bir gözlemci yakın zamanlarda, NPR (National Public Radio)’da “Çay nasıl İngiltere’nin sıcak içecek tercihi olarak ortaya çıktı” diye sordu ve yerinde bir gözlemi ortaya attı: “Çay şeker ile tanıştı ve tarihin gidişatını değiştiren iktidar çifti ortaya çıktı. Moda, sağlık trendleri ve küresel ekonomi tarafından şekillendirilen bir evlilikti bu. Böylece, tatlandırılmış çaya artan düşkünlük insanlık tarihindeki en kötü felaketlerden birini körükledi: köle ticaretini.”
Amerikan kolonileri İngilizlere karşı isyana başladıklarında, ilk ayaklanmalarını “Çay Partisi” olarak adlandırdılar. Yerli Amerikalıların kılığına girerek, meşhur Doğu Hindistan Şirketi’nden Amerikan kolonilerine gönderilen bütün bir gemi dolusu çayı Boston Limanı’na döktüler. Ama tam da bu Amerikan devrimi, gerçek Yerli Amerikalıları soykırıma uğratacak, hatta Afrikalıların köleleştirilmesinde daha da kanlı bir bahse doğru yozlaşacaktır.
Çayı Boston Limanı’na dökülen aynı Doğu Hindistan Şirketi, Hindistan’da yetiştirdiği afyon ile yapılan yasadışı ticaret yoluyla elde ettiği parayla Çin’den ithal çay almaktaydı. Böylece İngilizler saldırgan bir biçimde, Hindistan kolonilerinde istismar edilen işgücü ile Çinlileri madde bağımlılarına dönüştürdüler. Piçliğin alçaklığını düşünebiliyor musunuz! İngiliz sömürgeciliğinin dünyaya yaşattığı, kelimelerin ötesinde bir salgın, cani bir musibetti. Çinliler bu yasadışı kaçakçılığı durdurmaya çalıştıklarında Büyük Britanya, Çin ile sözde “Afyon Savaşlarına” girdi.
Çay tarihçileri şöyle anlatırlar: “Çay ve şekerin iktidar çifti olarak yükselişi İngiliz hükümet hazineleri için bir lütuftu. 1700’lerin ortalarına kadar, çay ithalatı toplam vergi gelirlerinin onda birine denk geliyordu”. Aynısı şeker için de geçerli: “Bir analize göre… 1760’ta şeker ithalatına uygulanan yıllık vergiler ‘donanmadaki tüm gemilerin bakımını ödemeye yetecek kadardı’… Bu çay-şeker paraları İngiliz donanmasına daha iyi gıda maddeleri temin edilmesine yardımcı oldu… ve bu donanma İngiliz kudretini yerkürenin her ucuna dağıtmak için kilit roldeydi. İngiltere’nin 19. yüzyılda başlıca sömürge gücü olmasını sağlayan da İngiliz donanmasının bu hakimiyeti olmuştur”.
Bu korkunç İngiliz “çayının” bedeli ne oldu? Bu bedelin insani sefalet ile ölçülmesi gerekecektir. “Söz konusu çay modası, şeker saldırı altındayken ve gözden düşmeye başladığı sırada ortaya çıktı. Bu tatlandırıcı için yeni ve uzun süreli bir kullanım yaratan çay, Batı Hint adalarından gelen şekere olan talebin artmasına yardım etti. Ve gerçekten de oralardaki köleliğin yayılmasını desteklemeye devam etti”.
Tüm dünyadaki bu cani suçlardan – çalma, yağmalama, köle ticareti, doğal kaynaklarını soymak için insanları toplu katletme – sonra, İngilizlerin kalakaldıkları şeye şaşırdınız mı? O çayı içmek günahlardan arınmak için bir acı çekme eylemi, İngilizlerin tüm dünyaya yaptıkları için adil bir cezalandırmadır. O lanetli fincandan aldıkları her yudumda bu dünyada yaşattıkları terörün kefaretini ödüyorlar.
This article was originally published at Al Jazeera.
Çeviri: Zülal Zengin
Sosyal Bilimler / Çevirmen
zulal.zengin@sosyalbilimler.org
Kaynak: Hamid Dabashi /Al Jazeera
How British Colonialism Ruined a Perfect Cup of Tea
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.