Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelmiş ya da gelmekte olan toplumsal dönüşümleri anlama uğraşı, hiç kuşkusuz hem tarihin hem de diğer sosyal bilimlerin konusu olmuştur. Yine hiç kuşku yoktur ki Endüstri Devrimi sonrasında -özellikle Batı Avrupa’da- piyasa ve üretim ilişkilerindeki değişme ile beraber bir 19. Yüzyıl fenomeni olarak ortaya çıkan işçi sınıfının kökenlerini aramak birçok tarihçinin ve ideoloğun giriştiği bir eylemdir.
Öncelikle bir işçi sınıfından ziyade “sınıf” kavramının ne olabileceğine eğilmek gereklidir. Sınıf kavramının kökenine dair en erken kullanımlardan birisi 1832 yılında çıkarıldığı mahkemede, yargıcın kendisine yönelttiği “Etat’nız [1] nedir?” sorusuna “Proleterim[2]” cevabını veren Fransız sosyalist-devrimci Auguste Blanqui’dir. Ardından şöyle devam etmiştir:
Benim gibi proleter olan otuz milyon Fransız’a, yaşamaya hakları olduğunu söylediğim için suçlanıyorum … Bizim rolümüz önceden yazılmıştır; iddia makamının rolü ise ezilene uygun olan tek roldür.[3]
Proletarya kavramının bu kullanımı aslında 19. yüzyıl gibi geç bir tarihte olmasına rağmen kökeni Roma’ya kadar dayanmaktadır. Buradan şu sonuç çıkmaktadır ki sınıfın kendisi daha sonradan üretilmiş bir şey değildir. Kavramın kendisi, bir sınıfın tarihini yazarken nereden başlanacağı sorusuna ışık tutabilir. Tarihin tek özneden ibaret olmayıp örneğin işçi sınıfının yalnızca Endüstri Devrimi’nin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve bir durukluğu[4] karşılayan anlatımın sorgulanması açısından E.P. Thompson tarihçiler için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Orijinal ismiyle The Making of the English Working Class adıyla 2002 tarihinde yayımlanan ve Türkçeye Uygur Kocabaşoğlu tarafından kazandırılan İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu adlı eser, E.P. Thompson’ın bir sınıfın tarihini yazarken nasıl bir perspektiften bakılacağına dair son derece iyi bir alternatif sunmaktadır. Şöyle der Thompson:
“Sınıf, insanların kendi tarihlerini yaşarken kendilerinin tanımladığı bir şeydir ve sonuçta sınıfın nihai tanımı budur.”[5] Aslında Thompson burada sınıf kavramından hareket ederek insan davranışıyla ilgili çıkarsamalar yapmak yerine, insanın kendisinden ve onun davranışlarından yola çıkarak sınıfın oluşumunu incelemeye çalışmayı daha anlamlı bulmaktadır. Kitabının girişinde İngilitere’de piyasa ekonomisinden önceki geleneksel ekonominin hala devam ettiği fakat ekseriyetle birincisinin lehine doğru gelişen üretim ilişkilerinin ortaya çıkardığı Yazışma Dernekleri’nin[6] 1792 yılındaki “ana kuralları”ndan alıntı yapar. Yazışma Dernekleri, belirli bir amaç uğrunda toplanan ve sayıları gittikçe fazlalaşan işçilerin kendilerini gerçekleştirmeye yönelik attığı en büyük adımlardan birisidir. Nitekim Thompson’ın da belirttiği gibi bu derneklerin amacı, işçilerin parlamentoda kendilerinin temsil edilmesini sağlamaktır. Bu amaca paralel olarak bir işçi olan Thomas Hardy’nin kendisi tarafından yazdığı anılarda bu toplantıları tasvir edişi şöyleydi:
… Onları bir araya getiren mesele, bu kalitede adamlarca istişare edilecek ve halledilecek önemli konu, ortaya atıldı: Parlamento Reformu.[7]
Yazışma derneklerinde yapılan bu toplantılar, Thompson’ın harekât noktası olmuştur. Çünkü bu derneklere katılımın tek ölçütü herhangi bir cürüm nedeniyle akli ehliyetini yitirmemiş, her yetişkin insanın bir Parlamento üyesi için oy kullanmasına olan inancıydı. İşçiler kendilerinin bu hakka sahip olmaları gerektiğine ve krallığın refahının ancak bu şartlar doğrultusunda gerçekleşeceğini savunmuşlardır.[8] Yaşanan bu hadiselerden sonra ayakkabıcı Thomas Hardy’yi vatana ihanetten dolayı tutuklamışlardır. Burada dikkati çeken nokta şudur ki ne Hardy ne de onun en yakın arkadaşı olan John Thelwall 19. Yüzyıl fenomeni olarak bilinen “işçi sınıfı”nın içerisinde olup, kitlesel üretimde emeğini satan kişiler değildi. Onlar sıradan esnaf, dükkancı ve teknisyen gibi çeşitli meslek gruplarına ayrılmış kişilerdi lakin bu insanların bir amaç doğrultusunda sınıf temelli bir birlik oluşturmalarına engel değildi. Nitekim Marx, Kapital’in III. Cildinin son bölümünde sınıf kavramının ne olmadığını açıklarken kullandığı sermaye, toprak ve emek üçlüsünün bir ilişki olarak anlaşılması gerektiğini ve onun kendisinin bir “şey” olmadığını vurgular. Yani toplumsal sınıf denilen şey üretim ilişkileri içerisindeki yerlerine göre belirlenir. Bu da bilindiği gibi sermaye ve emek çatışmasının başlangıcıdır. Fakat burada Marx’ı hem olumlayan hem de olumsuzlayan birkaç sonuç meydana gelmektedir. Olumlayan şey üretim ilişkileri içerisinde olan John Thelwall ve Hardy gibi esnaf ve zanaatkârlardır. Olumsuzlayan ise Thompson’ın gösterdiği gibi bu insanların sermaye ve emek çatışmasından çok, kendilerini parlamentoda temsil etmek istemesiyle bir araya gelerek kurdukları derneklerdir. Thompson’ı özel kılan ve belirli bir sınıfın tarihini ele alırken özneleri -sınıfın kimlerden meydana geldiği, nerelere gittiği veya hangi mesleklerde çalıştığı gibi- yani insanların kendilerini yok saymadan metnini inşa etmesidir.
Çeşitli mesleklerden gelen bu işçiler kısa sürede İngiltere’nin birçok bölgesine yayılarak hak iddialarını sürdürmekteydi. Londra yazışma dernekleri 1793 yılında bir uçta kendi kendini yetiştirmiş kalfanın, matbaacıyla, dükkancıyla, oymacıyla ya da genç dava vekiliyle bir arada bulunduğu Piccadilly, Fleet Street ve Strand’ın kahvehane, taverna ve Muhalif Kiliselerine değin ulaşıyordu. Öteki uçta, nehrin doğusunda ve güneyinde daha eski işçi sınıfı topluluklarıyla, sahil işçileri, ipek dokumacıları ile iletişime geçiyordu.[9] Burada gözlemlenen en mühim şey şüphesiz Londra’nın işçilere ulaşmakta oynadığı merkezî roldür. İngiltere’nin taşra ve diğer merkezlerine göre Londra’nın erken tarihlerde bu tarz örgütlenmelerin başkenti olmasının sebebi ise tahmin edilebileceği gibi oranın üretim-tüketim ilişkileri açısından oldukça yoğun olması ile ilintilendirilebilir. Bu örgütlenmeler Hardy örneğinde olduğu gibi krallık tarafından oldukça ürkütücü bulunuyordu ve bir an önce önlemin alınması gerektiğine dair parlamentodan yükselen sesler bunu kanıtlıyordu. 1797’de, “onların -yani alt tabakaların- işlere karışmasıyla çılgınca işler olacak ve ister özel mülkiyet, isterse kamusal özgürlükten yana şimdi elimizde ne varsa, yasa tanımaz çılgın ayak takımının insafına kalacak” diyordu C. Wyvill.[10]
Thompson tüm bu çıkarımların yanında dinin belirleyiciliğini kullanarak aslında Marksist çizgiden kendini ayırmıştır. O, Erastianizm[11] ve Test and Corporation Acts’ı[12]eleştirenlerin bilakis bu alt tabakalardan gelen işçilerin geneli itibariyle Nonkonformist[13] olmasına dikkat çekmiştir. İşçilerin kendisini yarattığı bu tarihsel süreç içerisinde etkinlik derecesi önem arz eden dinsel kimliklere göre hareket etme meselesi Thompson’ın belirtmek istediği bir diğer husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Thompson’ın belirttiği gibi bu İngiliz toplumunda “karşı koymacı” geleneğin doğuşudur. Sonuç olarak İngiliz işçi sınıfının oluşumu, bizzat onların kimliklerinden, dinsel bağlarından, mesleklerinden vs. gibi gerçekliklerden yola çıkarak anlatılmaya çalışılmış ve yazımın başında belirttiğim gibi bir sınıfın tarihinin nasıl yazılabileceğine dair güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Son tahlilde belirtilmesi gereken E.P.’nin niçin “tarihsel bilgi” yi ve “deneyim” olgusunu kullanarak bir çalışma yapmış olmasıdır. Thompson’ın “Teorinin Sefaleti: Hatalı Bir Devridaim Makinesi” adlı ünlü eleştirisi aslında bu konuda oldukça aydınlatıcıdır. Bilindiği gibi tarihsel bilginin mümkünatının olmadığı görüşü Karl Popper’ın “Açık Toplum ve Onun Düşmanları” adlı eserinde işlenmişti. Karl Popper’ın tanımı şöyleydi:
“Bir bilgi nesnesi olarak “tarih” yoktur. Ancak güncel konumları nedeniyle bir takım değer yargıları edinmiş olan tarihçilerin, kendi ilgi duydukları konulara göre seçip oluşturdukları sonsuz sayıda “tarihler” vardır. Dahası tarihçi kendi anladığı biçimde tarihi yazarken kendi değer yargılarına uyan olaylar ve belgeleri seçip kullanacaktır.”[14]
Popper, bu şekilde bir yorum veya bakış açısının sunulmasının “meşru” olabileceğini ama bunun doğru tarihsel bilgiyi oluşturduğunu söyleyemeyeceğini belirtir. Thompson’ın bu yoruma verdiği cevabı ise oldukça açık ve dürüsttür:
“Tarihçinin çalışmasının her anında, değer yargılarıyla dolu bir insan olarak problemler öne sürüp, tarihsel belgeleri değerlendirir, değer yargısız bir biçimde çalışmak imkansızdır.” Ardından Popper’ın doğru bir saptama yaptığını ne var ki bunun nesnel tarihsel bilgi oluşturma çabasıyla çelişmediğini belirtir.[15]
Daha sonrasında Fransız ideolog Louis Althusser’in “Kapital’i Okumak” ve “Marx İçin” adlı çalışmalarında dile getirdiği gibi tarihsel bilgi tamamıyla sübjektif olup ideolojinin başka bir biçimidir tanımlamasını eleştirir. Çünkü Althusser için tarihsel incelemeye değer yargıları sokulduğu ve ampirik araştırma yapıldığı anda “ideolojinin” dünyasındayızdır. Dolayısıyla hem tarihsel bilgi hem de tarihsel süreç içerisindeki “insanlar” Althusser ve diğer yakın düşüncedeki Perry Anderson’a göre sadece “ekonomi-politik” çerçevesinde sınırlandırılan indirgemeci bir anlayışın temsili anlamına gelir. Thompson işte bu görüşlere karşı çıkarak aslında İşçi Sınıfı denilen sınıfın kendi kendini oluşturduğu tezini savunur ve bunun için The Making terimini kullanır. Yine bu düşünceye paralel olarak mekanik indirgemeciliğe karşı şöyle ilginç bir örnek kayda geçirir. Örneğin çağdaş bir kadın işçi düşünelim, kadın bir fabrikada çalışmaktadır, İngiliz Kilisesi mensubu ve İşçi Partisi üyesidir, özel hayatı, kocası ve aşığıyla yaşadığı sorunlar yüzünden karmaşık bir haldedir. Tam bir sinir krizinin eşiğine gelmişken bir şey olur. Çalıştığı fabrikadan militan bir işçi okuması için ona Althusser’in kitaplarını verir. Kadın okudukça bunalır ve sonunda patlar: “Ben Tanrı’nın belası bir ŞEY değilim” diye haykırıp kitabı ustabaşına fırlatır, arkadaşlarına grev çağrısında bulunur ve hayatıyla ilgili bir dizi radikal kararlar alır.
Thompson verdiği örnekteki kadına benzeyen pek çok insan tanıdığını da eklemektedir. Tanıdığını söylediği şey, deneyimler ve bu deneyimlerin yaşanış biçimidir. Özellikle Althusser’i eleştirirken vurgulamak istediği şey ise sınıfın “yapısal bir konum” olarak ele alınmasının oluşturduğu “mantıksal deli gömleğinin” yarattığı sorunlardır. Böylece “History from Below” ekolünün diğer mensuplarının paylaştığı ortak görüş belirlenmiş olur; sınıf kendi tarihlerini yaşayan insanlar tarafından tanımlanır ve en son analizde bu onun biricik tanımıdır. Bu görüş akımın diğer babaları tarafından yani Eric Hobsbawm ve Christopher Hill tarafından da kabul edilmiştir.
Öyleyse İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu’nun yazılış aşamasında hangi fikirlerin egemen olduğunu anlamak artık çok da zor değildir. Çünkü bu sınıf bir tarihsel sürecin ürünüdür ve toplumsal bilincini yalnızca üretim ilişkilerinden değil, daha öncede belirtildiği gibi birtakım gerçekliklerden yani dinsel, sosyal vb. “gerçekliklerden” kazanır. E.P. Thompson bu konuda oldukça özetleyici bir tanım verir:
Tarih bir modele indirgenemez, eskiden olmuş her şey tarih olarak kalmalıdır. Tarihsel kanunlar yoktur, ancak tarihsel süreçlerin bir mantığı vardır.
Bu tanım mühimdir, bizzat Althusser ya da Perry Anderson’ın yaptığı tarihi modele indirgeme uğraşına karşı verilmiş bir cevaptır. Bundan başka belirtilmesi gereken önemli bir husus da Althusser’in Kapital’i referans alarak kendi düşünce sistemini inşa etmesidir. Thompson’a göre Kapital, kapitalizmi değil sermayenin mantığını inceleyen bir çalışmadır. Kapital aynı zamanda bir tarih sezgisidir. Buna rağmen bu tarih sezgisi kuşkusuz öğretici değerlere sahip olan bir “model” e indirgenerek tarih dışı iktisadi yasalara boyun eğdirilmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi Thompson, hayatının büyük bir bölümünü bu ekonomi-politik indirgemeciliğin tarihi işgal etmesine karşı verdiği entelektüel bir muharebe ile geçirmiştir.
Gökhan Toka
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
Kaynakça
[1] Etat (Fransızca): Etat, günümüzde devlet anlamını karşılasa da XIX. Yüzyıla kadar toplum içerisindeki tabakalar için kullanılır. Aynı zamanda Fransa’da Etat Generaux yani Tabakalar Genel Meclisi adında bir meclis de vardır. En meşhuru Fransız Devrimi öncesinde Kral XVI. Louis tarafından toplanmıştır.
[2] Proletarya (Lat.): Roma İmparatorluğu’nda toplumun sınıflandırılmasında en alt sınıf olarak zikredilen altıncı sınıftır. Tek vasfı çocuk yapmak, çocuğundan başka bir şeyi yani herhangi bir mülkü bulunmayanları tanımlar. Proles sözcüğünden türemiştir.
[3] Bu alıntı 21 Aralık 2017 tarihinde, Yrd. Doç. Levent Kavas’ın konuk olduğu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Bölümü bünyesinde gerçekleştirilen “Devrimin 100. Yılında Devrim&Marx Konferansları–IV.” adlı konferanstandır.
[4] Durum olarak diğer dillerde kullanılan bu kelimeye örnek olarak; Status, Etat, Statische.
[5] E.P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, (çev. Uygur Kocabaşoğlu), Birikim Yayınları, İstanbul, 1. Baskı:2004, s.42.
[6] Yazışma Dernekleri: 1700’lü yılların sonunda oy hakkı için mücadele etmek amacıyla kurulan ve mektuplar aracılığıyla birbiriyle haberleşen dernekler.
[7] E.P. Thompson, age, s. 49.
[8] E.P. Thompson, age, s.50.
[9] E.P. Thompson, age, s.52-53.
[10] E.P. Thompson, age, s.57.
[11] Erastianizm: XVII. yüzyılda, Kilisenin devlete bağımlı olmasını savunanlarca itibar gören terim.
[12] Test and Corporation Acts: XVII. yüzyılda tüm kamu görevlilerinin İngiltere Kilisesi’ne bağlı olmaları koşulunu getiren ve 1828 yılına kadar yürürlükte kalan yasalar.
[13] Nonkonformist: İbadetlerini Resmi İngiliz Kilisesi dışında sürdüren, başlıca Presbyterian, Independent ve Baptist mezhepler için kullanılan jenerik bir terim.
[14] Karl Popper, The Open Society and Its Enemies, London, 1962, s.265-68. (Bu referansı Teorinin Sefaleti’nin sonuna açıklayıcı bir yazı yazarak meseleyi derinlemesine inceleyen Serdar Turgut’un belirttiği şekilde aldım.
[15] E.P. Thompson, Teorinin Sefaleti, içerisinde.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.