“İfade özgürlüğü, kişinin fikir ve yorumlarını hükümet baskısı, sansür veya toplumsal yaptırım korkusu olmadan dile getirebilmesidir.” John Stuart Mill, Özgürlük Üzerine (1859)
Türkiye güzeli seçilen Itır Esen’in, 15 Temmuz hakkındaki tweetlerinin ortaya çıkarılmasından sonra tacının geri alınması, bizi bir kez daha “ifade özgürlüğü”nün tanımı konusunda düşünmeye sevk etmelidir. Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Itır Esen’in tweetleri, ifade özgürlüğü kapsamına fazlasıyla girer ancak bu konuda karnesi kırıklarla dolu Türkiye’nin bunu anlaması için daha çok yol alması gereklidir.
İfade özgürlüğü ile ilgili tartışmalar iki bin küsur yıllık olmakla birlikte, kavramın ciddi anlamda tartışılması 19. asırda gerçekleşmiştir. Devletin “sınırsız kontrol” iddiasında bulunduğu (ve bunu uygulamak istediği) bir dönemde İngiliz liberal John Stuart Mill “bireysel özgürlükleri” öne çıkarmakla kalmayıp, bunların devlet tarafından korunması gerektiğini dile getirmiştir. “İfade özgürlüğü” konusunda Eflatun’dan (Plato) Marx’a onlarca düşünür fikir beyan etse de, Mill’in Özgürlük Üzerine‘deki yazdıkları genelde ders kitabı tanımı olarak kabul edilir.
İfade özgürlüğü, kişi ve dönemden bağımsız olarak kutsanmak zorunda olan bir kavramdır. Toplumsal ilerlemenin başlıca aracı olan “değişim”in ve “doğru bilgi”ye ulaşmanın ifade özgürlüğü olmayan bir ortamda gerçekleşmesi pek mümkün değildir. Dünyanın düz değil de yuvarlak olduğunun dile getirilmesi, kadınlara oy hakkı sağlanması, köleliğin kaldırılması gibi bugün naiflik derecesinde basit gelen düşüncelerin hepsi, dönemine göre “aykırı” fikirlerin dile getirilebilmesi sayesinde hayat bulabilmiş ve değişime önayak olabilmiştir. Antik Yunan tanrılarına hakaret ettiği ve aykırı bir duruş sergilediği için Atina yargıçlarınca idama mahkum edilen Sokrat ya da güneş merkezli Kopernik kuramını savunmakta ısrar etmesi sonucu Katolik kilisesince aforoz edilen Galileo örneklerinden de anlaşılabildiği üzere, tarihin birçok döneminde insanlar, aykırı düşüncelerinden ötürü ciddi “bedel”ler ödemişlerdir.
Türkiye’nin (ve Türk’ün) ifade özgürlüğü ile imtihanı şimdiye kadar ne yazık ki son derece kötü neticeler vermiştir. Bunun başlıca sebebi, herkesin kendi “kutsal”larının olması ve herkesin her dönemde kendine göre bir “özgürlük” tanımı yapmasıdır. Halbuki ifade özgürlüğü, hukukun en temel unsurlarından biri olarak, kişi ve dönemden bağımsız olarak kutsanması gereken bir şeydir. Atatürk’ten Erdoğan’a uzanan bir çizgide devlet adamlarının “tanrılaştırıldığı,” Kanuni’yi haremde göstermenin “ecdada hakaret” sayıldığı, muhalif bir piyanistin RT (retweet) ettiği Ömer Hayyam mısraları nedeniyle yargılanıp cezasının ertelendiği, “Mustafa” filmini yapan Can Dündar hakkında suç duyurusunda bulunulduğu bir topluma ifade özgürlüğünün ne olduğunu anlatmak, göründüğünden daha zordur. Herkesin kendi belirlediği değerleri “kutsal,” kutsalına gelen her türlü eleştiriyi de “hakaret” sayması neticesinde, serbest tartışma ve eleştiri imkanı kalmamaktadır. CHP PM üyesinin “gittikçe otoriterleşen Erdoğan rejimi” ifadesinin “cumhurbaşkanına hakaret” sayılarak dava açılmasından1 rahatça anlaşılabildiği gibi, ifade özgürlüğünün kutsalların zırhına çarptığı toplumlarda her türlü eleştiri “suç” unsuru sayılabilmektedir ve bunun benimsenerek yaygınlaşması ciddi bir toplumsal sorundur.
İnsanların anlaması elzem olan -ve bir türlü anlamak istemedikleri- şey ifade özgürlüğünün, “başkalarını rahatsız edecek şeyleri söylemeyi” de içermesidir. Başka ne tür sorunları olursa olsun, nefret suçuna girmediği sürece kurucu babalardan İsa’ya, mevcut başkan Donald Trump’tan çeşitli kişi ve kurumlara kadar “kutsal” olan veya olmayan her türlü figüre hakaretin dahi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği ve örneğin bir talk showda Trump’a bizim rüyamızda bile göremeyeceğimiz bir şekilde hitap edildiğinde, hiçbir cumhuriyetçinin soluğu mahkeme kapısında almadığı ABD, bu konuda iyi bir örnektir. Elbette burada konu hakaret etmeyi istemek değil, herhangi bir kısıtlamaya veya “toplumsal lince” maruz kalmadan eleştiri özgürlüğünü sonuna kadar kullanabilmektir.
Itır Esen’in 15 Temmuz ile ilgili tweetlerinden ötürü Miss Turkey 2017 Komitesi tarafından tacının geri alınması, ifade özgürlüğüne saygı gösterilmediğinin ve bunun kurumsallaştığının en basit ve bariz örneklerinden biridir. Darbe girişiminden birkaç gün sonra Habertürk stüdyosunda aykırı görüş beyan ettiği için “demokrasi şenlikleri” söylemi eşliğinden programdan kovulan2 (ve görev yaptığı Marmara Üniversitesi’nce hakkında soruşturma açılan3) akademisyen Nurşen Mazıcı örneğinden anlaşılabileceği gibi, 15 Temmuz’u “ikinci kuruluş destanı” yapmak için bir hayli uğraşan Erdoğan iktidarı, kendi kutsalları olarak kabul ettikleri bu kavram dahilinde (başka birçok konuda olduğu gibi) aykırı görüş kabul etmemektedir. Itır Esen ile ilgili sosyal medyada yapılan onlarca yorumda da şehitlere saygısızlık ettiği dile getirilmiş, yarışmadan diskalifiye edilmesi onaylanmış, hatta bunun “suç unsuru” olduğunu söyleyerek emniyete ihbar tweeti atanlar dahi olmuştur. Sayıları birkaç elin parmaklarını geçmeyecek bir grup haricinde kimse, 18 yaşındaki bu kadının -toplumun geniş kesimini rahatsız etse de- bu tweeti atma hakkının olduğunu, aksini iddia etmenin “zorbalık” olduğunu savunmamıştır.
Yarışmada birinci seçilerek taç giymenin “temel bir hak” olmadığı, dolayısıyla yarışmayı düzenleyen kişi veya kurumların istedikleri kriterleri koyabilecekleri, eylem ve söylemlerini onaylamadıkları adayların durumlarını gözden geçirebilecekleri söylenebilir. Ancak önemli olan büyük resmi kaçırmamaktır: Itır Esen tweetinde CHP eleştirisi yapmış olsaydı, muhtemelen bugün hâlâ tacı kendisinde olacaktı. Kendisi, iktidarın “destan” muamelesi yaptığı sembolik bir olaya farklı yaklaştığı için dışarıda bırakılmıştır, bu da ifade özgürlüğü ile -dolaylı da olsa- ilgilidir.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye, Atatürk’ü eleştirmenin “hakaret” sayılarak cezalandırıldığı dönemlerden, bildiri imzalayan akademisyenlerin “ihanet”le suçlanarak baskı gördüğü günlere ulaşmış ama değişen pek bir şey olmamıştır. Hukukçu Gönenç Gürkaynak’ın deyimiyle Türkiye “bizim hassasiyetlerimizden arta kalan her ne ise diğerlerinin ifade özgürlüğü oralardadır” bataklığına saplanmış4 durumdadır ve yakın zamanda da çıkacak gibi gözükmemektedir. Itır Esen’in tacının geri alınması ise bunun en son ve canlı örneği olarak karşımızda durmaktadır.
Uğur Derin
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Dipnotlar
↵1 | “CHP üyesine, ‘gittikçe otoriterleşen Erdoğan rejimi’ cezası” Birgün, 16.02.2016, Link |
---|---|
↵2 | “Prof.Dr Nurşen Mazıcı Habertürk stüdyosundan kovuldu”, Cumhuriyet, 25.06.2016, Link |
↵3 | “Marmara Üniversitesi’nden Prof. Mazıcı’ya kınama”, Milliyet, 26.07.2016, Link |
↵4 | Gönenç Gürkaynak, “Sosyal medya ile Gezi’nin farkı yok”, Milliyet, 14.06.2013, Link |