A. Giriş
Anayasa başta olmak üzere resmi hukuki metinlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir özelliği olarak genellikle “hukuk devleti” terimi kullanılmaktadır. Yakın zamanlara kadar günlük dilde de aşağı yukarı aynısı geçerliydi. Başka bir ifadeyle, siyasi-hukuki bir ideal olarak “hukukun üstünlüğü” eskiden pek revaçta olan bir terim değildi. Buna karşılık, bu satırların yazarı gibi, evrensel hukuk ve siyaset literatürünü esas olarak İngilizce kaynaklardan takip edenler, “hukuk devleti” ile arasında anlam farkı olduğu düşüncesiyle, genellikle “hukukun üstünlüğü” terimini kullanmayı tercih edegeldiler.
İddia edilen anlam farkını ilham eden aşlıca neden burada söz konusu olan değer veya ideal için İngilizce’de “rule of law” teriminin kullanılıyor olmasıdır. Gerçekten de bu ibareyi “hukuk devleti” olarak okumak mümkün değildir. Bu terim Türkçeye “hukukun hakimiyeti” veya “hukukun yönetimi/yönetmesi” olarak çevrilebilir. Gerçi, bu karşılıklardan ikincisi değilse de ilki hala zaman zaman kullanılmaktadır. Buna rağmen, “hukukun hakimiyeti” yerine “hukukun üstünlüğü”nün yerleşmesinin nedeni, bu terimin kavramın içerdiği “üstün hukukilik” düşüncesini daha kolayca çağrıştırıyor olması olsa gerektir.
Bunun gibi, Türkçede “hukuk devleti” teriminin yerleşik olmasının esas nedeni de, aşağıda işaret edeceğimiz esasa ilişkin fark bir yana, aynı şekilde dilseldir. Çünkü, Türk hukuk camiası bu değeri Kıta Avrupası (Almanya ve Fransa) aracılığıyla tanımıştır. Açıkçası, “hukuk devleti” Almanların “Rechtsstaat” ve Fransızların “etat de droit” terimlerinin literal Türkçe karşılığıdır. Esasa ilişkin olarak ise, “hukukun üstünlüğü”nden farklı olarak, bu terimlerin “üstün hukukilik” fikrini çağrıştıran bir yanı yoktur. Kastedilen daha ziyade “kanun hakimiyeti”, dolayısıyla da yasamanın üstünlüğüdür.
Martin Loughlin’in anlatımıyla, “yönetimin keyfiliği tehlikesini azaltmak için bütün devlet faaliyetlerinin kesin olarak yasama işlemleriyle yetkilendirilmesi gerekiyordu.” Bunun için olsa gerektir ki, Anglo-Amerikanlar bu Kıta terimini kendi dillerine “rule of law” olarak değil de, genellikle “government under law” olarak çevirdiler. (İngilizce literatürde zaman zaman “hukuka-bağlı devlet” anlamında “law-governing state” [hukukun-yönettiği devlet] terimi de kullanılır.) Ayrıca, bu Kıta terimleri hukukun nasıl oması gerektiğinden çok, genellikle kanunla özdeşleştirdikleri bir hukukiliği öne çıkarırlar.
B. Hukuk Devleti
1.Ana Fikir
Hukuk devletinin amacı devlet yönetiminde keyfiliği önlemektir. Bu da devletin hukuka bağlı olmasını, hukuk çerçevesinde hareket etmesini şart koşar. Hukuk devleti, devletin faaliyetlerini yürütürken hukuken belirlenmiş sınırlara bağlı kalmasını, bütün iş ve işlemlerinin hukuka uygun olmasını şart koşar. Hukuk devleti kamu otoritesi kullanan kişilerin indî görüşlerine ve kaprislerine göre değişen bir yönetimin yerine, kurallara dayalı, gayrışahsi, “objektif” bir yönetimi koymayı amaçlar. Hukuk devletinde adeta “kişiler değil kurallar (kanunlar) yönetir”. Hukuk devleti, ayrıca, kamu otoritelerinin sadece hukuken yetkilendirildiği durumlarda işlem ve eylem yapmalarını, bunun dışında hareketsiz kalmalarını gerektirir.
Devletin hukuka bağlılığı böylece kişilere güvenlik ve öngörülebilirlik sağlayacaktır. Hukuki güvenlik kamu otoriteleriyle ilişkilerinde kişilerin bugün ve geleceğe dönük olarak güven duygusu içinde olmaları demektir. Kişiler yasaların onları nasıl etkileyeceğini önceden bilebilmelidir. Kişiler ancak yürürlükteki herkes için geçerli hukuk kurallarına uygun olarak muamele göreceklerini, hukuki dayanağı olmayan bir muameleye maruz kalmayacaklarını bilmenin rahatlık ve güvenliğini yaşarlar. Hukuka bağlılık keza, yine kuralların önceden belli ve biliniyor olması sayesinde, kişilerin geleceği öngörüp etkinlik ve eylemlerini buna göre planlayabilmelerine de imkan verir (hukukî öngörülebilirlik). Böylece, kişilerin keyfi devlet müdahalesinden ve kuralların keyfi olarak değişmeyeceğinden emin bir şekilde öngörülebilir ve güvenli bir hayat yaşayacakları varsayılmaktadır.
Geleneksel Kıt’a anlayışında hukukun, esas itibariyle yasama organının yaptığı kanunlardan ibaret olduğu düşünülür. Yönetimin genel ve soyut kurallar şeklindeki kanunlarla bağlı olması sayesinde keyfiliğin önleneceği varsayılır. Böylece, hukuk devleti kanuna uygunlukla (legalite/kanunilik) hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Bu anlayışa “kanun hakimiyeti” anlamında hukuk devleti diyebiliriz. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, bu anlamda hukuk devleti yasamanın üstünlüğüyle yakından bağlantılıdır.
2.Hukukun Niteliği veya “Üstün Hukuk”
Şu var ki, “legalite” (kanunilik) veya “kanun hakimiyeti” anlamında hukuka bağlılığın keyfi yönetimi önlemek için yeterli olduğu şüphelidir. Onun için hukuk devleti hukukun üstünlüğünün ön şartı veya üzerine oturduğu temel olsa da, hukukun üstünlüğünü garanti etmeye yetmez. Hukukun üstünlüğü gerek kanunların gerekse bütün bir hukuk sisteminin keyfiliğe ve baskıya yer bırakmayacak bir özellikte olmasını gerektirmektedir.
Bu da her şeyden önce yönetimin genel nitelikteki hukuk normlarına dayanmasını, keyfi güce karşı genel kuralların hakimiyetinin tesis edilmesini şart koşar. Başka bir ifadeyle, “kanun hakimiyeti”nden doğru anlamda hukuka, “genel kuralların hakimiyeti”ne geçilmesi gerekiyor. Lon Fuller’ın “hukukun içsel ahlâkı”na dair teorisinin içerdiği sekiz şartın doğru anlamda hukukun karşılaması gereken standartlar olarak görülebileceği hukukçular tarafından genellikle kabul edilmektedir. Bunu bir tür “üstün hukukilik” anlayışı olarak görebiliriz.
Fuller’ın bu bağlamda öngördüğü standartlar şunlardır: a) Kanunlar genel olmalıdır, b) Kanunlar yurttaşların bağlı olacakları standartları bilmelerine imkan vermek üzere ilan edilmelidir, c) Geçmişe yürüyen kurallar ve uygulamalar asgariye indirilmelidir, d) Kurallar anlaşılabilir olmalıdır, e) Kurallar birbiriyle çelişmemelidir, f) Kurallar muhataplarından yeteneklerini aşan davranış gerektirmemelidir, g) Kurallar nispeten istikrarlı olmalıdır (sık sık değişmemelidir), h) İlan edilen kanunlarla onların fiilen uygulanması arasında bir uyum var olmalıdır.
Joseph Raz bir hukuk sisteminin karşılaması gereken bu standartlar listesine şunları da eklemektedir: Yargı bağımsızlığı, doğal adalet (kabaca, “adil yargılama”), yargı denetimi ve yargıya erişim hakkı.
Martin Loughlin’e göre, Fuller’ın listesinde yer alan iki standart (kuralların imkansızı gerektirmemesi ve kuralların tarafsız uygulanması [uygulamanın kurallara uygunluğu]) ile, Raz’ın eklediği “yargı bağımsızlığı”, “adil yargılama”, “idarenin yargısal denetimi” ve “mahkemeye erişim hakkı” standartları birlikte hukukun etkili olması için gereken ilkeler (etkililik ilkeleri) olarak görülebilir.
John Hasnass’ın vurguladığı gibi, adil bir yönetim cebri otoritesini keyfi bir şekilde değil hukuk aracılığıyla kullanmalıdır. Bu onun hukuka bağlılığının somut göstergesidir. Böylece, hukukun üstünlüğü devletin kişilere karşı elindeki cebir gücünü ancak doğru anlamdaki hukuk kurallarına uygun olarak kullanmasını şart koşmaktadır.
C. Hukukun Üstünlüğü Doktrini
Buradan hukukun üstünlüğünün üçüncü alamına geçebiliriz: Doktrin veya siyasi ideal olarak hukukun üstünlüğü. Burada temel mesele yönetimin (rule) nasıl bir yönetim olduğudur, burada hukukun niteliğinden genel olarak yönetimin veya siyasi sistemin niteliğine geçiyoruz. Hasnass buna “hukukun üstünlüğü rejimi” diyor, Loughlin ise bunu “anayasacılık olarak hukukun üstünlüğü” olarak görüyor.
Bu anlamda hukukun üstünlüğü/hakimiyeti adil yönetime ilişkin liberal anlayışının bir kısaltmasıdır. Bu anlamda hukukun üstünlüğü çoğu zaman siyasi meşruluğun bir ölçütü olarak anlaşılır, burada hukukun üstünlüğü üç aşağı beş yukarı liberal siyasi değerleri temsil eder. Daha açık bir anlatımla, hukukun üstünlüğü öğretisi, “hukuk devleti”nden farklı ve fazla olarak, yazılı bir anayasa, birey hakları, hukuk önünde eşitlik, kuvvetler ayrılığı ve kamu otoritesini genel kurallarla sınırlayacak diğer araçları içeren anayasal devlet sistemini öngörür. Loughlin’in ifadesiyle:
Hukuk devletini gerçekleştirmek için hukukun sadece genel ve açık kurallar bütünü olarak kabul edilmesi yeterli değildir. Genel kurallar rejiminin iktidarı eline geçiren kişinin kuralları kendi yararına kullanmak için manipüle etmesini imkansız hale getirecek şekilde geliştirilmesini de gerektirir.
D. Hukukun Üstünlüğü, Egemenlik ve Hikmet-i Hükümet
“Hukukun üstünlüğü”, özellikle bu son (doktrin) anlamında, en başta geleneksel egemenlik anlayışıyla ve “hikmet-i hükümet” felsefesiyle çatışır. Geleneksel egemenlik anlayışıyla çatışır, çünkü bir egemenlik sisteminde devletin yetkisinin sınırsız olduğu ve bizatihi hukukun onun bir türevi olduğu kabul edilir. Bu bağlamda ayrıca sınırsız yetkiye sahip bir yasama organı hukuk devletiyle çatışan şeyleri de yapmaya yetkilidir. Nitekim, parlamento egemenliği kuralı özellikle Hayek tarafından hukukun üstünlüğüyle bağdaşmaz olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir, çünkü bu kural parlamentoya neredeyse sınırsız bir yetki vermektedir.
Öte yandan, “hikmet-i hükümet” felsefesi de devleti yurttaşların irade ve isteklerinden bağımsız bir “kendinde varlık” olarak görür. Devletin bizatihi varlığını ahlak, adalet ve hukukun icaplarından üstün ve öncelikli sayar. Bu temel düşünce yüzünden hikmet-i hükümetçi devlet kendi varlığını sürdürebilmek için hukuku gözardı etmekte sakınca görmez. Devleti kendi başına bir amaç olarak gören anlayış açısından, devlet iradesinden bağımsız bir hukuk ve ona uyma diye asli bir gereklilik tabiatıyla söz konusu olamaz. Böylece, hikmet-i hükümet düşüncesi hukukun üstünlüğü idealinin tam karşısında yer almaktadır.
Mustafa Erdoğan
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
Yararlanılan Kaynaklar
- Lon L. Fuller, The Morality of Law (Yale University Press, 1969).
- Martin Loughlin, “The Apotheosis of an Ambiguity: The Rule of Law in Contemporary Political Discourse”. Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin İstanbul’da düzenlediği Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü Konferansı’nda sunulan tebliğ, 16 Ekim 2015.
- John Hasnass, “The Corruption of the Rule of Law”, Social Philosophy and Policy (yakında çıkacak)
- Joseph Raz, “Hukuk Devleti ve Erdemi”, Çev. B. Canatan, Hukuk Devleti: Hukukî Bir İlke Siyasî Bir İdeal (Ankara: Adres, 2008), ss. 149-166.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.