Ruh sağlığı problemleri dünya genelinde toplum sağlığı açısından önemli sorunlar oluşturmaktadır. Bu durumun bireysel maliyeti, hâlihazırda var olan ruh sağlığı sorunun yanında bir diğer ruh sağlığı sorununun da ortaya çıkması (kaygıya eşlik eden depresyon gibi), fiziksel sağlık sorunlarının artması, aile sistemlerinin işlevsiz hale gelmesi, önemli yaşam rollerinde yetersizlik, eğitim hizmetlerine ulaşmada güçlük, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesinde azalma yönündedir. Toplumsal maliyeti ise, çalışan kesimin üreticiliğinin azalması ve sağlık hizmetlerinin kullanımının ve maliyetlerinin artması şeklindedir.
Yapılan kapsamlı çalışmalar diğer tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de ruh sağlığı sorunlarının oldukça yaygın olduğunu göstermektedir. 2011 yılında ülke genelinde psikiyatri hizmeti veren kurum temsilcilerinin, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile 2011-2023 dönemini kapsayacak faaliyetleri içeren Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı çerçevesinde Türkiye Ruh Sağlığı Profil Çalışması yayımlanmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de genel popülasyonun %18’i yaşam boyu süren bir ruh sağlığı sorunu yaşamaktadır.
Ruh sağlığı alanında artan sorunlara rağmen, son 40 yıllık süreçte çok sayıda ruh sağlığı sorununun anlaşılmasında ve kanıta-dayalı uygulamalar ile ruh sağlığı sorunlarının etkili tedavisinde kullanılabilecek yaklaşımların belirlenmesinde önemli gelişmeler olmaktadır. Günümüzde geleneksel düalistik zihin-beden ayrımı görüşünü savunan biyomedikal görüşün yerine, bireyi bir bütün olarak değerlendiren biyopsikososyal modelin önem kazanması ile birlikte, kronik fiziksel sağlık sorunları olan bireyler de dahil olmak üzere pek çok ruh sağlığı sorununa sahip bireyin desteklenmesinde psikoterapi uygulamaları öne çıkmaktadır. Biyopsikososyal modelin vurguladığı insanı değerlendirirken biyolojik (virüsler, bakteriler), psikolojik (bilişler, duygular, davranışlar) ve sosyal (çevresel koşullar, kişilerarası ilişkiler, kültür) faktörlerin aynı anda göz önünde bulundurulması gerekliliği ve önemi dikkate alındığında, zaman zaman iddia edildiğinin aksine psikoterapi tıbbi bir müdahale değildir. Amerikalı psikiyatrist E. Fuller Torrey 1974 yılında yayımlanan Psikiyatrinin Ölümü adlı kitabında bu konuya şöyle değinmektedir:
Ortak bir element, hepsinin “psikoterapi” olarak etiketlenmesidir. Her biri yılanlı asa ile damgalanmıştır ve üzerinde “tıp” yazılı bir kutuya konmuştur ki bu da saçmalıktan öteye gitmez. Bu “terapiler”den hiçbirinin, etiket dışında, tıptaki gerçek terapilerle ortak bir noktası yoktur. Birinin bilinçaltını, penisilin, renal diyaliz ve bir apandisit ameliyatı ile nitelemek, aptallığa yaklaşmaktır. Yılanlı asayı Noel Baba’nın da alnına basabilirsiniz; ama, bu onu doktor yapmaz.
Bütün bu çalışmaların daha mantıklı ortak temeli, öğrenme kavramı olacaktır; yani, insanın kendisi ve başkaları, duyguları ve davranışları hakkında bilgi edinmek. Öğrenmek bilgi, davranış ve beceri kazanmak demektir; kişi belirli insanlara karşı neden tepki gösterdiği gibi bir bilgi, başarısızlıktan çok başarı beklentisi gibi davranışlar ve kişiler arası ilişkileri ele alma gibi beceriler. Öğrenme olarak bütün bunlar tıbbın değil eğitimin konularıdır.
Daha ayrıntılı bakıldığında psikoterapi, üniversitelerin 4 yıllık psikoloji bölümünden mezun ve “Klinik Psikoloji/Uygulamalı Psikoloji” yüksek lisans eğitimini tamamlamış bir uzman ya da bu konuda gerekli görülen eğitimi almış bir psikiyatri uzmanı ile kendisine başvuran danışan arasında gerçekleşen profesyonel bir ilişkiye ve danışanın sorunlarının çözümünde işbirliğine dayalı bir süreçtir. Bu profesyonel ilişkide, uzman danışanı değerlendirmek, anlamak ve amaçlarına ulaşmasına yardım etmek için bilimsel geçerliliği olan bir kurama dayanan, planlı bir yaklaşım benimser ve çeşitlik psikolojik teknikler uygular. Bu özelliği ile psikoterapi, profesyonel ve etik sınırları olan bir ilişkinin öne çıktığı, arkadaşlar ile yapılan sohbetten farklı türde bir iletişimi içerir. Psikoterapi var olan sorunun niteliğine göre bireysel, çift/evlilik terapisi, aile terapisi, ya da grup terapisi şeklinde uygulanabilir. Bazı durumlarda ilaç tedavisinin etkililiğini arttırarak; bazı durumlarda ise tek başına daha etkili bir yaklaşım olarak psikoterapi uygulamalarının, ruh sağlığı sorunlarının bireyin yaşamında sık sık nüks ederek kronik hale gelmesinin önüne geçmede-dolayısıyla bu sağlık sorunlarının getirdiği bireysel ve toplumsal maliyeti azaltmada- önemli bir rolü olduğuna dair bilimsel kanıtlar giderek artmaktadır. Ancak tüm bu gelişmeler özellikle ülkemizde uygulama alanına yeterince yansıtılamamakta ve ruh sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve ruh sağlığı sorunları nedeni ile yaşamları olumsuz yönde etkilenen tüm bireylerin ilgili hizmetler ile desteklenmesi mümkün olmamaktadır. Bu sorunun nedenlerini daha iyi anlamak için ülkemizdeki genel sağlık hizmetlerinin yapısını anlamak ve sağlık politikalarını değerlendirmek yerinde olacaktır. Bu sorunların kaynağını (1) kamu hastanelerindeki “performans sistemi”nin ruh sağlığı hizmetlerine olan yansımaları ve (2) ruh sağlığına dair bir yasanın yürürlükte olmaması ile psikologların alanda hizmet vermek için aktif bir rol alamaması, bu nedenle etik dışı uygulamaların yaygınlaşması olmak üzere iki başlık atında toplamak mümkündür.
Son yıllarda kamu hastanelerinde genel olarak sağlık hizmetlerinin uygulanmasında “performans sistemi”nin getirilmesi ile sorunu için hekime başvuran bireylerin değerlendirilmesine çok az bir süre ayrılması söz konusudur. Bu durum hem hekim hem de sağlık sorunu için başvuran birey için önemli sorunlar oluşturmaktadır. Konu ruh sağlığı hizmetleri olduğunda ise bu daha da sıkıntılı bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Ruh sağlığı alanında başvuru gerekçesinin diğer bir deyişle bireyin probleminin, psikoterapi ihtiyacının ve bireyin psikoterapiye uygunluğunun doğru bir şekilde değerlendirilmesi, etkili bir tedavinin yapılandırılmasında ve sorunun kronik hale gelmeden ele alınmasında oldukça önemlidir. Bu doğrultuda psikolojik testlerin bazı sınırlılıkları da göz önünde tutularak, bireyin işlevsellik düzeyini, problemine katkıda bulunan etiyolojik faktörleri (hazırlayan, sürdüren, vb. faktörler) başka bir deyişle sorunun öyküsünü, tanı ve tedavi önerilerini betimleyen ve sunan nitelikte kapsamlı bir klinik değerlendirme yapılması zorunludur. Ancak “performans sistemi” ile ruh sağlığı sorunları için başvuran her bir birey için yaklaşık olarak 5 dakikadan fazla süre ayrılamaması, kapsamlı bir klinik değerlendirmenin yapılmasına, dolayısı ile etkili bir tedavinin yapılandırılmasına engel oluşturmaktadır. Bunların yanı sıra, ülkemizde ruh sağlığına dair bir yasanın yürürlükte olmamasının, kapsamlı bir klinik değerlendirme yapma yetkinliğine sahip psikologların yalnızca hastanelerde değil ruh sağlığı hizmet alanına giren diğer tüm kurumlarda yetersiz istihdamına yol açması bir diğer önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca ruh sağlığı alanındaki bu yasa eksikliği, sorunun ciddiyetine ve kişiye göre değişmekle birlikte ortalama haftada bir defa yapılan ve her bir seansın yaklaşık 50 dakika sürdüğü psikoterapi hizmetinin sağlık sigortası kapsamına alınamamasına yol açmaktadır. Dünya genelinde pek çok ülkede bütçe ile desteklenen ve sağlık sigortası kapsamına alınmış olan kanıta-dayalı psikoterapi uygulamalarının ülkemizde sağlık sigortası kapsamında değerlendirilmemesi ve yeterli mali desteğin verilmemesi, pek çok kamu hastanesinde böyle bir hizmetin verilememesine de neden olmaktadır. Psikoterapi desteğine ihtiyacı olan bireylerden bazıları ya böyle bir hizmeti hiç alamamakta ya da bu hizmeti özel hastane/bazı özel kurumlar aracılığı ile almak durumunda kalmaktadır. Ruh sağlığına dair bir yasanın olmaması aynı zamanda, verilen hizmetin bir karşılğı olarak danışandan alınan ücretlerin denetim altında tutulması ve belli standartlar oluşturulması konusunda da sorunlar yaratmaktadır. Tüm bu sorunlar, bireylerin, ekonomik yetersizlikler nedeni ile psikoterapi hizmetlerine ulaşma konusunda güçlük yaşamasına ya da psikoterapi sürecini yarıda bırakmak zorunda kalmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde ruh sağlığına dair bir yasanın yürürlükte olmaması ile ortaya çıkan bir diğer önemli sorun, psikoterapi hizmetinin yeterliliği ve yetkinliği olmayan kişiler tarafından verilmesi, daha doğru bir ifade ile verildiğinin iddia edilmesidir. Daha önce de değinildiği gibi psikoterapi, üniversitelerin 4 yıllık psikoloji bölümünden mezun ve “Klinik Psikoloji/Uygulamalı Psikoloji” yüksek lisans eğitimini tamamlamış bir uzman ya da bu konuda gerekli görülen eğitimi almış bir psikiyatri uzmanı tarafından verilmesi uygun olan bir uygulamadır. Ancak oldukça kapsamlı eğitimler gerektiren ve “danışan için en yüksek yararı gözetme ve danışana zarar vermekten kaçınma” yönündeki etik sorumluluğu öncelikli tutan uzmanlar tarafından verilmesi gereken bu hizmetin, ülkemizde ilgili yasanın olmaması nedeni ile kimler tarafından verildiğine dair denetiminin yapılması da mümkün olmamaktadır. Bu durum, ruh sağlığına yönelik uygulamaların kötüye kullanılmasına ve bireyin halihazırda var olan ruh sağlığı sorunlarının daha da ağırlaşması tehlikesine yol açmaktadır. Ruh sağlığı hizmet alanındaki bu tehlikenin boyutlarını daha da iyi kavrayabilmek için şu soruyu sormak yararlı olacaktır: Cerrahi alanında uzmanlık eğitimi olmayan bir doktorun sizin ameliyatınıza girmesine izin verir miydiniz? Bu soruya verilen cevaptan yola çıkarak “Ruh sağlığınızı yetkin olmayan birine emanet eder miydiniz?” sorusuna verilecek cevap da oldukça açıktır. Ülkemizde psikoterapi hizmetlerinin yetkin kişiler tarafından verilip verilmediği ile ilgili denetimin sağlanmasında da katkısı olacak bir ruh sağlığı yasası olmamasına rağmen, ruh sağlığı hizmeti almak için başvuran bireyin, başvurduğu kişinin eğitimi hakkında bilgi alma hakkının bulunduğunu bilmesi önemlidir.
Ülkemizde ruh sağlığı hizmet alanında sözü edilen sorunların çözümü için ruh sağlığına dair bir yasanın yürürlüğe girmesi ile ilgili uzun yıllardır. çalışmalar sürmektedir. İlgili çalışmalar ile önemli aşamalar kaydedilmiş olsa da yasanın içeriği, dünyada bu alandaki gelişmeler ile tutarlı değildir ve geçerliliğini 20. yüzyıl ile birlikte yitirmiş geleneksel biyomedikal görüşün henüz tam anlamı ile bırakılamadığı izlenimini vermektedir. Psikoterapinin tıbbi bir müdahale olduğu iddiasını taşıyan yasa taslağı, bireyin yaşadığı ruh sağlığı sorununa katkıda bulunan psikolojik ve sosyal faktörleri dışlayan, bu yönü ile de bireyin sorunlarının çözümünde daha etkili bir yaklaşım sağlayacak bütüncül bir bakışı sınırlayan ilkel bir anlayışı yansıtmaktadır. Özellikle biyopsikososyal modelin görüşlerini içerecek şekilde hazırlanacak bir yasa, yalnızca ruh sağlığı uzmanlarının uygulama alanında yaşadığı sorunların çözümü için değil aynı zamanda ve büyük oranda hayatının bir döneminde ruh sağlığı sorunu yaşaması ve desteğe ihtiyacı olması muhtemel tüm bireyler için ruh sağlığı hizmetlerinin ulaşılabilir olmasında da büyük önem taşımaktadır. Böylelikle Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği “Herkes için Sağlık” hedeflerine ülkemizde de ulaşılacaktır. Ruh sağlığı sorunlarının getirdiği bireysel ve toplumsal maliyetlerin azaltılmasını sağlayacak politikaların geliştirilmesi, bireyi yalnızca biyolojik yönü ile ele alan yaklaşımların değil aynı zamanda psikolojik müdahalelerin de ulaşılabilir olması ve ruh sağlığı hizmetlerinin “herkes için” olacak şekilde yaygınlaştırılması, toplumsal refah düzeyinin artmasına katkı sağlayacaktır. Tüm bunların yanında günümüzde üniversitelerin psikoloji bölümlerinde verilen derslerin içerikleri ve müfredatlarının yeniden düzenlenmesi, psikoloji eğitimine yönelik akreditasyon kurullarının oluşturulması, yalnızca ticari amaçlar ile kurulmuş, niteliksiz psikoloji eğitimi veren bölümlerin ve yüksek lisans/doktora programlarının kapatılması ve psikolojinin klinik psikoloji dışındaki deneysel psikoloji, bilişsel psikoloji, sosyal psikoloji, adli psikoloji, endüstri ve örgüt psikolojisi gibi diğer alt alanlarının da hak ettiği değeri görmesi, psikolojinin alt alanları arasındaki multi-disipliner çalışmaların yaygınlaştırılması da ruh sağlığı politikalarının iyileştirilmesi ve ruh sağlığı hizmetinin kalitesinin arttırılması anlamında büyük bir önem taşımaktadır.
Sıla Derin
Sosyal Bilimler / Blog Yazarı – Psikoloji Editörü
siladerin@gmail.com
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır.Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.