Alexandre Kojève için “hayvanlık” Birleşik Amerikalıya, “züppelik” ise Japonlara ait vasıflardır. Bu ikisi de insanlığın farklı vektörlerde reddedilmesi üzerine temellenir. Birisi insanın bozulmuş doğasından uzaklaşmak, aslına yaklaşmak adına hayvanlaşırken, diğeri de insanlığı yukarı doğru, tanrılara yakın olmak için yadsımaya kararlı bir topluluktur. Ku Hung-Ming, 1915 yılında kaleme aldığı ve Hanife Güven’in Türkçeye tercümesi ile Doğu Batı Yayınları tarafından yayımlanan Çin Halkının Zihniyeti adlı metinde, doğrudan bu ayrımlara başvurmadan, Çin halkını bu iki sıfatın ötesine geçebilen bir ulus gibi anlatır. Çinliyi, içeriden ama arada şoven şekillerde tarif eder. Kuzeyli ve Güneyli Çinliyi, bir Alman ve İtalyan kadar birbiriyle karşılaştırılamaz saysa da, kadim Çinliyi bir tipleme gibi resimler. Yazarın biraz da Avrupalı bakışa dönük bir anlatı, yer yer gezi rehberi gibi yazdığı bu metni sahip olduğunun çok ötesinde bir derinliğe zorlamak pahasına, taşıdığı yan anlamları yoklamayı deneyebiliriz.
Anne tarafından Portekizli, babası Çinli olan Hung-Ming, bir Avrupalı ifadeciliği ile çok fazla söze, resme dökülmeyen bir medeniyeti tarif etmeye çalışır. Onları hayvan veya züppe olmaktan uzak tutan üç ayırt edici sıfatı “derinlik, genişlik ve sadelik” olarak sıralar. Ona göre, Amerikalılar derinlikten, İngilizler genişlikten, Almanlar sadelikten yoksun milletlerdir. Fransızlar, biraz Çinlinin ruhsal niteliklerine yakın olsa da, sadece Antik Yunan insanı onunla karşılaştırılabilir.
Yazarın bu tasnifinin doğruluğu ya da çarpıklığı bir yana, o da Kojève gibi züppe ve hayvan arasında bir ara yere ulusal zihniyetleri yerleştirir. Hayvan, bu saydığı sıfatlardan yoksun iken, kutsallık sıradüzeni içerisinde hayvandan uzaklaşıp tanrıların muhitine karışmak isteyen bu üç sıfatı birden kucaklamak ister. Bu vasıfların tümüne birden sahip olan, medeniyet sırasında daha yukarı çıkarken, bunlardaki noksanlık onu bir tür hayvanlıkla baş başa bırakır. Tüm bu sıfatlar bir araya geldiğinde, “incelik” gibi bir üst nitelik edinir. Sadece Çinliler, Fransızlar ve Eski Yunan insanları incelikle tasvir edilebilecek topluluklar sayılırlar.
Hung-Ming, “Eski Çin ırkına” ait saydığı bu inceliği, Tanzimat Dönemi romanlarındaki züppe tiplemelerde olduğu gibi yapaylıkla eşanlamlı saymaz. Çinlinin zihniyetini Lao-Tzu’nun öğretisi içinden anlamaya çalışır. Çin halkını “bebek” gibi bir varlığın sadeliği içinde tasvir ederken de bunu amaçlar. Özellikle Taocunun yalınlığı, onu hayvan veya züppe olmanın ötesine taşır. “Bebek sadeliğine” varabilen bir cemiyet veya fert, “doğa hâlinden” ve “insanca tutkudan” kurtulur. Bu ikisinden de uzaklaşmaları bir yeryüzü bilgeliği yaratmalarına yardımcı olur. Bu yer bilgisi, Feng Shui öğretisindeki beş esas unsuru (ağaç, ateş, toprak, metal, su) daha iyi işlemelerine yardımcı olur. Bu unsurların uyumu ve dengesi, bir araya gelip ayrışmalarındaki sonsuz çeşitlilik sayesinde çok derin bir kültür yaratırlar.
Yeryüzündeki tüm muhtemel maddi ya da ruhsal şeyleri bir araya gelerek yaratan bu unsurlar, madde olmadıkları gibi ruhsal malzemeler de değildir. Çinliler kadar ince bir medeniyetin temsilcisi Platon’un khōra gibi tarif edeceği “üçüncü türden” şeylerdir. Dünyanın geri kalanı gibi, öte dünya ya da tam tersine bu dünyaya dönük bir sofuluk taşımayan Çinli, bu iki âlem arasında bir ara tür, hayalet gibi ortaya çıkıp kaybolan, kalıcı olması zorunlu olmayan şeylere dikkatlerini verirler. Yarattıkları ne varsa, Tao Te Ching’den gelen bir tembih gereği, çok fazla sahip çıkmadan bir kenara bırakabilirler. Marco Polo sözgelimi, biraz onların böyle sorumsuzca yaratıp terk ettikleri şeyleri alıp Avrupa’ya döner. Bebek gibi sade bir milletin, Platoncu birinci ve ikinci tür şeyler, modeller ve kopyalar, idealler ve maddeler arasındaki gidiş gelişlere, onların bir vadide kendi mecrasında akmasına, şekil almasına tanık olmaktan başka bir ilgileri yok gibidir. Modern Çinli, Batılı gibi artık bu verimli bakışın ürünlerini toplamaya hevesli olsa da, “hakiki Çinli”, bir tarafı madde, diğeri ruh olan şeylere “çocukça” ilgi duyar:
Çinliler yürekleriyle yaşayan çocuklar gibi, soyut bilimlere ilgi duymazlar, çünkü bu bilimlerde kalbin ve duyguların yeri yoktur. Örneğin Çinliler, istatistik çizelgeleri gibi kalbi ve duyguları dikkate almayan her şeye karşı ilgisizliği tiksinmeye kadar vardırırlar. Ama istatistik çizelgeleri gibi soyut bilimler Çinliyi tiksindirdiği gibi, Avrupa’da şekillenen biçimiyle doğal bilimler de (…) Çinliyi iğrendirir, dehşete düşürür. (2013: 46)
“İlerlemeci modern” meyiller edinmemiş bir Çinli, çocuk yüreği ile yetişkin aklını aynı anda bünyesinde taşır. Böylece hayvan ve züppe tarafları sürekli birbirini hizaya sokar; ötelere kaçmaya meyyal bir akılla, bu dünyadaki gereksinimlerine çok fazla gömülü iki farklı zihin, “kafa ile yüreğin uyumu”, böylece “hakikati” bulabilir. Ortadan kaybolmaya yaklaşık yüz yıl önce başlayan böylesi “hakiki Çinli” tiplemesi için hakikat, her zaman yeryüzü sevgisine imkân yaratır, çevre dostu fiillere ilham verir.
Hakiki Çinli’nin inceliği ve yumuşaklığı, sözgelimi Almanların sahip olduğu türden bir “güce tapma” olgusuna neden olmaz. Nietzsche gibi bir fikir adamı da, güç istencinin hakikat yaratıcı esas kaynak olduğu bir memlekette ortaya çıkabilir. Oysa “iyi yurttaşlık dini” ile kenar çizgileri ortaya çıkan Çin halkı, kendi gücüyle değil, “komşusunun adalet duygusu” sayesinde kendisini güvende hisseder. Savaş, Almanya için bir doğa durumu iken, Çin’de bir “kaza” olur. Alman veya kendilerine çok benzetilen ama çok ortak yanları olmayan Japon tipi, elindeki güç ile ne yapacağını düşünürken, Çinli ne yapmaması gerektiğinin, dolaylı eylemin peşine düşer. Bir asker, savaştan nasıl kaçınacağı üzerine hesaplar yapar. Ama bu “yumuşak başlılık”, korkudan ileri gelmez. Daha çok kendisini savunmaya odaklananın tavrıdır. Sözgelimi sözde Türk ve Moğol kavimlerine karşı yükselen muazzam Çin Seddi, en iyi savunmanın saldırmak olduğunu düşünen adaletsiz komşularından korunmak içindir. Bu geri çekilme, duvarlar ardına sığınma, “ruhen yorgun ve iğdiş bir halkın teslimiyeti değildir.”
Aşırı yorumlara zorladığımız Hung-Ming, böyle incelikle davranan bir milletin üyesini Çin divitine benzetir:
“Onunla yazmak ve resim çizmek çok zordur, ama kullanmayı öğrendikten sonra, çelik gibi sert bir divitle başka türlü yapamayacağınız güzellik ve zarafetle yazıp çizebilirsiniz.“
Özgür Taburoğlu
Sosyal Bilimler / Yazar
ozgur.taburoglu@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.