Hamas ve İsrail arasında rehine anlaşmasının imzalanmasından dakikalar sonra Batı Şeria sokakları, birçok Arap başkenti ve hatta bazı Avrupa şehirleri Hamas’ın “zafer”ini kutlayan sloganlarla yankılandı. En az 50.000 kişinin hayatını kaybettiği, 110.000 kişinin yaralandığı ve Gazze’nin %75’inden fazlasının tamamen yok edildiği, artık yaşanamaz hâle geldiği bir “zafer”. İsrail Başbakanı az önce dünyanın en güçlü liderinin yanında otururken, bu adam Gazze’nin tüm nüfusunun zorla yerinden edilmesi ve sahil şeridinin kârlı bir mülke dönüştürülmesi konusunda spekülasyon yapıyordu. Tiksindim ve yüreğim parçalandı, halkım için, yaşadığımız dehşet için ve bu dehşetin ve sürekliliğinin ona göz yumanlar tarafından bu denli rahatlıkla tartışılıyor olması nedeniyle yas tutuyorum. “Muzaffer” benim ruh hâlimden çok uzaktı.
Dolayısıyla bu tepki şaşırtıcı olmalı. İlk bakışta Hamas ve destekçilerinin “zafer” kelimesinin anlamını yanlış anladıkları düşünülebilir. Başka nasıl açıklanabilir ki? Eğer zafer böyle bir şeyse, 6 Ekim 2023’te zafer kazanmış mıydık? Belki de o zamanki zaferimiz bu sözde zaferden çok daha büyüktü, zira bu kadar çok sayıda kaybedilen sevdiklerimizin, yıkılan evlerimizin ve ibadethanelerimizin ve şu anda açıkça tartışılan “toplu göç” heyulasının bedelini ödememiştik. Gazze’de sevdiklerini kaybeden sayısız binlerce insan arasında bir kadın ateşkesi duyduktan sonra şunları yazdı “Savaş bitti anne.” Mesajını, hepsi savaşın başında İsrail hava saldırısında öldürülen annesine ve tüm ailesine hitaben yazmıştı. Ramallah’ta çocuklarından ve ailesinden yoksun kalan acılı bir baba Hamas destekçilerinin kutlamalarını keserek haykırdı: “Neyi kutluyorsunuz? Çocuklarımızın ölümünü mü? Hamas’ın başımıza getirdiği yıkımı mı? Tam olarak neyi kutluyorsunuz?”
Ancak şu soruyu sormakta fayda var: Son bir buçuk yılda Hamas için zafer sayılabilecek ne oldu? Ve bu soru bizi daha temel bir başka soruya götürüyor. Hamas liderlerinin yanıtlamakta başarısız olduğu bir soruyu tekrar sormalıyız: Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki vahşeti gerçekleştirmedeki amacı neydi?
Hamas liderleri bu sorunun cevabı konusunda hemfikir değiller. Bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla, 7 Ekim’in hedefleri konusunda bölünmüş durumdalar. Ateşkesten sonra bile Hamas lideri Musa Ebu Marzuk, Hamas’ın belirtilen hedeflerine ulaşamadığını itiraf ederken, Halil El Hayya başarılı olduklarında ısrar ediyor.
Birçoğu şu anda İsrail’in roketlerinin yıkıntıları arasında çadırlarda yaşayan Gazze halkının aklını kurcalayan bir soru var: Hamas bizi yeniden yönetecek mi? Gazzelilerin bu soruyu soruyor olması, Gazze’de yaşayanların Hamas’ın hâlihazırda kendilerini yönetmediğini düşünmelerinin mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Bu varsayım ancak kısmen doğrudur.
Gazze’de hâkim olan gerçek, yönetimin olmadığı, yalnızca büyük bir yıkımın yaşandığıdır — on altı aydır aralıksız devam eden İsrail hava saldırıları, hâlâ enkaz altında gömülü çocuk cesetleri, tanınmayacak hâle gelmiş dümdüz mahalleler… Böylesine ürkütücü bir kargaşanın üzerine bir yönetim düzeni kurmak neredeyse imkânsızdır. Hem kuzey hem de güney acımasız savaşın izlerini taşıyor. Bu koşullar altında siyasi kontrol meselesi hakkında kamusal tartışmalara pek zaman kalmıyor. Hayatta kalmanın kendisi birincil ve ezici kaygıdır.
Kuzey Gazze’deki evlerine dönmeye çalışan pek çok Gazzeli harabeden başka bir şey bulamadı ve güneyde kaçtıkları çadırlara geri dönmek zorunda kaldı. Kuzeyi hayalet şehir olarak tanımlıyorlar — yaşanmaz, cansız, normal varoluşun herhangi bir belirtisinden yoksun.
Hamas’ın Gazze’nin bazı bölgelerinde kontrolü ele geçirme çabalarına rağmen kaos hüküm sürüyor.
Hamas Gazze’yi yeniden yönetmeyi hayal ediyor ve savaş başladığından beri muhalif sesleri tedhiş ederek, öldürerek, işkence ederek ve kaçırarak bu amacına ulaşmaya çalışıyor.
Gazze halkının bir koruyucuya, Hamas’ı kendi halkına karşı işlediği ve teşvik ettiği dehşetten sorumlu tutacak birine ihtiyacı var. Hamas’ın hesap verebilirliği yalnızca savaş sırasında Gazze halkına karşı işlediği suçlarla sınırlı kalmamalıdır. Gazze’deki 2,3 milyon insanı vahşice ve acımasızca İsrailli erkek, kadın ve çocukları öldürerek bir katliama sürükleyen savaş kararını da kapsamalıdır.
Filistin halkı ya da uluslararası toplum hiçbir koşul altında Hamas’ın Gazze’de yeniden iktidar olmasını onaylamamalıdır. Hamas’ın devre dışı bırakılmasının nedeni de her şeyden önce siyasi sağduyu ya da husumet değil, Filistin davası için duyulan samimi endişeler olmalıdır. Hamas’ın geri dönmesine ve güçlenmesine izin verilirse, İsrail’in Gazze’de yaptığı korkunç saygısızlığı Batı Şeria’da da tekrarlaması ve arkasında yüz binlerce ceset bırakması olasıdır. Batı Şeria yaşanmaz hâle getirilir ve etnik temizlik yapılırsa, Hamas ve destekçileri elde ettikleri şeyin “Zafer!” olduğunu tekrarlayacaklar mı?
Bu tam da İsrail sağ kanadının istediği şey. Gerçek bir barış ortağı ile ilgilenmiyorlar, bu yüzden iki devletli çözümü ve barış içinde bir arada yaşamayı savunan Filistin Yönetimi’ni meşru görmek yerine İsrail tarihinin en büyük trajedisinin mimarları olan Hamas ile müzakere etmeye devam ediyorlar. Netanyahu rejimi, gerçek bir ulusal gündemi olmayan, ihtiyatlı bir devlet inşasından ziyade kana susamış ve güce aç bir ideolojiyle hareket eden Hamas’ı tercih ediyor çünkü Hamas’ın varlığı savaşı uzatıyor ve bir Filistin devletine yönelik her türlü çabayı sabote ediyor.
Bu, İsrail’in Filistin devletini ortadan kaldırmak için sınanmış ve güvenli stratejisidir: Filistin milliyetçiliğini zayıflatmak için aşırılık yanlısı güçleri desteklemek ya da hoş görmek, Filistin toplumu içinde bölünme tohumları ekmek ve daha sonra bu bölünmeyi müzakereleri reddetmek için bir bahane olarak kullanmak. Tıpkı bir zamanlar Hamas’ın Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı bir denge unsuru olarak yükselmesine izin verdikleri gibi, şimdi de Hamas’ın varlığıyla sonsuz işgali, yerleşim alanlarının genişlemesini ve gerçek bir barış sürecine girmeyi reddetmeyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Tüm bunları yaparken de Ebu Mazen ile masaya oturmak yerine Hamas’ı meşrulaştırmaya devam ediyorlar.
Ve bu bir sır değil. Netanyahu yıllarca Filistin devleti projesini engellemek isteyen herkesin Hamas’ı desteklemesi gerektiğini söyleyerek açıkça övündü ve başta Netanyahu olmak üzere İsrail sağı Hamas’ın acımasız politikalarından ve eylemlerinden büyük fayda sağladı. Bu uğursuz simbiyotik ilişki, ABD tarafından “terör örgütü” olarak sınıflandırılan Hamas’a karşı İsrail ve uluslararası toplum tarafından gösterilen hoşgörüyü açıklamaktadır. Netanyahu’nun 2012-2018 yılları arasında Katar’ın Gazze’ye yaklaşık bir milyar dolar yatırmasına izin vermesinin nedeni de budur; bu paranın büyük bir kısmı Hamas’a ulaşmış, bir kısmı da Hamas militanlarının saklanmaya devam ettiği tünellerin masraflarını karşılamıştır.
Ve bu destek her iki taraf için de geçerlidir. Hamas, İsrail’de 1996 yılında yapılan ve Netanyahu’nun sağcı Lilkud Partisinin (toplam oyların yüzde birinden azını alarak) Şimon Peres’in liderliğindeki merkez sol İşçi Partisini zar zor iktidardan indirmeyi başardığı seçimlerde Netanyahu’yu destekledi. Her iki taraf da diğerinin gündemini besleyerek Netanyahu’nun Filistin Yönetimi’nin altını daha da oymasını sağlarken Hamas’ın da karanlık emellerine ulaşmasını sağlıyor.
Hayal kırıklığı çaresizliği, çaresizlik de terörü besliyor. İnsanlar umuttan, haysiyetten ve siyasi çözümlerden mahrum bırakıldıklarında, köktencilik verimli bir zemin bulur. Hamas Filistinlilerin umutsuzluğundan beslenir. Filistinlilerin umutsuzluğunu sürdürmek ve derinleştirmek Hamas’ın menfaatinedir. Bu nedenle Hamas, halkı için yaşanabilir bir gelecek yaratmaya çalışmak yerine, şiddet ve baskı döngüsünün devam etmesini sağlamaya çalışıyor – zira sürekli kaos ortamında Hamas kendi bekasını güvence altına almaktadır.
Eski İsrail Başbakan Yardımcısı Haim Ramon, Netanyahu’nun 2009’da iktidara gelmesinden bu yana Filistin Yönetimi’ni ve liderliğini zayıflatmayı amaçlayan “Hamas ile yazılı olmayan bir anlaşma” sürdürdüğüne dikkat çekmiştir. Bu strateji Gazze’deki Hamas ile Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi arasındaki bölünmeyi derinleştirerek Başkan Mahmud Abbas’ın altını oydu ve Filistin Yönetimi’nin tüm Filistinlileri temsil etmediğini iddia ederek herhangi bir barış müzakeresini peşinen ortadan kaldırdı. Bugün Netanyahu, İsrail hükümeti üzerindeki kontrolünü sürdürmek için Hamas’ın kana susamışlığından faydalanmaya çalışıyor. Netanyahu, 1996’daki ilk seçim zaferinden bu yana defalarca uyguladığı bu stratejinin, İsrail-Filistin çatışmasında yeni bir kanlı sayfa açılmasına tepki olarak İsrail’de aşırı sağın yükselişe geçmesi nedeniyle sağın ezici bir zafer kazanmasını sağlayacağını umuyor.
Netanyahu ve Hamas için zafer böyle bir şey. Bizim yıkımımız onları siyasi açıdan güvence altına alıyor. Her iki aşırılık yanlısı da kendilerinin kazandığını rahatlıkla iddia edebilir. Kaybedenler ise her zaman olduğu gibi Netanyahu ve Hamas rejimlerinin sırtını dayadığı şiddeti sürdüren halklardır.
Tüm uluslar gibi Filistinlilerin de yaşama, özgürlük ve kendi kaderlerini tayin etme hakkı vardır. Hiçbir siyasi grup -ne Hamas ne de başkası- Filistin halkını kendi güç mücadelelerinde bir maşa olarak kullanma yetkisine sahip değildir. Ancak Hamas’ın yaptığı tam olarak budur. Bu halkım için bir zafer değildir. On altı ay sonra kendimizi tamamen yenilmiş buluyoruz. Ve yenilgimiz yalnızca yaşadığımız trajedilerin boyutuyla değil, aynı zamanda hiçbir öngörü, ileriye dönük bir plan, bilgelik ya da vicdanı olmayanlar tarafından gasp edilen, rehin tutulan geleceğimizle de ölçülebilir.
İsrailli rehinelerin serbest bırakılması sırasında Hamas’ın -sayısız evin yıkıntıları, enkazı ve tahribatı arasında sahnelenen- askeri geçit törenleri acımasız ve maksatlı bir mesaj taşımaktadır: Hamas kendini muzaffer ilan ederken, esas yenilgiyi Filistin halkı yaşamaktadır. İsrail ise Gazze’nin sistematik bir şekilde yıkılması, altyapısının yok edilmesi ve yaşayabilir bir Filistin devleti için geriye kalan tüm umutların yok edilmesiyle kendi zaferini güvence altına almıştır.
Her savaşta en cesur olanlar bile biraz durup nefes almalıdır — vazgeçmek için değil, yeniden düşünmek için. Bize hizmet etmeyen milislerin peşinde sürüklenmeye devam edemeyiz. Geleceğimize net bir biçimde ve bir amaç doğrultusunda sahip çıkmazsak, kaderimize başkalarının karar verdiği bir döngünün içinde sıkışıp kalacağız. Durmanın, enkazın ötesine bakmanın ve şunu sormanın zamanı geldi: Ne tür bir gelecek için savaşıyoruz? Ve bizi oraya kim götürecek?
Bu yazı Talha Dereci tarafından sosyalbilimler.org’un “Uluslararası İlişkiler” kategorisinde yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.
Orijinal Kaynak: Hassan, Ihab. (2025, February). “Hamas’ Victory, Gaza’s Defeat”, Liberties Journal. Atıf Şekli: Hassan, Ihab. (2025, Şubat 10). “Hamas’ın Zaferi, Gazze’nin Mağlubiyeti” çev. Talha Dereci, Sosyal Bilimler, Erişim Linki. Kapak Resmi: Basmala Ramii Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir. |