1989’dan sonra, tüm konuşmalar, demokraside “tarihin sonu”na gelindiğine ve piyasa ekonomisine dairdi ve bugün otoriter/popülist liderlik biçiminde olan yeni bir olgunun ortaya çıkışını deneyimliyoruz –Putin’den başlayıp Erdoğan’dan geçerek Donald Trump’a kadar. Şüphesiz, yeni bir “otoriter enternasyonal”, siyasi söylemleri tanımlamada giderek artan bir şekilde başarılı oluyor. Tam olarak çağdaşınız olan Ralf Dahrendorf’un “otoriter bir 21. yüzyıl tahmini” doğru muydu? Bir çağa ait değişimden bahsedilebilir mi, daha doğrusu bahsetmeli mi?
1989-90 dönüşümünden sonra, Fukuyama’nın (aslen muhafazakarlığın aşırıcı bir çeşidince çıkartılmış olan) “tarih-sonrası (post-history)”sloganını sıkıca benimsediği zaman, onun bu yeniden yorumlaması, pazar piyasası ve demokrasinin ezelden varolan uyumundaki liberal inanışa sadık olan batılı elitlerin basiretsiz zafer kutlamasını açığa vurdu. Bu unsurların her ikisi de toplumsal modernleşmenin dinamiklerini bildirirler fakat mükerreren çatışan işlevsel tahakkümlerle bağlantılıdır. Oldukça üretken ekonomilerin büyümesindeki kapitalist büyüme ve halkın payı arasındaki alış-veriş –sosyal adalet olarak gönülsüzce kabul edilen- ancak bu ismi hakeden demokratik bir durum tarafından ortaya çıkabilirdi. “Kapitalist demokrasi” ismini destekleyen bu gibi bir denge, fakat tarihsel bir perspektifte, kuraldan ziyade bir istisnadır. Bu, tek başına, “Amerikan rüyası”nın küresel çapta desteklenmesi fikrini bir illüzyon yaptı.
Yeni küresel düzen, büyüyen uluslararası çatışmalar gözönünde bulundurularak ABD ve Avrupa’nın acizliği, derinden üzücü ve Suriye yahut Güney Sudan’daki insancıl felaketler, İslamcı terör eylemleri kadar bizleri sinirlendiriyor. Onları birarada tutan şey ulusalcılık oldu ve Batı’da aynı anda icraa edilmeye başlandı. Putin ve Erdoğan’dan önce bile, Rusya ve Türkiye “kusursuz demokrasiler” değillerdi. Eğer Batı bir yerlerde bir nebze daha akıllıca bir politika takip etseydi, her iki ülkeyle de ilişkiler planını farklı biçimlerde kurmuş olmalıydı –ve kendi kitlelerinde liberal güçler kuvvetlenmiş olmalıydı.
Burada, Batı’nın yeteneklerini geriye dönük olarak fazla büyütmüyor muyuz?
Elbette, farklı menfaatlerinin şeffaf çeşitliliği göz önünde bulundurulursa, küme düşmüş Rus süper gücünün jeopolitik tutkusu veya alıngan Türk hükümetinin Avrupaî beklentileri ile akıllıca ilgilenmek için doğru zamanı seçmiş olmak, “Batı” için kolay olmayacaktı. Topyekûn Batı için oldukça dikkate değer olan benmerkezci Trump vakası farklı bir düzen oldu. Korkunç seçim kampanyasıyla, bir kutuplaşma sürecini, karar noktasına getiriyordu. Bu öyle bir süreçti ki Cumhuriyetçiler 1990’lardan beri soğuk hesaplarla ilerleyegelmişti ve öyle ahlaksızca arttılar ki “Grand Old Party“1, Abraham Lincoln’ün partisi, unutmayınız, bu hareketin kontrolünü tümüyle kaybetti. Bu gücenme seferberliği, siyasi ve ekonomik gerilemede bir süpergücün toplumsal altüst oluşunu açığa vurdu.
Bu sebeple problemli olduğuna bizzat şahit olduğum şey, sizin varsaydığınız otoriter Enternasyonal modeli değil, fakat bütün olarak bizim Batı ülkelerindeki siyasi istikrarın parçalanmasıdır. Düzeni tamir etmek için müdahaleye daima hazır olan bir küresel güç olarak ABD’nin rolünden el çekmesine dair herhangi bir değerlendirme yaparken, yapısal temele göz kulak olmak gerek.
Washington’ın neoliberal gündemi ile birlikte 1970’lerde takdim ettiği ekonomik küreselleşme (Çin ve gelişmekte olan BRIC ülkelerine karşı küresel anlamda ölçülmüştür), bu uyanışına, Batı’nın nispi düşüşünü de ekledi. Toplumlarımız, günlük yaşamın karmaşıklığındaki teknoloji endeksli, patlamaya hazır büyüme ile birlikte bu küresel zayıflamanın farkındalığına dair ülke bünyesinde çalışmak zorundalar. Ulusalcı tepkiler, büyük ekonomilerin refah kazançlarından ya hiçbir şekilde faydalanmamış ya da yetersiz biçimde faydalamış olan bu sosyal çevrelerde güçlü ve önemli duruma geliyor, çünkü hep vaadedilmiş olan “aşağıya sızma etkisi” yıllardan beri gerçeğe dönüşme konusunda başarısız oldu.
Şayet yeni bir otoriterliğe samimi bir eğilim olmasa bile, sağa, daha doğrusu bir sağ kanat ayaklanmaya doğru yön değiştiren bariz bir gidişatımız var. Ve Brexit taraftarı bir kampanya Avrupa’da bu eğilimin en mühim örneğiydi. Siz yakın zamanda belirttiğiniz üzere, “menşe ülkesinde kapitalizme karşı popülizmin zaferini dikkate almadınız”. Bir şey çok açık: Avrupa, Orban ve Kaczynski’den Le Pen ve AfD’ye dek, ayartıcı bir popülizmi gittikçe artan şekilde yağmalıyor. Bu, Batı’da akıldışı politikaları norm haline getirme sürecine girdiğimiz anlamına mı gelir? Solun bazı bölümleri, sağ kanat popülizmine karşılık vermek için aynısının sağ kanat versiyonuyla ortam hazırlamaya başladılar çoktan.
Tamamiyle tedbirli bir tepki vermeden önce, sağ kanat popülizminin solun kendi temalarını çaldığı söyleminin nasıl meydana geldiğini anlamak için yap-bozun çözülmesi şart. Son G-20 zirvesi, bu bağlamda öğretici bir eser sundu. Biraraya gelen hükümet başkanlarının “sağdan gelen tehlike” alarmı, ulus devletleri kapılarını kapatmaya, köprüleri kaldırmaya ve küreselleşen piyasayı yakıp yıkmaya yönlendirebilir. Bu ruh hali, katılımcılardan biri olan Teresa May’ın en son Muhafazakar Parti konferansında duyurduğu sosyal ve ekonomik politikada şaşırtıcı değişimi kucakladı ve bu duyurusu, ticaret yanlısı medyada pek de şaşırtıcı olmayan bir öfke dalgasına sebep oldu. Açıkçası, İngiltere başbakanı Brexit’e neden olan sosyal sebepleri etraflıca araştırmıştı; her halükarda, nüfusun “kalan” kısımlarının marjinalleşmesi ile ve toplumun içinde artan bölünmelerle mücadele etmek için önceki parti siyasetini geri getirerek ve müdahaleci bir “güçlü devlet”i önemseyerek, rüzgarı, sağ kanat popülizminin sandallarından çekmeyi deniyor. Siyasi gündemin bu ironik geri dönüşü gözönünde bulundurulursa, Avrupa’daki solun, sağ kanat popülizminin, ulusal tecritin yanlış yolu yüzünden ezilmiş ve dezavantajlı hale gelmiş grupları üzerinde niçin galip geldiğini kendisine sorması lazım.
Sağ kanat meydan okumasına karşı bir sol kanat cevabı ne şekilde olmalıdır?
Soru neden sol kanat partilerin düzensiz piyasalara karşı işbirliği ve sınırlar ötesi ehlileştirme eylemine girişip de sosyal eşitsizliğe karşı hücuma geçmedikleri yönünde. Uluslararası anlaşma usulü burada kifayetsiz kalıyor; çünkü, demokratik meşruiyet şaibesini tamamen askıya alarak, yeniden dağıtım sorunları hakkındaki siyasi kararlar ancak katı bir kurumsal çerçeve dahilinde uygulanabilir. Bu da, ulusal sınırları aşan demokratik anlamda meşru işbirliğinin kurumsal derinleşmesi ve yerleşmesi için sadece taşlı bir yol bırakır. Avrupa Birliği de bir zamanlar bu türden bir proje idi – ve Eurobölge’nin 2 bir Siyasi Birliği hala bu türden olabilecek cinsten. Fakat bunun için yurtiçi karar verme sürecindeki engeller epey çoktur.
Clinton, Blair ve Schröder’den beri, sosyal demokratlar ekonomik politikalardaki yaygın neoliberal çizgiye kati surette etki etti, çünkü siyasi anlamda umut vaadediyordu: “orta dünya savaşı”nda3 bu siyasi partiler ancak neoliberal eylem planı benimseyerek çoğunluğu sağlayabileceklerini düşünmüşlerdi. Bu da, çoktandır devam eden ve gittikçe büyüyen sosyal eşitsizlikleri dikkate almak anlamına gelmekteydi. Bu esnada, bu fiyat –kitlenin gelmiş geçmiş en büyük bölümünün ekonomik ve sosyo-kültürel kısmına karşılık gelir– açık bir şekilde öyle yükseldi ki buna tepkiler sağa dek uzandı. Ve başka nereye? Eğer güvenilir ve ileriye dönük bakış açısı yoksa, protesto basitçe dışavurumcu, mantıksız bir forma geri çekilir.
Sağ kanat popülistlerin mevcut partiler ve tabiki Avrupa üzerindeki, “bulaşıcı riskler” olarak zuhur etmelerinden de kötü. Sağdan gelen baskı altında, İngiltere’nin yeni başbakanı, yabancı işçilerin ve göçmenlerin gözünü korkutan hatta onları kovan katı tutumlu politikalar denedi; Avusturya’da sosyal demokrat hükümet başkanı, geçici yasa ile sığınma hakkına sınırlama getirmek istedi ve Fransa’da Francois Hollande, Ulusal Cephe’nin keyfi olsun diye, yaklaşık bir yıldır ülkeyi OHAL kapsamında yönetiyor. Avrupa da, bu sağ-kanat ayaklanmanın sinyalini veriyor mu ya da cumhuriyetçi başarılar geri dönülemez bir şekilde aşındırıldı mı?
Tahminimce, yerel siyasetçiler sağ-kanat popülizmi başından beri yanlış anladılar. Mevcut yerleşik partilerin hatası cepheyi, sağ kanat popülizmin tanımıyla ikrar etmek: Sisteme karşı “Biz”. Burada, bu hatanın bir asimilasyona mı yoksa “sağ-kanat” ile karşılaşmaya mı dönüşüp dönüşmediği zerre kadar önemli değildir. Sözümona sesi çok çıkan, talepleri ile Marine Le Pen’den fazlasını teklif eden Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ya da tartışmada Alexander Gauland’la kıyasıya boy ölçüşen aklı başında Alman adalet bakanı Heiko Maas’ı örnek olarak ele alalım; ikisi de muhalifini daha güçlü hale getirdi. Her ikisi de karşısındakini ciddiye aldı ve onun profilini yükseltti. Almanya’da hepimiz, Frauke Petry’nin titiz ironik sırıtmasını ve korkunç çetesinin liderliğinin kalanındaki tavırlarını biliyoruz. Yalnızca müdahalelerini gözardı ederek, sağ-kanat popülistlerin savunduğu noktaları çürütmek mümkün olabilir.
Fakat bu, yerel politikalarda tamamen farklı bir yönelime açılmaya istekli olmayı icap eder ve bunu yaparken yukarıda bahsedilen problemleri mevzunun merkezine koymayı gerektirir: Dizginlenemeyen kapitalist küreselleşmenin yıkıcı güçlerine karşı siyasi inisiyatifi nasıl geri kazanacağız? Bunun yerine, ekonomik ve dijital anlamda büyüyen küresel topluma siyasi bir şekil verme gündemi olan sol kanat küreselleşme, artık, bankaların ve düzensiz piyasaların şantaj gücünden siyaseten feragat eden neoliberal gündeminden ayırt edilemez olur ve bu da siyasi manzaranın genellikle gri olduğuna bir örnektir.
Bu yüzden, çelişen siyasi programların yeniden farkedilebilir hale getirilmesi elzemdir. Bu çelişmeler –siyasi ve kültürel bağlamda- solun “liberal” açık fikirliliğini ve pervasız ekonomik küreselleşmenin yerel sağ-kanat eleştirmenlerini de kapsamalıdır. Tek kelime ile, siyasi kutuplaşma yerleşik partiler arasında anlamlı çekişmeler konusunda yeniden belirginleştirilmelidir. Sağ kanat popülistlere hoşgörüden ziyade ilgi lütfunda bulunan partiler, sivil toplumdan sağ kanat deyişlerini ve zorbalığını reddetmelerini beklememeli. Bu yüzden, Merkel sonrası döneme şöyle bir göz gezdirildiğinde, CDU (Hristiyan Demokrat Birliği) içindeki çetin ceviz muhalefete doğru, oldukça farklı bir kutuplaşmayı daha büyük bir tehlike olarak alıyorum. Alexander Gauland’da, eski Hessen CDU’sunun Dregger kanadındaki esas figürü yeniden farketti, ya da kendi kendininin farkına vardı ve AfD ile koalisyon yoluyla, kaybettiği seçmeni geri kazanma fikrini kabul etti.
Sözel olarak bile, oldukça karmaşık görünüyor: Siyasetçiler daha da sık bir şekilde “halk düşmanları” olarak ilan edilir ve açıkça da hakarete uğrar oldular. Alexander Gauland, Angela Merkel’i bir “diktatör şansölye” olarak adlandırır. Aynı çerçevede, “Wörterbuch des Unmenschen” (Nazi jargonu sözlüğü)’ın kademeli bir yenilenmesi söz konusu: Frauke Petry, “völkisch” (ırkçı) kavramını günlük dile geri getirmeyi istiyor, Bjorn Höcke “entartete Politik” (bozulmuş siyaset) bahsini açıyor ve bunun üzerine, bir Saxon CDU kadın parlamento üyesi klasik Nazi deyişi “Umvolkung” (de-Germanisation)4 ile karşılaşıyor – ve bunların hepsi ileri bir sonuçtan yoksundurlar.
Demokratik partilerin bu türden terimlere meraklı olan insanları idare etmeye dair alacakları tek ders şudur: bu “ilgili vatandaşlar”a mesafeli olmayı durdurmak ve kısaca oldukları şeyden –ki bu yeni bir faşizm için sulanmış topraktır- onları azletmek. Bunun yerine, (1990 öncesi) eski federal cumhuriyette iyi uygulandığı gibi, zorunlu denge eyleminin komik törenine yine yeniden şahit oluruz: “Sağ kanat aşırıcılığı” konuşmasının kaçınılmaz olduğu her durumda, bir utanç duygusundan kaçmak zorundalarmış gibi davranırlar.
Doğu Almanya’da AfD’nin sağ kanat popülizmine olan hassaslığı ve oradaki aşırı sağ saldırıların büyük ölçekli oluşunu nasıl açıklarsınız?
Tıpkı Baden-Wirttemberg’teki son seçim sonuçlarında olduğu gibi, Almanya’nın Batı’sında AfD’nin sergilediği seçim başarısından dolayı illüzyona kapılmamalı elbette. Batı’da AfD seçmenine yönelik sağ kanat önyargıları önceki GDR (Global Depo Sertifikaları) bünyesinde hiçbir şekilde gelişme şansı elde edememiş muhafazakar bir çevre tarafından süzülmüş gibi görünüyor. Ayrıca Batı’nın hesaplarında ısrar eden bu sağ kanat aktivistler, eski federal cumhuriyetten doğudaki kendi kümelerine geçti ve beraberlerinde gerekli örgütsel kabiliyetleri getirdiler. Fakat, sağlam verilere dayanarak, türbülanslı otoriteryen önyargılara ve “eski senaryo”ya karşı “filtresiz” bir hassaslık Almanya’nın doğusunda kesinlikle daha büyüktür. Bu gerilim önceki oy kullanmayan kişilerden doğduğu ölçüde, güncel mülteci politikamızın katalizörüne dek az çok önemsiz olarak kalmaya devam edebilirdi: O zamana kadar, bu seçmenler siyasetteki önyargılı algıdan ve Batı CDU‘nun (Hristiyan Demokrat Birliği) ulusal prestijinden veya “Sol” parti tarafından ele geçirilmiş büyük çoğunluktan etkilenmişlerdi. Fakat bu, tartışmaya açık siyasi zihinsel kalıplar uzun vadede gizlenmediği sürece, demokratik bir siyasi teşekkül için daha iyidir.
Diğer bir yandan, zamanında yeniden birleşme ve yeniden yapılanma durumunu tanımlayan ve şimdi sonuçların siyasi sorumluluğunu taşıyan Batı (örneğin eski Batı Almanya hükümeti), pekala kendini tarihin yargıladığı durumda bulabilir. Oysaki, eski Batı Almanya hükümeti iyi ekonomik şartlar altında olma şansına sahipti ve yıllar içinde aşama aşama kendisini Nazi döneminin mirasından, kamuda devam eden hastalıklı zihin kalıplarından ve elitlerden (ki bunlar, önceki Alman Demokratik Cumhuriyeti nüfusudur ve 1990’dan sonra kendi hatalarını işlemek gibi bir şansları yoktu ve Nazi geçmişiyle, yüzleşerek öğrenmek zorunda bırakıldılar) özgür kıldı.
Federal siyasete geldiğimizde, AfD, Birliği (Hristiyan Demokrat Birliği/Hristiyan Sosyal Birliği) her şeyden çok stratejik bir hengameye itiyordu. Bu yüzden, son zamanlarda, Hristiyan Demokrat Birliği ve Hristiyan Sosyal Birliği’nden siyasetçiler, “yanlış insanlarla el ele tutuşarak kurulan vatanseverliği” durdurmak niyetiyle, bir “Leitkultur” için resmi bir vizyon ifadesi kaleme alıyorlar, miras bırakılan kültürel çerçeveyi muhafaza etmek için siyasi sloganlar bunlar. Burda şunu okursunuz; “Almanya izahtan vareste olanı şart koşma hakkına sahiptir”. “Şefkatle kucaklanmış bir vatanda kök salmak ve vatanseverliğin günlük tecrübesi” teşvik edilmelidir. Eski federal cumhuriyette, demokrasinin büyüyen kabulünün uyanışında, Temel hukuk tıpkı öz kültür gibi daha da çok görevini yerine getirdi ve bu tanınırlığı başarılı entegrasyon için bir standart ve ölçüt haline geldi. Bugünlerde, bu anayasal-vatanperver kültürün alışkanlık ve geleneklerden mamül yeni bir anaakım Alman kültürüne evrilmesini mi deneyimliyoruz, tıpkı biriyle tanışırken el sıkışmak gibi?
Merkel’in Hristiyan Demokratik Birliği’nin 1990ların basit tartışmalarını arkalarında bırakmalarını oldukça apar topar olarak addettik. Göçmen politikası, eski federal Hristiyan Demokrat Birliği/Hristiyan Sosyal Birliği’nin ulusal-muhafazakar kanadı ile Doğu-Hristiyan Demokrat Birliği’nden dönenlerin nesli şeklinde olan batıni bir muhalefeti su yüzüne çıkardı. “Vizyon cümleleri” Hristiyan demokrat birliğinin eğer şu iki politika arasında karar vermek durumunda bırakılsaydı, bir parti olarak ikiye bölüneceğine dair bir kopma noktasını işaret eder: mültecilerin entegrasyonunu ya anayasal standartlara göre ya da ulusal çoğunluğun kültür fikrine göre düzenlemek. Çoğulcu bir toplumun demokratik oluşumu, o ülkenin kanunları çerçevesinde kendi kültürel yaşam biçimlerini sürdürebilme imkanı kazanabilsinler diye azınlıklar için kültürel haklar gerektirir. Bu sebeple, anayasal entegrasyon politikası, farklı bir kökenden olan göçmenler üzerinde yasal yükümlülükle bağdaşmaz çünkü bu, onların yaşam biçimlerini, tam teşekküllü çoğunluk kültürüne bağlı kılmaktadır. Bundan ziyade, ülkenin yerleşik çoğunluk kültürü ile tüm vatandaşları eşit bir şekilde kucaklayan siyasi bir kültür arasında farklılaşma talep eder.
Fakat bu siyasi kültür, hala, vatandaşların ve anayasal ilkelere dair getirdikleri yorumların ülke tarihi bağlamında nasıl kullanıldığı olgusu tarafından şekillendiriliyor. Sivil toplum, bunu yasal bir şekilde zorla kabul ettirmeksizin, göçmen vatandaşların bu siyasi kültür içinde gelişmelerini ummak zorunda. İran asıllı bir Alman vatandaşı olan Navid Kermani’nin Der Spiegel’de yayımlanan Auschwitz’de eski bir toplama kampına yaptığı ziyarete dair haberi, duygulandırıcı ve aydınlatıcı bir örnek teşkil ediyor: pek çok ülkeden pek çok dil konuşan ziyaretçilerin olduğu grupta, Almanların sessiz grubuna katılmayı seçti, dolayısıyla, suçlu neslin torunlarına. Her halükarda, onu bu şekilde davranmaya iten şey Alman dili değildi.
Siyasi kültürün hala yaşayan demokratik bir tartışma kültürü içinde ayakta duramayacağını farzedelim. Buna karşın, yeni gelen vatandaşlar, bu genel siyasi kültürün gelişim ve değişim sürecinde meyve vermek için kendi seslerini katma hakkı konusundan köklü olanlar kadar yararlanırlar. Bu seslerin tanımlayıcı gücü bizler için eski Türk “gurbetçi” ailelerinden gelen başarılı yazarlar, film yönetmenleri, aktörler, gazeteciler ve bilim adamları tarafından örnekleriyle açıklanır. Ulusal öz kültürü yasal olarak koruma girişimleri sadece anayasaya aykırı değildir, aynı zamanda gerçek dışıdır da.
Die Zeit’ta 7 Haziran tarihinde yayınlanan son ropörtajınızda, “uzun süredir tutkulu bir gazete okuru” olarak “basının belli suç ortaklığı”nı eleştirdiniz, ki size göre, bu ortaklık olmaksızın “Merkel’in, uyutmak için herkesi sersemletmek adına yaptığı genel sigorta poliçesi”nin ülke genelinde yaygınlaşması mümkün olmayacaktı. Şüphesiz, Merkel’in göçmen politikası sebebiyle, yeni bir kutuplaşma deneyimliyoruz. Siyasi alternatifler bağlamında düşünüldüğünde, bir talih görebiliyor musunuz?
AfD’ye aşırı bağlılık göz önünde bulundurulursa, beni daha çok korkutan şey, diğer partiler arasında daha ileri boyutlara giden anlaşmazlıklar. Herkesi uyutmak için pışpışlayan bir politikadan söz ettiğimde, Avrupa’dan bahsediyordum. Avrupa Birliği’nin geleceğine gelince, Brexit’ten bu yana hiçbir şey değişmedi. Örneğin, ekonomi bakanı Schäuble Yunanistan için yürütülen yardım programından ayrılan IMF arasında yenilenmiş kızışan bir tartışmaya dair aslında hiçbir şey okumadınız. Felce uğratan harcama kesintileri politikalarını değiştirmek için bir girişim olmaksızın, işbirliği için Avrupa içindeki hazır olma hali, diğer politika alanlarında gelişim konusunda da eşit biçimde başarısız olacaktır.
Brexit’ten sonra, Die Welt ile bir röportajında, Wolfgang Schäuble 1990’ların başında Karl Lamers ile üzerinde çalışmak için bir araya geldikleri, ileriye dönük bir öz Avrupa için dört gözle beklenen tekliften vazgeçtiğini halka açık olarak ilan etmişti. Uzman pragtizmin lehine hoş akılcı bir siyasetçi fakat aynı zamanda da kısa vadeci, güçle güdümlenen bir fırsatçı olarak bilinmesi gereken Angela Merkel, yapıcı mülteci politikasıyla beni şaşırttı. Afrika’ya son seyahati, stratejik ve geniş kapsamlı bir biçimde hareket etme kapasitesi ve istekliliğine sahip olduğunu gösteriyor. Fakat öte yandan, ve bu 2010’dan beri doğrudur, Avrupa’ya yönelik takip ettiği politikanın ulusal ekonomik bencilliğin dar perspektifinden olması ne anlama geliyor. Aslında, yalnızca, AB’yle ilişkileri inşaa etmek için istek yaratmak ve ilişkileri daha da geliştirmek işinin bizim hükumetimize düştüğü oldukça siyasi bir arenadaki ulusal çıkarları bağlamında düşünmüş gibi geliyor. Merkelin ileriyi göremeyen, katı bir şekilde statükoya bağlı kalan kemer sıkma politikası gerekli olan adımların atılmasını engelledi ve Avrupa içindeki bozuşmaları geniş bir etki ile derinleştirdi.
Oldukça birbirine bağlı olan küresel bir toplumdaki ulus devletlerin içinde yaşanan kontrol kaybını telafi etmek için, epeydir, bir ulusötesileşme demokrasisi isteyen sizdiniz, ki bu AB’yi de güçlendiren bir şeydir. Fakat, açıkça görüyoruz ki, ulus devlet kozası arzu etmek gittikçe büyüyen bir şey. Mevcut AB devletleri ve kurumlarını göz önünde bulundurursak, uzakta da olsa, yeniden millileştirmek mevzusuna karşı savaşmaya dair gerçekçi bir şans görüyor musunuz?
Brexit mevzusuna dair uzlaşma, bahsettiğiniz meseleyi her iki şekilde de gündeme geri getirecektir. Aslında, hala, her zamankinden daha da yakın çalışan bir Siyasi Avrupa Birliği (parola: Merkez Avrupa) ile herhangi bir zamanda merkeze katılabilecek olan mütereddit aday devletlerin periferisi arasında bir iç farklılaşmayı uygun buluyorum. Bu tasarım için öyle çok siyasi sebepler ve ekonomik olgular dile getirildi ki, bence siyasetçiler insanların öğrenme kapasitelerine güvenerek, geleceği, kaderci bir yönlendirme ile değiştirilemez sistemsel güçlere siyaseten çevirmeyi bırakmayı meşrulaştırmaktan daha iyi çalışacaklardır. Angela Merkel’in kariyeri, nükleer enerjiden geri çekilmesi ve çığır açan mülteci politikası ile, iki dikkate şayan örneği ile siyasi manevra için boş alan eksikliği tezinin karşı tezini teklif ediyor.
Türkçe Çeviri: Müleyke Barutçu
sosyalbilimler.org Çeviri Editörü
ceviri@sosyalbilimler.org
Kaynak: Jurgen Habermas, “For A Democratic Polarisation: How To Pull The Ground From Under Right-Wing Populism”, 17 Kasım 2016, Social Europe.
Bu röportaj Blätter für deutsche und internationale Politik tarafından yapılmış ve ilk olarak orada yayımlanmıştır. İngilizce’ye David Gow tarafından çevirilmiştir.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.
Dipnotlar
↵1 | ABD Cumhuriyetçi Parti |
---|---|
↵2 | ortak para birimi olarak Euro’nun kullanıldığı ülkeleri içeren coğrafya |
↵3 | “the battle for middle ground” olarak, Yüzüklerin Efendisi temalı bir seçim videosu hazırlanmıştı. http://www.abc.net.au/news/2016-07-03/lotr:-the-battle-for-middle-ground/7565108 |
↵4 | Türkçeye “Almanlaştırmayı önlemek” olarak tercüme edilebilir. – M.B |