Şiddetin bütün versiyonlarını iliklerine dek yaşayan bir ülke haline dönüştüğümüzden beri, en çok sorduğumuz sorunun “Bize ne oldu?” olması hem ironik hem de trajiktir. Çünkü bu topraklarda oldum olası “eti senin kemiği benim” mantığı ile işleyen ve bunu son derece normal gören bir zihniyet içerisinde yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Gücü elinde tutanları, gücü elimizde tutmayı seviyoruz ve buradan kendimize paye çıkartma hususuna gelince daha da tutkulu olmaya başlıyoruz.
Toplu hâlde iş yapma ve birbirinin haklarına saygı göstererek bir şeyleri yerine getirebilme konusunda isteksiz oluşumuz da yine güç meselesi ile yakından bağlantılı. Üzerinden zaman geçse, devirler değişse bile bu coğrafya tek adamlığa olan tutkulu bağlılığını kaybetmiyor. Siyasetten, ekonomiye, toplumsal hayatın içinde olup bitenlerden, futbol takımlarının durumuna kadar her alanda gücü seviyor ve güce yakın durmak suretiyle hayatlarımızı anlamlandırmaya gayret gösteriyoruz.
Yaşadığımız mahallede, gittiğimiz yerlerde, izlediğimiz televizyon dizilerde velhasıl kelâm her yerde iş bitiren, masaya yumruğunu vuran, tuttuğunu kopartan figürlerle özdeşim kuruyor ve onlar gibi olmanın yollarını arıyoruz. Tuttuğunuz takımın başkanı sizin yerinize federasyona, hakemlere, diğer takımların yöneticilerine, taraftarlarına ağızlarının payını vermeliler. Eğer bunu yapıyorlarsa, en büyük başkan olarak anılmayı hak etmiş oluyorlardır. Benzer durum takımın en kavgacı futbolcuları için de geçerlidir, diğer takımların sevmedikleri isimler nedense kendi takımlarında çok sevilirler.
Dönüp dolaşıp aynı figürleri, aynı yüzleri ve dolayısıyla aynı olayları yaşamak zorunda kalıyor ve bundan tuhaf bir zevk bile alabiliyoruz! Çare olarak önümüze konulan isimlerin geçmişte gidiş tarzlarına şöyle bir bakın ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Makro planda bütün bunlar olurken daha mezzo ve mikro düzeylerde işler nasıl yürüyor ve asıl buralarda güç zehirlenmesi ne gibi karşılıklar buluyor üzerinde durmak çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü gücün yarattığı iktidarın izlerini tepede takip edebilmek ve oranın yaratmış olduğu akisleri görebilmek daha kolay. Zor olan ve asıl belirleyici olan daha aşağıda nelerin ve nasıl dolaşıma sokuluyor olduğudur.
İşte bu noktada ülkemizin bitmez tükenmez bir zenginlik içerdiğini ve kafanızı çevirdiğiniz her alanda bir şeyler bulabileceğiniz gerçeği ile karşılaşırsınız. Sadece bulunduğu pozisyon üzerinden astlarını aşağılayan hatta bunun da ötesine geçerek tekme tokat dövebilen amirlerin olduğu bir yerde, örnek sıkıntısı çekilmez. Son günlerde medyaya yansıyan iki örnek bile durumumuzu bu açıdan fazlasıyla gözler önüne sermektedir. Bir tanesi zabıta amirinin, zabıtayı sokak ortasında tokatlayarak bayıltmasıdır. Diğeri ise bir öğretmenin, dövdüğü çocuğun ailesinin şikayeti sonrasında, aile ile karşılaştığında savurduğu tehditler ve darp girişimidir.
İktidar, güç ve şiddet bağlantısı ideolojik bir zemin üzerinde yükselir. Gücün dolayımı ile kendisinden geçen iktidar sahipleri açısından bulunmuş olunan pozisyonun önemi kalmaz asıl önemli olan ister bir isterse bin kişi olsun üzerinde tahakküm kurabileceğiniz kişi/kişilerin varlığıdır. Burada şiddet sözel boyutunun yanı sıra psikolojik ve fiziksel boyutları ile iktidarın emrindeki enstrüman olarak hayata geçirilir. Sadece bu kadar da değil aynı zamanda güç sahiplerinin kendilerini astlarından ayıran bir diğer husus konuşma biçimleri, üslupları, seçtikleri kelimeler ve tabii ki sık sık kullandıkları karşılarındakini hiçleştiren yaklaşımlarıdır.
Hiyerarşi, gücün kitleler ile buluşmasında ve iktidarın somutlaştırılmasında olmazsa olmazlardan bir tanesidir. Eğitim sistemimizin daima buna uygun bir profil ürettiğini ve bu yüzden de farklılıkları değil tek tipliği özendirdiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. “Sürüden ayrılanı kurt kapar” sözü burada çok sevilir ve çoğu kez de bir örnekliğin güçlendirilmesi adına dayatılır. Bütün kurumlarımızın hiyerarşik bir yapılanma içerisinde ast-üst ilişkileri temelinde yükseltilmesi ve her ne kadar aksini savunsak da asıl belirleyici olanın amirler olduğu gerçeği, daha en başından bütün ilişkileri buna uygun bir hale dönüştürüverir.
Yapanın yaptıklarının yanına kâr olarak kaldığı bir düzende, insanların zihninde sürekli olarak “it iti ısırmaz” denilen bir yaklaşım geçerli olursa, siz istediğiniz kadar demokrasi, özgürlük, hak, hukuk ifadeleri kullanın sonuç sessizlik sarmalı olacaktır. Başına geleni sineye çeken ve sesini yükseltmekten imtina eden bir kitlenin, ortaya çıkan olumsuzluklar konusunda ne akıl yürütmesini ne de daha ileriye giderek tepki koymasını bekleyebilirsiniz. Gücün yansımaları toplumsal hayatın kılcal damarlarında çok daha yakıcı ve yıkıcı bir etkide gerçekleşmektedir.
Demokrasi denilen kötünün en iyisi olarak tarif de edilen yönetim biçimini şekilsel olarak kabul etmek sadece seçimle sınırlandırmak anlamına gelmektedir. Oysa demokrasinin asıl etkide bulunduğu yer, toplumsal hayatın bütün kademelerindeki işleyişlerin de sorgulanabileceği bir alt yapının oluşturulabilmesi fikri ile bu temelde yükselen denetleme mekanizmalarının varlığıdır. Hiçbir kimse bulunduğu pozisyon icabı bir diğerine eziyet edebilme, şiddet gösterme, hakkını gasp etme vb. hususlarda ayrıcalık sahibi değildir. İktidarın sınırlarını çizen hukuk ve aslında toplumsal hayatın bizatihi kendisinin ürettiği dengenin varlığıdır.
Bu yapıyı hayata geçiremeyen ülkelerde kraldan fazla kralcılık anlayışı gereği iktidar gündelik hayatın içerisinde çok daha fazla kendisini hissettirebilecek şekle büründürülür. Yaşam kalitesinin yükseltilemediği ülkelerde makamların, mevkîlerin yükselmesi ve buralarda hiç ummadığınız kadar tuhaf uygulamaların hayata geçirilmesi ile karşılaşmak da şaşırtıcı değildir. Çünkü güç hızla zehirlenmeye ve etrafındaki iyilikleri de bozmaya yarayan uyaranları devreye sokmaya başlar.
Bir öğretmenin, engelli bir babayı tehdit ederek konuşması, ardından fiiliyata geçmesi bu güç zehirlenmesinin somuta dönüşmüş halidir. Zabıta amirinin, mesai arkadaşı olan zabıtayı evire çevire dövmesi yine aynı durumun habercisidir. İlginç olan husus toplumsal hayatın farklı aşamalarında şiddete, baskıya maruz kalanların aynı şeyleri kendi gücünün altında gördüklerinin üzerinde uygulamaya girişmeleri ve şiddeti yaymalarıdır. Böylece evde kadınların, çocukların, güçsüzlerin şiddete maruz kaldığı ve şiddetin giderek normalleştirildiği bir ülke olma yolunda hızla ilerlemeyi sürdürmekteyiz.
Sorun çok daha derinlere sirayet etmekte ve tüm toplumsal hayatı tehdit eder bir hale dönüşebilmektedir. Bu yüzden de başta siyasetçiler olmak üzere, toplumun bütün kanaat önderlerinin konuştukları kelimelerden başlayarak, davranışlarına büyük özen göstermeleri gerekmektedir. Asıl üzerinde durmamız gereken gücün yarattığı bu zehirlenmeden beslenen kitlenin, sadece etrafındakilerin hayatlarını etkilemekle kalmıyor olmalarıdır. İncinmiş ve kirletilmiş bir ruh asla yalnız kalmaz! Çünkü adrenalin en sosyal salgıdır.
Ahmet Talimciler
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; Sosyal Bilimler Platformu, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.