Bazı hikayeleri dinginlikle anlatmanız gerekir, ayrıntıları içinize sindirerek. Nasıl ki büyük bir orkestrayı dinlerken tüm sesleri susturup tek bir kemana odaklanırsınız; diğer her şeyin yavaşça kaybolduğunu hissedip, yalnız o seste huşu bulursunuz; ya da bir bahar günü evdesinizdir; aylardır biriktirdiğiniz işlerinizi tamamlarsınız ancak; bir müddet sonra sıkılıp içeri dolmak için camları zorlayan havanın serinliğine bırakırsınız kendinizi. Sokaklarda öylesine dolaşırsınız; insanları ve araçları, mağazaları ve trafiği, mutsuzca homurdanan gri gökyüzünü, toza bulanmış kaldırımları, telaşlı beyaz yakalıları ve salına salına yürüyüş yapan gençleri; her yıl yerini yenilerine bırakan yeni kırmızı tuğlaları, parlak yeşil ağaçları, zarafetle bayağılığın olağan dışı karışımını seyredersiniz. Çünkü hayatı anlamlandırmak ayrıntılardaki şeytanı yakalamakla ilgilidir çoğu zaman.
Oscar’ın kazananı Green Book’un 1950’lerin 21. yüzyıla son derece uyumsuz görünen ırkçılık mefhumundan sayısız örnekler sunduğu sahneleri izleyip, ‘bu kadarı da abartılı’ diyerek sinemanın gerçek hayata dair referansları mübalağa sosuyla sunduğu izlenimine kapılan seyirciler için tarihin soluk sayfalarına dönüp yaşanmışlıkların ayrıntılarına inmek de böylesi ‘incelik’ isteyen zahmetli bir iştir şüphesiz. Amerikan dimağının bağrından klasik bir hikayenin kültürel yakınlık nedeniyle tercih edildiği tartışmaları şöyle dursun, filme dair nitelikli bir değerlendirme hikayenin bıyık altından çarpıkça gülümseyen bir ironi ile arşınladığı o talihsiz dönemlere de mutlaka değinmelidir. Ve bizler de kesinlikle öyle yapacağız.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılık, Kolonileşme döneminden bu yana süregelen utanç verici bir gelenektir. Avrupa’dan, özellikle İrlanda’dan, İtalya’dan ve Polonya’dan gelen Protestan olmayan göçmenler, 1600’lerde kıtaya getirilen Afrikalılar, Amerikan toplumunda 1800’lerin sonlarına ve 1900’lerin başlarına kadar yabancı düşmanlığı ve diğer ayrımcılık türlerine de maruz kaldılar.
Resmi alanlarda ırk ayrımcılığı, 20. yüzyılın ortalarında büyük ölçüde yasaklanmış; sosyal ve ahlaki olarak kabul edilemez olarak algılanmıştır. Yine de ırk siyaseti büyük bir fenomen olmaya ve ırkçılık da sosyo-ekonomik eşitsizliğe yansımaya devam etmiştir. Irksal sınıflandırma, istihdam, konutlandırma, eğitim, kredilendirme ve devlet kademelerinde halen vuku bulmaktadır.
Sivil haklar hareketi, esas olarak 1950’lerde ve 1960’larda siyahların ABD’de yasalar uyarınca eşit haklar kazanması için verilen sosyal adalet mücadelesiydi. İç Savaş’tan sonra, 14. Yasa Değişikliği (1868), köleliği resmi olarak kaldırmıştı ama Jim Crow yasalarıyla (1830) resmileşip güçlendirilen ayrımcılığa son vermedi –siyahi vatandaşlar, ırkçılığın, özellikle Güney’deki yıkıcı etkilerine katlanmaya devam ettiler. II. Dünya Savaşından önce, birçok siyahi vatandaş düşük ücretli işçilik, ev bakımı ve hizmetçilik gibi işlerde çalışmak zorunda kalıyordu. 1940’ların başlarında, savaşa dayalı işlerde patlama yaşanırken siyahiler hala daha iyi kazançlı işlere alınmıyordu. Orduya katılmaları da desteklenmiyordu. 1941’de binlerce siyahinin Washington’a yürümekle tehdit ettiği Roosevelt hükümeti, ırk, inanç, renk veya ulusal kökene bakılmaksızın tüm Amerikalılara, ulusal savunma işleri ve diğer devlet işlerinde eşitlik sağlanmasına yönelik bir başkanlık emrini yürürlüğe soktu. Soğuk Savaş’ın başlamasıyla 1948’de Truman orduda ayrımcılığın sona erdirilmesine yönelik girişimlerde bulundu. Ancak tüm bunlar yetersiz kaldı. Martin Luther King ve diğer siyahi liderlerin Montgomery Improvement Association (MIA)’ı oluşturmasına yol açan Rosa Parks olayı (1955) gibi birçok olay yaşanmasının ardından, 1956’ da, Yüksek Mahkeme, ayrılmış oturma yeri uygulamasının anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. 1957’de Başkan Eisenhower, 1957 Vatandaşlık Hakları Yasası‘nı imzaladı. Bütün bunlar, Little Rock Dokuzlusu gibi olayların vuku bulmasını engeleyemedi. Aynı 1960’da Martin Luther King Jr’ın ünlü “Bir Hayalim Var!” konuşmasını yaptığı Washington yürüyüşünün ve 1964’deki yeni Vatandaşlık hakları yasasının, 1965’deki Kanlı Pazar’ın, Malcolm X (1965) ve Martin Luther King (1968) suikastlerinin önüne geçemediği gibi. O günlerden bugüne yaşanan sayısız gelişme, geçtiğimiz yıl ve ondan önceki yıllarda Amerika’da polis tarafından ölümüne yol açılan kişilerin % 40 gibi büyük çoğunluğunun siyahi vatandaşlardan oluştuğu gerçeğini değiştirmedi. Ya da Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok vatandaşın inandığı üzere ilk siyahi başkan Obama, ırkçılık sonrası bir döneme geçilmesine ön ayak olamadı. Aksine, bugün Amerika’ya beyaz kayırmacılığına dört elle sarılan daha ırkçı bir politika hükmediyor.
Bu açıdan bakıldığında, günümüzde, sinemanın hayattan aldığı ilhamlarla ırkçılık mefhumunu her zamankinden daha çarpıcı bir şekilde konu edinmesi şaşırtıcı değildir. Bu yıl Oscar adaylığı için yarışan Green Book ve BlacKkKlansman’de geçen yılın kazananlarından Kapan’ın da dile getirdiği daimi ve vahim bir yaraya parmak basıyor.
Komedi türünün emektarlarından Peter Farrelly tarafından yönetilen Viggo Mortensen ve 2016’da en iyi film Oscarına layık görülen Ayışığı ve True Dedective gibi yapımlardan hatırlayacağınız Mahershala Ali’yi bir araya getiren Green Book, adını The Negro Motorist Green Book adındaki bir gezi rehberinden alıyor. Rehber, Victor Hugo Green ismindeki Harlem’de yaşayan ve New Jersey Hackensack yakınlarında çalışan Afrikalı-Amerikalı bir posta görevlisi tarafından derlenmiştir. Green bu projeye 1936’da başlamış; Sivil Haklar Hareketi’nden hemen sonra, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle dört yıl ara vermis ve 1966’da bitirmiştir. Yeşil Rehber’in Amerika’daki siyahi gezginler için hızla, tacize uğramadan yada daha beterine maruz kalmadan, yemek yiyebilecekleri, geceyi geçirebilecekleri yerleri işaret eden hayati bir belge haline geldiğini söylememiz gerekir.
Hikayenin, İtalyan-Amerikalı bir şoför ve fedai olan Tony Vallelonga ve siyahi piyanist Don Shirley’nin gerçek hayattaki arkadaşlığından ve ikilinin 1962’de Güney eyaletlerine yaptıkları konser turundan esinlendiği kısım gerçekleri yansıtmakla birlikte, filme ismini veren Yeşil Rehber’e çok fazla yer verilmiyor.
Mortensen’ın karakteri Tony, rehberi gezi sırasında ediniyor ve birkaç kere karıştırdığı görülüyor. Öncesinde, rehberin amacını eşi Delores’e (Linda Cardellini) açıklıyor: ‘Siyahi gezginlerin konaklamaları ve yemek yemeleri için “güvenli” yerleri gösterir bir harita gibi.İşini yapmak için buna başvurması gerekecek, müzisyenin sekiz haftalık turu boyunca onu konserden konsere güvenli şekilde taşıyacak.’
Fakat bu kısa açıklamadan sonra filme ismini veren rehber başka hiçbir şekilde anılmıyor. İkili yolculukları boyunca, rastgele yorumlardan ‘nazik’ ayrımcılığa, sivillerden, bar müdavimlerinden ve polisten gelen şiddet de dahil, her çeşit ırkçılığa maruz kaldıkları halde rehberi sadece Tony onu sessizce eline alıp Shirley’nin güvenle kalabileceği otelleri aradığında görüyoruz. Ve sadece görmekle kalıyoruz. Mahiyetine dair hiçbir şey duymuyoruz.
Ancak filmin konu aldığı yıllarda, beyaz gezginler göreli bir özgürlük dahilinde seyahat edebilirken, diledikleri restoran, bar, eğlence yeri ve kalacak yerlerde durabilirken, araba yolculuğu Afrika-Amerikalılar için daha endişe verici bir durumdu. Yanlış yerde kalmaya çalışmak ya da yanlış işletmede yemek yemek istemek dışarı atılmalarına ya da daha kötüsüne yol açabilirdi.
1937’den 1966’ya kadar Green Book’un yirmi iki sayısı yayımlandı. Yeşil Kitaplar çoğunlukla konaklama ve yemek yeme seçeneklerine ayrılmıştı, ancak başka bilgiler de içeriyordu. Bu özellikle, ‘sundown’ şehirleri adı verilen, siyahi vatandaşları kasabalardan ve şehirlerden uzaklaştıran ve geceleri seyahat etmelerini yasaklayan yasalarıyla bilinen radikal ırkçı yerleşim alanları için önemliydi. Yeşil rehberde Sundown şehirlerinden özel olarak bahsedilmiyordu. Ancak Amerika’da 60’ların sonunda 10 bin yerleşim yerinde benzer uygulamalar yürürlükteydi. Ve bu bölgeler filmin iddia ettiği gibi ülkenin güney eyaletlerinin “derinliklerinde” sıcakkanlı ve yağlı yemekleriyle göz dolduran geleneğinin hüküm sürdüğü ve Jim Crow yasalarının halen geçerli olduğu alanlarla da sınırlı değildi: Levittown, New York; Glendale, California ve Illinois eyaletinin büyük kısmı bu bölgeler içindeydi.
Filmde, Shirley, Yeşil Rehber’den asla bahsetmiyor ya da göz gezdirmeye çalışmıyor. Rehberle haşır neşir olan sadece Tony. Aslında, filmdeki Shirley karakteri, kendisini bilinçli bir şekilde siyah kültürün unsurlarından uzaklaştırmasına rağmen, seyahatte karşılaşacağı ayrımcılığın son derece farkında. Ancak gerçek hayatta, Shirley, Tony ile olan turuna başlamadan önce ülke genelinde seyahat etmişti ve Yeşil Kitap hakkında her şeyi biliyordu. Üstelik filmde üstü kapalı olarak geçilen ve aslında gerçek hayatta asla doğrulanamayan başka bir konu da Shirley’nin queer bir birey olduğu iddiasıdır. Film, ırkçılık hakkında ve ırkçılığı kınama iddiasındaki bir yapım olarak ‘siyahi’ olduğu için ötekileştiremediği piyanisti muhafazakar bir çağda sıradışı eğilimli bir birey ve Soğuk Savaş dolayısıyla ‘rakip ve düşman’ görülen bir kültüre yakın tasvir ederek bu sefer ‘ hasır altından’ dışlama derdinde düşmektedir. Çünkü karakteri etik dışı bir tavrı kendi kültüründen uzaklaştırma vesilesi bir suje olarak kullanmaya ihtiyacı vardır ancak tam olarak da ‘onaylamaya’ niyeti yoktur. Ne de olsa ticari kaygıları olan bir oluşum olarak piyasada başarılı olmak adına her türden seyirciyi çekmek zorundadır. Gerçeklerle kurgu arasında çelişen bir başka konu da Donald Shirley’nin hayatı boyunca Rusyaya hiç gitmemiş, Leningrad Akademisi’nde asla bulunmamış olmasıdır. Kendisi aslında Chicago Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunuydu. Ve Siyah hareketi liderlerini de tanımıyordu.
Tony’nin rehbere ilk başvurduğu an Shirley’nin konser turunun ortasında Ohio ve Indiana arasına denk gelir. Kentucky’yi geçtikten sonra kitap Tony’nin rehberi haline gelir; araba koltuğunda otururken birkaç defa elinde ve yanında görürüz. Ve filmin sonunda bir sahnede, Shirley ve Tony’nin güney polisi tarafından nezarete atıldıkları sahnede, onları kurtaran Bobby Kennedy’ye edilen bir telefonudur. Ve üstelik, Tony, ırkçı taciz ilk kez Shirley’ye değil de kendisine yöneldiğinde şiddete başvurmuştur. Tacizci, ‘İtalyan olduğuna göre, bir zenciye hizmetçilik yapan normal’ dediğinde sallar yumruğunu. Oysa daha önce Shirley barda dövüldüğünde silahı var ‘numarası’ (ki filmin sonunda gerçekten silahı olduğu anlaşılıyor) yaparak tacizci güruhtan kurtarmıştır işverenini. Diğer vakalarda da zor durumları, örneğin piyano çalmak için yeterli ama aynı mekanda yemek yiyecek kadar ‘elit’ görülmediği kulüpte, hep uzlaşma yoluna giderek çözümlemiştir. Ve belki de kendisi de tacize uğradığı ana kadar kendisinin de filmin başında ‘bu patlıcanlar’ diyerek aşağıladığı siyahi tamirciler kadar azınlık olarak görüldüğünü anlayamamıştır. Polis merkezinden kurtulduklarında ise, Mason-Dixon hattının kuzeyine yönelerek yaşanabilecek ‘kötü tecrübeleri’ atlatırlar. Fakat gerçekler çok farklıdır.
Rehberin yazarı Victor Green, New York şehrinde büyük çoğunluğu siyahi olan Harlem semtinde yaşamaktaydı. Ve ilk Yeşil Rehberi büyük ölçüde New York Metropolitan hattındaki ‘güvenli’ tamirhaneleri, gece kulüplerini ve restaurantları içeriyordu. Bunun anlamı Yeşil Rehber listelemelerini Georgia ve Alabama gibi yerlerle yada Jim Crow yasalarına tabii diğer eyaletlerle sınırlamadı—bu rehber, tüm ülkedeki turistler ve gezginler için bir can kurtaran halatı vazifesi görüyordu. Birçok baskısında Amerikan sınırlarının ötesinde Meksika ve Canada için de öneriler bulunuyordu.
Yeşil Rehber, Shirley’nin davranışlarını çoğu beyaz olan kalabalıklar için uyumlu hale getirişini ve bir kez sahneden indiğinde seyircilerin ve işletmelerin gözünde sadece ‘başka bir siyahi’ olduğunun farkında oluşunu son derece çarpıcı bir biçimde yansıtıyor. Ancak, ‘kendi insanlarına’ da beyazlarla olduğu kadar uzak olduğu fikri, önce Tony tarafından siyahi müzisyenlerin ve şarkıcıların isimlerini bilmeyişi nedeniyle eleştirilmesi-hatta ‘ben senden daha siyahım’ sözüyle karşılaşması- sonra da Rus kültürüne yakın tasvir edilmesi gibi ayrıntılarla pekiştirilerek Shirley’nin her üç kültür için de bir haymatlos olduğunun altı çiziliyor. Peki bu filmin anlatısı açısından neye hizmet ediyor?
Şüphesiz ki Shirley’nin her konserin sonundaki acı gülümsemesi her şeyi ele vermektedir. Elbette ki bu, Amerikan itibar politikasına dair uzun soluklu geleneğin keskin bir hatırlatıcısıdır. Ve film, Tony ve Shirley bu politikaların sınırlarını ve beyaz adamın niteliklerini belirlediği statükoya nasıl karşı koyacaklarını öğrenirken kendini temize çıkarma sarmalının dışına çıkmayı az da olsa başarır.
Yeşil Rehberler, her ne kadar Green’in kötü bir durumdan en iyi şekilde yararlanma yöntemi olsa da, Amerikan nüfusunun beyaz insanlardan aşağı görülen ve eşit muamele görmeye layık görülmeyen büyük bir kısmının günümüzde dahi benzer acılara maruz kaldığını bir kez daha hatırlatmaktadır. Amerika’da yarım yüzyıldan kısa bir süre önce, derinizin rengi nedeniyle yoldan atılmanız veya “Siyahiler Giremez” ibaresi bulunan bir otelde geri çevrilmeniz yasaldı.
Yeşil Rehberler, çalışmanın ve yaratıcılığın bir eseri olsalar da, başka bir şeyi daha temsil ederler: on yıllar süren acıyı, ve utançla anılması gereken bir tarihi.
Film, Hollywood’un ırkçılık tarihi hakkında filmler yaparken gerçeği ‘yuvarlama’ konusundaki talihsiz eğilimini açıkça ortaya koyar. Kendisinin de belirttiği üzere ne tam olarak bir zenci, ne de tam olarak bir beyaz olarak görülen Shirley, dehasıyla saygısını kazandığı beyaz Tony için önyargıların aşıldığı bir sınır vazifesi görmüş olabilir. Ancak gerçek hayatta, Hollywood bu önyargıları ne ölçüde aşabilmiştir ya da Oscar jürisi adının temsil ettiği tarihsel gerçeği net olarak açıklamaktan imtina eden sabun köpüğü bir filmi neden ödüllendirmiştir? Belki de tam da Holywood’un gerçekleri yutmak için gösterdiği cansiperhane çabayla aynı nedenden: Çağımızı “ırkçılık sonrası”,” renk körü” olarak görmeye pek hevesli beyazların geçmişin şeytanlarını çıkarıp arınmaya olan aşırı tutkularını yada siyahilerin ‘ırk kartını’ kullanmaktan geri kalmadığını haykıran nefret söylemlerini haklı çıkararak “Oh, yırttık! 60’lar çılgın zamanlardı. Ne mutlu ki ırkçılığı yendik” diye haykırabilmek için!
Zeynep Şenel Gencer
zeynep@sosyalbilimler.org
Sosyal Bilimler / Sinema Editörü
Kaynakça
Todd Beer (March 1, 2018), Police Killing of Blacks: Data for 2015, 2016, 2017, and First Half of 2018, The Society Pages.
Racism in the United States: Reconstruction Era to World War II / Wikipedia
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır.Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.