Fransız komünist düşünür Alain Badiou, Aşk’a Övgü adlı kitabında, müşterilerine ‘aşka düşmeden aşk’ vaat eden arkadaş bulma sitelerinin ticari diline işlenmiş olduğunu gördüğü ‘risksiz aşk’ kavramını eleştirir. Badiou’ya göre, ‘acı çekmeden kusursuz aşk’ arayışı ‘geleneksel’ görücü usulü evlilik uygulamalarının ‘modern’ bir biçimini ifade eder –aşka karşı, farklılıklara maruz kalmamızı azaltmayı amaçlayan, riskten kaçınan, hesaplanmış bir yaklaşım: “Onların fikri, kimlerin aynı zevkleri, fantezileri, tatil günlerini paylaştığı ve kimlerin aynı sayıda çocuk istediğini sizin hesaplamanızdır. Görücü usulü evliliklere geri dönmeye çalışıyorlar” diye yazar Badiou. Düşünür ve kültürel teorist Slavoj Žižek de, görücü usulü evlilikler hususunda benzer fikirleri paylaşıyor; bu uygulamaları ‘modernite öncesi bir yöntem’ olarak adlandırıyor.
Batı’da, iş görücü usulü evliliklere yönelik kanılara gelince, Badiou ve Žižek, nispeten kibar eleştiriler sunarlar. Uygulamanın popüler ve öğrenilmiş temsilleri neredeyse her zaman namus cinayetleri, asit saldırıları ve çocuk evlilikleriyle ilişkilendirilir. Uygulamanın sıklıkla zorla evlendirilme, zora koşma, itaat, öngörülebilirlikle aynı, bireysel aktörün ve romantik aşkın tam tersi olduğu farz edilir.
Uluslararası göçün artmasına bağlı olarak, Batılı devletlerin görücü usulü evlilikleri nasıl ele aldığı sorusu, göçmenlerin ve diasporal topluluk üyelerinin duygusal yaşamlarını algılayış biçimimiz hususunda çok ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Batı’nın yaygın yasadışılık algısı, kanunî temellere dayanmaz; hem görücü usulü evlilik konusundaki bilgisizliğe ve hem de Batı normlarına dair içgörü eksikliğine dayanır.
Badiou hem sefahati (yüzeysel ve narsistik) ve hem de görücü usulü evlilik uygulamalarını (duygusal ihlallere ilham veren organik, doğal, sarsıcı arzudan yoksun) eleştirir. O, aşkın kusurlu –insanları yeni olasılıklara ve birlikte ne olabileceklerine dair ortak bir sağgörüye açık hâle getiren– olduğunda gerçek olduğunu savunur. O [aşk], egoyu yenme, bencil dürtünün üstesinden gelme ve gelişigüzel bir karşılaşmaya anlamlı, paylaşılan bir süreklilik, yüce bir nitelik kazandırma gücüne sahiptir. Badiou’ya göre, aşk, sadece uygun bir partner arayışından ibaret değildir; bizleri dünyaya “bir değil, iki kişinin bakış açısıyla” bakmaya zorlayan neredeyse travmatik bir dönüşümün inşasıdır.
Görücü usulü evlilik uygulamaları, Badiou’nun ima ettiği üzere aşkın saldırgan gücünü baskılıyor mu? Görücü usulü evliliği seçmek özgür bir insanın eylemi olabilir mi ve o kişi [hayatındaki insanla] bir arkadaşı, bir flört uygulaması üzerinden ya da kolejde tanışanlar kadar derin duygular hissedebilir mi? Bu soruya verilecek her cevap, farklı görücü usulü evlilik uygulamaları olduğunu ve insanların gerçek aşk olarak deneyimledikleri şeyin çeşitli kültürler arasında farklılık gösterdiğini göz önüne almalıdır.
Müstakbel eşlerin rızalarına saygı gösteren görücü usulü evliliklerle, rızanın olmadığı zoraki evlilikler arasındaki farkı vurgulamak önemlidir. Zoraki ve görücü usulü evlilikleri ayırt ederek, görücü usulü evliliklerin ve ‘modern’ çöpçatanlık uygulamalarının temelini oluşturan kültürel mantıkların örtüştüğünü görmeye başlayabiliriz.
Görücü usulü evlilik, genellikle ebeveynlerin veya akrabaların çöpçatan işlevi gördüğü geniş yelpazeli uygulamalara işaret eder. Gençleri ‘uygun’ eşlerle tanıştırırlar ve kişisel kararlarını etkilerler. Bu tür düzenlemeler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın çoğunda ve ayrıca Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Çin’de oldukça yaygındır. Bazı düzenlenmiş evlilikler, aileler veya profesyonel çöpçatanlar tarafından düzenlenen çeşitli tanıştırmaların sonucudur; bunu, potansiyel çiftin refakatli ya da refakatsiz buluşmaları izler. Buluşmalar, aile görüşmelerinin başlangıcı olarak işlev görür ve çiftin kararıyla sonuçlanır. Diğer evlilikler, bir bakıma sadece bir çift evlenme isteklerini dile getirdikten sonra ailelerin rızasını almaları için düzenlenir.
Her görücü usulü evlilik, değişen raddelerde, müstakbel çiftin eylemlerine, evlatlardan yada sosyal çevreden gelen baskılardan etkilenir. Fakat Batı evlilikleri de şeklen böyledir. Romantik aşk da da, sosyal sınıf, eğitim, meslek, din (aile tarafından derin şekilde etkilenen faktörler) gibi etmenlerin her biri cazibeye ve uyumluluğa aracılık eder ve onları biçimlendirir. İçinde büyüdüğümüz sosyal gerçeklik, partner seçme, hatta arzu duyma özgürlüğümüzü biçimlendirir. Badiou’ya göre, aşk, tüketim karşıtı politikalar altında toplandığında anlamlı hale gelir. Diğerleri farklı ideallerde anlam bulurlar.
Görücü usulü evliliklerdeki çiftler, aşkı genellikle ailelerce başlatılmış tanıştırmalarda bulurlar çünkü bu durum onların daha geniş değerler sistemine hitap eder. Birçokları için bu, daha akıllı, daha ruhani bir aşk şeklidir çünkü kolektif irade ve duygusal emeği, seksüel güdü ve bencil ferdiyetin üzerinde tutar. Muhtemelen, görücü usulü evlilik yapan çiftlerin ilişkilerinde memnuniyet derecelerinin yüksek olduğunu -bazen aşk evliliği yapan çiftlerden bile fazla- ifade etmelerinin bir nedeni de budur.
Görücü usulü evliliklere yöneltilen eleştirilerden biri de şöyledir: Görücü usulü evlilikler, bilinçli arzuya dayalı değildir. Eşlerin birbirlerine aşinalıkları bulunmadığından, birbirleri için gerçek hisleri olması beklenemez. Ancak İngiliz psikoterapist Adam Phillips’in gözlemlediği gibi, arzu edilen bir partnere karşı hissettiğimiz romantik coşku, her zaman o kişiye olan aşinalığımızdan kaynaklanmaz; aksine, o şahıs gibi biriyle tanışmaya olan önceki beklentilerimize dayalıdır. Kaçırdıklarımız: Yaşanmamış Hayata Övgü adlı kitabında şöyle yazar:
Aşık olduğunuz kişi, gerçekten de hayallerinizin kadını/erkeğidir; … o kişiyle tanışmadan önce onu hayal etmişsinizdir. O kişileri büyük bir açıklıkla tanırsınız çünkü siz bir anlamda o insanı çoktan tanıyorsunuzdur ve kelimenin tam anlamıyla onları bekliyor olduğunuzdan, onları her zaman tanıyormuşsunuz gibi hissedersiniz ve yine de, aynı zamanda size oldukça yabancıdırlar. Onlar tanıdık, yabancı bedenlerdir. Yaratılan bu hayali aşinalık, insanlara gerçek yakınlığı aramaları için ilham verir. Görücü usulü evlilikler de aynı şekilde işler.
Aşk kavramlarını evrenselleştirmek zordur; çünkü dinamik, hassas ve karmaşık bir deneyimdir. Batılı gözlemcilerin sıkça unuttuğu şey, diğer kültürlere mensup insanların, sürekli, içinde değerlendirildikleri tembel stereotiplere karşı güç algılanan bir saldırı/ihlal eylemi yürüttükleridir.
Sömürgecilik sonrası feminist teori, görücü usulü evlilikleri tercih eden kadınların ataerkil geleneklerin pasif katılımcıları olmadıklarını ancak, güç dengesini kendi lehlerine değiştirmek için uygulamayı atlatmakla/aşmakla meşgul olduklarını göstermiştir. Görücü usulü evlilik, aşk problemine mükemmel bir çözüm olmayabilir ancak eski zamanlardan kalma fosilleşmiş bir şey de değildir. O, gitgide gelişen, modern bir fenomendir ve böyle anlaşılmalıdır.
Badiou’nun gerçek aşk tanımı, dünyadaki birçok insanın deneyimleri ve kültürleri açısından sınırlayıcı, dışlayıcı ve idealisttir. Bu tanım, görünüşte en ‘geleneksel’ [olan] uygulamalar dahilinde bile sevginin nasıl ifade edilebileceğinin ve deneyimlendiğinin anlaşılmasını engelliyor. Bu yanlış anlama ve sınırlama mevcut politik alanımızda gerçek tehlikeler yaratmaktadır.
İstikrarsız Batı politik dünyası, yabancı düşmanlığı ve nativizme battıkça, empati her zamankinden daha fazla risk altında olacaktır. Kültürel farklılıkların küçük düşürücü ve dışlayıcı karikatürleri, göçmenler ve diasporik topluluklardaki insanların astlar olarak görülmelerini veya bir şekilde saygı duyulmaya layık bulunmamalarını destekleyici [unsurlar] olarak kaydedilebilir.
Tarih bizlere defalarca, bir grup insanı sevilmeyen varlıklar olarak tahayyül etmenin onlara kötü davranmanın bir ön koşulu olarak işlev gördüğünü göstermiştir. Zoraki evlilikler gibi şiddet içeren ve zorlayıcı sosyal uygulamaları kınamamız gerekli olsa da, tüm kültürü sevgisiz ‘öteki’ olarak kötülememeliyiz. Bu aşkımızın mahiyetine dair ne söylerdi?
This article was originally published at Aeon.
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler / Çevirmen
zeynep@sosyalbilimler.org
Kaynak: Farhad Mirza / Link
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.