Michel Foucault: Bana her şeyden daha acil gelen görev şu: Toplumsal bütünü fiilen denetleyen, ezen ya da bastıran bütün siyasi iktidar ilişkilerini, gizlenmiş olsalar bile, işaret etmemiz ve gözler önüne sermemiz gerekir.
Şunu demek istiyorum; en azından Avrupa toplumunda, iktidarın hükümetin ellerinde toplandığını ve yürütme, polis, ordu ve devlet aygıtı gibi belli sayıda tikel kurum yoluyla uygulandığını düşünmek adet haline gelmiştir. Bütün bu kurumların millet ya da devlet adına belli kararlar alıp herkese bildirmek, bunları uygulatmak ve onlara uymayanları cezalandırmak için oluşturulduğu bilinir. Fakat ben siyasi iktidarın sanki siyasi iktidarla hiç alakası yokmuş, sanki ondan bağımsızmış gibi görünen -oysa aslında öyle olmayan- belli kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum.
Ailenin “böyle bir kurum olduğu bilinir; üniversitenin ve genelde sadece bilgi yayıyormuş gibi görünen bütün öğretim sistemlerinin iktidardaki belli bir toplumsal sınıfı muhafaza edecek ve bir başka toplumsal sınıfı iktidar araçlarından dışlayacak şekilde oluşturulduğu da bilinir.
Tıp gibi bilgi, sağduyu ve bakım kurumları da siyasi iktidarı desteklemeye yardımcı olur. Hele psikiyatri ile ilgili bazı örneklerde bu durum, bazen skandal boyutlarına varacak ölçüde barizdir.
Bizimki gibi bir toplumda gerçek siyasi görev hem tarafsız hem de bağımsız gibi görünen kurumların işleyişlerini eleştirmekmiş gibi geliyor bana; bu kurumları, her zaman gizliden gizliye bunlar üzerinden uygulanmış olan siyasi şiddetin maskesini düşürecek şekilde, bunlara karşı kavga verilebilsin diye eleştirmek ve bunlara saldırmaktır siyasi görev.
Bu eleştiri ve bu kavga başka nedenlerle de elzemmiş gibi görünüyor bana: Birincisi, siyasi iktidar zannedildiğinden çok daha derinlere indiği için; belli merkezler ve görünmez, pek bilinmeyen destek noktaları vardır; iktidarın gerçek direnci, gerçek katılığı belki de en beklenmedik yerlerden gelir. Hükümetlerin arkasında, Devlet aygıtının arkasında egemen sınıfın olduğunu söylemek yetersiz kalıyor belki de; bu tahakkümün uygulandığı yerleri ve biçimleri, faaliyet noktasını saptamak gerek. Ve bu tahakküm ekonomik sömürünün siyasi terimlerle ifadesinden ibaret olmadığı, onun aracı ve önemli ölçüde de onu mümkün kılan koşul olduğu için, birini ortadan kaldırmak ancak öbürünün tamamen ayırdına varmakla mümkündür. Sınıf iktidarının bu destek noktalarını görmeyi başaramadığınızda, bunların devamına izin verme ve bu sınıf iktidarının görünüşte devrimci bir sürecin ardından bile kendini yeniden kurduğuna tanıklık etme riskine girersiniz.
Noam Chomsky: Evet, buna kesinlikle katılıyorum, üstelik sadece teoride değil, eylemde de. Yani ortada iki entelektüel görev var: Biri, ki ben bunun üzerinde durdum, gelecekte oluşturulacak adil bir toplum hayali vizyonu yaratmak; daha doğrusu, mümkünse sağlam ve insancıl bir insan özü ya da insan doğası kavramı üzerinde temellenecek insancıl bir toplumsal kuram yaratmak. Görevlerden biri bu.
Diğer görev ise toplumumuzdaki iktidar, baskı, terör ve yıkımın doğasını gayet açık seçik bir biçimde anlamaktır. Buna sizin bahsettiğiniz kurumlar kesinlikle dahildir, tıpkı bütün sanayi toplumlarının merkezi kurumları, yani ekonomik, ticari ve mali kurumlar, özellikle de yakın gelecekte büyük çokuluslu şirketler gibi; bu arada, bu şirketler bu akşam fiziksel olarak pek de uzağımızda değiller [Phillips şirketinin merkezi, tartışmanın yapıldığı Eindhoven’dedir.]
Bunlar -kendileri hakkında ne söylerse söylesinler- tarafsız gibi görünen temel baskı, zorlama ve otokratik yönetim kurumlarıdır: Mesela biz piyasanın demokrasisine tabiyiz derler, oysa bu tam da sahip oldukları otokratik iktidar üzerinden kavranmalıdır; eşitliksizlikçi bir toplumda piyasa güçlerinin tahakkümünden kaynaklanan otokratik denetim biçimi de bu iktidara dahildir.
Bu olguları anlamamız gerekiyor elbette, sadece anlamakla kalmayıp onlarla mücadele de etmemiz gerekiyor. Hatta insan, enerjisini ve siyasi gayretlerini daha çok belli bir alanda yoğunlaştıracaksa, bence kesinlikle bu alanda yoğunlaştırmalı. İşi kişiselleştirmek istemem ama benim alanım kesinlikle burası, sanıyorum herkesin de öyle.
Yine de, o biraz daha soyut ve felsefi görevi; bir yandan özgürlük ve insanlık onurunu bütün kapsamıyla ele alan bir insan doğası kavramı ile yaratıcılık ve diğer temel insani özellikler arasında bağlantılar kurma; diğer yandan da, bunu, sözünü ettiğim özelliklerin gerçek leştirilebileceği ve anlamlı bir insan hayatının sürdürülebileceği bir toplumsal yapı anlayışıyla ilişkilendirmeye çalışma görevini bütünüyle bir kenara atmak da büyük bir ayıp olur.
Hatta eğer toplumsal dönüşüm ya da toplumsal devrim hakkında düşünüyorsak, ulaşmayı umduğumuz hedefi ayrıntılı olarak çizmeye çalışmak hiç kuşkusuz saçma olsa bile, yine de gitmekte olduğumuzu düşündüğümüz yer hakkında bir şeyler bilmemiz gerekir ki, böyle bir teori de bize bunu söyleyebilir.
Michel Foucault & Noam Chomsky, İnsan Doğası: İktidara Karşı Adalet, Noam Chomsky ile Michel Foucault Tartışıyor, Çev. Tuncay Birkan, 2012, bgst Yayınları, s. 44-46
Yorum Yazın