Felsefi tartışmalar ister profesyonel ortamda ister barda olsun, çoğunlukla sunulan önermedeki hataların söylenmesinden oluşur: “Hepsi iyi hoş ama…” Bu muhalif biçim sıklıkla doğruların ortaya çıkmasına olanak sağlayan olarak övülür. Yanlış varsayımları elemek, bizleri düşünceler pazarında doğruyla bırakıyormuş gibi görünüyor. Epeyce yayılmış bir uygulama olmasına rağmen (ben bile şu anda icra ediyorum), bilhassa felsefi tartışmalara iyi bir yaklaşım olduğu yönünde şüpheliyim. Muhalif felsefi değiş-tokuştaki ilerleme yoksunluğu, basit ama problematik bir iş bölümüne dayanıyor olabilir: Müzakereler, seminerler ve akademik bildiriler gibi profesyonel ortamlarda standart bir şekilde kendi görüşlerimizi eleştirmektense başkalarınınkini eleştiriyoruz. Aynı zamanda, bir fikri eleştirmek yerine ileri sürerken itibarımızı daha fazla riske atıyoruz. Bu durum (yeni) fikirlerin taraftarı olan kimselere sistematik olarak zarar veriyor.
Muhalif eleştiri, genellikle fikirlerin ikili anlaşılması tarafından yönlendirilmiştir. Savlar ya doğru ya da yanlıştır; argümanlar ya geçerli ya da geçersizdir. Eğer bu anlayış doğruysa, yanlış veya geçersiz noktaları dışlamak gerçekten de bizleri doğru fikirlerle baş başa bırakıyormuş gibi görünüyor. Eğer durum buysa, eleştiri hakikaten bir fikrin savunucusuna cevap vermek için iyi bir yol olurdu. Fakat bu, uygulamada ne kadar geçerli? Windsor Üniversitesi’nden felsefeci Catherine Hunndleby, tartışmanın (münazaranın) öğrencilere nasıl öğretildiğini inceledi, bir fikrin taraftarlarının savlarını eleştirilere karşılık olarak yeniden gözden geçirdiği ‘argüman onarımı’nın, geniş ölçüde göz ardı edildiği sonucuna vardı.
Bunun yerine, üzerinde durulan konular argümanları üzerlerine “yanlış etiketler” koyarak değerlendirmek için kullanılan hızlı araçlardır. Bu, düşünüldüğünden daha az yararlıdır çünkü bütünüyle olumsuzdur.
Yine de eğer argümanlar veya savlar kusurluysa zayıf yönlerini işaret etmenin nihayetinde yardımcı olacağını düşünüyor olabilirsiniz. Öyleyse fikir savunucuları eleştirileri nasıl yanıtlar? Deneyimlerime göre, filozoflar savlarını netleştirmeye çalışmak yerine basitçe savlarını savunma (yoluna gitmeye) daha yatkın oluyorlar. Bir sav saldırıya uğradıysa, fikrin savunucusunun tipik tepkisi kapsamı daraltmak, vurguları azaltmak veya perspektifleri birbirine uydurmak oluyor. Fikir daha incelenmeden önce budanmış oluyor.
Cüretkâr iddialarda bulunmanın itibarı tehlikeye atabileceğini düşünürsek, insanların tepkili bir biçimde hasar kontrolü uygulaması ve savlarını kabul edilebilir olduğuna kanaat ettikleri şeye uydurmaları şaşırtıcı değildir. Cambridge Üniversitesinden Tim Crane’in The Philosopher’s Tone (2018) çalışmasında belirttiği gibi, meslektaş denetiminin, yazarların özgün fikirler geliştirmek için gittikçe daha az alan bırakarak muhtemel tüm itirazları etkisizleştirmeye / geçersiz kılmaya çalışmaları bakımından benzer etkileri vardır.
Bunun bir sorun olmadığını düşünerek itiraz edebilirsiniz. Hasar kontrolü, bizleri, aslında güvenilir (gerçeğe bağlı) kalırken daha aşırı inançlardan uzak tutabilir. Bununla birlikte, insanların karşı delil karşısında bile algılanan statükoya uyum sağladıkları varsayımının sağlam temelleri vardır. 1950’lerde sosyal psikolog Solomon Asch meşhur uyum deneylerini gerçekleştirdi. Denekler oldukça açık algısal görevleri çözmek zorundaydı, ancak birçoğu gruba uyum sağlamak için yanlış cevaplar verdi: statükodan sapmamak için gözlerinin önündeki delilleri göz ardı ettiler. O zamandan beri, deneyler sosyal baskının zararlı etkilerini gösteren çeşitli koşullar altında tekrarlandılar.
Ben bu psikolojik gerçekleri göz önünde bulundurarak, acımasız eleştirilere maruz kalmanın gerçeğe bağlılık olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Akademik felsefecilerin tüm amacı en azından paylaşılan fikirlere riayet ediyor gibi görünmekse, tam da fikir savunucularında sıklıkla tanık olduğumuz şeyi beklemeliyiz: savlarını, algılanan sağduyuya göre yumuşatmak ve ona uyumlu hâle getirmek.
Ancak muhalif eleştiri genellikle uymacılığı teşvik etse de bu, hatalara dikkat etmeyi yanlış kılmaz. Neticede, bir şeyin yanlış olduğunu biliyorsak, öncesinden daha fazla biliyoruzdur. Veya tartışılabilir de. Bunun yanı sıra, bir hatayı tespit etmek karşıt savı kendiliğinden doğru hale getirmez. Eğer beni p’nin yanlış olduğuna ikna edersen, sadece şunu bilirim: p yanlış. Ama bu q önermesinin doğru olduğu anlamına gelmez. Kanımca, eleştirinin gerçeğe bağlı olduğu fikri, belirli bir konuyla ilgili olası savların sonlu olduğu fikriyle gelişir. Eğer 20 savınız varsa ve bir tanesini bir kenara atarsan, o zaman ilerleme kaydetmiş gözükürsünüz. Sadece 19 ek makaleye kulak vermeniz gerekiyor. Yine de değişen dünyada sınırlı bilişsel kapasiteler, savları yeniden biçimlendirme ve yeniden bağlamsallaştırmada sınırlı seçenekler [olduğunu] varsaymaktansa, savların ve argümanların sayısının belirsiz olduğunu düşünmeyi tercih ederim.
Benim endişem masada çok fazla seçenek tutmamız değil; fikirleri çok erken kenara atmamızdır. Yine Windsor Üniversitesi’nden felsefeci Ralph Johnson’ın belirttiği gibi, her argüman potansiyel eleştirilere karşı savunmasızdır. Eğer bu doğruysa, hatalar veya onları bulma opsiyonları bolca bulunmaktadır. Aksine, tartışmalara maruz kalmayacak felsefi iddialar oldukça nadirdir(Aslında birini düşünemiyorum). Bu, eleştirmenlerin aksine, fikir savunucularının sistematik bir dezavantajda olduğu anlamına gelir. Ancak bu yalnızca statü nedeniyle değildir. En azından felsefede, birinin hata yapma olasılığı, hedefi on ikiden vurmasından daha muhtemeldir. Bu sinir bozucu görünse de bize felsefi savların doğası hakkında bir şeyler söyleyebilir: belki de felsefi argümanların amacı her şeyden önce hakikat değil, bilgelik veya buna benzer bir şeydir.
Sav veya argümanların gayesi ne olursa olsun, muhalif kültürün müphem fikirlere dayandığı açık olmalıdır. Konformizm [uymacılık] hakkındaki daha pragmatik ve siyasi kaygıları bir kenara bıraksak bile, yalanların dışlanmasının bizi hakikatle bıraktığına dair yanıltıcı fikir, felsefeyi göz korkutucu bir projeye dönüştürüyor. Peki ne yapabiliriz? Eleştiriye, fikre veya savunucusuna muhalif (karşıt) olarak yorumlamamak mantıklı bir yanıt olabilir. Daha ziyade, eleştiri fikirlerin ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir.
Böyle bir yaklaşımı nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir yandan, bu, fikirlere yönelik bütüncül bir bakış açısını gerektirir: Bir fikir sadece bireysel bir sav değildir, daha çok başka savlar, varsayımlar ve sonuçlarla derinlemesine ilişkilidir. Bunun iyi bir örneği, Ortaçağ felsefesinin yorum gelenekleridir. Bir yorum, verilen bir savı çoğunlukla eleştirmez ancak ana fikirleri şu ya da bu şekilde ayrıntılı biçimde açıklar. Ockham’ın Aristoteles’in mantığı hakkındaki yorumları, örneğin, Aquinas’ınkinden açık bir şekilde farklıdır. Fakat bu sanki onlardan biri hatalıymış gibi değildir: Bir iddiada bulunmanın farklı yollarını sunarlar ve Aristoteles’in olası anlayışlarının bir parçası hâline gelmişlerdir.
Öte yandan, bu yazarlığa karşı daha akışkan (katı olmayan) bir tutum gerektirir: Eğer arkadaşlarınız arasında bir fikri tartışıyor, örnekleri havaya savuruyor, eleştirilere gülüp geçiyorsanız ve dolaylı uygulamalar hakkında spekülasyonlar yapıyorsanız, gecenin sonunda bu kimin fikridir? Herkes, [orijinalinden geriye] neredeyse hiçbir şey kalmayabilecek bir başlangıç formülasyonuna katkıda bulunmuş olabilir. Bu bağlamda, fikirlerin çoğunlukla birden fazla yazarı vardır. Böyle samimi ortamlarda, aydınlatıcı bir eleştiriye tepki savunma değil, ama şuna benzer bir şeydir: “Doğru, aslında söylemek istediğim şey buydu!” Mesele şu ki, düşmanca bir eleştiriden ziyade dostane bir eleştiri, fikrin düşmanca elenmesindense, birinin ilk teşebbüsünün daha iyi ifade edilmesi olarak anlaşılabilir. Bu, hiçbir fikrin yanlış veya kötü olmadığı anlamına gelmez, ancak bu, öncesinde adam akıllı incelemeden geçtiğinden emin olabileceğimiz anlamına gelir.
O zaman, eleştiriyi savın bir parçası olarak görmek hem fikirlere ve hem de [onların] savunucularına karşı değerlendirici tutumu kısırlaştırmak anlamına gelir. Bir sav hakkında ne kadar çok düşünür ve orasını burasını kurcalarsak, onun olası sonuçlarını da o kadar çok anlayabiliriz. Bu felsefi uygulamayı adlandırmak için uygun mecazi kaynaklar savaştan değil, yeniden icat etme ve mutlu kazaların etkileşimlerimize rehberlik ettiği oyun alanlarından türetilmelidir. Eğer bizler sohbetlerimizi fikri olan bir felsefeciyi alaşağı etmeyi uman bir jüri fikri üzerinde modellemekten ziyade arkadaşlar arasındaki şakacı teatiler üzerine modellersek, felsefenin eleştirel doğası daha da zenginleşecektir.
Bu yazı Nefes Tekin tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.
Orijinal Kaynak: Lenz, Martin. (2020, January 08). “The Adversarial Culture in Philosophy does not Serve the Truth”. Aeon Atıf Şekli: Lenz, Martin. (2020, Eylül 13). “Felsefedeki Muhalif Kültür Hakikate Hizmet Etmiyor”, Çev. Nefes Tekin, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/felsefedeki-muhalif-kultur-hakikate-hizmet-etmiyor Kapak Resmi: Johann Hamza, Argument in the Library Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir. |