Mekke’ye yapılan haccın en önemli anı ve gerçek doruk noktası, Mekke’den uzak bir mesafede yer alan Vukuf ya da “Arafat’ta Durma”dır. Devasa sayıdaki hacı, kimi zaman 600.000-700.000 kişi orada toplanır, çıplak tepelerle çevrili bu düzlükte “Allah’ın huzurunda durur”; hepsi, düzlüğün ortasında dikilen “Merhamet Dağı”na doğru yığılırlar. Bir zamanlar Peygamberin kendisinin durduğu bu tepenin zirvesinden, bir vaiz dini bir söylev verir.
Kitle “Lebbeyk ya Rab, lebbeyk” diye haykırır: “Emirlerini bekliyoruz ya Rab, emirlerini bekliyoruz.” Bu haykırış gün boyunca tekrarlanarak taşkınlık düzeyine çıkar. Sonra, sel anlamına gelen ve Ifadha adı verilen bir tür ani kitle-korkusuyla birlikte, herkes vecd içinde, bir sonraki yer olan Müzdelife’ye varana kadar koşar; Müzdelife’de geceyi geçirip, ertesi sabah oradan Mina’ya yola çıkarlar. Paldır küldür, bir birlerini iterek ve üstlerine basarak koşarlar; genellikle bir kısmı hayatını kaybeder. Mina’da çok sayıda hayvan kurban olarak kesilir ve et leri derhal paylaşılıp yenir. Toprak kurbanların kanıyla yıkanır ve üstü etrafa saçılmış hayvan artıklarıyla kaplanır.
Bu “Arafat’ta Durma” dini bir kitle tarafından açığa vurulan emir beklentisinin en şiddetli haline ulaştığı andır. “Emirlerini bekliyoruz ya Rab, emirlerini bekliyoruz.” Kitle tarafından, hem de bu denli yoğun bir kitle tarafından tekrar tekrar yinelenen bu formül durumu açıkça ifade eder. “Allah’a teslimiyet” olarak İslam, burada en basit haline, insanların Tanrı ‘nın emirlerinden başka hiçbir şeyi düşünemedikleri ve bu emirler için tutkuyla yalvardıkları bir duruma indirgenmiştir. Verilen işaretle birlikte onları saran ani korkunun inandırıcı bir açıklaması vardır: İnananlar bunun bilinçli olarak farkında olmasalar da, burada emrin orijinal karakteri -kaçmaya zorlanma- ortaya çıkar. Toplu beklentilerinin şiddeti kutsal emrin etkisini, emrin orijinal olarak taşıdığı niteliğe, kaçma emrine geri döndürecek kadar artırır. Tanrı’nın emri insanları kaçışa yöneltir. Hacıların geceyi Müzdelife’de geçirmelerinden sonra, olayın ertesi gün de sürdürülmesi, emrin etkisinin tükenmediğini gösterir.
İslami inançlara göre, insanlara ölüm Tanrı’nın dolaysız emriyle gelir. Bu, hacıların kaçışlarının sonunda Mina’da kestikleri hayvanlara devrederek kaçmaya çalıştıkları ölümdür. Bu hayvanlar, pek çok dinde bildik olan bir yer değiştirmeyle, insanların yerine yok olurlar: İbrahim ile İshak’ın öyküsünü anımsayabiliriz. Böylelikle hacılar, Tanrı’nın onlar için düşündüğü ölümden kaçarlar. Kendilerini onun emrine teslim ederler; öyle ki önünden kaçmışlar ama ondan istediği kanı sakınmamışlardır; toprak kesilen hayvanların kanıyla yıkanmıştır.
Emrin doğasını, bu Vukuf, “Arafat’ta Durma”, ardından gelen Ifadha ya da kitlesel kaçış kadar güçlü bir biçimde örnekleyen başka hiçbir dini gelenek yoktur. İslam, her halükarda, emirlerin orijinal doğrudanlığının çoğunu koruyan kuralları olan bir dindir, emir beklentisi ve genel olarak emir en saf ifadesini Vukuf ve Ifadha‘da bulur.
Künye — Elias Canetti (2014), Kitle ve İktidar, Çev. Gülşat Aygen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 338-340
Yorum Yazın