Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Dünya Sinemasında Manevi Değerlere Saygı: Hollywood, İran ve Türk Sineması Örneği - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

Dünya Sinemasında Manevi Değerlere Saygı: Hollywood, İran ve Türk Sineması Örneği

1896 yılında ortaya çıkan ve bir kaç ay sonra Osmanlı ülkesine ulaşan sinema, diğer islam ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’ye de gayri müslim ve yabancılar tarafından getirilmiş ve ilk filmler bunlar tarafından çekilmiştir. Bu durum Müslüman halkın sinemaya mesafeli durmasına sebep olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise Muhsin Ertuğrul yeni rejimin tek yönetmeni konumuna yükselmiş ve yeniyi ikame etme adına eskiyi-Osmanlı ve kaçınılmaz olarak İslam’ı- kötüleyen filmler üretmiştir. Türk sinemasında sonraki yıllarda sıkça kullanılan din ve dindara ait olumsuz klişelerin çoğu bu dönemde ortaya çıkmıştır. 1960‟lı yıllarda Türk sinemasında Marksist etkinin artmasıyla bu klişelere kitlelerin afyonu din, köylüyü, işçiyi ezen ya da ezenlerin yanında yer alan dindar klişeleri de eklenmiştir. Dinin ve dindarın hakarete uğramadığı ilk filmler 1960- 1970‟li yıllarda ortaya çıkan Hazretli filmler furyası ile ortaya çıkmış, saygı duyduğu manevi şahsiyetleri perdede gören insanlar sinema salonlarına akın etmiştir. Fakat bu filmler sırf ticari gayelerle ve özensiz bir şekilde üretildiklerinden itikadi, fıkhi, tarihi hatalarla dolu yapımlar olmuşlardır. Ticari amaçlardan uzak, dini kaygılarla çekilen ilk filmler milli sinema akımı sayesinde gündeme gelmiştir. 1970 yılında “Birleşen Yollar” filmiyle ilk ürününü veren bu akım sonraki yıllarda “Minyeli Abdullah”, “Çizme”, “Sürgün” gibi eserlerle hem gişede hem de uluslararası festivallerde önemli başarılara imza atmıştır. Son dönem Türk sinemasına baktığımızda dine ve dindara karşı olumsuz tutumun yumuşadığını görüyoruz. Artık Türk sinemasında dinin hayatın doğal bir parçası olarak görüldüğü, dindarın ve din adamının toplumsal hayat içerisinde gerçeğe yakın bir çizgide resmedildiği yeni bir döneme girildiği söylenebilir.

Başlangıcından 1979 İran devrimine kadar Türk sineması ile benzer süreçler geçiren İran sinemasında ise devrimle birlikte sinemanın tamamen yasaklanacağı düşünülürken tam tersine ıslahı yoluna gidilmiş ve manevi, dini değerlere hakaret edebilecek sahnelere yer verilmesi yasaklanmıştır. Bununla ilgili İrşad bakanlığı düzenlemelerde bulunmuş, bir yandan çeşitli yasaklar ve sınırlamalar getirilirken diğer yandan da filmlerin sanatsal değerinin yükseltilmesine çalışılmıştır.

Sinemanın kalbinin attığı Hollywood ise tarih boyunca hem olumlu hem olumsuz bir çok örneğe sahip olmuştur. İncil kaynaklı bir çok destansı film yanında Hristiyanlığa ya da kiliseye ciddi eleştriler getiren filmler de var olmuştur. Diğer dinler söz konusu olduğunda ise Yahudilerin çok etkin olduğu Hollywood’da Yahudi aleyhtarı çok nadir film bulunurken, özellikle 1980’lerden sonra Müslümanları ve hatta Hz. Muhammed’i terörle ilişkilendiren onlarca film çekilebilmiştir.

I. Amerikan Sineması Tarihi

Sinemanın Doğuşu ve Yükselişi

1894 yılında Thomas Alva Edison “Kinetoskop” adlı bir cihaz icat ederek kısa film gösterimlerine başlamıştır. Başlangıçta sinema, tiyatro oyunlarından sonra gösterilirken bir süre sonra sadece film gösterimi yapılan salonlar açılmıştır. Sinema salonlarına giriş için 5 sent ödendiği ve argoda 5 sente nickel denildiği için bu salonlar da “nickelodeon” olarak adlandırılmıştır. 1908 yılında New York‟taki nickelodeon sayısı 600‟ü aşmış, yalnızca New York‟un yıllık sinema bileti girdisi altı milyon dolara ulaşmış ve yatırımcıların kârı iki yılda yüzde altı yüz artmıştır. 1

24 Aralık 1908‟de (Noel gününde) New York polisi tarafından şehirdeki beş yüzden fazla nickelodeon kapatılmıştır. Kapatma sebebi olarak kiliseler ve bazı derneklerin nickelodeonları ahlaka aykırı yerler olarak değerlendirmeleri gösterilmiştir. Bu olaydan kısa bir süre sonra filmlerin genel ahlak kurallarına uygunluğunu denetlemek için bir sansür kurulu (National Board Of Censorship Of Motion Pictures) oluşturulmuştur. Daha sonraki yıllarda sinema salonlarının karanlık oluşunun tehlikeli bir ortam oluşturduğu görüşü kuvvet kazanmıştır. Chicago Ahlak Komisyonu “sinema salonlarının ahlaksızlığın en çok rastlandığı” yerler olduğunu, sinema salonlarının erkeklerin kadınlara sarkıntılık ettikleri bir ortam oluşturduğunu ve kadın tacirlerinin, kızları sinemada kandırıp kötü yola sürüklediklerini öne sürmüştür. Araştırmacı Dr. Anna Howard Shaw “her sinemanın girişinde ve içinde bir kadın polis” olmasını önermiş ve “bir ay içinde 23 genç kızın sinemada tuzağa düşürülerek, ahlak dışı amaçlar için Texas‟a kaçırıldığını” belirtmiştir. 2

Sessiz sinema yıllarının cinsel sömürüye en çok başvuran yönetmeni Viyana doğumlu bir Yahudi olan Erich Von Stroheim‟dir. Stroheim “Blind Housbands/Kör Kocalar” (1919), “Foolish Wives/Çılgın Kadınlar” (1922), “Greed/Hırs” (1925) ve “The Wedding March/Düğün Marşı” (1928) gibi filmlerinde evli kadının cinsel özgürlüğü, üçlü aşk ilişikileri konularını gündeme getirmiş, filmlerinde içki alemleri ve tecavüz sahnelerine yer vermiştir. 3

Stroheim ile aynı yıllarda yönetmenlik yapan Cecile Blount De Mille ise Kitab-ı Mukaddesten esinlenerek hazırladığı “Ten Commandents/On Emir” (1923 ve 1956) ve “Kings Of Kings/Kralların Kralı Hz. İsa” (1927) gibi filmleriyle hem gişe rekorları kıran hem de toplumun tepkisinden uzak filmler çekmiştir. ((“Cecile B. De Mille”, http://en.wikipedia.org/wiki/Cecil_B._DeMille; Erişim: 18.11.2008.)) De Mille, dinsizliğin gençlik üzerindeki olumsuz etkilerini ele alan “The Godless Girl/Allahsız Kız” (1928), Roma döneminde Hristiyanlara yapılan baskıyı ele alan “The Sign Of The Cross/Çarmıhın İşareti” (1932) ve “The Crusades/Haçlı Seferleri” (1935) filmlerinde de dini temaları belli orandaki cinsellik ve şiddetle süsleyerek sunmuştur. 4

Hollywood’da Otosansür

Hollywood yıldızlarının hayat tarzları ve filmlerdeki gayri ahlaki örneklerin artması Amerikan toplumunda tepkiye neden olmuştur. 5 Katolik ve Protestan kiliseleri, bazı yerel gazeteler ve okul-aile birlikleri filmlerden cinsellik ve şiddet görüntülerinin temizlenmesini isterken, halkın çağrılarına ilk cevap yerel yönetimlerden gelmiştir. Yerel yönetimler, bir taraftan “yangın yönetmeliğine aykırılık” gibi bahanelerle sinema salonlarını kapatmaya yönelmişler, diğer taraftan yerel sansür kurulları oluşturmaya başlamışlardır. 1913 yılına kadar hiçbir sinema salonunun herhangi bir kilisenin 60 metre yakınına kurulmasına izin verilmemiştir. 6 “1920’de, rahip Wilbur Fisk Crafts, Senato’ya ve Katolik kilisesine, Amerikan sinema endüstrisini “şeytanın ve 500 adet Yahudi‟nin elinden kurtarmak” için çağrıda bulunmuştur.” 7 Ayrıca Katolik psikoposlardan oluşan IFCA (International Federation of Catholic Alumnae) beyaz ve kara listeler yayınlayarak katolikleri filmlerin olumsuz etkilerinden korumaya çalışmışlardır. 8 Bu arada film endüstrisinin toplumu karşısına alarak güç kaybetmesini engellemek için MPPDA (Motion Picture Producers and Distributors of America/Amerika Film Yapımcıları ve Dağıtıcıları) kurulmuştur. MPPDA‟nın başına geçecek kişinin; dinine bağlı, vatanını seven ve politikacılarla arası iyi olan biri olması 9 gerektiği düşünülmüş ve bu sırada Posta Bakanlığı görevini yürüten, Presbiteryen kilisesi temsilcisi William Harrison Hays‟e teklif edilmiştir. Hays de 14 Ocak 1922‟de Posta Bakanlığı görevini bırakmış ve yıllık 100.000 dolar maaşla MPDDA‟nın ilk başkanı olmuştur. 10

Hays patronlarını “yazan, konuşan ve yasa çıkaran kesimi göz ardı” edemeyeceklerine, filmlerinin sadece değişik izleyicilere doyurucu bir eğlence düzeyi sunmakla kalmayıp ülkenin kültürel ve yasal liderlerini mümkün olduğunca az rahatsız etmesi gerektiğine inandırmaya çalışmıştır. “filmlerimiz o kadar kaliteli olmalıdır ki, aklı başında hiç kimse sansür uygulama ihtiyacı duymasın.” ilkesiyle hareket eden Hays, sivil ve dini örgütlerle, veli-öğretmen dernekleriyle, kadın kulüpleriyle de irtibat kurarak desteklerini almaya çalışmıştır. 11

1924 yılında yapımcılar çekecekleri filmlerin konu özetlerini William Hays‟e göndermekle sorumlu tutulmuşlardır. 1926‟da kurulan SRC (Studio Relations Committe/ Stüdyo İlişkileri Komitesi) tarafından “Hays Code/Hays Yasası” ya da “Production Code/Üretim Yasası” olarak da bilinen film üretim yasası hazırlanmıştır. Tüm stüdyolar tarafından kabul edilen yasayı 1930 yılında, Motion Picture Herald dergisinin yönetmeni Martin Quigley ile Cizvit Rahip Daniel A. Lord üç genel ilke üzerine bina etmiştir: 12

  1. Seyircilerinin ahlâkî standardını düşürecek hiçbir film çekilmemelidir. İzleyici suça, günaha, kötülüğe sempati duymamalıdır.
  2. Sadece dramın gereklerine uygun doğru yaşam örnekleri sunulmalıdır.
  3. Doğa ya da insani yasalarla alay edilmemeli. Bunların ihlaline sempati

uyandırılmamalıdır. 13

1968’de Amerikan mahkemesi tarafından konuşma özgürlüğü kanununa uymadığı için kaldırılan 14 Hays yasanın maddeleri şu şekildedir:

Don’ts And Be Carefulls / Yapılmayacaklar ve Dikkat Edilecekler

Yapılmayacaklar

  1. Kutsal şeylere saygısızlık: (Uygun dinsel törenlerle bağlantılı saygıdeğer bir biçimde kullanılmadığı sürece) Tanrı, Rab, İsa vb. sözcüklerin saygısız ve kaba ifadelerle kullanılması.
  2. Her tür müstehcen çıplaklık: Gerçek görüntüsüyle ya da siluet halinde ve filmdeki diğer kahramanlar tarafından her hangi bir şehvet duygusuna yönelik hovardaca bir yaklaşım.
  3. Yasadışı uyuşturucu trafiği.
  4. Herhangi bir cinsel sapıklık iması.
  5. Beyaz kölelik.
  6. Irk karışımı (beyaz ve siyah ırklar arasında cinsel ilişkiler)
  7. Seks hijyeni ve zührevi hastalıklar.
  8. Çocuk doğurma sahneleri- gerçek görüntüsü ya da siluet halinde.
  9. Çocukların cinsel organları.
  10. Din adamlarıyla alay etme.
  11. Herhangi bir ulusa ırka ya da inançlara kasıtlı hakaret.

Dikkat Edilecekler

  1. Bayrağın kullanılması
  2. Uluslar arası ilişkiler. (başka bir ülkenin dinini, tarihini, kurumlarını, önde geleninsanlarını ve vatandaşlarını uygunsuz bir biçimde göstermekten sakınma)
  3. Kundakçılık
  4. Ateşli silahların kullanılması
  5. Hırsızlık, soygunculuk, güvenliği bozma, trenleri, madenleri, binaları vb. dinamitleme (bunlarla ilgili çok ayrıntılı betimlemelerin aptallar üzerindeki etkileri unutulmamalıdır.)
  6. Zalimlik ve olası iğrençlik
  7. Herhangi bir yöntemle cinâyet işleme tekniği
  8. Kaçakçılık yöntemleri
  9. Zorla bilgi alma yöntemleri
  10. Suçun karşılığı yasal ceza olarak asma ya da elektrikli sandalye yoluyla idamlar
  11. Suçlular için sempati uyandıracak durumlar
  12. Kamusal kahramanlara ve kurumlara yönelik tutum
  13. Kışkırtıcılık
  14. Çocuklara ya da hayvanlara yönelik zalimce davranışlar
  15. İnsanları ya da hayvanları dağlama
  16. Kadın ticareti ya da namusunu satan bir kadın
  17. Tecavüz ya da tecavüz girişimi
  18. Gerdek gecesi sahneleri
  19. Yatakta erkek ve kadın birlikteliği
  20. Kızları kasıtlı baştan çıkartma
  21. Evlilik müessesesi
  22. Cerrahi operasyonlar
  23. Uyuşturucu kullanımı
  24. Yasa uygulamaları ya da yasayı uygulayan görevlilerle ilgili sahne ya da isimler
  25. Aşırı ya da şehvetli öpüşme; özellikle kötü kahramanlardan biri söz konusuysa. 15

Yasa resmi bir cezayı öngörmemiş, ama yasayı ihlal edenler hem yerel yönetimlerin sansür kurullarına takılmış hem de dağıtımcılar tarafından boykota uğramışlardır. Ayrıca bu yasanın ilkelerini çiğneyen filmler oskar adayı da olamamışlardır.

Hays yasası, cinsellik ve şiddet öğelerini tamamen yasaklamamış, sadece kontrol altına almaya çalışmıştır. Ayrıca bu öğeleri kullanan filmler, iyi öğelerle filmi dengelediklerinde herhangi bir sorunla karşılaşmamışlardır. Örneğin kötüler, filmin sonunda cezalandırılmışsa ya da bir cani, yaptığına pişman olmuşsa filmde gösterilen aykırı görüntüler hoş karşılanmıştır. 16

1934 yılında Katolik psikoposlar bir araya gelerek bir “İffet Cemiyeti” kurmaya karar vermişler ve cemiyet üyeleri iffete ve Hristiyan ahlakına aykırı filmlerden uzak duracaklarına dair söz vermişlerdir. Aynı yıl SRC‟nin adı PCA (production Code Administration/ Üretim Yasası Yönetimi) olarak değiştirilmiş, başkanlığına da Joe Breen getirilmiştir. Bütün üye şirketler senaryoların bir örneğini Breen‟e göndermeyi, PCA onayı olmayan hiçbir filmin dağıtımını yapmamayı, aksi halde 25.000 dolar ceza ödemeyi kabul etmişlerdir. Breen ise yasanın ilkelerini çok katı bir şekilde uygulamıştır. 17

İkinci Dünya savaşı ve sonraki yıllarda ise sansür kurullarının ve PCA‟nın otoritesi sarsılmıştır. Rossellini‟nin “Mucize” filmine (1948) New York Sansür Kurulu tarafından konulan yasağı kaldıran Yüksek Mahkeme, sonraki yıllarda da “müstehcenlik” dışındaki sansürleri anayasaya aykırı olarak nitelemiştir. 18 1950‟li yıllardan sonra şirketler PCA onayı olmadan film göstermeye ve gişe başarısı elde etmeye başlayınca sansür kurallarındaki ihlaller günden güne artmıştır.

Sansür kurallarına meydan okuma Otto Preminger‟in “Ay Mavidir”i (1953) gibi çok erken örneklerle başlamış, Alfred Hitchcock‟un “Sapık”ındaki (1960) aşırı şiddet ve seks sahneleri ise kendisinden sonra gelecek birçok filme öncülük etmiştir. Seks ve şiddet unsurlarını kullanan istismar filmlerinden sonra sert pornografik filmlerde ciddi bir artış meydana gelmiştir. Ayrıca Hollywood izleyici tabanını genişletmek için sansür standartlarını gevşeterek yeniden düzenlemiştir. 1968‟de üretim yasasının yerine getirilen sistem Hollywood için yeni bir pazarlama stratejisine dönüşmüştür. Filmler G (genel izleyici), PG (17 yaş altındakilere ebeveyn rehberliği tavsiye edilir), PG-13 (13 yaş altındakiler için uygunsuz), R (sınırlı, 17 yaş altındakiler ebeveyn kontrolünde izleyebilir.), X (17 yaş altındakilere kesinlikle yasak) olarak gruplara ayrılmıştır. Bu sistemle birlikte yönetmenler X grubuna girmeden R sınıfında filmler yapmaya çalışmışlar, gençler ise hep bir üst seviyedeki filmleri seyretmek için yol aramışlardır. Böylece, sınıflandırma sistemiyle birlikte cinsellik, sinema endüstrisinin yeni itici gücü olarak artan bir şekilde kullanılmıştır.

Hollywood tarihinde hristiyanların zevkle izledikleri yüzlerce filme karşılık bazen büyük tepkiler toplayan filmler de çekilmiştir. “Jesus Christ Superstar/Süper Star İsa” (1973) filminde bir rock yıldızı olarak gösterilirken 19 Jean-Jacques Annaud‟un yönettiği “The Name of The Rose/Gülün Adı” (1986) filmi imparator ve papalık makamının yetki savaşı, kilisenin halk üzerindeki etkisi, halkın kiliseye olan bakışı, hristiyan tarikatlar arası sürtüşmeler gibi konuları işlemiştir. 20 Martin Scorsese‟nin yönettiği “The Last Temptation of Christ/Günaha Son Çağrı” (1988) filmi ise Hz. İsa‟ya Hristiyan akidesinden çok farklı bir bakış açısı getirdiği için büyük bir tepki toplamıştır. Filme göre Hz. İsa, çarmıha gerilirken herkes gibi bir hayat sürmeyi hayal etmekte, Maria Magdalena ile evlenip sevişmeyi, çoluk çocuğa karışmayı istemektedir. 21 Son yıllarda en çok tepki toplayan ve birçok ülkede yasaklanan film ise Ron Howard‟ın yönettiği “Da Vinci Code/Da Vinci Şifresi” (2006) olmuştur. Hz. İsa‟nın soyunun devam ettiği, dolayısıyla tanrı olmadığı tezini işleyen film onca tepkiye rağmen “Yıldız Savaşları 3” filminden sonraki en büyük açılış hasılatını elde etmiştir. 22

Son yıllarda en büyük ilgi gören dini film ise Mel Gibson tarafından yönetilen ve 2004 yılında gösterime giren “The Passion of The Christ” (Tutku-Hz. İsa‟nın Çilesi) olmuştur. Film, Latince, Aramice seslendirmeli, İngilizce altyazılı olduğu için ticari başarı kazanamayacağı düşünülmüş ve hiçbir Hollywood stüdyosu projeyi kabul etmemiştir. Böylece film Mel Gibson‟un şahsi imkânlarıyla çekilmiştir. 23 Hz. İsa‟nın son 12 saatinin anlatıldığı film anti- semitizmi körüklediği ve çok kanlı görüntülere sahip olduğu gerekçesiyle eleştiriler almıştır. Sinema salonları tarafından boykota uğrayan film ancak Papa‟nın “Evet, aynen böyle oldu.” sözleriyle destek vermesi üzerine gösterime girebilmiş ve çok büyük bir ticari başarı kazanmıştır. Film, 609 milyon dolarlık gelir elde ederek 121 milyon seyirciye ulaşmıştır. 24

II. İran Sinema Tarihi

A. Devrim Öncesi Dönem

İlk Dönem

Osmanlı ve İran‟ın sinema ile tanışma serüveni birçok noktadan ortak özellikler gösterir. İki ülkeye de sinema saray yoluyla girmiştir. Halka açık gösteriler azınlıklar ya da yabancılar tarafından gerçekleştirilmiş ve ilk seyirciler de yine azınlıklar tarafından oluşturulmuştur. Başlangıç yıllarında iki ülkede de ABD ve Mısır filmleri piyasaya hâkim olmuş; altmışlı yıllarda toplumsal gerçekçi, yetmişli yıllarda erotik sinema akımları görülmüştür. Bu dönemde bir tarafta toplumdaki gelir uçurumunu ve adaletsizliği yansıtan toplumsal gerçekçi filmler, diğer tarafta ise klişe aşk hikâyelerini işleyen filmler varken, aynı yıllarda her iki ülkede de sinema seks filmleriyle felce uğratılmıştır. 25

Etnik ve dinsel azınlıklar yeni doğan İran Sineması‟nın gelişiminde etkili olmuşlardır. Yurtdışında eğitim görmüş ve yönetici elit kesimle bağlantıları olan ((Hamid Nafisi, age, s.766.)) Azeri ve Rus asıllı sinemacılar İran‟da sinemanın yaygınlaşmasını sağlamışlardır. 26

1904 tarihli bir rapora göre dönemin önde gelen din adamlarından Şeyh Fazlullah Nuri, Tahran‟da ilk sinema salonunun açılışına iştirak etmiş ancak ardından sinemayı memnu kılmıştır. Bunun üzerine salon sadece bir ay çalışabilmiştir. 27

İlk İran uzun metrajlı kurgusal filmi, Rusya‟da sinema eğitimi görmüş Ermeni asıllı Ovans Oganyans tarafından 1929‟da çekilen “Abi Rabi” olmuştur. “Abi Rabi” aynı zamanda İran sinemasında güldürü özelliklerine sahip ilk filmdir. 28 Oganyans 1931‟de “Hacı Ağa Sinema Aktörü” adlı ikinci filmini çekmiş fakat filmdeki hacı ağa tiplemesi seyircileri rahatsız ettiği için film beklenen ilgiyi görmemiştir. 29

1900–1979 yılları İran sinemasının çocukluk yılları olarak kabul edilmektedir. Bu dönem filmlerinin pek çoğunun karakteristik özelliği, sinema dili ve tekniğinin basit şekilde kullanıldığı, biraz da cinsellik ve şiddet katılmış, yüzeysel ve özensiz melodramlar olmalarıdır. 30

İkinci Dönem

İran‟da İngiliz sömürgeciliğiyle mücadele edilen ve petrolün millileştirildiği dönem, yerli sinema tarihinin 2. dönemi olarak gösterilmektedir. Bu dönemde danslı, şarkılı Mısır filmleri halen yaygın olmasına rağmen içe yönelik sinema çalışmalarına ağırlık verilmeye başlanmıştır. 31

Musaddık önderliğindeki Milliyetçi cephe hükümeti zamanında ABD filmlerinin etkisi kırılmaya çalışılmıştır. Fakat 1953’te ABD destekli darbe ile Musaddık hükümeti düşünce darbeden sonra İran‟a giren yabancı filmlerin sayısında yeniden artış meydana gelmiştir. Bu dönemde çekilen gazino ve dans sahneleriyle dolu birbirinin benzeri yerli filmler ve bu filmlerde oynayan artistlerin yaşantıları ülkenin dini yapısına ve geleneklerine uygun düşmediği için eleştiri toplamaya başlamıştır. Görünürde sinemadaki ahlâkî yozlaşmayla mücadele içinde olan devletin ilgili kurumları, aslında bu suya sabuna dokunmayan filmlerin devamını tercih etmişlerdir. 32 “Cenûb-i Şehr” (Şehrin Güneyi) gibi toplumsal eleştiri içeren filmler ise hemen toplatılmıştır. 33 Bu nedenle sarayın hışmından çekinen yönetmenler ya seks filmi çevirmiş ya da şikâyet edecek gücü bulunmayan cahil ve fakir halkı konu almışlardır. 34

İran’da sansür kanununun birçok hükmü ihmal edilirken, saltanatın kaynağını koruma ve geri kalmışlığın tebliği maddelerinde son derece hassas davranılmıştır. Ayrıca film ithalinde sorun çıkmasın diye müstehcen filmlere yönelik sansür maddeleri yumuşatılmıştır. Böylece ithal filmlerle rekabet etmek isteyen yerli yapımcılar seks ve şiddet filmlerine ağırlık vermeye yönelmişlerdir.

“Sistemi sorgulamayan entellektüel sinemacılar; halkın milli ve dini değerlerini kolaylıkla sorgulayabilmişler”, 35 bunun sonucunda da daha bitmeden salonları boşalan, sadece birkaç gün gösterimde kalabilen filmler ortaya çıkmıştır.

19 Ağustos 1978‟de Abadan Raks sinemasında Kimyayi‟nin “Geveznha” (Geyikler 1976) filmi gösterilirken, yangın çıkmıştır. Salondaki 700 seyirciden 600‟ünün feci şekilde yanarak can verdiği bu facia üzerine devlet bir günlük yas ilan etmiş ve bu olaydan üç gün sonra hükümet istifa etmek zorunda kalmıştır. Sonraki günlerde Tahran‟da 25‟den çok sinema salonu ateşe verilirken devlet bu yangınları aşırı dincilerin çıkardığını öne sürmüştür. İran Sinema Tarihi yazarı Cemal Ümit, bu yangınların devrimin coşkusuna kapılmış heyecanlı gençlerden yararlanmak suretiyle, devlet memurları (Savak) tarafından çıkarıldığını ifade etmektedir. Ona göre bu yangınlarla amaçlanan, askeri darbe için ortam hazırlamaktı. 36

B. Devrim Sonrası Dönem

Devrim Sonrası İran Sineması

Devrim öncesinde din adamları sinemaya büyük bir günah olarak bakmış, dindar insanlar sinemaya gitmemiş ve evlerinde televizyon bulundurmamışlardır. Sinema, Muhammed Rıza Pehlevi’nin 37 batılılaşma projelerinin en büyük destekçisi olduğu için devrimin ilk günlerinde en çok tepki gören kurumlardan biri olmuştur.

Âyetullah Humeyni 1960’lı yıllardan itibaren halkı kitle iletişim araçlarına karşı uyanık olmaya çağırmış ve sinemayı ahlaksızlığın, fuhşun ve kültürel bağımlılığın kaynağı olarak göstermiştir. Ulemanın bu tavrından dolayı dindarlar evlerinde televizyon bulundurmadığı gibi sinemaya da gitmemişlerdir. Hatta Şah döneminde Kum şehrinde televizyon izlenmesi yasaklanmıştır. Devrim öncesi ulemanın bu tavrının sebebini Âyetullah Hamaney şu şekilde açıklamıştır: “50‟li yılların sonlarında ve 60‟lı yıllarda tiyatro ve sinemada bir gelişme oldu. Bu kurumlar sola eğilim gösterirlerken, eserlerde din aleyhtarlığı artış gösterdi ve aşikâr hale geldi. Zulüm yönetimi, dine karşı her eğilimi ve her kurumu, her türlü solculuğu, İslâm akidesinin önünü alması mümkün görülen her hareketi takdir ve teşvik etti, buna karşılık İslâmi hareketi baskı altına aldı.” 38

1979 yılında gerçekleşen İran İslâm Devrimi ile İran sineması, yeni bir döneme girmiştir. İmam Humeyni, İran‟a gelişinin ilk gününde yaptığı konuşmada şu meşhur cümlesini söyleyerek çok sade ve açık bir şekilde sinemaya bakışını tasvir etmiştir: “Biz sinemaya karşı değiliz, fahşaya karşıyız.” 39 Dini liderler genel olarak sinemaya karşı olmamışlar, Âyetullah Humeyni‟nin de dediği gibi, İranlıları yozlaştırıp köleleştirmek için Pehlevi rejimi tarafından “kötüye kullanılmasına” karşı gelmişlerdir. 40

1979‟da ithal filmlerin sayılarını bir hayli azaltan eleme dönemi başlamış ve önce “emperyalist ve anti devrimci” nitelikte bulunan Türk, Hint ve Japon filmleri yasaklanmıştır. Bunların ardından da Amerikan filmleri yasaklansa da batı ülkelerinden gelen filmlere karşı toptan bir yasaklama olmamıştır. Devrimden sonraki ilk üç yılda ülkeye getirilen 898 filmin 513‟ü geri çevrilmiş, ihtiyacı karşılamak için de devrim öncesine ait birçok film gözden geçirilerek belirlenen İslâmi ölçülere uydurulmuştur. 41

Devrimin ilk yıllarında sansür şartlarındaki belirsizlik ve savaş yüzünden pek fazla film yapılamamış ve bu belirsizliğin bir sonucu olarak yapılan filmlerde kadın oyunculara yer verilmemiştir. Bunun üzerine Kültür ve İrşad Bakanı olan Hüccetülİslâm Hatemi, sinemada sınırlamaları ve engelleri ortadan kaldırarak yapımcılara bu alana sermaye yatıracak güvenceyi vermiş, Fecr Film Festivali de sinemacıları teşvik etmiştir. 42 Yerli yapımları desteklemek için Farabi Sinema Vakfı kurulmuş ve “İslâmi Değerler”i kodlayıp kaliteli film yapmayı teşvik eden birçok yönetmelik yürürlüğe sokulmuştur. Yerli filmlerden alınan belediye vergisi azaltılmış, bilet fiyatları yükseltilmiş, donanım, ham film ve kimyasal madde ithalatı (yirmi kat daha yüksek olan serbest kurun yerine) devlet kontrollü döviz kuruyla uygulanmıştır. Ayrıca yapımcı ve gösterimciler, filmlerin salonlara tahsisinde söz sahibi olmuşlardır. Bu önlemler sonucunda yapılan film sayısı neredeyse üç kat artmış ve 1983‟te 22 olan uzun metrajlı film sayısı, 1986‟da 57‟ye çıkmıştır. 43

1982 yılında yapılan bir düzenlemeyle sinemanın dine karşı yıpratıcı bir tavır alması engellenmeye çalışılmıştır. Bu düzenlemeye göre bir filmin yasaklanmasına yol açabilecek durumlardan bazıları şunlardır:

  1. Tevhit ve diğer İslâmî ilkeleri zayıflatmak veya bir şekilde hakaret etmek.
  2. Doğrudan veya dolaylı olarak peygamberlere, imamlara, Velâyet-i Fakîh‟e, yönetici meclise ve müctehidlere küfretmek.
  3. İslâm‟ın ve Anayasa‟da bahsi geçen diğer dinlerin kutsal saydığı değerlere ve şahsiyetlere küfretmek.
  4. Günahkarlığı, yozlaşmayı ve fahişeliği özendirmek.
  5. Tehlikeli alışkanlıkları ve kaçakçılık gibi ahlaksız yollardan geçinmeyi özendirmek veya bunların yolunu göstermek.
  6. Seyirciyi infiâle sürükleyecek veya yanlış yola saptıracak biçimde teferruatlı şiddet ve işkence görüntülerine yer vermek. 44

Bunların dışında; Tevhid, vahiy, ahiret inancı, yaratılışta ve yönetimde Allah‟ın adaleti, imamet ilkesi ve İslâm nizamı gibi konuların inkarı ve çarpıtılarak sunumu da bir filmin yasaklanmasına gerekçe olabilmektedir. 45

Kaliteli filmlerin yaygınlaştırılması amacıyla derecelendirme sistemi devreye sokulmuş, sinema yazar ve eleştirmenlerinden oluşan elli kişilik bir heyet filmleri a,b,c,d şeklinde dört düzeyde sınıflandırmıştır. İyi filme, iyi yönetmene ve iyi senaryoya daha fazla imkânlar sağlanmış, ayrıca en iyi sinema salonları ve sinema seyircisinin yoğun olduğu saatler, kaliteli sayılan, sanat değeri taşıyan filmlere ayrılmıştır. Verilen destek nedeniyle a ve b sınıfında olan kaliteli filmlerin ortalama kazançları yükselirken, c ve d sınıflarına girenler genellikle kâr elde edememişlerdir. 46

Kaliteli eserlerin verilmesinden sonra Farabi Sinema Enstitüsü yurtdışına açılmak için zorlu ve yoğun bir çabanın içine girmiştir. İlk yıllarda uluslararası festivallere gönderilen dört yüz mektuptan sadece dört tanesine cevap gelmiş, festivallere katılabilen ilk filmler ise tepki toplamış, bazıları izlenmeden tahkir edilmiştir. Buna rağmen Farabi Vakfı çeşitli festivallere film göndermeyi ısrarla sürdürmüştür. 1985‟te Emir Nadiri‟nin Davende (Koşucu)‟sinin Nantes film festivalinde büyük ödülü kazanışı gerek ülke içinde gerekse yurtdışında büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştır. Bundan sonra festivallere katılan ve ödül kazanan filmlerin sayısı birer ikişer artmaya başlamıştır. Bunca başarıya rağmen, İran‟dan festivallere kabul edilen her film, sanat çevreleri ve medya tarafından, “ölü İran sinemasının istisnai bir yapımı” veya “İran‟da sinema alanında yanan bir kıvılcım” olarak nitelendirilmiştir. 47

Batı medyasının İran aleyhtarı yayınlarına rağmen 1988‟de yaklaşık 125 çeşitli düzeyde uluslar arası festivallere katılım gerçekleşmiş, 1989‟da bu sayı 240‟a yükselmiştir. İran filmleri 1989‟da 8 festivalin büyük ödülünü kazanmış, 1997‟deki 732 katılım ise 43 ödülle neticelenmiştir. 48 1990-1997 yılları arasında uluslar arası festivallere 4053 katılım gerçekleşmiş ve 250 civarında ödül kazanılmıştır. 49 Kiyarüstemî, 50 Mehrcûî ve Muhsin Mahmelbaf gibi ustaların yanı sıra Mecid Mecidî, 51 Ebulfazl Celilî, Semira Mahmelbaf, Cafer Penahî ve Behmen Kubadî gibi genç yönetmenlerin 1990‟larda çektiği başarılı filmlerle İran sineması uluslararası düzeyde önlenemez bir yükseliş kaydetmiştir. Böylece en azından bir tane İran filmi gösterilmeyen saygın hiçbir film festivali kalmamıştır. 52 İran sineması 80‟li yılların ortalarından (İslâm Devriminin ilk yılları) bugüne değin 300‟ün üzerinde uluslararası ödül kazanmış ve bir kısmı seçkin, 4000‟den fazla uluslararası festivale katılmıştır.

Hollywood sinemasına nispeten çok daha dar bütçelerle üretilen İran Filmlerinin cazibesi -ilk yıllarda dışarıya açılmasına engel sayılan özellikleriyle- Hollywood filmlerinin aksine şiddet ve seks sahnelerine yer vermeyişiyle açıklanmaya başlanmıştır. 53

III. Türk Sinema Tarihi

A. Osmanlı Dönemi

28 Aralık 1895 yılında Louis ve Auguste Lumiere kardeşler Sinematograf adını verdikleri bir âletle Paris‟te Grand Cafe‟de halka açık ilk gösterimi gerçekleştirmişlerdir. Bu gösterimden bir kaç ay sonra Jamin adlı bir Fransız tarafından sinematograf Osmanlı ülkesine getirilmiştir. Eylül 1896‟da Osmanlı Devleti‟nin resmi kurumları tarafından yeni icad “sinematograf” hakkında verilen raporda, sinematografın “ilmin yayılmasında insanlık için önemli bir araç” olarak nitelendirilmesi, ülkedeki sinema faaliyetlerinin başlamasında ve bu yeni icadın saraya girmesinde etkili olmuştur. 54 Nitekim1896 yılında Sultan Abdülhamid, Bertrand adlı bir Fransız vasıtasıyla sinematograf izlemiştir. 55

1903 yılında yayınlanan “Sinema Nizamnâmesi” ile Osmanlı Devleti‟nde ilk defa sinema ile ilgili bir düzenleme yapılmıştır. Bu nizamnâmede, birçok konunun yanında filmlerdeki müstehcenlik hakkında da hükümler yer almıştır. Nizamnâmenin on altıncı maddesinde “yabancı ülkelere ait olay ve görüntülerden edebe ve ahlâka aykırı olmayanlar -sayısı günlük programdaki resimlerin yarısını geçmemek üzere- büyük şehirlerdeki özel yerlerde halka seyrettirilebilecek, fakat hurafeye dayalı, faydasız ve münasebetsiz manzaraların gösterilmesinden uzak durulacağı” ifade edilmiştir. Ayrıca filmlerin gösterilebilmesi için devlet memurlarının onayı şart koşulmuştur. 56

Osmanlı‟da “müstehcenlik” gerekçesiyle bir filmin yasaklandığı belgelenebilen ilk olay, Ekim 1908‟de yaşanmıştır. Beyoğlu İstiklal Caddesi‟ndeki Odeon Tiyatrosu‟nda, bir sinematograf kumpanyası tarafından düzenlenen film gösterilerindeki bazı filmler müstehcen sahneler içerdiği için bazı seyirciler tarafından şikâyet edilmiştir. Yapılan bu şikâyetler üzerine Beyoğlu Mutasarrıflığı bu filmlerin gösterilmesini yasaklamıştır. 57

1916 yılında Müdafa-i Milliye Cemiyeti de gelirlerini artırmak için film çekimlerine başlamıştır. Cemiyetin 1917 yılında çekip izleyiciyle buluşturduğu “Pençe” ve “Casus” filmleri sinemamızın ilk konulu filmleri sayılmaktadır. 58 “Casus” hakkında kesin bir bilgi yoktur. Fakat “Pençe”, kadın-erkek ilişkileri bakımında o döneme göre oldukça cüretkar sayılabilecek sahnelere sahiptir. Pençe filminde, evliliğin insana acı veren bir pençe olduğu fikri işlenmiş ve serbest aşkın övgüsü yapılmış 59 ve nikâhın insanı sıkan bir pençe olduğu teması işlenmiştir. 60 “Pençe” filminde kocasını aldatan Feride ve her önüne gelen erkekle düşüp kalkan Leman tipleri, Türk sinemasının ilk seksi kadın karakterleri olarak kabul edilmişlerdir. 61

1919‟da bitirilebilen üçüncü konulu Türk filmi sayılan “Mürebbiye”nin “Pençe”yi de aşan müstehcenliklere sahip olduğu görülmektedir. 62 O dönemin beğenisine uygun olarak balık etli yapısıyla, kolları ve göğsünün üst kısmını açıkta bırakan elbiseler giyen Rus asıllı Madam Kalitea, Dehri Efendi‟nin konağında çalışırken, erkekleri baştan çıkarır. Bu filmdeki rolüyle Madam Kalitea Türk sinemasının ilk vamp kadın oyuncusu sayılmaktadır. 63 Bu film İstanbul işgal altındayken gösterime girmiş, o dönem İstanbul‟daki Fransız işgal kuvvetlerinin komutanı General Franchet‟in, sinemalarda, şehvet düşkünü, düşük ahlâklı bir Fransız‟ı görmekten çok rahatsız olması ve “Fransızlar küçük düşürülüyor” gerekçesiyle filmin gösterilmesini yasaklaması dikkat çekicidir. 64

1919‟da Yusuf Ziya Ortaç‟ın “Binnaz” adlı eserinden uyarlanıp, Ahmet Fehim tarafından yine Malul Gaziler Cemiyeti adına çekilen filmde, ilk defa bir göbek dansı sahnesi sinemamızda görülmüştür. 1919 yılında Osmanlı Donanma Cemiyeti adına çekilen üçüncü yerli film ise “Tombul Aşığın Dört Sevgilisi” olmuştur. Buradan yola çıkarak, müstehcenliğin Türk Sinema Tarihi ile özdeşleştiğini söylemek pek de yanlış bir iddia olmamaktadır.” 65

1922 yılına kadar çevrilen Türk filmlerinde kadın oyuncu ihtiyacını, çeşitli tiyatro topluluklarındaki gayrimüslim kadın oyuncular karşılamışlardır. 66 1922 yılında Mösyö Anderes adındaki bir Fransızın yönettiği “Esrarengiz Şark” filminde ilk defa bir Türk kadın oyuncu- Nermin Hanım- rol almıştır. 67 Yabancı iki maceraperestin iki Türk kızıyla yaşadıkları aşkı anlatan film Beyoğlu‟nda kapalı gişe oynamasının yanında; başta Fransa ve Almanya olmak üzere diğer ülke sinemalarında da 1923‟ün sonlarına kadar gösterimde kalmıştır. 68

B. Cumhuriyet Dönemi

Tiyatrocular Dönemi

İlk adımlarını tiyatrocuların önderliğinde atan Türk sineması uzun yıllar bu durumun sıkıntısını çekmiştir. Türk sinemasını 1922‟den 1939‟a kadar tek başına çekip çeviren dönemin tek temelli ve önemli tiyatro topluluğu olan “Dar-ül Bedayi”nin (sonradan İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu) başındaki Muhsin Ertuğrul‟dur. Böylelikle yönetmeni, senaryocusu, oyuncu kadrosu ve “repertuvarı”yla bir tiyatronun on yedi yıl bir sinema üzerinde egemenlik kurması ve bu egemenliği aynı tiyatrodan yeni yetişenler eliyle daha sonra da sürdürmesi gibi sinema tarihinde benzeri görülmemiş bir durum ortaya çıkmıştır. 69

Muhsin Ertuğrul sansasyon yaratarak “iş yapan” film çevirme düşüncesinde olan bir yönetmendir. 70 Halktan kopuk ve kışkırtıcı tavrından dolayı Türk sinemasında bir filmin çekilmesine yönelik ilk saldırı ve baskın olayları (İstanbul‟da Bir Facia-i Aşk-1922) Muhsin Ertuğrul‟un filmlerine karşı gerçekleştirilmiştir. 71 Bu sansasyon düşüncesiyle ele aldığı filmlerden biri de “Boğaziçi Esrarı” adlı film olmuştur. Yakup Kadri‟nin “Nur Baba” romanından uyarlanan film bir Bektaşi Şeyhi‟nin kadın müritleriyle olan uygunsuz ilişkilerini konu edinmektedir. Ancak film –belki Ertuğrul‟un da umduğu gibi- halktan büyük bir tepki almıştır. Eyüp Camii avlusunda çekim yaparlarken saldırıya uğradıkları için film polis gözetiminde tamamlanmıştır. İlk adı Nur Baba olan film “dinci çevrelerin tepkilerinden kurtarmak amacıyla” 72 Boğaziçi Esrarı adıyla gösterime girmiştir. 1932 yılında çektiği “Bir Millet Uyanıyor” filmindeki “Molla Said” karakteri ise işgalci güçlerle işbirliği yapan hain bir din adamı olarak sunulmuştur. 73

Muhsin Ertuğrul‟a göre; sinema, halkı hem eğlendiren hem de eğiten, izlenmesi daha kolay ama aynı zamanda tam da bu kolaylıktan dolayı toplumsal kodların değiştirilmesinde/modernleştirilmesinde daha pratik yollar içeren işlevsel bir sanattır. Etruğrul‟un Türk toplumunun değerlerine aykırı filmlerinin fikri arka planında bu gibi düşüncelerin yer aldığını söylemek mümkündür. “Karım Beni Aldatırsa” ve “Söz Bir Allah Bir” bu konudaki ilginç iki örnektir. İki filmde de kahramanlar modern karakterlerdir; görünümleri, ilgi alanları, yaşadıkları mekanlar vb. itibariyle, yeni Türkiye‟nin hedeflenen Batılı yüzünü temsil ederler. Ancak aralarındaki kadın erkek ilişkileri 1930‟lar Türkiye‟sinin en modern kesimleri için bile “aşırı serbest” ilişkilerdir. Bir deniz sporları dershanesinde kürek hocası ile kadınlar arasında yaşanan ilişkiler, arkadaşının karısını, sevgilisini ayartan erkekler ve kocasını, nişanlısını aldatan kadın karakterler, dekolte giysilerle dans eden revü kızları 74 günümüzde bile hoş karşılanmayan durumlardır.

“Ertuğrul 1933 yılında çektiği ‘Karım Beni Aldatırsa’ filminde ilk kez mayolu Türk kızlarını perdeye yansıtmıştır.” 75 Seyircinin gösterdiği tepkiyi, Enis Olcayto şöyle belirtmektedir. “O günlerde ilk defa tek parçalı kısa mayolu genç kızlar yan yana dizilip bacaklarını Can Can dansözleri gibi sağa sola sallayıp sonra havaya kaldırdıkları zaman, birçok sinema seyircisi başını önüne eğmiş ve ‘Aman başımıza taş yağacak. Bu çıplak kızların bembeyaz bacaklarını dibine kadar açmak sadece ayıp değil, günah, günah.’” diyerek bağırmışlardır. Film müstehcen olduğu için salonu terk edenler olmuş, fakat sinemadan tepki göstererek ayrılan kişilerden çok daha fazlası birbirlerini iterek filmi izlemeye çalışmıştır. 76

Ertuğrul Türk toplumunun gerçeklerine yabancı filmlerinde Batılılaşma fikrine yardım ettiği için aslında Tek parti’nin resmi sinemacısı kimliğini taşır. “’Ulusal bilinç’, ‘Cumhuriyet etrafında bir araya gelme’ düşüncesiyle çekilen bu dönem filmlerinin en önemli özelliği; devletin resmî ideolojisini hakim kılmak adına, eski düzenin kötülenmesi, saltanat ve hilafetle dinin ve müesseselerinin yerilmesidir. Nitekim bu filmlere bakıldığında devrin politikası ile ‘ideolojik bir polemik’ şeklinde ortaya konan filmlerin vermek istediği mesajlar arasında büyük bir uyum olduğu görülmektedir.” 77

Ertuğrul filmlerindeki müstehcenliğin 1938 yılından sonra arttığı gözlenmektedir. 78 “’Aynaroz Kadısı’ (1938) ve ‘Bir Kavuk Devrildi’ (1939) filmlerinde Osmanlı adalet kurumu ve bu kurumu temsil eden din adamları hicvedilmiştir.” 79 Aynaroz Kadısı, Nur Baba‟dan sonra Ertuğrul‟un dinle cinselliği aykırı biçimde buluşturduğu ikinci filmdir. Ertuğrul, belki de dinle cinselliği örtüştürerek kamuoyunda peşinen gürültü koparacağı bir konuyu o yıllara özgü reklam aracı olarak değerlendirmiştir. 80

“Geçmişin kötülenmesi adına, Muhsin Ertuğrul tarafından çekilen, Musahipzade Celal’in aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan ‘Aynaroz Kadısı’ filminde kadı rolündeki Hazım Körmükçü, henüz rüşte erişmemiş yetim bir Rus kızının mirasını, Manastır ele geçirmeden hile yaparak ve kitabına uydurarak, elde eden kişidir. Ayrıca Şeyhülİslâm’ın başkanlık ettiği Yüce Divan’da açılan davada, hileli yollarla haklı çıkarılan dalavereci bir kadıyı canlandırmıştır.” 81

“Bir Kavuk Devrildi” filminde ise, padişahın saksoncubaşısı (köpek terbiyecisi) olan bir saray yanaşmasının, sadrazam olduktan sonra, tutarsız uygulamalarıyla yeniçerilerin ayaklanmasına neden oluşu ve başına gelen felaketlerden akrabası ve dünürü olan bir Kapalı Çarşı esnafı tarafından kurtarılışı anlatılmıştır. 82 “İki filmde de izleyici sayısını artırmak amacıyla gereksiz açık sahnelere yer verilmiş ve bu açık sahnelere tepki yine büyük olmuştur.” 83

Muhsin Ertuğrul, Türk sinemasının ilk yıllarında bu tip filmlerle sinemamızdaki birçok olumsuzluğu başlatan ya da yaygınlaştıran kişi olmuştur. Olumsuz dindar imajı, Türk toplumunun gerçeklerine aykırı yaşayışlar, Batılı filmlerin kötü taklitleri vs. onun sinemamızı uzun yıllar etkileyecek klişelerinden bazılarıdır.

1928 yılında asker emeklisi Tüccar Naci adlı bir işletmeci-ithalatçının Milletvekili Mahmut Bey‟e gönderdiği bir raporda, açık saçık kadınların bulunduğu filmlerle, Yahudilik ve Hıristiyanlık propagandası yapan çok sayıda filmin bin türlü hilelerle Türkiye‟ye sokulduğu ifade edilmiştir. Naci Bey‟in uzun raporunun bir bölümünde şöyle denilmektedir:

Yahudi propagandasını ve Hıristiyanlık fikirlerini neşir ve tâmim eden birçok filmler bin türlü hîlelerle Türkiyemize getirilmekte ve ehemmiyetle zikredeceğiz ki, Avrupa devletlerinin azamet ve haşmet propagandasını yapan birçok filmler de kalplerimizi rencîde edebildiği hâlde bile memleketimize sokulmaktadır. Senelerden beri Türk unsûrunun fikirlerini öldürmeğe, zehirlemeğe çalışan, hattâ bu zehirler mukabilinde Türk‟ün hazîneleriyle paralarını çalmağa muvaffak olan bu gayrı Türk filmciler ve sinemacılar, o kadar vâsi bir program dâhilinde çalışmış ve bu mesâileri o kadar kök salmıştır ki, bunların arasında birkaç Türk‟ün bulunması muvâzene-i hâzıraya hiçbir tesir yapmamaktadır. 84

“Tiyatrocular Dönemi” sona ererken, meydana gelen olumlu bir gelişme de “filmlerin denetlenmesi düzenlemeleri”dir. Halkın beklentileri yanında bu düzenlemeleri çabuklaştıran etkenlerden biri de Muhsin Ertuğrul‟un “Aynaroz Kadısı” adlı filminin yarattığı sansasyon olmuştur. Nitekim, 1939 yılı bütçesi, Büyük Millet Meclisi‟nin Bütçe Komisyonu‟nda görüşülürken, kimi komisyon üyeleri bu filmin, halkın ar ve hayâ duygularını incittiğinden bahsedip, hazırlanmakta olan tüzüğün bir an önce yürürlüğe konulması gerektiğini belirtmişlerdir. “Özellikle bu filmdeki Aynaroz Kadısı Yakup Efendi‟nin Afroditi adlı bir Rum dilberine şarap içirerek güya „ergen olup olmadığını‟ anlamak üzere yaptığı deneme dolayısıyla gösterilen sahne, onun kötü niyetlerinin ortaya çıkmasına yol açtığı için, gerek sarf edilen sözler, gerekse Rum kızı rolündeki oyuncunun (Şevkiye May) giysileri ve tavrının genel ahlâka aykırı olduğu, yeni tüzükte bu gibi durumların önlenmesi talep edilmiştir.” 85

Muhafazakar kitlenin yayın organları ilk defa 1940‟lı yıllarda sinemayla ilgilenmeye başlamıştır. Necip Fazıl Kısakürek, 17 Eylül 1943 tarihli Büyük Doğu dergisinde “Beyaz Perde” başlıklı yazısında sinema ile ilgili görüşlerini şöyle özetlemiştir: “Sinema, fikir ve ruhun emrine geçtiği takdirde şüphesiz ki azametli bir imkân ve inşa planı… Fakat bugün bu planı dolduran cevher, bütün hüneri, körkütük nefsleri lif lif cezbetmekten ibaret bacak ve vücut hazretleridir. Gerisi, sadece bu (hüdayi nabit) kıymetin etrafında, bir yüzüğün ana taşını halkalayan kırıntı mücevherler gibi bir şey…” 86

Necip Fazıl‟ın bu yazısı milli sinema akımının ilk kıvılcımı olmuştur. Ülkemizdeki milli sinema arayışları Necip Fazıl‟ın bu cümlelerinden sonraki dönemde başlamıştır. 87 “Büyük Doğu” dergisi kısa süre sonra kapatıldığı için buna benzer yazıların arkası gelmemiş olsa da çok partili hayata geçildikten sonra oluşan demokratik ortamda milli sinemanın temelini oluşturabilecek yazılar yeniden yayınlanmaya başlanmıştır.

Bu dönemde yapılan filmlerden bazıları olumsuz dindar imajı bakımından Muhsin Ertuğrul‟u hatırlatmaktadır. 1949‟dan başlayarak dinin “kötü adamları” da devreye girmiştir. Lütfü Ö. Akad‟ın Vurun Kahbeye adlı filminde Aliye Öğretmen‟i bir iftira sonucu taş ve sopalarla linç ettiren yobaz bir din adamı 88 kurgulanmıştır.

“Vurun Kahpeye” filminde din adamı da dindar da, Anadolu insanı da iftiraya uğramış, toplumdaki saygın yeri zedelenmek istenmiştir. Filme göre din adamı düşmanla işbirliği yapan yenilik karşıtı bağnaz, ahlâksız bir kişiliktir. Anadolu insanı ise sürekli etkilere açık, her söylentiye inanan kaypak bir topluluktan ibarettir. Ayrıca filmde düşman (Yunan) açık seçik belirtilmemiştir. 89 Filmin esas düşmanı ülkeye giren Yunanlılardan ziyade ülkenin sahibi Müslüman halk gibi görünmektedir. Bu sebeplerle film “Din ağır ve yalan iftiralarla sinemalarda rezil ediliyor” sözlerine muhatap olarak ciddi tepkiler almıştır. 90

Muharrem Gürses‟in 1952 yılında çektiği ve Menemen Vakası‟nı konu edinen “Kubilay” filmi de din adamı karakterinin olumsuz olarak çizildiği filmlerden biridir. Filmde “gericilerin” isyanını bastırmaya çalışan öğretmen-subay Kubilay, kafası kesilerek vahşice öldürülmektedir. Bu vahşi saldırının baş eylemcisi “yobaz din adamı” Mehmet Derviş‟tir. 91

1960 darbesinden sonra ortaya çıkan Toplumsal gerçekçi akımının filmlerinde Türk halkının toplumsal gerçeklerine, örf, adet ve inançlarına aykırı birçok karakter de çizilmiştir. Filmlerde, yaşayan kişiler yerine zihinlerdeki hayali kişilikler öne çıkarılmıştır. “Bitmeyen Yol”daki karakterlerden biri misafir olduğu evin hanımına el uzatmış, “Susuz Yaz”daki bir karakter de kardeşinin karısına göz dikmiştir.

Bu akımın tepki toplayan filmlerinden biri de “Haremde Dört Kadın” olmuştur. Film padişaha sadakatiyle lüks bir hayat elde eden Sadık Paşa‟nın konağında geçen entrikaları ele almıştır. Filme göre Paşa, üç karısıyla yetinemediği için konağında büyüttüğü yeğeni Ruhşan‟a aşık olur ve evlenir. Ruhşan ise paşanın yeğeni Cemal ile sevişmektedir. Paşanın büyük karısı Şevkidil ve Ortanca karısı Mihrengiz lezbiyen ilişki içerisindedir. Paşanın diğer yeğeni Rüştü ise paşanın bütün eşleriyle birlikte olmaktadır.

Bunca rezalete rağmen “hepsi dini bütün kimseler olarak” takdim edilmektedirler. “Örtünmek ve namaz kılmak konusunda üzerlerine düşeni yaparlar.” sözleriyle Refiğ‟in “dini bütün olma” ve “ahlâklı olma” arasındaki farka işaret ettiği görülmektedir. Böylece Refiğ, “gerçek dindarların imanlarını yüreklerinde sakladıkları” fikrini seküler sistemin temeli yapmaya çalışan Kemalist düşünceyi desteklemektedir. 92

Film, Osmanlı‟nın yozlaşmış, çürümüş değerler sistemine sahip olduğu ve bu “gerici” toplumsal düzenin sona ermesi gerektiğini söylemekte ve ahlâk abidesi olarak sunduğu Cemal‟i (Jön Türkler) de ilerici bir çözüm olarak sunmaktadır.

Film halk tarafından ilgi görmeyerek büyük bir ticari başarısızlığa uğradığı gibi 3. Antalya film festivali‟nde yuhalanmış, salonlar terk edilmiştir. Yıllar sonra filmin TRT‟de gösterilmesine de tepkiler gelmiş, TBMM‟de soruşturma açılması istenmiştir.

Ulusal sinema akımı yönetmenlerinden Halit Refiğ‟in yönettiği “Fatma Bacı” filminde ise Türk insanına daha gerçekçi bir yaklaşım görülmektedir. Fatma Bacı ailesini tek başına ayakta tutmaya çalışan dindar bir kapıcıdır. Büyük kızı batı tarzı bir hayata hayranlık duyduğundan ailesinden utanır. Küçük kız ise daha zengin bir hayat için yaşlı bir fabrikatöre metres olur. Oğlu ise babasının katilini öldürmek için gün saymaktadır. Fatma bacı oğlunu da kaybetmemek için onu bu intikamdan vazgeçirmeye çalışır. Başaramayınca da kocasının katilini kendisi öldürür. Filmin sonunda üç çocukta annelerinin kıymetini anlarlar. Fatma Bacı Allah‟a olan sevgisi, ibadete olan sadakati, para ve mülke karşı olan kanaatkârlığı, evlatlarına olan fedakârlığı ile o güne kadar çizilmiş en geniş görüşlü ve en güzel, en doğru Türk kadınıdır. 93

Manevi değerleri hedef alan sinema akımlarından biri de Devrimci sinemadır. “Devrimci sinema”nın en önde gelen ismi hiç şüphesiz Yılmaz Güney‟dir. Yılmaz Güney‟in 1970 yılında çektiği “Umut” filmi “Türk Sinemasının en ileri, en cüretli devrimci, eylemci eseri olmuştur.” 94 “Umut”, faytoncu Cabbar‟ın fakirlikle imtihanını anlatır. Cabbar‟ın tek geçim kaynağı faytonudur. Bununla da geçimini zor sağlamaktadır. Bu yüzden piyango bileti alır. Fakat hiçbir şey elde edemez. Cabbar‟ın talihsizliği bununla da bitmez. Hırsızlar parasını çalmaya çalışır, faytonuna bir araba çarpar. Karakolda araba sahibi haklı çıkartılır. O da son çare olarak cahil bir imama baş vurur. İmam fala bakarak ona bir hazinenin yerini söyler. Cabbar her şeyini satarak hazinenin peşine düşer. Günlerce kazarlar ama hiçbir şey bulamazlar. Cabbar da isyan eder. Dinden de umduğunu bulamaz.

Umut filmi her şeyi maddi açıdan değerlendiren bir filmdir. Filmde manevi değerlerin – özellikle dinin- “saçmalığı” anlatılmak istenmiştir. Ayrıca kapitalist sistemin yetersiziği, bozukluğu sergilenir. Bu düzende kanunlar ve yöneticiler parası olandan yanadır. Neticede bu düzen yetersizdir, değiştirilmesi gerekir. 95

Filmdeki hoca karakteri, ailenin küçük çocuğundan, içi su ile doldurulmuş bir tasa bakarak, definenin yerini onlara söylemesini ister. Hoca, daha sonra, definenin altında bulunduğunu düşündükleri kuru ağacın yanına geldiklerinde yanındakilere: “Irmağa girip, temizlenip, abdest alalım. Sonra 101 tane beyaz taş toplayıp getirin bana.” der. Definenin bulunduğu zannedilen yerin etrafına daire şeklinde dizilen taşlara ve kişilerin tırnaklarına Arapça ifadeler yazılır. Hoca, defineyi bulmak için kazı yapan Cabbar ve arkadaşına “Dikkat etmek lazım oğul. Define her kılığa girip kaçabilir. Karınca olur, böcek olur, yılan olur, kuş olur… Defineyi kaçarken fark edip de, ona dokunursan derhal altına keser. Aslı neyse ona döner.” diye seslenir. Filmde çizilen bu “hoca” tiplemesinin, şüphesiz İslâm dininin öngördüğü din adamı tipiyle uzaktan yakından bir benzerliği yoktur. 96

“Umut”un dini ele alırken de reel (gerçek) davrandığı söylenemez. Din temsilcisi olarak gösterdiği tipler, bizzat İslâm‟ı içinden yozlaştıran, dinin düşmanı kişiler oldukları gibi, dini motifler olarak gösterdiği fala bakma, gaipten haber verme gibi davranışlar da, bilakis İslâm Dini‟nin şiddetle reddettiği fiillerdir. 97

Türk sinemasında 1950’lerin ortalarında başlayan, 1970’lere kadar süren ve çeşitli dini karakterlerin filmlere konu edilmesinden dolayı adı “Hazretli Filmler Akımı” olarak anılan furya çerçevesinde yapılan filmlerle, dindar kesim sinemaya karşı, önceki döneme nazaran daha yoğun bir ilgi göstermeye başlamıştır. 98

“Müstehcenlik ağırlıklı filmler sebebiyle sinemadan uzak kalan aile seyircisini kapmayı amaçlayan bu ticari akım, İslâmi konulardaki pek çok hatalarına rağmen halk arasında belli bir ilgi görmüştür.” 99 Daha önce benzer filmler çekilmesine rağmen “Hazretli Filmler” furyasının başlangıcı olarak “Hz. Ömer‟in Adaleti” (Nejat Saydam 1961) ve “Hz. İbrahim” (Asaf Tengiz 1964) filmlerini gösterilmektedir. Bu furya 1969 yılında son örneklerini vermişse de yeni müstehcen filmler furyasına paralel olarak 1972 yılında ve yine Hz İbrahim (Asaf Tengiz 1972) filmiyle beyaz perdeyi işgal etmiştir.

Dini bilgilerden yoksun ekipler tarafından hazırlanan bu filmler, genellikle halkın dini duygularını sömürerek ticari kazanç elde etmeyi amaçlamışlardır. Örneğin “Hac Yolu” (1952) isimli belgesel filmin yapımcıları, seyirciye, filmi yedi defa seyrettikleri takdirde hacı olacaklarını söylemiş ve her seyrediş için ayrıca bilet kesmişlerdir. Bunun yanında seyirciler, sinemanın etrafında yalınayak dolaştırılmış, aralarda gülsuyu dağıtılmış ve seyirciden filmi abdestli olarak seyretmeleri istenmiştir. 100 Yapılan bu reklamlar, geri kalmış yörelerde etkisini göstermiştir. Gerçekten de seyirci “çağrı”ya uymuş, abdestini alarak filme gitmiştir. Bu arada uyanık yapımcının kasasına haftalar boyu para akmıştır. 101 Yapımcıların dindar kitleyi sinema salonlarına çekme çabaları sonucu, o döneme kadar sinemaya hiç gitmemiş insanlar da sinemaya gitmişlerdir. 102

Bu dönemin filmlerinde film ekibine çekimden önce namaz kıldırmak, seyirciye gülsuyu dağıtmak 103 gibi -aslında reklam için- hassasiyetler bulunmaktadır. Fakat aynı hassasiyet senaryo, dekor, kostüm, dini ve tarihi gerçekler gibi filmin asli unsurlarında gösterilmemiştir. Örneğin “Hz. İbrahim”(Asaf Tengiz 1964) filminin, oyuncu kadrosu, özellikle figüran kadrosu oldukça yetersiz bir performans sergilemişlerdir. Kostümler baştan savma bir şekilde hazırlanmıştır. Öyle ki farklı dönemlere ait pek çok giysi bir arada kullanılmıştır. Örneğin, müşrikler, özellikle bunların askerleri Roma askeri giysileri içinde gösterilmişlerdir. Mekan olarak çadır ve mağaraların kullanıldığı filmde bolca çöl ve deve görüntüsüne de yer verilmiştir. “Filmde müşrikler ile Hırıstiyanlar birbirine karıştırılmıştır. Putperestlerin tapınmaları sırasında duyulan müzik ve sesler kilise müziklerini andırmaktadır.” 104 “1972 yılında çekilen “Hz. İbrahim” (Asaf Tengiz 1972) filminin afişinde de kurban getiren melek kanatlı ve sarı saçlı bir kadın şeklinde tasvir edilmiştir.” 105

1963-1964 yıllarından sonra az sayıdaki sinema yazılarında bir endişe olarak beliren, 1960‟ların ortalarında Yücel Çakmaklı tarafından ortaya atılan Milli Sinema kavramı, 1970 yılında “Birleşen Yollar” filmiyle sinemada ilk ürününü vermiştir. 106 Milli Sinema, 1970‟li yıllarda sinema çevrelerinde, Devrimci Sinema ve Ulusal Sinema ile birlikte, adı en fazla dile getirilen ve üzerinde en fazla tartışılan kavramlardan biri olmuştur. 107 Milli sinema milli kültürün yanında bu kültüre kaynaklık eden İslâm‟ı da filmlerinde merkez edinmiştir. 108

Yücel Çakmaklı‟nın çektiği “Birleşen Yollar” filmi, dinsel sömürü dışında, Türk insanını İslâmi değerler içinde alan yeni bir sinema anlayışını başlatmıştır. Bu, özünü Batı‟da değil, kendi içinde, İslâm‟da arayan bir milli sinema olmuştur. “Oğlum Osman”, “Kızım Ayşe” ve “Memleketim” filmleri 1974 yılına dek sürdürülen Milli Sinema anlayışının ilk ürünleri olmuşlar ve Çakmaklı, bu anlayış doğrultusunda Batı kültürü karşısında yolunu şaşırıp sonra da kendi öz kaynaklarına dönen, huzura kavuşan Müslüman gençlerin değişim öykülerini sergilemiştir. 109

1971 yılında milli sinema akımının en önemli kurumu olan MTTB Sinema Kulübü kurulmuştur. Kulüp, teorik ve pratik alanda Milli Sinema akımını geliştirmiş, birçok yönetmen, senarist ve teknik eleman yetiştirmiştir. Ayrıca düzenlediği açıkoturumlar ve film gösterimleri ile Türk sinema kurumları arasında da önemli bir yere sahip olmuştur.

Sur Film “İlenç”, Orhun Film ise “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmleriyle ilk eserlerini vermişlerdir. Bunlardan “Güneş Ne Zaman Doğacak”, sol grupların stüdyoyu basıp filmi yakmaya çalışmalarına, sloganlar atıp seyirciyi rahatsız etmelerine, afişleri yırtmalarına rağmen büyük bir ilgi görmüştür. Ancak gösterim sırasında Beşiktaş‟taki Yumurcak Sineması sahnesine atılan bir bomba, filmin İstanbul gösteriminin iptal edilmesine sebep olmuş, Anadolu‟daki gösterimler ise Adana ve Maraş‟taki bombalama olaylarına kadar beklenenin üstünde bir ilgiyle devam etmiştir. Kahramanmaraş‟ın Çiçek Sineması‟nda gösterime giren film sol grupların sinemaya bomba koymaları ile sabote edilmiş, bu yüzden başlayan çatışma 104 kişinin öldüğü, 130 kişinin yaralandığı, birçok ev ve dükkanın yakıldığı Maraş Olayları‟na sebep olmuştur. 110

İzleyiciler kendi manevî değer ve kültürüne bağlı filmler görmek özlemiyle salonlar kurmuşlar ve „Minyeli Abdullah‟ filmi gösterildiğinde salonları doldurmuşlardır. 1989-90, 1990- 91 sezonlarında bütün Amerikan filmleri de dahil olmak üzere en çok izlenen film “Minyeli Abdullah” olmuştur.” 111

“Şubat ayında vizyona giren “Minyeli Abdullah 1” filmi beklenenin üstünde ilgi görmüş, Haziran ayına kadar Türkiye çapında 107 sinemada gösterilen film 400 bin kişi tarafından seyredilmiş ve 982 milyon TL hâsılat elde etmiştir.” 112 “Minyeli Abdullah 2” filmi ise ilkinin yarısı kadar seyirciye (190 bin) ulaşabilmiştir. Bu dönemde çekilen diğer film ise “Yalnız Değilsiniz” olmuş, başörtüsü yasağı‟nın işlendiği film de 250 bin seyirciye ulaşmıştır.

Mehmet Tanrısever‟in ilk yönetmenlik denemesi olan “Sürgün” İtalya‟da yapılan 45. Salerno Film Festivali‟nde ikincilik ödülü kazanmıştır. Finale kalan 19 film arasından sıyrılarak İtalya Cumhurbaşkanlığı Gümüş Plaketi‟ni alan “Sürgün” bir hafta sonra Taşkent‟te yapılan 11. Taşkent Film Festivali‟nde de ikincilik (Gümüş Simurg) ve “İlk Filmini Yapan En İyi Yönetmen” ödülünü kazanarak ilk başarısının tesadüf olmadığını ortaya koymuştur. 113 Sürgün bundan bir yıl sonra, 16. Philadelphia Uluslararası Film Festivali‟ne de katılarak 124 film arasından birinci seçilmiştir.

19-24 Ekim 1992 tarihleri arasında yapılan 29. Antalya Altın Portakal Film Festivali‟ne 15 film katılırken bunlardan beş tanesinin milli sinemacılar tarafından çekilmesi dikkat çekmiştir. Bişr-i Hafi (Yücel Çakmaklı), Çizme (İsmail Güneş), Sevdaların Ölümü (Mesut Uçakan), Sürgün (Mehmet Tanrısever) ve Kapıları Açmak (Osman Sınav) filmlerinin katıldığı ((Salih Diriklik, age, C. 2, s. 207)) şaibeli festivalde sadece Kapıları Açmak filmine üçüncülük ödülü verilmiştir. Yurtdışında birçok ödül alan “Sürgün” filminin görmezden gelinmesi jürinin yanlı davrandığı söylentilerini kuvvetlendirmiştir.

Çakmaklı‟ya göre, ancak 2002‟den sonra film yapılabilecek ortam doğmuştur. Bu zaman diliminde bir platform oluşturulmuştur. Mesut Uçakan, Yücel Çakmaklı, İhsan Kabil, Ali Osman Emirosmanğlu‟nun da içinde yer aldığı platform, üç yıl boyunca hukukî sorunların giderilmesi için çalışmalar yapmıştır. 114

2002 yılında AK Partinin iktidara gelmesi ve demokratikleşme çalışmalarına hız verilmesiyle 28 Şubat şokunu üzerinden atan milli sinemacılar hem yeni filmler yapmaya hem de söylemlerini yumuşatmaya başlamışlardır. Mesut Uçakan “Söylem biçimleri değişti. İdeolojik rüzgarlar geride kaldı. İnsanlar artık kendi hakikatinin peşinde. Evrenin varoluş sırlarını kurcalıyor. Dünya sinemasında da, Türkiye sinemalarında da esen rüzgar bu.” 115 sözleriyle bu durumu ortaya koymaktadır.

2005 yılında Mesut Uçakan “Anne Ya Da Leyla”, İsmail Güneş “The İmam” filmiyle sinemaya dönüş yapmışlardır. Mesut Uçakan‟ın 9 Kasım 2007‟de gösterime giren 116 filmi “Anka Kuşu” da seyirciden ilgi görmeyen bir yapım olmuştur.

Başlangıcından beri Türk sineması dinî motifleri göstermeye çok da hevesli olmamıştır. Yeşilçam‟da din imajı daha çok bir hoca tiplemesine sıkıştırılmış, hiç de sempatik bir portre çizilmemiştir. Din adamları, kara kaşların gölgesinde fırıl fırıl dönen bir çift göz, karışmış takma sakalın altında sağa sola eğrilen ağız ve koca göbeğin üzerinde buluşup ovuşturulan ellerle tanımlanmıştır. Genelde halkı ayaklandıran, menfaatinin peşinde koşan, fitne fücur bir kişi olarak ya da „yalan yanlış‟ resmedilen bir cenazede, nikâh töreninde kullanılmışlardır. 117

Türk Sineması yıllarca dine beyaz perdede yer vermemeyi, verdiğinde de yanlış ve olumsuz bir şekilde göstermeyi tercih etmiş, yeri geldiğinde hakaret etmiş, yeri geldiğinde hazretli filmlerle ticaretine alet etmiştir.

Son dönemlerde hemen her hafta vizyona yeni bir Türk filmi girmektedir. Korku sinemasından aksiyona, fantastikten tarihî örneklere kadar her çeşit film mevcuttur. Bu filmlere bakıldığında „dinî temalara‟ rağbetin arttığı görülmektedir. „Girdap‟, „Takva‟, “Adem‟in Trenleri” ya da „Semum‟ gibi dini konuları merkeze alanların yanında „Beş Vakit‟, „Dabbe‟ gibi çıkışında dinden beslenenler de bulunmaktadır. Bunun yanında „Araf‟, „Kader‟ gibi isim konusunda dinden esinlenenler, „Polis‟ veya „Kurtlar Vadisi Irak‟taki gibi senaryoda dinî motiflere yer verenler, „Yumurta‟, „Sıfır Dediğimde‟ gibi daha derin bir üslup seçenler, Ulak‟taki gibi İslâmiyet, Hıristiyanlık ve diğer dinlerden, tabiri caizse „küresel‟ bir din tasvir edenler de bulunmaktadır. 118

Bu filmlerden bir kısmının samimi bir şekilde dini öğelere yer verdiği söylenebilir. Bu gruba “Kurtlar Vadisi Irak”, “Yumurta”, “Sıfır Dediğimde” gibi filmleri örnek gösterebiliriz. Diğerleri için ise bu samimiyetten bahsetmek mümkün değildir. “Takva”, “Girdap”, “Ulak” gibi filmlerde dine ya da dindara karşı takınılan saldırgan tavır gizli bir şekilde mevcuttur. Yıllardır Türk sinemasının kullandığı çirkin dindar tiplemeleri artık inandırıcılığını yitirdiği için bu sefer üstü kapalı saldırılarla aynı tavır devam ettirilmektedir.

Yukarıdaki iki gruba “Türk-İslâm Korku Motifi”ni oluşturmaya çalıştığı iddia edilen korku filmlerini de ekleyebiliriz. “Dabbe” ve “Semum” filmlerinin yönetmeni Hasan Karacadağ, eserlerinde Kur‟ân-ı Kerîm‟den yola çıktığını söylese de 119 ele alınan kavramlara zorlama yorumlar getirmiştir. Ayrıca bu tür filmlerin çocuklar ve gençler üzerinde ciddi etkiler bıraktığı için de faydasından çok zararı olmaktadır.

Sonuç

Amacı ne olursa olsun son yıllarda çekilen filmlerde din konusunda daha titiz davranıldığını söylemek mümkündür. Böylece Türk sineması yıllar boyu kendine küstürdüğü seyircisiyle barışmaya çalışmaktadır. “Eskiden dine küfretmeyi maharet sayan filmler vardı; Vurun Kahpeye, Yılanı Öldürseler… Fakat halk bundan rahatsız ve kimse artık buna cesaret edemez.” diyen Hazar‟a göre ortaya çıkan tablo umut vericidir. Sinema çevresi, kendi toplumuyla kaynaşırken halk da sinemayla barışmaya başlamıştır. Bazı yönetmen ve senaristlerin, dinî hassasiyetleri görmezden gelerek Türk halkının canını kamerayla acıtmaktan vazgeçmesi önümüzdeki yıllarda verimli bir döneme girileceğinin de habercisidir. 120


Bilal Yorulmaz
Dünya Sinemasında Manevi Değerlere Saygı: Hollywood, İran ve Türk Sineması Örneği
Sinema ve Din Eğitimi, DEM Yayınları, 2015.

Dipnotlar

Dipnotlar
1 “Nickelodeon (Movie Theater)”, http://en.wikipedia.org/wiki/Nickelodeon_(movie_theater) ; Erişim: 16.01.2010.
2 Rekin Teksoy, age, s. 66
3 “Erich von Stroheim”, http://en.wikipedia.org/wiki/Erich_von_Stroheim ; Erişim: 18.11.2008
4 Rekin Teksoy, age, s. 200
5 James M. Wall, Church and Cinema, William B. Eerdmans Publishing Company, Michigan 1971, s. 89.
6 Giannetti, L.- Eyman, S. (1996). Flashback: A brief history of film (3rd ed.). Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall, 1996, s. 23; Aktaran Anton Karl Kozlovic, “Religious Film Fears 1: Satanic Infusion, Graven Images and Iconographic Perversion”, Quodlibet Journal, Volume 5 Number 2-3, (July 2003), s.1.
7 Zeynep Aksoy, “Hollywood Radikal mi”,http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=2167; Erişim:10.11.2008.
8 Frank Walsh, Sin And Censorship; The Catholic Church And The Motion Picture Industry, Yale University Press, New Haven 1996, s. 95-96.
9 Rekin Teksoy, age, s. 87.
10, 12 Will H. Hays, http://en.wikipedia.org/wiki/Will_H._Hays ; Erişim: 10.11.2008.
11 Richard Ivlaltby, “Sansür ve Kendi Kendini Düzenleme”, Geoffrey Nowell Smith (Ed.), Dünya Sinema Tarihi içinde (276-291) Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, s. 279.
13 Richard Ivlaltby, age, s. 283.
14 Sedef Oran, “Sinemada Sansür Ve Korumacı Sınıflandırmalar”, www.istanbulfilmhouse.com/index.asp?page=ayinkonusu&id=41; Erişim: 10.11.2008.
15 The Hays Office Original List of “Don‟ts” And “Be Carefuls” For Hollywood Films, http://www.eurekacityschools.org/ehs/middlemissp/Film%20Crit/production%20code%20lists ; Erişim: 10.11.2008
16 Rekin Teksoy, age, s. 87
17 Richard Ivlaltby, age, s. 285
18 Richard Ivlaltby, age, s. 289
19 Peter Malone, Movie Christ And Antichrist, Crossroad Publishing, New York 1990, s. 33.
20 “Gülün Adı”, http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCl%C3%BCn_Ad%C4%B1_(film) ; Erişim: 18.11.2008
21 Rekin Teksoy, age, s. 775
22 “Da Vinci Şifresi”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Da_Vinci_%C5%9Eifresi_(film) ; Erişim: 18.11.2008
23 Louis Giannetti, Understanding Movies, Pearson Education Publishing, New Jersey 2008, s. 450.
24 John Bartunek, Inside The Passion, Dearborn Media Group, West Chester 2005, s. 9.
25 www.dergibi.com/roportaj/cihan_aktas.asp ; Erişim: 24.04.2008.
26 Cihan Aktaş, age, s. 26.
27 Hamid Naficy, “İranian Writers, The İranian Cinema, And The Case Of Dash Akol”, İranian Studies 28/2-4, (İlkbahar-Sonbahar 1985), s. 237; Aktaran: Richard Tapper, age, s.34
28 Fatin Kanat, İran Sinemasında Kadın: Kadın Temsili ve Kadın Yönetmenler, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi SBE, 2006), s. 15.
29 Cihan Aktaş, age, s. 30.
30 http://farsca.blogcu.com/Iran+Sinemasi ; Erişim: 24.04.2008.
31 www.iramer.org/irsam/news/5.html ; Erişim: 24.04.2008.
32 Cihan Aktaş, age, s. 38
33 Hamid Nafisi, age, s.767
34 Cihan Aktaş, age, s. 41
35 Cihan Aktaş, age, s. 47
36 Cihan Aktaş, age, s. 49. Ayrıca Bkz: Richard Tapper, age, s. 32
37 Pehlevi için bakınız: http://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammed_Rıza_Pehlevi ; Erişim: 24.04.2008.
38 Cihan Aktaş, age, s. 90-91
39 http://www.yakindoguhaber.com ; Erişim: 24.04.2008.
40 Hamid Nafisi, age, s. 769.
41 Cihan Aktaş, age, s. 54-55.
42 Cihan Aktaş, age, s. 56
43 Hamid Nafisi, age, s. 769-770
44 Richard Tapper, age, s. 49
45 Hamid Nafisi, “İran‟da İslâmi Film Kültürü”, Selam, (10 Eylül 1997); Aktaran: Cihan Aktaş, age, s. 70.
46 Cihan Aktaş, age, s. 60
47 Cihan Aktaş, age, s. 64-65.
48 Cihan Aktaş, age, s. 65-66
49 http://www.dergibi.com/sinema ; Erişim: 24.04.2008.
50 Abbas Kiyarüstemi, http://tr.wikipedia.org; Erişim: 24.04.2008.
51 Fıtratın Diliyle Konuşan Yönetmen http://www.aksiyon.com.tr ; Erişim: 24.04.2008.
52 Richard Tapper, age, s. 12-13
53 Cihan Aktaş, age, s. 68
54 BOA. İ., RSM., Dosya No: 6/1314-R-2, 12 Rebiyülâhir 1314.; Aktaran: Ali Özuyar, “Osmanlı‟da Sinemaya Dair Sansür Notları”, Sinematürk, sy. 7 (Mayıs 2007), s. 22.
55 Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamit (Hatıralarım), Selçuk Yayınları, İstanbul 1960, s.75.
56 BOA., Y. PRK. AZJ. Dosya No: 46/16, 29 Zilhicce 1320.; Aktaran: Özuyar, “Osmanlı‟da Sinemaya Dair Sansür Notları”, s.22.
57 BOA, ZB. Dosya No: 328/6, 01 Tesrinisani 1334.; Aktaran: Özuyar, “Osmanlı‟da Sinemaya Dair Sansür Notları”, s.22-23.
58 Erman Şener, “İlk Filmlerimiz”, Eskişehir Televizyonla Öğretim ve Eğitim Fakültesi Dergisi(Kurgu), Eskişehir 1979 sy. 1, s. 83.
59 Mahmut Tali Öngören, Sinemada Kadın ve Cinsellik Sömürüsü, Dayanışma Yayınları, Ankara 1982, s.42.
60 Erman Şener, Yeşilçam ve Türk Sineması, s.13.
61, 62, 65 Salih Diriklik, age, C. 1, s.11.
63 Mahmut Tali Öngören, age, s.60-61.
64 Ali Özuyar, “Osmanlı‟da Sinemaya Dair Sansür Notları”, s.24.
66 Burçak Evren, “Sinemamızın İlk Türk Müslüman Kadınları”, s.24.
67 Sabahat Hanım, Neyyire Neyyir ve Bedia Muvahhit‟i de ilk Türk kadın oyuncu olarak kabul edenler vardır. Bkz: Burçak Evren, “İddia ve Gerçek”, Sonsuzkare, sy. 5, (Haziran 2004), s.4.
68 Ali Özuyar, “Osmanlı‟da Sinemaya Dair Sansür Notları”, s.18. Bu konudaki farklı görüşler için Bkz: Agah Özgüç, Kronolojik Türk Sinema Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988, s.11.
69 Nijat Özön, agm, s. 271.
70 Efdal Sevinçli, Meşrutiyetten Cumhuriyete Sinemadan Tiyatroya Muhsin Ertuğrul, Broy Yayınları, İstanbul 1987, s. 169.
71 Agah Özgüç, Türk Sinemasında İlk’ler, Yılmaz Yayınları, İstanbul 1990 s.30-31.
72 Muhsin Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın (Anılar), Dr. N. Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, İstanbul 1989, s. 301. 75 Alim Şerif Onaran, Muhsin Ertuğrul Sineması, s.197-206.
73 Alim Şerif Onaran, Muhsin Ertuğrul Sineması, s.197-206.
74 Hilmi Maktav, “Cumhuriyetin Sinemacısı Muhsin Ertuğrul”, Tarih ve Toplum, C. 38, sy. 227, (Kasım 2002), s. 317.
75 Salih Diriklik, age, C. 1, s.13.
76 Mahmut Tali Öngören, age, s.67-68.
77 Ömer Menekşe, “Türk Sinemasında Din ve Din Adamı İmajı”, II. Uluslar Arası Dinî Yayınlar Kongresi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 05-07 Kasım 2005, s.46.
78 Salih Diriklik, age, C. 1, s.13-14.
79 Ömer Menekşe, agb, s.47.
80 Burçak Evren, Türk Sinemasında Cinsellik ve Erotizm, Ad Yayıncılık, İstanbul 1995, s.13.
81 Alim Şerif Onaran, Türk Sineması, C. 1, Kitle Yayınları, Ankara 1999, s.30.
82 Alim Şerif Onaran, Türk Sineması, C. 1, s.30
83 Mahmut Tali Öngören, age, s.68.
84 Necip Sarıcı, “„Naci Bey‟in Raporu‟nu Sunuş”, Sonsuzkare, sy. 9, (Ocak 2006), s.6.
85 Alim Şerif Onaran, Türk Sineması, C. 1, s.31.
86 Salih Diriklik, age, C. 1, s.17.
87 M. Nedim Hazar, “Milli Sinemanın Serüveni”, Antrakt, sy. 72, (Eylül 2003), s.14.
88 Özgüç, Türlerle Türk Sineması, Dünya Aktüel Yayınları, İstanbul 2005, s.187.
89 İştar Gözaydın-Savaşır, “Tarih Yaratma Aracı Olarak Sinema”, Tarih ve Toplum, C. 38, sy. 227, s. 282-283.
90, 91, 101 Özgüç, Türlerle Türk Sineması, s.187.
92 Aslı Daldal, “Haremde Dört Kadın”, Tarih ve Toplum, C. 38, sy. 227, s. 288
93 Mesut Uçakan, age, s. 62
94 Salih Gökmen, Bugünkü Türk Sineması, Fetih Yayınevi, İstanbul 1973, s.122.
95 Mesut Uçakan, age, s. 96.
96 Yalçın Lüleci, agt, s. 63.
97 Mesut Uçakan, age, s.97.
98 Yalçın Lüleci, agt, s.47
99 Salih Diriklik, age, C. 1, s. 29
100 Özden Candemir, Türk Sinemasında Dini Filmler, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi SBE, Eskişehir 1986), s.18.
102 Orhan Ünser, “Din ve Sinema”, Antrakt, sy. 72, (Eylül 2003), s.20.
103, 109 Özgüç, Türlerle Türk Sineması, s.189.
104 Özden Candemir, agt, s.73.
105 Salih Diriklik, age, C. 1, s. 30
106 Mesut Uçakan, age, s.137.
107 Salih Diriklik, “Milli Sinemanın „İnanç‟la Yamulması”, Sonsuzkare, sy. 4, (Mart 2004), s.7.
108 Nigar Pösteki, “Sinema ve muhafazakarlık İlişkisi Üzerine Bir Deneme”, Karizma Dergisi, C. 5, sy. 17, s.72.
110 Salih Diriklik, age, C. 1, s.214-216.
111, 114 Tuba Özden, “„Millî Sinema‟ Dönüyor”, http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/news-13667-millî-sinema- donuyor.html ; Erişim: 24.01.2010.
112 Salih Diriklik, age, C. 2, s. 56
113 Salih Diriklik, age, C. 2, s. 203.
115 Mesut Uçakan, “Her Dönüş Bir Rüzgâra Gebe”, Sonsuzkare, Ömer Çakkal (röp), sy. 6, (Eylül 2004), s.8.
116 Anka Kuşu, http://www.imdb.com/title/tt0426899/ ; Erişim: 15.01.2010.
117, 118 Tuba Özden Deniz, “Türk Sinemasının Dinle İmtihanı”, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=29814; Erişim: 17.03.2008.
119 Büşra Gülcan, “Türk Korku Filmleri Kıyametinin Alameti Olan Film: Dabbe”, Hayal Perdesi, sy. 8, (Mart-Nisan 2006), s.57
120 Tuba Özden Deniz, “Türk Sinemasının Dinle İmtihanı”, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=29814 ; Erişim: 17.03.2008.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.