Siz, konuştuğunuz dilsiniz.
Bir Japonun telefonla konuşurken başını eğdiğini görmek olağan dışı bir şey değildir. İçimizden biri de telefondayken başını eğenlerden – fakat sadece Japonca konuşurken. Davranışlar ve tavırlar, onlara ihtiyaç duyulmadığı zaman bile ortaya çıkacak kadar rutin bir hâle gelebilirler. İki dilli ve iki kültürlü olanların ilk elden bildiği üzere, davranış tarzımız hangi dili konuştuğumuza bağlı olabilir. 30 yıllık uzmanlıkla iki dillilik ve karar alma üzerine çalışan bilim insanları olarak araştırmamız gösteriyor ki, belirli bir anda kim olduğunuz o anda hangi dili kullandığınıza bağlı olabilir.
Bu şu nedenledir ki bir deneyim yaşadığınızda, kullandığınız dil o deneyimle ilişkili hâle gelir. Bu, iki dilli insanlar için, açık seçik anıların bir dile diğerine oranla daha yakından bağlantılı olduğu anlamına gelir ki – bu fenomen, dile-bağlı bellek olarak adlandırılır. Söz gelimi, bir çocukluk anısının, olay gerçekleştiği sırada konuşulan dil konuşulurken anımsanması daha olasıdır. Nasıl ki nostaljik müzik dinlemek sizi hayatınızın belirli bir dönemine geri götürebiliyorsa, belirli bir anda kullandığınız dil de ilişkili anıları daha yüzeye çeken bir kanca işlevi görüyor. Üstelik deneyim yaşandığı sırada konuşulan dil ile anımsandığı sırada konuşulan dil arasında bir eşleşme olduğunda anılar genelde daha dokunaklı olacaktır.
Nasıl düşündüğümüz ve hissettiğimiz böylelikle kullandığımız dile bağlı olarak değişebilir. Örneğin, iki dilli insanlar, yasak kelimeleri dinlerken ve ana dillerinde azarlarken yükseltilmiş bir stres tepkisine sahiptirler. Bu belki de, kısmen, erken dönem anılarımız “kötü” bir kelime öğrenmeyle ya da ebeveynlerimizin bize ana dilimizde bağırmasıyla ilişkili olduğu içindir. Bu da şu anlama gelebilir ki, bir durum, kendisine yabancı bir dilin merceğinden bakıldığında hem psikolojik hem de duygusal olarak daha uzak duyumsanabilir.
Duygular karar alma sürecinde anahtar bir rol oynadığı için, insanlar daha az duygusal yabancı dilde seçim yaparken çoğu kez daha az önyargılı ve daha tutarlıdır. Dil, ahlaki yargı ve kararlarımızı bile etkileyebilir. Bir grubu kurtarmak için tek kişinin hayatını feda edip etmeyecekleri sorulduğunda, bir dilden fazla konuşan insanlar yabancı bir dilde cevap verirken “evet” demeye önemli ölçüde daha yatkındırlar. Zorlu seçimlerde bize engel olabilen olumsuz duygular, yabancı bir dil kullanılıyorken sessize alınmaktadırlar. Başkalarının hayat ve esenliklerinden sorumlu olan bireyler için bu olası etki önemli olabilir.
Anılarımız olasılık ve riski nasıl hesaplayacağımız üzerinde de belirgin bir etkiye sahip olabilir. Bir silahla öldürülmeleri binlerce kez daha muhtemel olduğunda, “terörist saldırıları”nın Amerikalıların en büyük korkuları arasındaki sırasını örnek alın. Bunun nedeni kısmen zihinsel kestirme, yani olayların olasılığını, örneklerin akla ne denli kolayca ve açıkça gelişine bağlı olarak yargılama eğilimimizdir. Dile-bağlı bellek nedeniyle, farklı diller kullanmak risk değerlendirmesini potansiyel olarak değiştirerek akla farklı örnekler getirebilir.
Bunun önemli sonuçları olabilir zira bir şeyin ne kadar riskli hissettirdiği, tıbbi kararlardan tutun ulusal güvenliğe kadar yaptığımız seçimlerin tümünü etkiler. Örneğin Birleşik Devletler’de doktorların %25’inden fazlası yabancı-doğumludur ve hastalarının da birçoğu yabancı dil konuşur. Konuşulmakta olan dilin gerek bizim aldığımız gerekse çevremizdekiler tarafından alınan kararları nasıl etkileyebileceğini bilmek önemlidir.
Elbette kimileri dilin temel inançlarımızı, değerlerimizi ve hedeflerimizi değiştirmek için yeterince güçlü olduğundan kuşku duyabilir. Ve gerçekten de, iki farklı dil konuşan iki dilli bir kişi büyülü bir şekilde tamamıyla farklı iki insan hâline gelmez. Daha ziyade, dil, bizleri ileriye dönük farklı bakış açılarına sürükleyebilen güçlü bir bağlam yaratır. Nasıl ki din aklımıza geldiğinde daha hayırsever ya da hastalık aklımıza geldiğinde daha çekingen olabiliyorsak, dil de belirli düşünce ve anıları diğerlerinden daha dikkat çekici hâle getirerek bizi etkileyebilir.
Dilin nasıl düşündüğümüz, hissettiğimiz ve hatta davrandığımız üzerindeki etkisi bireyin de ötesinde toplumsal ve ekonomik düzeylere kadar tesire sahip olabilir. Birleşik Devletler Franklin D. Roosevelt’ten bu yana (ki akıcı bir şekilde İngilizce, Fransızca ve Almanca konuşabiliyordu) gerçek bir çok dilli başkana sahip olmasa da, iki dillilik İkinci Dünya Savaşı’ndan önce istisnadan ziyade kuraldı devlet başkanlarımız arasında. Birleşik Devletler bir yana, Emmanuel Macron ve Angela Merkel gibi birden çok dil konuşurken önemli kararlar alan dünya liderleri arasında bu durum hâlâ böyledir. Bir bakıma, farklı diller bilmek insanlara dünyaya bakmak için kullanacakları çeşitli mercekler sağlayabilir.
İşlevsel bir toplum inşa etmek için, birden çok dil kullanmanın veya kullanmamanın psikolojimizi ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini anlamaya çalışmalıyız; bu ister evlerimizde, ister hastanelerimizde, isterse de yönetimin en yüksek kademelerinde olsun.
This article was originally published at Psychology Today.
Çeviri: M. Kaan Erdoğan
Sosyal Bilimler / Çevirmen
m.kaan.erdogan@sosyalbilimler.org
Kaynak: Viorica Marian, Sayuri Hayakawa / Psychology Today
The Surprising Power of Language Over Memory and Choice
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.