Marvel’in son süper kahraman girişimi Black Panther [2018], bu kez siyahi bir adamın, toplumun biri ya da sadece kolektif birlik için mücadele ettiği tam teşekküllü bir özel efekt bombardımanı. Doğrusu bu kitaptaki en eski hikaye. Bu, bir Siyah Panterler sülalesinin —kelimenin tam anlamıyla yaşlı siyah adamlar/krallar ölünce pantere dönüşmüşler— varisinin hikayesi. Varis, T’Challa (Chadwick Boseman) kral olur ve daha sonra, tüm siyahları —evrensel olarak— özgürlüğe kavuşturmak isteyen Eric Killmonger (Michael B. Jordan) adındaki dışlanmış bir muhalif kendisine meydan okur. Muhtemelen şimdi “bütün bunlar ne anlama geliyor?” diye soruyorsunuz. Hikayenin sürprizini kaçırmadan şunu söyleyelim: “Hayali siyahi topluluk içinde bir bölünme” var.
Diğer yandan, geleneksel anlamda, kral ve müttefik Wakanda kabileleri, dört başı mamur hayatlarını dünyadan izole şekilde sürdürüyorlar; Vibranium adlı (uzun zaman önce uzaydan gelen) bedenleri gençleştiren ve objeleri canlandırarak teknoloji harikalarına çeviren özel bir maddeye sahip olduklarını gizli tutuyorlar. Diğer devrimci tarafta ise, tacı kazanan, dışarıdan gelen bir yabancı-kıta dışında yaşayan bir doğma büyüme Afrikalı var. Bütün bunları, öldürülen babası (kralın amcası) ve gezegende yaşayan, Vibranium’dan yoksun olduklarından sömürge sonrası baskıcı sistemin önünde güçsüz olan ve boyun eğmek zorunda kalan tüm siyahlar adına yapıyor.
Killmonger’a göre, tüm siyahilerin hayatları önemlidir ve sırrın saklanması için bir sebep yoktur. Bunun yerine, maddeyi tüm siyahlara dağıtmak istiyor, böylece onlar, kendilerine baskı yapanlarla savaşabilir ve özgürleştirilebilirler. Ancak, yaşlılar ve kral için, toplumu canlı tutan şey, özel materyali sır olarak saklamaktır. Böylece, isyankar rakip, “evrensel dersi” hatim eden ve dünyanın geri kalanı için bir sosyal yardım programı geliştiren ve bu yolla antik sırları, gücü ve teknolojiyi paylaşan eski gerçek kral tarafından tahttan indirilir.
Filme verilen tepkiler geniş ölçüde değişken yine de genel olarak olumludur. Pek çok kişi, tüm siyah kadroyu ve Afrikalıların zengin, gelişmiş, barışçıl ve güçlü bir şekilde temsil edilmesini, bildiğimiz Afrika’nın olmadığı her şeyi kutluyor. Gerçek Afrika’dan kurgusal-Afrika’ya bu geçiş —gerçeklikle genel bir ilişki— gerçek toplumsal uzlaşmazlığı bastırırken birçok seyirciye teselli sunan ideolojik bir fantezidir: Afrika’nın günümüz küresel kapitalizmindeki yeri. Dolayısıyla, bu ideolojik fantezinin bedeli, bir yalanın içinde yaşamakla eş değerdir; şöyle ki, topluluğun kolektif kimliğini ve onu bu kadar ileri seviyeye getiren yüce nesneyi saklar. Filmin ideolojik hamlesi, dahili sosyal gerilimi harici bir ideal objeyle gizlemektir. Birçok seviyede açıkladığım gibi, film böyle yaparak, muhalif seyircinin itirazlarını sürdürürken aynı zamanda içini doldurabilecekleri bir alan meydana getirir.
Black Panther, son günlerdeki remix, kolaj modasına uyarak, ki bu biraz da Kung Fu Panda’nın siyah beyaz bir Asyalı olması gibi, içinde her şeyden biraz barındırıyor: Paganizm ve animizm, bir tutam monoteizm (tek tanrıcılık) ile karıştırılmış: Musevilik —Wakanda’nın seçilmiş bilgili insanları izole yaşamaya mahkum oldular; Hristiyanlık—kralın ikinci kez gelişiyle tekil benzersizlikleri evrensel dünyaya yayılıyor ve İslam— kralın sevgilisi Nakia (Lupita Nyong’o) Peygamberin eşi Hatice gibi, ona gerçekte ne olduğunu hatırlatır böylece kral, kaderini gerçekleştirebilir.
Bu dini nüansların ötesinde, kitlesel karışım, yönetmen Ryan Coogler’ın ‘hadi getirin’ diye tepki verdiği bugünün egemen kültürel karşıtlıklarını takip ediyor: İlk ve eski yeniye karşı —böylece mızrak ve lazer topları, at sürme ve uzay aracı uçuşları, iletişim hologramları ve bitki ritüellerini alıyoruz. İkincisi, güney-doğu kuzey batıya karşı —yani hiçliğin ortasında, fütürist, süper ileri, Elon Musk tarzı teknolojiyle sarmalanmış bir antik geleneksel Afrika kabile ulusu görüyoruz. Bir de, Wakanda olarak birleşmiş beş etnik grubun temsilcilerinden oluşan, kalıtsal kabile kralları ve ön-demokratik konsey arasındaki bağlantı var. Dördüncüsü, maskülen ve feminen rollerin kadın savaşçılardan oluşan bir orduya veya aynı zamanda tekno-bilim mühendisi olan bir prensese indirgeniyor olması. Biraz abartılı mı? Her halükarda, durum daima buna yakın; fakat asla daha farklı değil.
Ne kadar çekici olursa olsun, ortak kültürel karşıtlıklarımızı yankılayan ve onları dışa aksettirilen semavi bir nesneyle harmanlayan bu ideolojik fantezi, sahte bir uzlaşmadır. Ve ağır bir bedeli olacaktır: Gerçekte, ilerici toplumumuzun böylesi bir ‘siyah’ filmi üretmiş olmasından dolayı daha iyi hissetmemiz, bastırılmış pasifliğimizin bir sonucudur ve filmde Afrikalıların modernliğini (Vibranyumda somutlaşan) bir sır olarak sakladıkları ve “bir başka üçüncü dünya” ülkesi görüntüsünü sürdürebildikleri zaman modern olabileceklerine dair semptomatik bir görüntü sunulur.
Bu, filmde “mana’nın maddeleştirilmesi” olarak adlandırılabilecek ve Afrika bağlamında bir şekilde özgün bir anlam taşıyan başka bir ideolojik mekanizmayla bağlantılıdır. Antropolog Lévi-Strauss tarafından “sıfır sembolik bir değer, yani tamamlayıcı bir sembolik içeriğin gerekliliğini işaret eden bir simge” olarak tanımlanır. Burada mana, “insan türünce bilinen en güçlü metal” olarak adlandırılır ve dışsallaştırılır— Vibranium. Bu, aslında, bugünün ideolojisinin, egemen fikir kümeleri olarak, onun gerçek özerk ve soyut biçimleri dahilinde düşünmeye dayanamadığı “obje petit a” —toplumun (temsil edilemez) yapıştırıcısı olarak çalışan arzunun nesnesinin/nedeninin— yaygın ideolojik somutlaştırmasıdır. Sanki inançtan başka, inanan topluluğunu ayakta tutan maddi, somut bir şey daha olmalıymış gibi. Tıpkı, bir çipin bizleri bir düşmandan nefret etmeye yöneltebildiğini düşünmenin, dil (sosyal bir düzen olarak) bu işi mükemmel şekilde yaptığından aslında bir çipe ihtiyacımız olmadığını kabul etmekten daha kolay olması gibi (Black Mirror bölümlerinden birinde olduğu üzere).
İzleyiciye sunulan nihai ders de aynı zamanda ideolojiktir; ne de olsa bütün siyahların bağımsızlığı için savaşan isyankar elebaşı da sonunda kazanan rasyonel ve ılımlı kralın aksine (isim olarak bile) asabi, şiddet yanlısı bir vahşi olarak karakterize edilir. Nihai ders, ilk olarak politik anlamda, hafif reformların şiddetli devrimlerden daha iyi olduğudur; İkincisi, ahlaken konuşmak gerekirse, ‘gelenekler uğruna arzularımızdan vazgeçmeliyiz’dir; ve üçüncüsü, psikolojik anlamda, film, siyah topluluk içinde de, üstün beyaz rasyonalitesine karşı siyah aşırı duygusallığı argümanını tekrarlar.
Bu nedenle, gerçek ideolojik mesaj, sadece “teknolojinin bizi kurtaracağı” fantezisidir; yardımsever bir kralın kadim bilgeliğini, bilimin umuma ulaşmasına dair sosyal bir programla birleştirir. Bu ideoloji, kahramanın kim olduğuyla ilgili etik soruyu da bir kenara bırakır. Kahraman, gücünü, otoritesini, neslini ve geleneği koruyan kral mı, yoksa evrensel rüyanın savunucusu isyankar yetim midir? Dünyaya ve sevgilisine açılarak arzusunu ve halkını riske atan kişi mi yoksa hayatı pahasına da olsa vazgeçmeyen mi? Ya da belki gerçek kahraman; kolektif bir özne olarak, özünü yitirmeden kalırken aynı zamanda iç değişimleri ve gelişimleri sürdüren halkın kendisidir.
Bu nedenlerden dolayı, hem solcular hem de sağcılar bu filmi sevecek ya da nefret edecek bir şeyler bulacaklardır. Sağ görüşlüler için, eğer tüm siyah oyuncuların ötesini görürlerse, milliyetçi, ayrılıkçı duygular çekici olabilir. Sol görüş içinse, sözde “radikallerin” ortaya çıkardığı şiddetin ötesini görebilirlerse, geniş bakış açısı, alternatif temsil ve idealler cazip olabilir. Bu noktada filmin ideolojik anlamda merkezi konumu yatar: Aynı anda ya hep ya hiç demektedir; herkes için ve herkese karşı. Dolayısıyla içerik bağlamında, ideolojinin her türlüsü dışında hiçbir şey yoktur. Orijinalite muhtemelen, Wikileaks’de olduğu gibi, biçimdedir içerikte değil. İkincisi tamamen ideolojiktir: karşıtlıklar arasında sahte uzlaşma; sosyal antagonizme perde çekilmesi vs. Bununla beraber, biçim düzeyinde bu yeni bir şeydir: Tek bir beyaz aktörün yer aldığı büyük bütçeli bir Hollywood yapımı; antik halkları alaya almak yerine, “batıl inanç” teorileri ve inanç sistemleriyle birlikte insanlığın Afrikalı kökenleri olarak onları öven bir film. Bu nedenle, filmin içeriğini yorumlama arzusuna karşı koymalı ve biçimini değiştirmeye devam etmeliyiz.
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Yayın Koordinatörü / Sinema Editörü
Künye: Eliran Bar-El, Black Panther as a Red Herring, The Philosophical Salon, February 26, 2018.
Öne Çıkarılan Görsel: Marvel Studios/Walt Disney Studios
- Vizyon: 29/01/2018 [California, ABD / Premiere]
- Yönetmen: Ryan Coogler
- Oyuncular: Chadwick Boseman, Michael B. Jordan, Lupita Nyong’o
- Tür: Aksiyon, Macera, Bilim Kurgu
- Ülke: ABD
- IMDB Sayfası
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının Türkçe’deki hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.