1930 yılında Arap-Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Cezayir’de dünyaya gelen Jacques Derrida 19 yaşında Cezayir’den ayrılarak Fransa’ya geldi ve bir Fransız vatandaşı, bir “Fransız filozofu” olarak Paris’te vefat etti. Ölümünden önceki bu dramatik toplantıda ise, Cezayirli Müslüman meslektaşıyla söyleşirken, “Kendimde hâlâ Cezayirli olan şeyi, beni Cezayirli kılan şeyi el üstünde tutuyorum,” diyordu. “Nostalji” ve “Cezayir” kelimelerini birleştirerek icat ettiği “Nostalgeria” (Nostalgie-Algeria) sözcüğüyle, Derrida Cezayir hakkındaki duygularının karmaşıklığını ve derinliğini ifade etmekle kalmıyor, aynı zamanda vatandaşı olmadığı bir ülke ile ulus-devlet bağlamını aşan bir irtibat kurarak, “gelecek demokrasi” dediği şeyin imkânını gösteriyordu.
Cezayir vatandaşı olmasının ötesinde, daha önce Cezayir hükümetinde bakanlık ve büyükelçilik yapmış bir felsefe profesörü olan Mustafa Şerif ise Vatikan tarihinde bir Papa tarafından huzura kabul edilmiş ilk Müslüman düşünürdür. Borradori’nin tabiriyle “ılımlı İslam’ın” ender sözcülerinden biri olan Şerif modernlik, demokrasi, Batı ve İslam ilişkileri gibi kadim sorunlar üzerine “evrensel bir medeniyet,” “medeniyetlerarası diyalog” gibi Derrida’nın yapı-söküme konu ettiği türden kavramlarla iş görmeye çalışan bir kamusal entelektüel.
Eski bir Derrida okuru olduğunu söyleyen Şerif’le Derrida’nın, Cezayirli Müslüman bir felsefeci ile Cezayirli-Fransız ‘Avrupalı’ bir filozofun ya da yazar ve okurunun oluşturduğu bu tuhaf ikilinin diyalogu otobiyografinin, gelecek-ölümün, yurdun ve kimliğin yanı sıra dostluğun, dayanışmanın ve bağın izlerini taşıyor. Herhangi bir diyalogda bu tür izler hiç de önemsiz değildir ve konu ne olursa olsun metnin ufkunu, konuşanların jestlerini, nezaketlerini, tutumlarını, dolayısıyla da diyalogun ufkunu bu görünmez işaretler belirler. Öte yandan, konuşmanın geçtiği tarihsel bağlam konuşmanın her köşesinde kendisini göstererek, okura hedefler, idealler önerir ve belli sorumluluklar yükler. Bu noktada, Derrida ile Şerif arasındaki diyalogu çerçeveleyen tarihsel bağlamın pekâlâ 11 Eylül sonrası olduğu ve söyleşenlerin tüm konuşmaları boyunca bu bağlama yanıt verdikleri söylenebilir. İşte, her biri kendine göre ilerleyen, uzayan ya da kısalan, derinleşen ya da satıhta dolaşan bu yanıtlar inanç, din ve siyaset ilişkisi, sekülerizm, gelecek demokrasi, konukseverlik ve başkalık gibi büyük soruların etrafında dolaşıyor.
11 Eylül sonrası dönemde neler olup bittiğinin en önemli alametlerinden biri Müslüman ya da Arap’ın Batı’da nihai bir dışlama figürü olarak ortaya çıkmasıdır. Malum terör hadisesinden sonra medyada sürekli üretilen imgeler, kamusal bir sorumluluğu üstlenmeyen Şarkiyatçı entelektüeller ve tüm bunları fırsat bilen aşırı sağ siyasetçilerin ortak çaba ve duyarsızlıklarının sonucu hem bu imgenin yaygınlaşarak yerleşikleş hale gelmesi hem de Avrupa’daki Müslüman göçmenlerin hayatının giderek zorlaşması oldu. Elbette bu sonucun ortaya çıkmasına zemin hazırlayan, Batı zihin dünyasının Derrida tarafından da sürekli işaret edilen kara delikleriydi: Başkalığı anlamlandırma sıkıntısı, başkasına açık olmama sorunu, konukseverlik yerine koşullu bir hoşgörü anlayışı, din ve siyaset ilişkilerinin sözde seküler konumlanışı, demokrasi fikrinin hâlâ olgunlaşmaması, uluslararası kurumların ve uluslararası hukukun zayıflığı… Şerif’in vurguladığı gibi, dünya kolonyalizm ve Nazizm’in yaratabileceği sonuçları öngörememiş ve bunun bedeli tüm insanlık için son derece ağır olmuştu. Derrida ve Şerif bu uğrakta tam da bu türden bir tehdide işaret ederek, tüm dünya için “gelecek demokrasinin” ve barışın koşullarının altını çizmeye çalışıyor.
Derrida söz konusu olduğunda bu tür bir politik tutum, çoğullukların kabulüyle ve homojenleştirmenin, aynılaştırmanın reddiyle başlar. Dolayısıyla, öncelikle İslam’daki çoğulluğun ve İslam’ların çokluğu ile Batı’daki çoğulluğun ve Batı’ların çokluğunun vurgulanması gerekir. Kendisinden kolayca ve peşinen söz edebileceğimiz, bir sözcükle işaretleyerek tüketebileceğimiz ne bir İslam ne de bir Batı vardır. Öte yandan, bu adlandırmanın kendisi köklü bir ayrımı işaret ettiğinde, benzerliği ve ilişkiyi vurgulamak da kaçınılmaz hale gelir. Bu ortaklığın coğrafi temeli Akdeniz’dir; Akdeniz’in Kuzey ve Güney kıyıları, birbirine yakın ve uzak ama her zaman irtibatlı ve en önemlisi, bu irtibatın adil ve barışçıl olmasını talep eden coğrafyalar. Bu nedenle Batı’da İslami araştırmaların güvenlik kaygısıyla şekillenmesinden vazgeçilmesi ve tarih çalışmalarında Klasik Batı’nın Greko-Arap ve Yahudi-Müslüman-Hıristiyan köklerinin daha titiz bir biçimde incelenmesi gerekir. Derrida’ya göre, “Avrupalı entelektüellerin icadı olan İslam’ın yapı-söküme uğratılması” elzemdir. Şerif ise Müslümanların nesnel düşünme ve eleştirel bir teoloji eksikliğini ciddiyetle ele almaları gereğini vurgulamaktadır.
Tüm bu durumlara yanıt verebilecek olan demokrasi ya da Derrida’nın eleştiri ve yapı-sökümle, adalet ve hukuk arasındaki gerilimi vurgulayarak daha sofistike ve incelikli hale getirdiği “gelecek demokrasi” kavramıdır. “Demokrasi fikrini diğer politik rejimlerden ayıran şey demokrasinin kendi tarihselliğini ve geleceğini, özeleştirisini, mükemmelleştirilebilirliğini kabul eden modelsiz bir model olmasıdır.” Şerif’in altını çizdiği evrenselliği demokrasi bağlamında tartışan Derrida demokrasinin evrenselliğinin tam da demokrasinin modelsiz bir model olmasından kaynaklandığına işaret eder. Öte yandan, Derrida’nın Cezayir’le ilişkisinde açığa çıkan türden, salt ulus-devlet ve yurttaşlık bağlamında sınırlanmayan, sadece kozmopolit değil, aynı zamanda evrensel bir demokrasidir ihtiyaç duyulan. 11 Eylül sonrasının bağlamında, bu türden bir gelecek demokrasiyi ortaya çıkartacak olansa inançtır. Derrida’ya göre inanç barış sürecinin olmazsa olmazıdır. “Kimse kimseyi konuşmaya ya da dinlemeye zorlayamaz; inanç konusunun sürekli geri döndüğü nokta burasıdır.”
İnançla, demokrasi, adalet ve barışa duydukları inançla birbirlerini dinlemeyi ve birbirleriyle konuşmayı başaran Derrida ve Şerif’in 11 Eylül sonrası dünyaya yanıtlarından oluşan bu metin Prof. Giovanna Borradori’nin önsözü ve Şerif’in kimi zaman uzun müdahaleleriyle kısa bir söyleşi olmaktan çıkarak bir kitaba dönüşmüş.
Emre Barca
- Mustafa Şerif, Jacques Derrida — İslam ve Batı Üzerine Konuşmak
- Timaş Yayınları, 2016
- 128 Sayfa
- ISBN: 9786050820812