Çin, uzmanlar için başka ülkelerden daha fazla sorun teşkil ediyor. “Uygarlığının” -varsayılan- sürekliliği ve istikrarı, topraklarının ve nüfusunun ebatları, tesiri, tarihindeki ani dalgalanmalar, toplumsal yapılarının ve imgelemlerinin karmaşıklığı hareketlerini kısıtlıyor. Bu durumda uzmanlar görünür karşıtlıklarına rağmen ortak bir kesinlikte birleşen iki entelektüel tutumdan birini benimsiyorlar. Fransa’da François Jullien tarafından temsil edilen birincisi, kültürel özcülük yoluna sapmaktan ibaret. Bu tutuma göre, Merkez İmparatorluk topluma nüfuz eden ve Çinlilerin, çevreleri ve kişisel yörüngeleri ne olursa olsun, kurtulamayacakları biricik ve özgül bir dünya kavrayışı üretmiştir (Pye, 1988; Yang, 1994). Çinliler “bizim gibi değiller”.
İkinci tutum ise, aksine, tarihsel ve toplumsal yörüngelerdeki evrensellik üzerinde duruyor. Bu tutuma göre ise, toplumların tümü Çin’in özgürleşemediği tarihsel evrim kurallarına uyarlar. Ekonomik gelişme bu toplumları düzenlenmiş piyasayı, temsili demokrasiyi ve bireyselliğin zaferini birleştiren ortak bir modele -moderniteye- doğru, kademe kademe yöneltir (Huntington, 1968; Inglehart, 1997). Bu çerçevede, Çin’in özgüllüğü tabiatı gereği değil, evrensel bir model çerçevesindeki tarihsel rastlantıların ve toplumsal biçimlerin çeşitliliğinin bir bedelidir. Ekonomisi henüz gerçekten ticari değil, devleti tamamen modern değil, Çinliler bütünüyle birey değiller. Bununla birlikte, eğer tarihsel yörüngesi tikelse, Çin’in, tarih algısından yakasını uzun süre boyunca sıyıramayacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla keşfedilmesi ve anlaşılması gereken, Çin’i limana sağ salim ulaştıracak geçiş mekanizmaları, evrimi zor veya kaotik hale getiren tıkanıklıklardır. “Çinliler bizim gibiler, sadece evrensel yapıyı gerçekleştirmek için daha fazla zaman harcıyorlar.”.
Tabloyu daha da karmaşıklaştıran, Çin’de bu iki düşünüş çerçevesini aynı anda kullanma eğiliminin yaygın olmasıdır. Tartışmanın ateşinde, Çinli muhatabın zaman zaman “Bu Çin’e özel bir şey, anlamak için Çinli olmak gerekir,” veya “Çin’i en iyi bilen Batılılar bile bazı şeyleri anlayamazlar,” dediği sıkça işitiliyor. Öte yandan, herkes “modernleşmenin kaçınılmazlık”ından bahsetmek ve “Çin’in moderniteye geçmekte olduğu”nu söylemek hususunda ağızbirliği ediyor.
Ortodoks Düşünce
Bu iki yaklaşım arasındaki daimi salınım yeni değil; üstelik geçmişte de pek çok “imgelenim” doğurdu. Bu, aslında Çin’e yönelik ilgi eksikliğini ele veriyor: Çin, her şeyden önce başka hususlardan konuşmak için bir bahane. Cizvitlerin Çin kültürüne ve toplumuna karşı hayranlıkları Çin kültürünün değerlerini yüceltmeye dayanıyordu. Ayrıca, evrimci bakış açısı Çin örneğinde imparatorların aydınlanmacı mutlakıyetçiliğinde iyi bir yönetimin nasıl olabileceğinin bir ön belirtisini görmüştü. “İmtiyazlar” dönemi (1840-1949) ise, aksine, bir kültürel aşağılık ve “ülkece gecikmişlik” imgelemini harekete geçirmiştir. Bunlar, yalnızca Batı’nın uygarlaştırıcı etkinliğiyle doldurulabilecek boşluklardır. Nihayetinde, Batılı Maoculuk, Çin’e ait yabancılık halini (“bize ayrı bir dünya görüşü katıyorlar”), Sovyet Marksizm-Leninizminin düşüşü nedeniyle, artık Batı’da bulunmayan siyasal bir öteye ilişkin bir tasarıya (başka bir topluma) eklemler.
Çin’e ilişkin analizlerin, bugün geçmişe göre karmaşıklaşmış olsalar da, genellikle bu iki ilham kaynağından uzaklaşmadığını kabul etmek gerekir. “Demokrasi”, “özne”, “pazar”, “hukuk devleti” Çin dünyasına uzak kavramlardır. Uygarlıkların çarpışmalarındansa uzlaşmalarını yeğleyenler dahi, biri Batı’ya diğeri Çin’e ait olmak üzere a priori birbiri ne yabancı iki bloğun varlığının kabulünden yola çıkarlar. Diğerleri Çin’in geçmişteki “gecikmişliğinin” nedenini, ülkenin moderniteye doğru evrimini alt üst eden (tek particiliğin, totaliter-bürokratik mantığın sürdürülmesine bağlı olan) basit tıkanıklıklara bağlarlar. Batı normlarının kademeli olarak öğrenilmesiyle veya evrensel normların amaç birliğiyle Çin, sonunda “genel hukuk”a katılacaktır (Delmas-Marty ve Will, 2007).
Kültüralist yaklaşıma yapılabilecek temel eleştiri, bizi düşünmekten alıkoyduğudur. Yaklaşımın berraklığı, düşünüşü, her şeye cevap verir gözüken dar ve kolaycı bir çerçeveye hapseder. Cafe du Commerce’teki tartışmalardan felsefi veya akademik kliklere uzanan geniş dağılımını bu duruma borçludur. Yine de, şu veya bu nedenle “kültür” olgusu sorgulandığı takdirde zemin ayağımızın altından çekilmiş olur.
“Çinli”, söz konusu olan öğretmeni dinlemekse iktidara itibar eder, trafikte veya kuyrukta beklemek gerektiğindeyse bu saygılı tutumunu bir kenara bırakır. Hangi “kültür”den bahsediyoruz? Konfüçyüs’ünkinden mi, Cumhuriyet’inkinden mi, yoksa günümüz kültüründen mi? Sezuan veya Şanghay’ın ücra bir mahallesinden bahsettiğimizde hangi bölgeyi kast ediyoruz? Nihayetinde, hangi toplumsal tipi kültürel norm olarak kabul etmiş sayılıyoruz? Entelektüeli mi, uyanık businessman’i mi, esnafı mı, şehirlerin sıradan insanlarını mı, -zengin, fakir, orta(lama)- köylüyü mü, popüler sanatçıyı mı? Bizatihi Çin kültürünün kültüralist olduğunu ve (en az) iki “kültür”le karşı karşıya olduğumuzu anlamak için Çinli bir üniversiteliyi temel kırsal Çince’yi konuşurken duymak yeterlidir.
Diğer zorluksa, aynı bireyin koşullara ve muhatabının tabiatına göre aynı davranışları ve aynı kültürel söylemi ortaya koymayacak olmasıdır. Araştırmacı, siyasal reformun hemşeri toplantılarındaki eksikliğini eleştirebilir ve bunu bir Batılı’yla yaptığı tartışma sırasında doğrulayabilir. Bir diğeri, tersini yapacaktır. Daha kabaca açıklamak gerekirse, “küreselleşmiş” Çinli, bir Fransız restoranında “Batılı olduğu”nu ileri sürecek, fakat soydaşlarının yanında bu azmini hemen unutacaktır. Kısacası, kültürel kimlik bir veri değil, kişiliğe kuşkusuz iyice yerleşen, fakat çeşitlenmeyi sürdüren ve toplumsal imgelemlerin ve kodların bilinçli ya da bilinçsiz manipülasyonunu bütünüyle serbest bırakan bir pratikler bütünüdür (Bayart, 1996).
Modernizasyon Açmazları
Modernizasyon kuramıysa üç katı etkisizdir; çünkü öncelikle dünyanın kaderine yön verdiği farz edilen yan-metafizik güç, Çin’de başka yerlerde olduğu kadar etkili değil (Leys, 1996). Otuz yıllık istisnai büyümeye rağmen, Çin’in gerçekten demokratikleşememesi bir yana (Hindistan veya Rus ya demokratikleşebilmiş midir?), Çinlilerin çoktan beri modern mi, yoksa hala “geleneksel” mi olduklarına karar vermek dahi güç. Bireylerin davranışları gitgide özgürleşse de, anne babaların rolü ağırlığını koruyor. Kafanızı çevirdiğiniz her yerde McDonald’s ve basketbol görüyorsunuz; fakat en ufak bir kıvılcım Amerikan karşıtı hisleri ve Çin’in özgün niteliğine ilişkin arayışı yeniden alevlendiriyor. Hükümet tarafından yürütülen politikaları en çok eleştiren ve basın özgürlüğü ve “kırılgan gruplar”ın yasal olarak korunması çağrısında bulunanlar, çok güçlü bir biçimde ve sıklıkla parlamenter demokrasinin karşısında duruyorlar.
Modernizasyon kuramının etkisiz olmasının bir diğer nedeni de, toplumsal olanı Çin’de -ve ayrıca başka yerlerde neşeyle iç içe geçen özerk alanlara bölmesi. Çin ekonomisi bu hususta ekonomi (Swedberg ve Granovetter, 1992) veya tarih sosyolojisine (Skocpol, 1984), geçiş durumunu öne çıkaran yaklaşımdan daha çok itibar ettiği halde, burada toplumsal ilişkiler, siyasal çatışmalar, devlet mantığı işleyişleri ve imgelemler rekabet piyasasının kurallarını çiğneyerek belirleyici roller üstleniyor. Yasa ve yasanın uygulanışı siyasal ihtirasların, tahakküm tasarılarının, dostluk ve düşmanlıkların hakimiyetinde. Toplumsal olan kendine özgü bir alan değil, ekonomik aktivitelerin doğduğu ve siyasal stratejilerin belirlendiği yer durumunda (Mengin ve Rocca, 2002).
Sonuç olarak, modernizasyon kavramı bireylerle toplum arasındaki ilişkilerin karmaşıklığını ortaya koymaktan aciz.
“Çinli”nin, geleneğin ve otoriter iktidarın baskılarından kurtulmuş özerk bir bireye ön saflarda yer alan bir yurttaşa dönüştüğü; vicdanen hem kendisi için hem de kamu yararı açısından doğru olanı en derinlerinde tayin edebildiği varsayılır. Aslında, ister siyaset adamı, businessman veya sanatçı, isterse sokaktaki Çinli olsun; bu “bireyler”in, bu “özneler”in aynı zamanda toplum hayatının “kuralları”nı en iyi bilen ve bunları en iyi kullananlar oldukları gözleniyor. “Modern”, “popüler”, “geniş kirli” herkes “bireyselleşme”nin olduğu kadar -pratiklerde, normlarda, yürürlükteki değerlerde yaşanan- toplumsallaşmanın da birer ürünü (Elias, 1997).
Eleştirel Bir Düşünüş
Bu kitabın amacının çağdaş Çin’in büyük kurumlarını -ordu, din, Çin Komünist Partisi- betimlemeye ya da büyük toplumsal meselelerinin (işsizlik, kadının konumu, nüfusbilim) bir listesini çıkartmaya yönelik ansiklopedik bilgi sunmak olmadığını belirtmem gerek. Aynı şekilde, amacım, Çin’in kavranmasında rol oynayan farklı kuramların, farklı akımların bir tablosunu çizmek de değil. Bu kitabın amacı, sosyal bilimlerin araçlarını kullanarak Çin toplumunun özgüllüklerini (toplumsal tabakalaşma, doğrudan veya “uzaktan” toplumsal ilişkiler, bireylerin ve toplulukların pratikleri ve imgelemleri, sergilenen iktidar ilişkileri) çözümlemektir. Söz konusu olan alt ve üst kademelerdeki tahakküm stratejilerini ortaya koymak, gerçeğin çeşitliliğini su yüzüne çıkartmak için bakış açılarını çoğaltmaktır.
Çin toplumu, görünür çelişkileri (vahşi kapitalizm ve tanrı-Devlet, tutkulu bireyselcilik ve kolektif kurallara körü körüne itaat, eşitsiz toplumsal tabakalaşma ve yaşam standardının olağanüstü artışı, nispeten demokratik bir toplum ve “yekpare” bir siyasal sistem, talepkar fakat politikayla fazla alakadar olmayan yurttaşlar) çözümlemelere açık, “normal” bir toplumdur.
Ele alınacak konu çok geniş; dolayısıyla seçim yapmak gerekiyor. Etnik azınlıklar veya muhalifler gibi topluluklar; ordu, polis veya hapishane gibi kurumlar; nüfus istatistikleri ve benzeri önemli meseleler ya kısmen ele alınacak ya da dışarıda bırakılacak… Konuların tamamına el attığım takdirde genel bakışı ve belli bir dönem için en belirleyici gibi görünen hususları gözden kaçırabileceğim kaygısıyla, olguları hiyerarşik biçimde sıralamayı tercih ettim.
Bu çerçevede, çağdaş toplumun tarihselliğini oluşturandan, yani geçmiş fenomenlerin ve olayların canlı izlerinden yola çıkma gereği doğuyor. Burada, tarihselcilikle temel bir farklılık mevcut. Söz konusu olan, etkisi yaygın ve gizemli olacak sonsuz bir hikayenin ağırlığına dönmek değil, aksine, kesin ve uzun ömürlü olan, bilinçli ya da özgün olsun olmasın, geçmiş deneyimlere dayanan pratiklere yönelmek.
Reformlar döneminde yaşanan pek çok olay arasında boğulup kalmamak için, daha sonra Çin toplumunun l980’lerin sonundan beri geçirdiği dönüşümlerin genel bir görünümünü vermek ve sonra da yeni toplumsal tabakalaşma çizgilerini tanıtmak gerekecek: mevcut sınıf ve topluluklar, belirleyici stratejik kaynaklar, yerli yerine oturtulmuş yeni toplumsal tahakküm modelleri.
Tüm toplumsal yapılandırmalara nüfuz eden ve onları okuyucu için canlı kılan meselelerden biri de, birey ve toplum arasındaki, sıklıkla mitleştirilen ilişki. Tüketim toplumu, özel teşebbüs serbestisi ve kişiye özel hayat tarzı üretimi çağında birey tüm bunlara nasıl uyum sağlar? Bunu, dördüncü kısımda ele alacağım.
Son olarak şu soruyu soruyorum: İçinde bulunduğu toplumsal çalkantı ikliminde Çin’in “demokrasi açığı” nasıl anlaşılabilir? Dolayısıyla “siyasal iktidar”la “toplum” arasında- ki bu ikircikli ilişkilerin içeriği ne? Burada, devlet ile farklı toplumsal kategoriler arasında olduğu kadar, devlet ile kamu siyasetinin belirleniminde, protesto hareketlerinde, sistem eleştirisinde ve resmi söylemin hazırlanışında rol oynayan marjinal kesim -entelektüeller, bilirkişiler, araştırmacılar- arasındaki ilişkiler gündeme geliyor.
Künye — Jean-Louis Rocca. 2011. Çin’in Sosyolojisi, Çev. Arzu Nilay Kocasu, İstanbul: İletişim Yayınları, s.9-14.
Kaynakça
Bayartt, J.-F. 1996. L’Illusion identitaire, Fayard, Paris.
Delmas-Marty, M. ve Will P. E. 2007. La Chine et la democratie, Fayard, Paris.
Huntington, S. 2006. Political Order in Changing Societies, Yale University Press, New Haven / Londra.
Inglehart, R. 1997. Modernization and Post-Modernization: Cultural, Economic and Cultural Change in 43 Countries, Princeton University Press, Princeton.
Leys, C. 1996. The Rise and Fall of Development Theory, Indiana University Press, Bloomington / EAEP, Nairobi.
Mengin, F. ve Rocca, J.-L. 2002. Politics in China: Moving Frontiers, New York, Palgrave.
Pye, L. 1988. The Mandarin and the Cadre, Center for Chinese Studies, Ann Arbor.
Swedberg, R. ve Granovetter, M. (der.) 1992. The Sociology of Economic Life, Westview Press, Boulder.
Yang, Mayfair Mei-hui. 1994. Gifts, Favors, and Banquets. The Art of Social Relationships in China, Cornell University Press, Ithaca / Londra.