Dilimize yeni kazandırılan Cemaatler adlı yapıtında, “Büyük dönüşüm çağını” “bir nişanlılık çağı” olarak niteleyen çağımızın gözde sosyoloğu Zygmunt Bauman, yönetilenlerin, yönetenlere bağımlı olduğunu fakat aynı zamanda yönetenlerin de yönetilenlere bağımlı olduğunu vurguluyor. İki taraf da öyle ya da böyle birbirlerine bağlıdır ve ne kadar külfetli ve itici gelse de bundan kolayca vazgeçemezler. Ayrılmak her iki taraf için de uygun değildir… Bauman bu durumu evlilik kurumuna benzetiyor. Her iki tarafın da, birlikte uzun bir zaman geçirmek üzere birbirlerine bağlandıklarını ve ayrılma özgürlüklerinin olmadığını bildikleri bir evlilik, zorunlu olarak, sürekli bir çatışma alanıdır. Eşlerin öngörülmeyen gelecekte çıkacak bütün meselelerde aynı zihniyette olmaları ihtimali eşlerden birinin üstün gelmeye kalkışmadan her meselede diğerinin arzusunu kabullenmesi ihtimali kadar küçüktür. Ancak aşırı durumlarda, savaş eylemleri, sonunda eşlerden birinin ya da her ikisinin yıpranmasına yol açabilir. Yani “her ne olursa olsun birbirimize bağlı kalacağımıza göre bari birlikteliğimizi yaşanabilir” kılmaya çalışalım halidir. Dolaysıyla her iki taraf için de öldürücü olan savaşın yanı sıra, uzun ateşkes dönemleri ve bunların arasında da pazarlık ve müzakere devreleri olacaktır. Ve herkes için kabul edilebilir ortak bir dizi kural üzerinde uzlaşmak için yeni girişimler yapılacaktır.
Bauman büyük dönüşüm çağını iş ve çalışma dünyasından somut örneklerle ele alıyor. Ona göre, biri açıkça ve katı şekilde cemaat karşıtı, diğeri ise cemaatin yeni avatarı fikriyle ilgilenip flört eden iki eğilim, iki farklı yönetim biçimini temsil ediyordu. Oysa genelde toplumsal süreçlerin ve özel olarak üretken çalışmanın kendi ivmesine bırakılmak yerine “yönetilmesi” gerektiği varsayımı söz konusu değildi… Modernite tarihin büyük bölümünde düzenin kendiliğinden doğması ve üremesine güvenilmediği bir “toplumsal mühendislik” çağıydı; modernite öncesi toplumun kendini-yeniden-üreten kurumları bir daha ortaya çıkmamak üzere yok olduğu için, akla uygun yegâne düzen, aklın gücü kullanılarak tasarlanıp günü gününe denetim ve yönetim sayesinde muhafaza edilen bir düzendi.
“Yerinden edilmişlerin yeniden yerleştirilmesi” başlığını verdiği bölümde çarpıcı değerlendirmeler yapan Bauman insanın dünden bugüne cemaat/lider peşinde oluşunu da irdeliyor: “Modern çağların başlangıcından itibaren yönetim, bir tercih değil gereklilik olmuştur. Oysa Karl Marx’ın gözlemlediği gibi kemanlara ve trompetlere sahip olmak için orkestra şefine gerek yoktur. Bu gözlem kolayca orkestra yönetiminin karmaşık görevlerini üstlenmek için orkestradaki enstrümanlara sahip olmaya gerek olmadığı şeklinde de ifade edilebilir. Aslında, orkestranın enstrümanlarının tamamını satın almaya çalıştığı bilinen şef sayısı çok azdır. Fakat orkestra ve konser salonu sahipleri genellikle, işi kendileri yapmak yerine bir orkestra şefi istihdam etmek istemişlerdir. Kapitalist girişimciler de, karşılayabildikleri sürece, gündelik yönetim işlerini, istihdam ettikleri hizmetkârlarına aktarmışlardır.”
Bugüne gelince Bauman; “stratejik prensip” ve “serbestleşme” herkesin ağzındadır ve her yetki sahibi tarafından övülüp etkili bir şekilde uygulanır, diye bir değerlendirmede bulunuyor. Serbestleşme revaçtadır çünkü iktidar sahipleri, “düzene konmayı”, yani seçim yapma özgürlüklerinin sınırlanmasını ve hareket özgürlüklerinin kısıtlanmasını istemezler çünkü artık (belki de daha en baştan) başkalarını düzene sokmakla da ilgilenmemektedirler. Düzeni kontrol etmek ve sağlamak, başa çıkılması zor bir hale gelmiştir ve bu külfetli ağırlıktan kurtulacak kadar güçlü olanlar, hiyerarşinin alt sıralarda bulunan, zehirli armağanı reddedemeyecek kadar zayıf kişilere memnuniyetle onu devrederler. Bugünlerde hâkimiyet, esasen bağlanma ve taahhüde dayalı değildir; yönetenlerin, yönetilenlerin hareketlerini yakından izleme ve onları itaate zorlama yeteneğine bağlı değildir. Çok daha az sorunsuz-daha az hizmet gerektirdiği için- daha düşük maliyetli yeni bir dayanak edinmiştir. Bu dayanak, yönetilenlerin bir sonraki hareketlerinin ne olacağını kestirememeleri, bir belirsizlik içinde bulunmalarıdır. Pierre Bourdieu’nun defalarca ifade ettiği gibi daimi precarité (güvencesizlik, sosyal statünün güvenilmez durumu, geçim kaynağının geleceği konusunda belirsizlik ve “mevcut durumu anlamamaktan” ileri gelen bunaltıcı his) plan yapıp ona göre hareket etme konusunda yetersizlik oluşturur. Yaşam görevlerinin peşinde koşulması gerektiği bir ortama karar veren kişiler tarafından kuralların tek taraflı değişikliği ya da mevcut düzenlemelerin sonlandırılması tehlikesi, bu görevlerin peşinden koşanların başına sürekli bela olduğunda güç sahiplerinin hamlelerine direnme şansları, özellikle istikrarlı, örgütlü ve birlik halinde direniş şansları çok azdır, aslında hiç yok dense yeridir. Güç sahiplerinin korkacak bir şeyleri yoktur dolayısıyla panoptikon maliyetli ve hantal “itaat fabrikalarına” çok az ihtiyaç duyarlar. Belirsizlik ve güvensizlik ortamında disiplin (ya da daha doğrusu “başka seçenek yok” durumuna teslim olma hali) kendi kendini yürütür ve kendi kendine çoğalır, sürekli yenilenen malzemeyi izlemek için ustabaşıları ve yardımcılarını gerektirmez.
Bauman, Auschwitz’ de her an ölüme yollanmaktansa uzun bir süre daha kampta kalıp, çalışmayı uman ve birlik içinde direnişleri sayesinde yaşam şartlarında bazı iyileştirmeler yaptırmayı başarmış mahkûmları –Yahudi ve Çingene mahkûmlar hariç– örnek veriyor.
İçinde yaşadığımız dünyaya dikkat çekiyor Bauman: “Dünyada duvarlar yekpare olmaktan çok uzaklar ve kesinlikle sabitlenmemişler, fazlasıyla hareketliler, art arda gelen ihtiyaç ya da istek değişikliklerine göre defalarca yeri değiştirilecek karton bölmeleri ve paravanları andırırlar… içinde sıradan bir yaşamın sürdürüldüğü en sağlam çelik muhafazalar, kişinin geçimini sosyal çerçeveydi: Ofis veya fabrika, orada yapılan işler, o işleri yapmak için gerekli beceriler ve bunların yapıldığı günlük rutin. Bu çerçevede tümüyle kapalı kalınca iş, mantıken, bir görev ya da hayattaki misyon olarak, hayatın geri kalan kısmının etrafında döndüğü ve hayattaki tüm arayışların üzerine işaretlendiği bir eksen olarak görülebilir. Artık bu eksen kırılmıştır. Esnekleşeceğine, cesur yeni dünya sözcüklerinin yeni koşulların anlaşılmasını istediği şekle göre hassaslaşıp kırılganlaşmıştır… Dayanıklılığa güvenmek saflık olurdu ve ölümcül sonuçlar verebilirdi. Uzun ve ihtişamlı geçmişleriyle gurur duyan en saygıdeğer şirketler ve fabrikalar bile hiç haber vermeden bir gecede ortadan kaybolurlar; kalıcı ve vazgeçilmez olduğu iddia edilen “olmazsa olmaz” işler, çalışma bitmeden çok önce buharlaşır. Bir zamanlar hararetle aranan çok rağbet gören beceriler, öngörülen son kullanım tarihlerinden önce eskiyip, satılmaz hale gelirler. İş rutinleri de daha öğrenilmeden ters yüz olurlar. Yolun tahayyül edilen sonundaki yiyecek parçası, aç farelerin en zekisinin yolu öğrenme süresinden bile daha kısa sürede kaldırılır ya da bozulur.”
“Kopuş dönemleri ya da büyük dönüş” adını veriyor çağımızda evde, işte, toplumsal yaşamda, ülkede ve dünyada olup bitenlere, Zygmunt Bauman. Nişanlılıktan evlilik dönemine dönüyor ve elindeki “cemaat” büyütecini: “Evde de işler sokaktakinden daha iyi yürüyormuş gibi görünmez. Yvonne Roberts’in üzücü bir şekilde belirttiği gibi “yirmi birinci yüzyılda evlilik bağını benimsemek, ancak kurutma kâğıdından yapılmış bir salla denize açılmak kadar akıllıcadır”… Gidenler, bireyin ömür süresinden daha uzun ömürlü, daha emin ve daha güvenilir bir sosyal ortam ortaya koyan istikrarlı ve sağlam bir şekilde kazınmış intibak noktalarıdır. Giden “tekrar karışılacağız, gelecekte uzun bir süre boyunca defalarca karşılaşacağız” kesimliliğidir.
Gidenler kimdir sorusuna şöyle yanıt veriyor Bauman: “Gidenler, köşedeki dost bakkallardır; rekabetine direnmeyi başaramadıkları süpermarketlerin sahipleri, müdürleri, tezgahların arkasındaki yüzler, artık sokakta bulunmayan o kalıcılığı barındırmak için fazla sık değişirler. Gidenler yerel bankaların ve inşaat şirketlerinin dostane şubeleridir, yerlerine telefon hattının öbür ucundaki isimsiz gayrişahsi sesler veya “kullanıcı dostu” ama sonsuz uzaklıktaki ismi ve yüzü olmayan internet sitesi ikonları gelmiştir. Giden haftanın altı günü kapıyı çalıp, herkese ismiyle hitap eden cana yakın postacıdır. Gidenler, iyi niyetli bir birleşmeyle ya da düşmanca bir devralma yoluyla ayakta kalmayı umut eden ama bu süre zarfında aynı satış elamanını ikinci kez görebilme şansımızı sıfıra indiren, hızla elaman değiştiren büyük mağazalar ve ana caddelerdeki dükkân zincirlerdir.”
Çağın yalnız ve tedirgin insanına da sesleniyor Bauman: “Tek başına mücadele eden bireylerin zor durumu, acı verici ve itici olabilir fakat birlikte hareket etmek üzere verilen sert ve bağlayıcı taahhütler de kazançtan ziyade zararın alameti olabilirler. Kurtuluş şansı yitirildiğinde kurutma kâğıdından yapılacak sallar keşfedilebilir.”
Geçimle seçim arasında sallanıp duran dünyayı anlama kılavuzu Zygmunt Bauman’ın Nurdan Soysal’ın arı bir dille çevirdiği Cemaatler yapıtı.
Yaşar Öztürk
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.