Wilde’ın ismini anmak, dandy bir şairden söz etmek olduğu kadar, kendini kravatları ve metaforlarıyla insanları heyecanlandırmak gibi değersiz bir işe adayan bir beyefendinin imgesini de hatırlatmaktır. Bu aynı zamanda, sanat kavramını seçkin, ya da gizli bir oyun -Hugh Vereker ile Stefan George’un yapıtları gibi-, şairi de bir monstrorum artifex [Lat. Kâbus yaratıcısı – ç.n.] sanayii (Plinius, XXVIII, 2) olarak düşünmeye davet etmektir. Bu, 19. yüzyılın tuhaf alacakaranlığını, bir konservatuvarı ya da maskeli baloyu çağrıştıran boğucu ihtişamı düşündürmektir. Bunların hiçbiri yanlış değildir, ama bence, doğruluğun bir kısmına karşılık gelmekte, önemli olguları da ya göz ardı etmekte, ya da onlarla çelişmektedir.
Örneğin Wilde’ın bir çeşit sembolist olduğuna ilişkin düşünceyi göz önüne alın. Bunu destekleyen birçok olgu vardır: Wilde 1881 civarında Estetler’i, on yıl sonra da Dekadanlar’ı yönlendirdi; Rebecca West onu haksız yere Dekadanlar’a orta sınıfın damgasını vurmakla suçlar (Henry James, III). “The Sphinx” şiirindeki sözcükler, işlenmiş bir ihtişamı sergiler; Wilde, Schwob ile Mallarmê’nin dostudur. Ama bir olgu bu düşünceyi çürütür: Şiir ya da düzyazıda Wilde’ın sözdizimi her zaman yalındır. İngiliz yazarlar arasında, yabancıların bu kadar ulaşabildiği başka kimse yoktur. Kipling’den bir paragrafı, ya da William Morris’ten bir kıtayı çözemeyen okurlar, Lady Windermere’in Yelpazesi’ni bir öğleden sonra baştan sona okuyabilirler. Wilde’ın metrik sistemi kendiliğindendir, ya da kendiliğindenliği taklit eder. Yapıtında, Lionel Johnson’ın şu katı, bilge Alexandrine’inden [Alexandrine: Şiirde bir ölçü çeşidi. – ç.n] farklı olarak, deneysel hiçbir dize yoktur:
Alone with Christ, desolate else, left by mankind. [İsa’yla başbaşa, başka her şeyden uzak, insanlar tarafından terkedilmiş. – ç.n.]
Wilde’ın teknik açıdan önemsiz olması, aslında büyük olduğuna ilişkin bir kanıt olabilir. Yapıtı da kendisinin sahip olduğu türden bir üne karşılık gelseydi, Wilde’da bolca mevcut olan ustalıklardan başka bir şey içermezdi – Les Palais Nomades ya da Los crepusculos del jardin’deki gibi. Dorian Gray‘in on birinci bölümünü, “The Harlot’s House”u, “Symphony in Yellow”u hatırlayın; ama sıfatları kullanış tarzı, kendisine kötü bir ün kazandırmıştır. Wilde bu alacalı yamalarla yetinebilirdi — bu tanım Ricketts ve Hesketh Pearson tarafından yakıştırılmış, ama daha önce de bir yerde söylenmişti. Bunun Wilde’a atfedilmesi, isminin süslü bölümlere iliştirilmesi alışkanlığını doğruluyor.
Yıllar boyu Wilde’ı defalarca okuduğumda, onu övenlerin şüphe etmediği bir şey dikkatimi çekti: Wilde’ın neredeyse her zaman haklı olduğu, kanıtlanabilir, temel bir olgudur. “Sosyalizm ve İnsan Ruhu” sadece bir belagat örneği olmakla kalmaz, haklıdır da. Pall Mall Gazette‘de ve Speaker‘da israf ettiği çeşitli yazılar, Leslie Stephen’ın ya da Saintsbury’nin olanaklarının sınırlarını aşan gözlemlerle doludur. Wilde, Raymond Lully tarzında, bir çeşit karışık sanat yapmakla suçlanmıştır; bu belki de bazı şakaları için doğrudur (“Bir kez görüldü mü sonsuza dek unutulan o İngiliz yüzlerinden biri”), ama aynı iddia, Wilde’ın, müziğin bize bilinmeyen, belki de gerçek olan geçmişi açtığına ilişkin inancı (“Sanatçı Olarak Eleştirmen”), herkesin sevdiği şeyi öldürdüğü (“Reading Zindanı Baladı”), bir eylemden pişman olmanın geçmişi değiştirmek olduğu (De Profundis), her insanın her anda hem olmuş, hem de olacak olan olduğu (a.g.y.) [Amauld’ya skandal gibi görünen Leibniz’in şu ilginç teziyle karşılaştırın: “Her bireye ilişkin kavram, kendi başına gelecek tüm olayları a priori olarak içerir.” Bu diyalektik yazgıcılıga göre, Büyük İskender’in Babil’de ölmesi, kibirli olması gibi, onun niteliklerinden biriydi.] —bu, Leon Bloy ya da Swedenborg’un söyledikleri kadar değerlidir— yolundaki görüşleri için doğru değildir. Bunları, okuyucularımı Wilde’ı göklere çıkamaya cesaretlendirmek için değil, Wilde’a genellikle atfedilenden farklı bir yaklaşımın altını çizmek için söylüyorum. Yanılmıyorsam, o bir İrlandalı Moreas’tan çok daha fazlası; zaman zaman sembolizmin oyunlarını oynamaya gönül indiren bir 18. yüzyıl kişisiydi. Gibbon, Johnson, Voltaire gibi, dahi olduğu kadar haklı da olabilen, “ölümcül sözler sarf etmesindeki hızıyla önemli olan” biriydi. [Bu, Reyes’in Meksikalı bir erkek için kullandığı cümle (Reloj de sol, s. 158 ).] O, yüzyıla kendisinden istenileni -çoğunluk için comedies larmoyantes, [Fr. Sulugözlü komediler. – ç.n.] azınlık için dilsel arabiler- verdi ve bu farklı şeyleri kayıtsız bir neşeyle gerçekleştirdi. Mükemmelliği bir olumsuzluğa dönüşmüştü; yapılı öylesine uyumluydu ki, başka türlüsü düşünülemez, herkesçe malum gibi görünüyordu. Evreni, Wilde’ın hicviyeleri olmadan düşünmemiz çok zor; ama bu onları kavramamıza engel oluşturmuyor.
Bunun yanında: Oscar Wilde’ın ismi büyük kentlerle, şöhreti de ceza ve hapishaneyle birleşmiştir. Öte yandan (bu Hesketh Pearson tarafından tüm açıklığıyla görülmüştü) yapıtının ruhunda neşe vardı. Buna karşılık Chesterton’ın güçlü yapıtı, fiziksel ve ahlaki ussallığın prototipi, her zaman bir karabasan olmanın sınırındaydı. Şeytani ve korkunç olan, sayfalarında pusuya yatmıştır; en zararsız konu, şiddet içeren biçimlerde verilebilir. Chesterton çocukluğunu yeniden kazanmak isteyen; Wilde, kötülüğe ve talihsizliğe rağmen bozulmamış bir masumiyeti koruyan kişiydi.
Chesterton, Lang, Boswell gibi Wilde da, eleştirmenlerin, bazen de okuyucuların onayı olmadan yazabilen bir insandı. Ona eşlik etmekten aldığımız haz ise karşı konulmaz ve kalıcıdır.
Jorge Luis Borges, 1946
Künye — Oscar Wilde, “Sanatçı: Eleştirmen, Yalancı, Katil – Estetik ve Etik Üzerine” içinde Jorge Luis Borges, “Oscar Wilde Üzerine”, Çev. Türker Armaner, İletişim Yayınları, 2008, s.29-32.
Yorum Yazın