Pokémon Go’ya yabancı değiliz ve onunla tanışıklığımız, bir çoğumuzun Pokémon izleyerek büyümüş veyahut mahallede Pokémon tasoları ile oynamış olmasından kaynaklanmıyor. Belki işin bu nostaljik boyutu, oyunun oldukça geniş bir kitleye çok daha kısa bir vakitte ulaşmış olmasına zemin hazırlamış olabilir ve nihayetinde geçmişi yeniden kurmak gibi bir alışkanlığımızın olduğunu da biliyoruz. Ama bu nostaljik boyut, her şeyi açıklamak için yeterli değil. Pokémon Go, gerçek zamanlı haritası ve çok sayıda çevrimiçi oyuncuyu barındıran kanalları ile bir alternatif gerçeklik sunuyor. Ve insan, ister istemez bu alternatif gerçekliği yeniden düşünürken başta Baudrillard ve Eco gibi düşünürler olmak üzere, Disneyland karşısında eleştirel bir tutum takınmış olan düşünürleri yeniden düşünmek ihtiyacını hissediyor. Sanat Komplosu’nda Baudrillard, her şey görünür kılındığında, görülebilecek hiçbir şeyin kalmadığından bahseder (Baudrillard, 2011); Umberto Eco da, bir Amerika seyahati içerisinde Disneyland’i gördükten sonra kaleme aldığı bir yazıda şöyle söyler: “Aşırı gerçek, mutlak sahtedir” (Eco, 2012). Baudrillard ve Eco’nun işaret ettiği bu noktalar, nihayetine aşırı gerçek olanın, gerçek olamayacak nitelikleri beraberinde taşıdığına delalettir. Bu noktada, deneyim sahibinin, gerçek olamayacak olanı deneyimlemek ile bir alıp veremediği yoktur. Ve hatta, tam olarak bu, mutlak sahte oluş deneyimi benzersiz kılar. İnşa edilmiş bir simülasyon, aynı zamanda manipüle edilebilir olandır. Gerçek dünya içerisinde, biricik bir anda, sayısız belirsizlik ile karşı karşıya kalmış insanın bir sonraki andan evvelki çaresizliği, manipüle edilmiş gerçeklik içerisinde söz konusu değildir. Mutlak sahtenin ehemmiyeti buradadır. İnsan, doğa karşısındaki çaresizliğine vakıftır ve bu çaresizliğe sebebiyet veren eksiklik, tıpkı çaresizlik gibi insanın varoluşuna eklemlenmiş bir vaziyettedir. İnsan, bunun üstesinden gelememiş olsa da bununla başa çıkmak için çabalaması icap ettiğini öğrenmiştir. Disneyland veyahut Pokémon Go, sınırsızca manipüle edilebilecek veyahut gerçekliğe hiçbir noktasından temas etmeyecek bir sanal gerçeklik sunsaydı, cazibesini kaybederdi. Ama bu ikircikli hâl, basit olarak “nostalji” kabul edilebilecek bir düzlemde insana gerçekliğe dokunabileceği ama tamamen ona bağlı olmadığı bir aralık sağlar ve nihayetinde artık hiçbir şey gerçek olamayacak kadar güzel değildir. Elde etmek istediğiniz Pokémon için kilometrelerce yürümeniz icap edebilir ama bizzat oyunu deneyimlemiş birisi olarak, aynı zamanda yürümeniz icap etmese, tüm bu şölenin hiçbir anlamı kalmayacaktı.
Bu ikircik, başka bir bağlamda ele alındığı vakit Lacan’ı hatırlatıyor hiç şüphesiz. Lacan’da bir gösteren olarak dil, veyahut konuşma edimi, bir semptom olarak huzursuzluğa yol açabileceği gibi aynı zamanda bir fallik zevk olarak, kişiye zevklenmek fırsatını tanır (Nasio, 2007). Bilinçdışını, bir dil gibi ele alan Lacan’da, bu oldukça ilginç bir önermedir. Fakat önermenin ilginçliği, dil gibi yapılanmış bilinçdışına biraz daha yakından bakıldığı vakit anlaşılır olur. “Bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır (langage) ve kendisini anne tarafından konuşulan dilde gösterir (langue).” Dolayısıyla Freud’un, işleyişine mazhar olabilmek için rüyalar ile çözümlediği bilinçdışı, Lacan’da dil vasıtası ile çözümlenir ve her koşulda dil sürçmesi gibi fenomenler, inceleme noktasında oldukça kıymetli bir hâl alır. Ve işte dilin bu ikirciği, aynı anda bir semptom ve zevk biçimi olabilen, ister istemez aşırı gerçeklik karşısındaki insanı hatırlatıyor. Zevk duyuyor olmak -veyahut Disneyland ve Pokémon Go özelinde, eğlenmek- eş zamanlı olarak gerçekleşen huzursuzluğu ortadan kaldırmıyor. Gerçeklik deneyiminin gerçek olamayacak kadar gerçeğe temas ettiği bu noktada, manipülasyona açık bu gerçekliğin her an istemediğimiz bir şekilde değişimlenebileceğini biliyor veyahut ondan ayrılmamız icap edeceğini kestirebiliyoruz. Zevk, yarıda kalıyor. Diğer tüm zevklenme biçimleri gibi… Lâkin, yarıda kalacağına neredeyse emin olduğumuz bu pratiğe bağlanmak, bir diğer noktada bizi rahatsız etmiyor ve bunun sebebini esasında hepimiz az ya da çok olarak biliyoruz: Fallik zevk, mutlak -Lacan ve Freud’da ensest ilişki- zevk karşısında, gerçekleşmesi mümkün olandır ve huzursuzluk, mutlak zevkin bu denli uzakta kalışından doğar. Bu türden bir gerçeklik, sosyal medya yolu ile inşa edilen sosyalleşme biçimlerine kuvvetli ve alabildiğine farklı yeni kaideler kazandırıyor, yanında tabiî olarak tehlikeleri ile birlikte. Kişiler arasındaki bu eş zamanlı deneyim, Disneyland’in tekrarını gizleyen yapısına nazaran oldukça farklı. Oyun, gelişim sürecini devam ettirdiği müddetçe onu deneyimlemekte olan kişiler, bu gelişmiş ikircikli gerçeklik düzeninde yeni imkânlara sahip olabilecekler. Henüz şimdiden kalabalık buluşmaların organize edildiğini görebiliyoruz. Aynı zamanda gerçek zamanlı harita vasıtası ile oyuncuların konumlarına ilişkin bir fikir elde edebilmiş kötü niyetli insanların planladığı eylemleri de… Şimdilik yalnızca hırsızlıklardan haberimiz var.
Manipüle edilebilir aşırı gerçeklik, çok hızlı güncelleniyor. Çok yakın bir vakitte oyun, kullanıcılarına gerçeklik hissiyatını sunabilmek için çeşitli güncellemeleri duyuracaktır ve elbette ki yeni oyunların piyasaya sürülmesi de pek geç olmayacaktır. Yıllar boyunca doğa karşısındaki eksikliğini, ona hâkim olabilmek gayesi ile ikame etmiş insan, kendi yarattığı aşırı gerçekliğe sorunsuzca adapte olabilecek kadar hızlı evrilen bir canlı değil. İnsanların yakın vakitte, tıpkı bir histerik gibi kendisini, kendisi hakkında gerçek olmayan bir şeye inandırabileceği deneyimler ile karşı karşıya kalacağız. Üstelik, Lacan’ın da işaret ettiği gibi bir metalangage veyahut “üst dil” yok. Söylediğimiz şeyden ne kadar emin olduğumuzu hissedersek, kendimize en uzak noktada konumlanmış olacağız. Ve, söylediğimiz söze karşı kendimizi konumlandırmak fırsatımız hiçbir vakitte olmayacak. Simülasyonu deneyimlemekte olan insanlar, ortak bir uzamı paylaşacaklar: Son derece kaygan bir gerçeklik zemini. Bir bilim kurgu filmi içerisinde olmadığımız için, dilediğimiz vakitte terk edebileceğimiz bu kaygan gerçekliğin, bizim hakikî kabul ettiğimiz gerçekliğe nasıl bir tesiri olacağını gözlemlemek oldukça ilginç olacak. Pek çok şeyi gerçekleştirebildiğimiz bir düzlem, olduğu gibi kabul etmek zorunda olduğumuz diğer bir düzlemin üzerine inşa edilecek ve şüphesiz ki bu düzlemler üzerinde geçiş yapmakta olan insan üzerinde bunun tesiri oldukça yıkıcı olacak.
Zaman ve gerçeklik üzerinde bir oyuk daha açıyoruz. Bu, bizim için yeni değil. Fakat bu seferki, kıvrılma, zaman ile birlikte gerçekliği de bükmekte. Unutmanın, hakikatin gerçek bir düşmanı olduğu inancı üzerinden bugün, bu noktaya geldik. Hakikatten şüphe duyduğumuz vakitler yok değildi ve hatta hakikatin mümkün olamayacağını dahi düşündük. Lâkin bugün deneyimlemekte olduğumuz şey, bize onu bükebilmek fırsatını, bükerek meydana getirdiğimiz yeni gerçeklikte konumlanmak pahasına verecek. Tanrının, olmuş bir şeyi olmamış kılamayacağını düşünmüştük. Peki, insanın, hakikatin bizzat kendisini bükerek nihayetinde ona dahi adapte olmakta zorlanacağı bir gerçeklik biçimi, bizi nasıl etkileyecek? Henüz, bu raddede değiliz ve buna verebileceğimiz cevap da buna binaen net değil, belki de hiç net olmayacak. Fakat, yalnız değiliz -veyahut Truman Show’dayız?-. Her gün, artan bir hız ile, deneyimlerimizi paylaşmaktayız ve aynı uzam üzerinde olmak, bize yepyeni bir şeyi öğretebilir: Gerçeklik, ona dair deneyimimizi paylaştığımız kadar gerçek olabilir: Ampirizmin ötesinde, metafiziğin kıyılarındayız.
Kaynakça
- Baudrillard, J. (2011). Sanat Komplosu: Yeni sanat düzeni ve çağdaş estetik 1 (Çev. E. Gen ve I. Ergüden). İstanbul: İletişim.
- Eco, U. (2012). Günlük Yaşamdan Sanata (Çev., K. Atakay). İstanbul: Can.
- Eco, U. (2015). Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik (Çev., K. Atakay). İstanbul: Can.
- Nasio, J.-D. (2007). Jacques Lacan’ın Kuramı Üzerine Beş Ders (Ö. Erşen, M. Erşen, Çev.). Ankara: İmge.
İ. Şahin Ateş
Sosyal Bilimler Platformu Blog Yazarı
s.ates@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.